Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/979 E. 2021/759 K. 15.06.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/979
KARAR NO : 2021/759
KARAR TARİHİ : 15.06.2021

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Anadolu 16. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen göreve ilişkin dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; … Kilisesi ve … ile … Mektepleri ve … Vakfına (Kilise Vakfı) ait taşınmaza müvekkili tarafından kapsamlı bir imar tadilatı yapıldığını, tapu sahibi vakıf ile müvekkili arasında 10.12.2007 tarihli hasılat kira sözleşmesi ve 10.02.2010 tarihli ek protokol tanzim ve imza edilerek tapuya şerh konulduğunu, müvekkili tarafından inşa edilen taşınmazın bir kısmının Kilise Vakfı tarafından davalı şirkete süpermarket olarak işletilmek üzere kiraya verildiğini, yapılan hasılat kira sözleşmesine göre kira bedelinin bir kısmının müvekkiline ödenmesi gerektiğinden bu durumun davalıya bildirildiğini, buna rağmen müvekkiline ödenmeyen bakiye fatura bedellerinin tahsili için başlatılan icra takibine haksız itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptaline, icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme Kararı:
5. … Anadolu 16. Asliye Ticaret Mahkemesince, ön inceleme aşamasında dosya üzerinde yapılan değerlendirme sonucunda, 20.06.2013 tarihli ve 2013/793 E., 2013/343 K. sayılı karar ile; alacağın kira ilişkisinden kaynaklanması nedeniyle görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi olduğu gerekçesiyle HMK’nın 4/a, 114/c maddeleri uyarınca mahkemenin görevsizliğine, talep hâlinde dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
6. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
7. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 29.04.2014 tarihli ve 2013/14046 E., 2014/5466 K. sayılı kararı ile ;
“…01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nun 2. maddesine göre “dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarda görevli mahkeme aksine bir düzenleme bulunmadıkça Asliye Hukuk Mahkemesidir. 6100 Sayılı …nun 4/1-a maddesine göre ise “Kiralanan taşınmazların, 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davalarda” Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir. Mahkemelerin görevi kamu düzenine ilişkin kurallardan olup, yargılamanın her aşamasında istek üzerine, ya da re’sen gözetilmesi gerekir.
Somut olayda, davacı, dava dışı malik ile aralarında düzenlenen “hasılat sözleşmesi” başlıklı sözleşmeye dayanarak davalı kiracının kira bedellerini davacıya ödemesi gerektiğinden bahisle alacağın tahsili için icra takibi başlatmış ve itiraz üzerine de itirazın iptali davası açmış ise de, davacı ile davalı arasında kira ilişkisi bulunmamaktadır. Taraflar arasında bir kira ilişkisi (kira sözleşmesi) bulunmadığına göre davanın kira sözleşmesinden kaynaklandığından söz edilemez. Bu nedenle mahkemece dava hatalı nitelendirilerek sulh mahkemesinin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmesi doğru değildir. Dava, 6100 sayılı HMK’nun 2.maddesinde düzenlenen malvarlığına ilişkin bir dava olup değer ve miktara bakılmaksızın bu davalarda görevli mahkeme Asliye Mahkemeleridir. Mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
8. … Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 15.10.2015 tarihli ve 2014/798 E., 2015/830 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçeleri yanında, taraflar arasında bir kira sözleşmesi bulunmamakta ise de HMK’nın 4. maddesinde “kira sözleşmesi” ibaresine değil, “kira ilişkisi” ibaresine yer verildiği, daha önce davacı ile dava dışı kiralayan arasında imzalanan hasılat kira sözleşmesi ve ek protokolde ise kira alacağının %60’ının davacıya ödenmesinin kararlaştırıldığı, bu sözleşmenin alacağın temliki niteliğinde olduğu, böyle olunca yanlar arasında temlikten kaynaklanan bir kira ilişkisinin doğduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
9. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı ile dava dışı malik (Kilise Vakfı) arasında düzenlenen “hasılat kirası sözleşmesi” başlıklı sözleşmeye dayanarak davalı kiracının kira bedellerini davacıya ödemesi gerektiğinden bahisle alacağın tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkin eldeki davada, görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi mi yoksa asliye ticaret mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
11. Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir.
12. Bilindiği üzere, dava şartlarının neler olduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114. maddesinde belirtilmiş olup, anılan düzenlemenin 1. bendinin (c) alt bendinde mahkemenin görevli olması dava şartı olarak düzenlenmiştir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup bir dava ancak görevli mahkemece incelenebilir. Mahkeme her şeyden önce görevli olmalıdır. Görevsiz mahkemede açılan davanın dava şartı yokluğundan usulden reddi gerekir (Pekcanıtez, H./ Özekes, M./ Akkan, M./ Korkmaz, H.T.: Medeni Usul Hukuku, Cilt II, … 2017, s. 930).
13. Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır (Kuru, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, … 2016, s 190).
14. Bu noktadan hareketle, uyuşmazlık yönünden görevli mahkeme kavramının açıklanması da gerekmektedir.
15. Genel anlamda bir mahkemenin görevi belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna ait ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından bakılabileceğini belirtir. Bilindiği üzere, ilk derece mahkemeleri genel mahkemeler ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılmışlardır. Hangi davalara özel mahkemelerde, hangi davalara genel mahkemelerde bakılacağı ve genel mahkemelerde bakılacak davalardan hangilerine asliye hukuk mahkemesinde, hangilerine sulh hukuk mahkemesinde bakılacağı hususuna görev, bunu düzenleyen kurallara da görev kuralları denir. Genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğretide ve uygulamada duraksama yoktur. Genel mahkemelerin bakacakları davalar, belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olup aksi belirtilmedikçe medeni yargılama hukukuna giren her türlü işe bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş olan bütün davalar genel mahkemelerin görevine girer.
16. Buna karşılık özel mahkemeler, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli uyuşmazlıklara bakmakla görevlidir. Diğer bir ifadeyle, özel mahkemeler özel kanunlarla kurulmuş olup özel kanunlarda belirtilen davaları yürütür.
17. Yukarıda belirtildiği üzere, göreve ilişkin kurallar kamu düzenine ilişkin olup, HMK’nın 114/1-c maddesine göre mahkemenin görevli olması dava şartıdır. HMK’nın 115. maddesine göre ise dava şartlarının mevcut olup olmadığı, taraflarca ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilir. Diğer taraftan görevsiz mahkeme davanın esası hakkında karar veremez. Bu nedenle, dava açılırken dayanılan hukukî ve maddi olguların göreve etkili olduğu durumda öncelikle hukukî niteleme yapılmalı ve sonucuna göre mahkemenin görevsiz olduğu kanısına varılırsa dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmelidir. Görev nedeniyle dava dilekçesinin reddi kararında görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğu belirtilmeli ve dava dosyasının bu görevli mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir (HMK m.20).
18. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sulh hukuk mahkemelerinin görevine değinmekte fayda vardır.
19. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Sulh Hukuk Mahkemelerinin Görevi” başlıklı 4. maddesinde;
“ (1) Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın;
a) Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları,
b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları,
c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları,
ç) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği davaları görürler.” amir hükmüne yer verilmiştir.
20. Görüldüğü üzere, eldeki davada uygulanması gereken mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndan (HUMK) farklı olarak bu düzenlemede miktar ayrımı yapılmaksızın tahliye, alacak, tazminat, kiracılık sıfatının tespiti gibi tüm kira ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözüm yeri sulh hukuk mahkemesi olarak gösterilmiştir.
21. Konunun aydınlanması için kira sözleşmesinin hukuksal niteliği açıklanmalıdır.
22. Kira sözleşmesi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 248. maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 299. maddesi) “Adi icar, bir akittirki mucir onunla, müstecire ücret mukabilinde bir şeyin kullanılmasını terk etmeği iltizam eder.” şeklinde ifade edildiği üzere, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır.
23. Kira sözleşmesi, tam iki tarafa borç yükleyen rızaî bir sözleşme olup kira sözleşmesinin meydana gelmesi için kiraya veren ile kiracının sözleşmenin esaslı noktaları üzerinde anlaşmaları, irade beyanlarının karşılıklı ve birbirine uygun olması gerekir. Sözleşmede bir şeyin kullanılmasını devretmeyi üstlenen kişiye kiraya veren, buna karşılık bir bedel ödemeyi üstlenen kişiye de kiracı denir. Kiraya veren, kiralanan şeyin maliki olabileceği gibi o şey üzerinde sınırlı bir aynî hak sahibi veya kiracı da olabilir.
24. Yukarıda açıklandığı üzere, HMK’nın 4. maddesinde; “…kira ilişkisinden doğan alacak davalarında değerine bakılmaksızın” sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğu düzenlenmiştir.
25. Bu doğrultuda somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; müteahhit olarak iş yapan davacı ile dava dışı taşınmaz maliki vakıf arasında “hasılat kira sözleşmesi” başlıklı sözleşme ile dava dışı vakıf ile davalı arasında davaya konu taşınmazın kiraya verilmesiyle ilgili kira sözleşmesi olduğu, davanın tarafları arasında düzenlenmiş herhangi bir sözleşme olmadığı hususu çekişme dışıdır. Dava dışı vakıf, davalı ile aralarındaki kira sözleşmesinden doğan alacağın bir bölümünü davacıya temlik etmiş, davacı da temliken sahip olduğu bu alacak hakkını davalıya yöneltmiştir. Bu durumda çekişme davanın tarafları arasındaki ilişkinin hukukî mahiyetine yöneliktir.
26. Her ne kadar davacının davaya konu ettiği alacağı, dava dışı vakfın davalıdan olan kira alacağı ise de, davanın tarafları yani davacı ile davalı arasında kira ilişkisi olmadığı, davaya konu alacağın da taraflar arasındaki bir kira ilişkisinden doğmadığı açıktır. Kanun’un hazırlanması sırasında HUMK’dan farklı olarak bilinçli şekilde “kira sözleşmesi” ifadesi çıkarılıp yerine “kira ilişkisi” ifadesi konulmuş ise de burada belirtilen kira ilişkisinin davanın tarafları arasında olması gerektiğinde kuşku olmamalıdır.
27. Taraflar arasında böyle bir kira ilişkisinin mevcut olmaması nedeniyle uyuşmazlığın çözümünde sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğu düşünülemez.
28. Gelinen noktada, asliye ticaret mahkemesiyle asliye hukuk mahkemesinin görev ayrımı önem taşıdığından ticarî dava kavramını açıklamak yerinde olacaktır.
29. Ticarî davalar; mutlak ticarî davalar, nispi ticarî davalar ve yalnızca bir ticarî işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticarî nitelikte kabul edilen davalar olmak üzere üç gruba ayrılır.
30. Bir davanın ticarî dava sayılmasına bağlanan en önemli sonuç, o davanın asliye ticaret mahkemesinde görülmesi ve buna bağlı olarak özel birtakım usul kurallarına tabi olmasıdır. Hangi iş ve uyuşmazlıkların ticarî dava sayıldığı 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) ve bazı özel kanunlarda sınırlı olarak belirtilmiştir (Börü, L./ Koçyiğit, İ.; Ticari Dava, 2. Baskı, … 2021, s. 27).
31. Mutlak ticarî davalar, tarafların tacir olup olmadığına ve işin bir ticarî işletmeyi ilgilendirip ilgilendirmediğine bakılmaksızın ticarî sayılan davalardır. Mutlak ticarî davalar, TTK’nın 4/1. maddesinde bentler hâlinde sayılmıştır. Bunların yanında Kooperatifler Kanunu (m. 99), İcra ve İflas Kanunu (m. 154), Finansal Kiralama Kanunu (m. 31), Ticari İşletme Rehni Kanunu (m. 22) gibi bazı özel kanunlarda belirlenmiş ticarî davalar da bulunmaktadır. Bu gruptaki davaların ticarî dava sayılabilmesi için taraflarının tacir olması veya ticarî işletmeleriyle ilgili olması gibi şartlar aranmaz. TTK’nın 4/1. bendinde sınırlı olarak sayılan davalar arasında yer alması veya özel kanunlarda ticarî dava olarak nitelendirilmesi yeterlidir. Bu davalar kanun gereği ticarî dava sayılan davalardır.
32. Nispi ticarî davalar, her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili olması hâlinde ticarî nitelikte sayılan davalardır. TTK’nın 4/1. maddesine göre, her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticarî dava sayılır. Bu hükme göre bir davanın ticarî dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticarî işletmesini ilgilendirmesi hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticarî iş niteliğinde olması veya ticarî iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticarî iş sayılması davanın ticarî dava olması için yeterli değildir. Ticarî iş karinesinin düzenlendiği TTK’nın 19/2. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticarî iş sayılan bir işin diğeri için de ticarî iş sayılması, davanın niteliğini ticarî hâle getirmez. TTK, kanun gereği ticarî dava sayılan davalar haricinde, ticarî davayı ticarî iş esasına göre değil, ticarî işletme esasına göre belirlemiştir.
33. Üçüncü grup ticarî davalar, yalnızca bir tarafın ticarî işletmesini ilgilendiren havale, vedia ve fikri haklara ilişkin davalardır. Yukarıda açıklandığı üzere bir davanın ticarî dava sayılması için kural olarak ya mutlak ticarî davalar arasında yer alması ya da her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili bulunması gerekirken havale, vedia ve fikri haklara ilişkin davaların ticarî nitelikte sayılması için yalnızca bir yanın ticarî işletmesiyle ilgili olması TTK’da yeterli görülmüştür.
34. 6335 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesi ile değişik TTK’nın 5. maddesinin 1. fıkrası;
“Aksine hüküm bulunmadıkça, dava olunan şeyin değerine veya tutarına bakılmaksızın, asliye ticaret mahkemesi tüm ticarî davalar ile ticari nitelikteki çekişmesiz yargı işlerine bakmakla görevlidir.”
5. maddesinin 3. fıkrası;
“Asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki görev ilişkisi olup, bu durumda göreve ilişkin usul hükümleri uygulanır.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
35. Görüldüğü üzere, asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki hukukî ilişki, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ndan ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6335 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki hâlinden farklı olarak iş bölümü ilişkisi değil görev ilişkisidir. Bu nedenle, asliye ticaret mahkemesinin bakması gereken davalarda, asliye hukuk mahkemesi görevli sayılamaz. Göreve ilişkin düzenlemeler, 6100 sayılı HMK’nın 1. maddesi uyarınca kamu düzenine ilişkin olup mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında Yargıtayca re’sen dikkate alınır. Bu kuralın tek istisnası, 6335 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 6102 sayılı TTK’nın 5/4. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, yargı çevresinde ayrı bir asliye ticaret mahkemesi bulunmayan yerlerde, asliye hukuk mahkemelerine açılan davalarda görev kuralına dayanılmamış olması görevsizlik kararı verilmesini gerektirmez.
36. Bir hukukî işlemin veya fiilin TTK’nın kapsamında kaldığının kabul edilebilmesi için yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen bu kanunda düzenlenen hususlarla, bir ticarî işletmeyi ilgilendiren bir hukukî işlemin veya fiilin olması gerekmektedir.
37. Nitekim, aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 30.06.2020 tarihli ve 2019/4-231 E., 2020/487 K. sayılı kararında da yer verilmiştir.
38. Tüm bu açıklamalar ve ortaya konulan yasal düzenlemeler karşısında somut olay incelendiğinde; müteahhit olan davacının dava dışı vakfa ait taşınmazın imar tadilatı suretiyle yaptığı iş nedeniyle doğan alacağının, vakıf ile aralarında düzenlenen “hasılat kira sözleşmesi” başlıklı sözleşme ile karşılandığı, bu sözleşmeye göre vakfın taşınmazını davalı şirkete kiralamasından doğan alacağın bir kısmını davacıya temlik ettiği, davacının da bu suretle hak kazandığı alacağını davalıya yönelttiği anlaşılmaktadır.

39. Görüldüğü üzere, her iki taraf da tacirdir ve dava her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgilidir. Yukarıda da belirtildiği üzere 6102 sayılı TTK’nın 4/1. maddesine göre her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları nispi ticarî dava sayılacağından eldeki davaya bakmakla görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi değil 6102 sayılı TTK’nın 4/1. maddesi gereğince asliye ticaret mahkemesidir.
40. Bu durumda Özel Dairenin, bozma kararının dördüncü paragrafının dokuzuncu satırında görevli mahkemenin “Asliye Ticaret Mahkemesi” yerine “Asliye Mahkemeleri” yazılmış olmasının kararın devamında asliye ticaret mahkemesince işin esasına girilmesi gerektiğinin işaret edilmiş olması karşısında maddi hata teşkil ettiği değerlendirilmiş ve bu husus işin esasına etkili görülmemiştir.
41. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacının davalıya yönelttiği alacağının temelinin, dava dışı vakfın davalıdan olan kira alacağına dayandığı, davacının bu alacağı temlik alması suretiyle davaya konu ettiği, dolayısıyla davaya konu alacağın temelinin kira ilişkisine dayanması nedeniyle görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
42. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
43. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-3. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 15.06.2021 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Davacı ile dava konusu kiralananın bulunduğu taşınmaz maliki arasında 10.12.2007 tarihli “Hasılat kira Sözleşmesi” başlıklı sözleşme yapılmış olup bu sözleşmeye göre taşınmaz üzerine yapılacak binalar davacı tarafından inşa edilecek ve bu taşınmazların 49 yıl boyunca kiralanmasından elde edilecek gelirlerin % 60’ı davacıya % 40’ı da taşınmaz malikine ait olacaktır.
Sözleşme tarihine göre uygulanması gereken BK 18. maddeye göre; Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lâzımdır.
Bu sözleşme binaların yapılması aşaması itibarıyla eser sözleşmesi unsurlarını da içermekte ise de bir taraf taşınmazı ile sermeyesini diğer taraf da bina yapımı için emek ve sermayesini ortaya koymuş ve sonrasında kira gelirlerinin paylaşılacak olması yönüyle adi ortaklık sözleşmesi niteliğini taşıdığından karma bir sözleşmedir.
Sözleşme tarihine göre uygulanması gereken 818 sayılı BK’nın 520. maddesindeki tanıma göre; adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir.
Taraflar, aralarındaki sözleşmeyi “hasılat Kira Sözleşmesi” olarak adlandırmış iseler de bu sözleşme içerdiği hükümler itibarıyla kira sözleşmesi niteliğini taşımamaktadır. Kira sözleşmesi niteliğini taşımayan bu sözleşmeye dayalı olarak sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğundan da söz edilemeyecektir.
Davacı ile dava dışı taşınmaz maliki arasında adi ortaklık sözleşmesi bulunmakta ise de uyuşmazlık adi ortaklık sözleşmesinden kaynaklanmış değildir. Zira adi ortaklık sözleşmesinin tarafı olan taşınmaz maliki, davada taraf olmadığı gibi bu sözleşme hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili bir ihtilaf da bulunmamaktadır.
Davacı bu davada adi ortaklık sözleşmesi hükümlerine göre kendisine temlik edilen kira alacağına ilişkin talepte bulunmuştur. Dava adi ortaklığın tarafı olan taşınmaz maliki kiralayana açılmış olsa idi o takdirde kira sözleşmesinden doğan bir uyuşmazlık değil, adi ortaklık sözleşmesinden doğan bir uyuşmazlık söz konusu olacak ve sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğundan söz edilemeyecek ise de davacı bu davada kendisine temlik edilen kira alacağını kira sözleşmesinin tarafı olan kiracı davalıdan istemiştir. Davacı kira sözleşmesinin tarafı değil ise de alacağın temliki sözleşmesine dayanarak bu kira alacağını talep etmiştir.

Davalının bu davada ileri sürebileceği def’i veya savunmalar ancak kira sözleşmesiyle ilgili olacağından uyuşmazlık da kira sözleşmesi hükümlerine göre çözümlenecektir. Alacağın temliki Borçlar Hukukunun genel hükümlerinde yer almakta olup kanunlarımızda alacağın temliki sözleşmesini esas alan bir görev düzenlemesi de bulunmadığından temlike konu alacağın ilgili olduğu sözleşme türü de gözetilerek görevli mahkeme belirlenmelidir.
Alacağın temlikinde alacak kendisine temlik olunan kimse, bu alacağı üçüncü kişilerden isteme hakkına sahip olup, bunu mümkün kılan Kanun hükümlerinden doğan bir halefiyet sözleşmeye bağlı olarak gerçekleşmektedir. Kanunen cevaz verilen bu halefiyet nedeniyle, görevli mahkemenin de alacağı temlik eden tarafından hangi mahkemede dava açılacak ise temlik alan tarafından da aynı mahkemede dava açılması gerektiği esasına göre belirlenmesi gerekir.
HMK 4/1-a maddeye göre, kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları görmeye sulh hukuk mahkemesi görevlidir.
Taraflar arasında kira sözleşmesi bulunmasa da davacının temlik aldığını ileri sürerek talep ettiği alacak, kira alacağı niteliğinde olduğundan uyuşmazlık kira ilişkisinden doğmaktadır. Bu nedenle davaya bakmaya sulh hukuk mahkemesi görevli olduğu için bu yöndeki direnme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.