Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/688 E. 2019/1054 K. 10.10.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/688
KARAR NO : 2019/1054
KARAR TARİHİ : 10.10.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “menfi tespit ve istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kütahya 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın hukuki yarara ilişkin dava şartı yokluğu nedeniyle reddine dair verilen 10.10.2013 tarihli, 2004/701 E., 2013/332 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 17.06.2014 tarihli, 2014/8090 E., 2014/19429 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı, dava ve ıslah dilekçeleri ile, davalı avukatın, Kütahya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/677 esas 2003/106 karar sayılı kamulaştırmasız el atma davasında, yedi hissedarla birlikte kendisini vekil olarak temsil ettiğini, kendisi ve dava dışı…’ın haricindeki beş hissedarın, davalıyı azlettiğini, davalının, tüm vekalet verenler hakkında Kütahya 2. İcra Müdürlüğünün 2004/181 esas sayılı dosyası üzerinden toplam 2.800.000,00 TL vekalet ücreti alacağı için takip başlattığını, davalıyı azleden beş kişinin takibe itiraz ettiklerini, kendisi ve dava dışı…’ın ise, davalının, “diğerlerinden ne kadar ücret alırsa kendilerinden de o kadar ücret talep edeceği” konusundaki vaadine aldanarak itiraz etmediklerini, takip miktarının 1/8’i olan 350.000,00 TL’nin kendi hissesine isabet eden miktar olduğunu, diğer borçluların takibe itirazı üzerine davalı tarafından açılan itirazın iptali davasında, taraflar arasındaki vekalet ücret sözleşmesinin geçersiz olduğunun tespit edildiğini, bu durumda davalının talep edebileceği vekalet ücreti ile kendisine vekaleten DSİ’den tahsil edip de ödemediği miktarlar dikkate alındığında, davalıya borçlu olmadığı gibi, aksine alacaklı olduğunu ileri sürerek, takip dosyasında kendi hissesine isabet eden 350.000,00 TL miktar nedeniyle borçlu olmadığının tespitine, %40 inkar tazminatının tahsiline, davalı tarafından DSİ’den tahsil edilen miktarlardan, hak ettiği vekalet ücretinin mahsubundan sonra kalan 303.530,50 TL’nin ise faiziyle birlikte iadesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, diğer hissedarlarla birlikte takip miktarından müteselsilen sorumlu olan davacının, iş bu davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, “davalı avukatın, toplam sekiz kişi hakkında 2.800.000,00 TL üzerinden müteselsilen tahsil talepli icra takibi başlatması üzerine, davacının, takibe itiraz etmemekle, bu tutar üzerinden müteselsil sorumluluğu kesinleştiği halde, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmaksızın borcun 1/8 tutarı olan 350.000,00 TL üzerinden borçlu olmadığının tespiti istemiyle dava açtığı, bu durumda davacının, dava etmediği ve fazlaya ilişkin talep hakkını saklı tutmadığı için icra takibinden arta kalan (2.800.000,00-350.000,00 TL) 2.450.000,00 TL daha ilave borcu bulunduğundan, 350.000,00 TL nedeniyle borçlu olmadığı tespit edilse bile bu miktarın, itiraz etmediği alacak kesimini karşılamadığı gerekçesiyle davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı” belirtilerek, davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş, hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, müvekkil-avukat olan taraflar arasındaki vekalet sözleşmesinden kaynaklanan menfi tespit ve istirdat istemine ilişkin olup, davacı, davalı tarafından başlatılan icra takibi nedeniyle borçlu olmadığının tespiti istemiyle eldeki davayı açmış, daha sonra vermiş olduğu ıslah dilekçesi ile ayrıca, davalının vekaleten tahsil edip de, hak etmiş olduğu vekalet ücretinden fazla bir miktarı uhdesinde alıkoyduğu iddiasıyla istirdat isteminde de bulunmuştur. Davacı ile birlikte sekiz hissedarın, kamulaştırmasız el atma davası açması için davalıya vekaletname verdikleri, davalının, DSİ Genel Müdürlüğüne karşı açmış olduğu kamulaştırma davasını takip edip, sonuçlandırdığı, müvekkilleri adına bir kısım tahsilatlar yaptığı, bu tahsilatları müvekkillerine ödememesi üzerine bunlardan beşi tarafından azledildiği, bunun üzerine davacı ile birlikte sekiz müvekkiline karşı, ücret sözleşmesinde öngörülen 2.800.000,00 TL vekalet ücretinin müteselsilen tahsili istemiyle takip başlattığı, davalıyı azletmiş olan takip borçlularının takibe vaki itirazları üzerine, Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/101 esas 2010/137 karar sayılı dosyası üzerinden açılan itirazın iptali davasında; vekalet ücret sözleşmesinin geçersiz olup, davalı avukatın, beş hissedardan, her birinden 23.958,00 TL olmak üzere toplam 119.792,50 TL vekalet ücreti talep edebileceği kabul edilerek, daha önceden tahsil etmiş olduğu miktarların, hak etmiş olduğu vekalet ücretinden fazla olması nedeniyle davanın reddine karar verildiği, verilen bu kararın temyiz ve karar düzeltme aşamalarından geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Davacı, davalı tarafından sekiz hissedara karşı, toplam 2.800.000,00 TL üzerinden başlatılan icra takibinde, takip miktarının 1/8’i olan 350.000,00 TL’nin kendi hissesine isabet ettiğini belirterek, borçlu olmadığının tespiti istemiyle eldeki davayı açmış, dava tarihi itibariyle, davalı tarafından takibe itiraz eden diğer takip borçlularına karşı açılmış olan itirazın iptali davası devam etmekte olduğundan, söz konusu davanın bekletici sorun yapılmasını istemiş, bu davanın sonucuna göre, fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğunu da belirtmiştir. Davacı, esasen davalının hak etmiş olduğu vekalet ücretinin, dava tarihi itibariyle devam etmekte olan söz konusu itirazın iptali davası ile belirleneceğini, davalıya borçlu olup olmadığının, borçlu ise bunun miktarının, bu davanın sonucunda ortaya çıkacağını gerek dava, gerekse daha sonra verdiği tüm dilekçelerinde açıklamıştır.
Hemen belirtmek gerekir ki; davacının, hakkındaki icra takibine süresinde itiraz etmeyerek, takibin belirtilen miktar üzerinden kesinleşmesi, sadece takip hukuku yönünden geçerli olup, maddi hukuk açısından ise, davacının davalıya borçlu olduğunu göstermez. Her ne kadar sekiz hissedara karşı başlatılan takip miktarı 2.800.000,00 TL olup, takipte bu miktarın “müteselsilen tahsili” talep edilmişse de, davacı kendi hissesine düşecek olan takip miktarı üzerinden “borç tehdidi” altında olduğunu düşünerek eldeki davayı açmış, dava değerini 350.000,00 TL olarak gösterip, peşin harcı da bu miktar üzerinden yatırmıştır. Yoksa davacının, takip miktarının geri kalan 2.450.000,00 TL’lik kısmını, borcu olarak benimseyip kabul ettiğine dair bir beyan ve iradesi bulunmamaktadır.
Gerçekten de, gerek dava dilekçesinden, gerekse daha sonra verilmiş olan ve talebe açıklık getiren tüm dilekçelerden, davacının iş bu davadaki amaç ve iradesinin, davalı tarafından başlatılan takip nedeniyle kısmen değil, tümüyle borçlu olmadığının tespiti istemine yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim menfi tespit davasının amacı da, kesinleşen takip nedeniyle borcun hiç bulunmadığının ya da istenilen kadar borçlu bulunmadığının tespitidir. O halde, davacının iş bu davayı açmakta hukuki yararı mevcut olup, mahkemece işin esası incelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava menfi tespit ve istirdat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalı …’ın müvekkili ile birlikte sekiz mirasçının açtığı kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat ve ecrimisil davasında (Kütahya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/677 esas sayılı dosyası) davacı vekili sıfatıyla yer aldığını, söz konusu dava ile ilgili doğan anlaşmazlıklar sonucu bir kısım mirasçılar tarafından azledilen davalının müvekkili dâhil tüm mirasçılar hakkında 2.800.000TL üzerinden takip başlattığını (Kütahya 2. İcra Dairesinin 2004/181 sayılı takip dosyası) bazı mirasçıların takibe itiraz ettiğini, müvekkili ve mirasçılardan…’ın ise davalının ücret uyuşmazlığının hakem heyetinde çözümleneceği yönündeki telkinleri ile takibe itiraz etmediğini, takibin bu suretle kesinleştiğini, davalının diğer mirasçıların itirazlarının iptali için açtığı dava (Kütahya Baro Hakem Heyetinin 2004/4 esas sayılı dosyası) henüz kesinleşmemiş ise de bu dosyada taraflar arasındaki avukatlık sözleşmesinin ücrete ilişkin kısmının geçersiz olduğunun tespit edildiğini, böyle olunca davalının ancak Avukatlık Kanunu gereğince ücret talebinde bulunabileceğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları ve bu yargılamanın sonucunda hasıl olacak sonuca göre talep edebilecekleri saklı kalmak kaydıyla, söz konusu takipte müvekkilinin hissesine düşen 350.000TL yönünden borçlu olunmadığının tespitine, 15.09.2011 havale tarihli dilekçesiyle de fazladan tahsil edilen 303.530,50TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, taleplerin zamanaşımına uğradığını, icra takibinin kesinleşmesinden sonra açılan menfi tespit davasının kendiliğinden istirdat davasına dönüşmeyeceğini, kendisi aleyhine dava açmış diğer mirasçıların baskısı ile davacının vekâlet ilişkisini azille sona erdirdiğini, takip edilen dosya borçlusundan tahsil edilen meblağların davacıya fazlasıyla ödendiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesine göre iş sahiplerinin birden fazla olması hâlinde vekilin vekâlet ücretinden her birinin müteselsilen borçlu olduğu, davacı hakkındaki takibin 2.800.000TL üzerinden kesinleştiği, buna rağmen davacının bu miktarı sekize bölüp hissesine düşen kısmı dava konusu ettiği, oysa dava etmediği 2.450.000TL yönünden hâlâ borcunun bulunduğu, dava edilen kısım dava edilmeyen kısımdan her hâlükârda daha küçük olduğundan ve kısmi nitelikte menfi tespit davası da açılamayacağından davada hukuki yararın bulunmadığı gerekçesiyle dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyiz itirazları Özel Dairece hüküm yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki karar gerekçeleri tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından davacının itiraz edilmemekle aleyhine kesinleşen ve birden fazla kişinin müteselsil sorumluluğunu içeren takip yönünden takip konusu alacağın kendi hissesine düştüğünü değerlendirdiği miktarı üzerinden borçlu olmadığının tespiti istemiyle açtığı davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutup, diğer mirasçılarla ilgili itirazın iptali davasının da neticesinin beklenmesini talep etmesinin davacının asıl iradesinin takibin tümü açısından borçlu olunmadığının tespitine yönelik olduğu sonucunu doğurup doğurmayacağı, burada varılacak sonuca göre açıklanan şekilde dava açılmasında hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle menfi tespit davalarının mahiyetine kısaca değinmek gerekir.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesinde düzenleme yeri bulan bu dava borçlunun icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu olmadığının, gerçekte var olmayan bir borç nedeniyle kendisini tehdit eden veya kendisi aleyhine icra takibi yapan kişiye yani alacaklıya karşı herhangi bir borcunun olmadığının tespiti amacıyla açtığı dava olarak tanımlanabilir. Borçlu aleyhine yürütülen takibin ödeme emrine itiraz edilmemesi nedeniyle kesinleşmesi takip hukuku yönünden sonuç doğurur; ödeme emrine konu borcun kabul edildiğine veya borç ilişkisinin ikrar edildiğine dair maddi hukuk yönünden bir karine oluşturmaz (Çavdar, S.: İtirazın İptali, Borçtan Kurtulma, Menfi Tespit ve İstirdat Davaları, Ankara 2007, s. 712).
Her davada olduğu gibi menfi tespit davalarında da hukuki yarar dava şartıdır ve yeri gelmişken dava şartı kavramı ile bu kavramın menfi tespit davalarına yansımalarından bahsetmekte fayda vardır.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan, korunan, bir yararı olmalı; hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.
Öte yandan bu yararın “hukuki ve meşru”, “doğrudan ve kişisel”, “doğmuş ve güncel” olması da gerekir (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
Hemen yukarıda da değinildiği üzere hukuki yarar dava şartlarından olup [6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), m.114] davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır. Bu nedenle menfaate, davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı da denilmektedir (Hanağası, s.19-21).
Eda davalarında ve inşai davalarda davacının hukuki yararının mevcudiyeti asıl iken, tespit davalarında böyle bir ön kabul söz konusu olmayıp davacı tespit davası açmakta hukuki yararı olduğunu iddia ve ispat etmekle yükümlüdür. Bu kuralın istinasını ise tespit davasının özel bir kanun hükmü ile açıkça düzenlendiği hâller oluşturmaktadır (Kuru, B./Budak, A.C.: Tespit Davaları, 2. b., İstanbul 2010, s. 88; Hanağası, s. 132-133). Nitekim eldeki uyuşmazlığa konu menfi tespit davası da bir kanun hükmünden doğmakla aynı istisnai hâl kapsamında kalmaktadır.
Bir davada hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yerine getirilmesi gerekliliği her türlü duraksamadan uzaktır. Bu ilkeden hareketle hukuki yararın bulunup bulunmadığı mahkemece, tarafların dava dosyasına sunduğu deliller, olay veya olgular çerçevesinde yargılamanın her aşamasında ve kendiliğinden gözetilmelidir. Böylelikle kişilerin haksız davalar açmak suretiyle dava hakkını kötüye kullanmasına karşı bir güvence de sağlanmış olur (Pekcanıtez, H.: Medeni Usul Hukuku, C.II, 15. b., İstanbul 2017, s. 946-949).
Yine ilke olarak, bir davada olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme hâkime aittir (HMK m. 33; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, m. 76) ve davaya bakan hâkim dava dilekçesinde ileri sürülen hususlar ve istemin hukuki mahiyetini, tarafın nitelendirmesi ile bağlı olmaksızın belirlemelidir.
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık tüm bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
Davacının da aralarında bulunduğu sekiz kişinin elbirliği ile malik oldukları taşınmazla ilgili olarak açılan kamulaştırmasız el koyma ve ecrimisil davasında davacı vekili olarak görev yapan davalı avukat …, bu dava nedeniyle hak ettiğini ileri sürdüğü 2.800.000TL vekâlet ücretinin tahsili yönünde takip başlatmış, davacının da aralarında bulunduğu bir kısım mirasçılarca ödeme emrine itiraz edilmemesi sonucu takip aleyhlerine kesinleşmiş ise de takibe itiraz eden mirasçıların itirazlarının iptali için yürütülen yargılama süreci sonunda Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/101 Esas sayılı dosyasında taraflar arasındaki ücret sözleşmesinin Avukatlık Kanunu’na 5043 sayılı Kanun ile 13.01.2004 tarihinde eklenen geçici 21. madde hükmünün Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmesi nedeniyle geçersiz olduğu gözetilerek anılan dosya davacısı eldeki dava davalısı avukatın Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre hak ettiği vekâlet ücretinin yalnızca 119.792,50TL olduğu, buna karşılık fazladan 246.750TL’yi uhdesinde tuttuğu tespit olunmuş, bu nedenle itirazın iptali isteminin reddine hükmedilmiş ve bu karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir.
Bu süreç içerisinde aleyhine başlatılan takibin itiraz edilmemekle kesinleşmesi üzerine davacı, kamulaştırmasız el koyma ve ecrimisil davası nedeniyle davalı avukata ödenmesi gereken vekâlet ücretinin avukatın tahsil ve mahsup ettiği miktardan fazla olduğunu ileri sürerek 01.07.2004 tarihinde o dönemde geçerli mevzuat hükümleri çerçevesinde görevli Baro Hakem Heyetine menfi tespit istemi ile dava açmış, sonrasında Anayasa Mahkemesinin 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun baro hakem heyetlerinin görevine ilişkin 4667 sayılı Kanunla değişik 167. maddesini iptal etmesi üzerine dava asliye hukuk mahkemesi önüne taşınmıştır.
Yerel Mahkemece davaya konu istemin, kesinleşen takipte yalnızca davacının hissesine düştüğü değerlendirilen miktar nispetinde olduğu, bu istemin tamamı kabul edilse dahi bakiye takip değeri üzerinden icra tehdidinin devam ettiği gözetildiğinde açılan davada hukuki yararın bulunduğunun kabul edilemeyeceği gerekçesiyle dava şartı yokluğundan davanın reddine karar verilmiş ise de, dava dilekçesinde dava değeri olarak takibin yalnızca belli bir bölümü gösterilmiş olsa dahi istemin aslında bu takibin tamamı yönünden borçlu olunmadığına ve hatta davalı avukatın hukuken isteyebileceğinden çok daha fazla tahsilâtı vekâlet ücretine mahsuben uhdesinde tuttuğu iddiasıyla istirdada yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
Bu hâlde; dava şartlarına ilişkin irdelemeyi kanunun izin verdiği surette usul ekonomisi ilkelerine bağlı kalarak yerine getirmek ve hukuki nitelendirmeyi en doğru şekilde yapmakla yükümlü mahkemece, davadaki asıl talebin kesinleşen takip miktarı üzerinden borçsuzluğun tespitine yönelik olduğu yadsınmamalıdır.
Nitekim aynı husus Özel Daire kararında da aynen vurgulanmıştır.
Ne var ki bu durumda davanın açılması sırasında ödenmesi gereken harç yönünden eksikliğin söz konusu olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
Zira HMK’nın 120. maddesi gereğince yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarın dava açılırken mahkeme veznesine yatırılması zorunlu olup bu harçların miktar ve nev’ini düzenleyen 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 28. maddesi gereği (1) sayılı tarifesinde yazılı işlemlerden değer ölçüsüne göre nispi esas üzerinden, işlemin nev’i ve mahiyetine göre maktu esas üzerinden yargı harçlarının alınacağı; 30. madde hükmüne göre de, yargılama sırasında tespit olunan değerin dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğunun anlaşılması hâlinde yalnız o celse için muhakemeye devam olunarak takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunamayacağı açıktır.
Harçlar Kanunu’nun dosyanın işlemden kaldırılmasına atıf yapan ve yukarıda bahsi geçen 30. maddesi hükmü gereğince mahkemece yapılması gereken; davacı tarafa bir sonraki celseye kadar menfi tespit istemine konu takip değeri olan 2.800.000TL üzerinden hesaplanacak eksik peşin harcın tamamlanması için süre verilmesi, tamamlanmaması durumunda HMK’nın 150. maddesi gereğince dosyanın işlemden kaldırılması, bu hâlde süresi içerisinde harç tamamlanarak dosya yenilenmez ise davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiği göz önünde bulundurularak sonucuna göre karar verilmesidir.
Öte yandan direnmeye ilişkin gerekçeli kararın başlık kısmında dava tarihinin hatalı şekilde 06.01.2015 olarak gösterilmesi, dosya kapsamı ile örtüşmemekte ise de işin esasına etki etmeyen, mahallinde her zaman düzeltilebilecek mahiyette maddi hata olarak kabul edilmiş ve bozma nedeni yapılmamıştır.
Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave gerekçelerle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenler ile yukarıda açıklanan ilave gerekçelerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10.10.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.