Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/636 E. 2018/1762 K. 22.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/636
KARAR NO : 2018/1762
KARAR TARİHİ : 22.11.2018

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 5. Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 05.03.2012 tarihli, 2011/1034 E., 2012/387 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 06.11.2013 tarihli, 2013/21949 E., 2013/27452 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı, Çorum Devlet Hastanesi tarafından Ankara’ya sevk edilmesi üzerine Ankara Dünya Göz Hastanesi’ne acil servisten giriş yapıldığını, muayene sonunda ameliyat olduğunu, ameliyat sonrasında bir gün daha hastanede kaldığını, tedavi sonrasında davalı hastanenin tedavi, yatak, muayene ve refakatçi ücreti olarak 6 adet fatura düzenlendiğini, Sağlık Hizmeti Satın Alma Sözleşmesi’ne göre hasta veya hasta yakınının yazılı onayının alınarak kurumca ödenecek ücret dışında kurumca belirlenen ücretin % 30 unu geçmemek kaydıyla ilave ücret ödenmesi talebinde bulunulabileceği, bunun üstünde ücret talep edilmesi halinde sözleşmenin 5.1.11 maddesi uyarınca işlem yapılacağı kararlaştırıldığını, mevzuata aykırı olarak %30 ‘dan fazla tahsil edilen 5.965,00 TL ilave ücretin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, fark ücreti alınması hususunda hastanın yazılı onayının alındığını, şirketin vermiş olduğu otelcilik hizmet bedeli farkını da almaya yetkili olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalı hastanenin mevzuata aykırı olarak fazla ilave ücret alması sebebi ile eldeki davayı açmış, davalı davacıdan yazılı taahhütname alındığını, otelcilik hizmeti bedeli farkını almaya yetkili olduğunu savunmuştur. Mahkemece alınan 13.1.2012 tarihli bilirkişi raporunda verilen taahhütnameye göre davacının ilave ücret ödemeyi kabul ettiğinden fatura bedellerini geri isteyemeyeceği belirtilmiştir. Sağlık Hizmetleri Satın Alma Sözleşmesi’nin 3.1.3.1. maddesinde “sağlık kurumu muayene, tetkik ve tedavi amacı ile yapılacak her işlem öncesinde hasta veya hasta yakınının yazılı onayının alınarak kurumca ödenecek ücret dışında kurumca belirlenen ücretin % 30 unu geçmemek kaydıyla ilave ücret ödenmesi talebinde bulunulabilir. İşlemden önce yazılı onay alınmadan işlemler sonrasında herhangi bir gerekçe ileri sürerek ilave ücret talebinde bulunulması ve Kurumca belirlenen ücretlerin %30’dan fazla ilave ücret talebinde bulunulması halinde sözleşmenin 5.1.11 maddesi uyarınca işlem yapılır.” şeklinde düzenlenme mevcuttur. Hükme esas alınan raporda sözleşmenin bu maddesi hiç değerlendirilmemiştir. Bununla birlikte ameliyat öncesi, müzayaka altında alınan taahhütname geçersiz olup mahkemece Ankara’da birden fazla hastanenin mevcut olması karşısında davacının davalı hastaneyi tercih etmesinin zaruret hali içinde olduğu iddiasını kanıtlayamayacağı gerekçesi yerinde görülmemiştir. O halde mahkemece, davacının iddiaları da değerlendirilmek sureti ile sözleşmenin ilgili hükümleri hususunda açıklanarak bilirkişi raporu alınması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir….”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; sağlık hizmeti ücret farkının mevzuat hükümlerine aykırı şekilde fazla tahsil edildiği iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin göz içi kanaması nedeniyle Çorum Devlet Hastanesinden Ankara’ya sevk edildiğini, aynı gün davalı hastanenin acil servisinden giriş yaptığını ve hemen ameliyat edilmesi gerektiğinin tespit edildiğini, yatarak yapılan cerrahi müdahale sonrası Bağ-Kur sigortalısı müvekkiline 6.438,02TL fark ücreti çıkarıldığını, tahsil edilen ilâve ücretin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Sağlık Hizmeti Satın Alma Sözleşmesinin 3.1.3.11 maddesindeki % 30 sınırını aşması nedeniyle hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek fazla alınan 5.965TL ücretin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili iddiaların gerçeği yansıtmadığını, tahsil edilen ücretin sözleşmeye yahut yasal düzenlemelere aykırı olmadığını, ücret farkı alınması konusunda hastanın yazılı taahhüdünün alındığını, Sağlık Uygulama Tebliği’nin (SUT) 24.3. maddesi hükmüne göre verilen otelcilik hizmeti için ücret alma yetkilerinin bulunduğunu, SGK tarafından müvekkili hastaneye uygulanan herhangi bir cezai işlemin de söz konusu olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece 03.08.2009 tarihli taahhütnamede davacının ilave fark ücretleri ödemeyi kabul ettiği, 04.08.2009 tarihinde ameliyat olduğu, taahhütname gereği yapılan ödemenin SGK ile hastane arasındaki sağlık hizmeti alım sözleşmesi gereği yasal olmadığının veya zaruret hâli içinde imzalandığının ileri sürülmesine yasal olarak imkân bulunmadığı, zira yalnızca tarafları için bağlayıcı olan sözleşmenin sadece SGK’nın hastane aleyhine uygulayacağı cezai şarta (m.5.1.11) ilişkin olup, ödenen bedelin hastaya iadesi düzenlemesini içermediği, öte yandan Ankara içinde birden fazla göz kliniği ve hastane mevcutken davacının davalı hastaneyi tercih ederek gitmesi ve taahhütname imzalamış olması karşısında zaruret hâli içinde olduğu iddiasının kabulünün de iyi niyet ve dürüstlük kurallarına uygun bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece bozma kararında işaret edilen sözleşme hükmünün gerek bilirkişi raporunda gerekse ilk karar gerekçesinde tartışılarak davacının bu hükme dayanarak bedel iadesi talebinde bulunma hakkının olmadığı sonucuna varıldığının açıklandığını, SGK’nın bu konuda herhangi bir cezai işlem uyguladığının iddia edilmediği, davacının verilen hizmetin kalitesi ile ilgili herhangi bir şikâyetinin bulunmadığı, Özel Dairenin davacının müzayaka hâlinde olduğu yönündeki kabulünün de yerinde olmadığı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; SGK mensubu sigortalıdan haksız şekilde ilave ücret alındığı iddiasına dayalı davada, davacının ilave ücret ödeme yönündeki sözleşmeyi imzaladığı sırada gabin durumunu oluşturacak anlamda müzayaka hâli içerisinde bulunduğunun kabul edilip edilemeyeceği ve hastane ile SGK arasındaki sağlık hizmeti satın alma sözleşmesinin ilave ücretlere ilişkin hükümlerinin kurum sigortalısı hasta ve hastane arasındaki ilişki yönünden esasa etkili olup olmadığı, yerel mahkemece bu konuda yeterli incelemenin yapılıp yapılmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde davacının iddiaları ve Özel Dairenin nitelendirmesi gereğince “gabin” kavramının açıklanması, bu doğrultuda öncelikle sözleşme özgürlüğü ilkesine kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.
Borçlar hukukunda temel kural sözleşme özgürlüğüdür. Bu özgürlüğün sınırı kanun koyucu tarafından “Kanunun kat’i surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna muhalefet; ahlaka (adaba) veya umumi intizama yahut şahsi hükümlere müteallik haklara mugayir” içerik taşımamak şeklinde düzenlenmiştir [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m.19].
Tarafların karşılıklı edimleri tayin edebilme konusundaki özgürlüklerine getirilmiş olan sınırlamalardan biri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) “aşırı yararlanma” olarak adlandırılan, yürürlük tarihi itibari ile somut olayda uygulanması gereken BK’daki anlatımı ile “gabin” hâlidir.
Sözleşme koşullarının oluşturulması sırasında taraflardan birinin içinde bulunduğu olumsuz koşullardan yararlanılmış, bu olumsuz koşullar nedeniyle bir taraf haksız yararlar temin etmişse, buna rağmen sözleşmenin geçerli olduğunu iddia etmek adalet duygularını sarsabilir. Gabin de taraflardan birinin içinde bulunduğu olumsuz koşulların diğer tarafça sömürülmesini ve dolayısı ile aşırı yararlanmayı engelleyen bir hukuksal koruma yoludur.
BK’nın “Bir akitte ivazlar arasında açık bir nispetsizlik bulunduğu takdirde, eğer mutazarrırın müzayaka halinde bulunmasından veya hiffetinden yahut tecrübesizliğinden istifade suretiyle vukua getirilmiş ise, mutazarrır bir sene zarfında akdi feshettiğini beyan ederek verdiği şeyi geri alabilir.” şeklindeki 21. maddesi hükmüne göre gabinden söz edilebilmesi için edim ile karşılık edim arasındaki oransızlık, gabine maruz kalanda aranılan hiffet, müzayaka veya tecrübesizlik hâli ve bu hâllerinin birinden istifade edilerek sözleşmenin meydana getirilmesi koşullarının mevcut olması gerekir.
Müzayaka kelime anlamı olarak “darda kalma, sıkıntı içinde bulunma” demektir. Başka bir anlatımla, mevcut ya da muhtemel iktisadî bir zarar veya sıkıntıyı karşılamak için ölçüsüz bir fedakârlıkta bulunma hâli olarak tanımlanabilecek bu durumdan bahsedilebilmesi için, kişinin içinde bulunduğu zor durumdan kurtulabilmesinin tek çaresi sözleşmede öngörülen orantısız, ağır koşulları kabul etmek olmalıdır.
Gabinin mevcudiyeti için, bu hâlin yarattığı ortamda kabul edilmek durumunda kalınan sözleşmede tarafların edimleri arasında eş değerlilik bulunmaması, nispetsiz derecede aşağı olan karşılık eda için bir eda taahhüt edilmesi veya aksine, ahzolunacak bir eda için orantısız derecede yüksek bir karşılık değer konulması gerekmektedir (Schwarz, A.B.; Borçlar Hukuku Dersleri, Çev: Bülent Davran, İstanbul 1948, s. 346- atıf yapan; ASLAN, Ç.M., Gabinin Unsurları ve Hukuki Sonuçları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2003, s. 11, acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/374/667.pdf, erişim tarihi: 13.12.2018).
Somut uyuşmazlıkta davacı vekili, müvekkilinin gözüne aldığı darbe ile rahatsızlandığı, olayın gerçekleştiği Çorum’daki devlet hastanesinde müdahalenin yapılamaması nedeniyle Ankara’da bulunan davalı hastaneye başvurduğu ve içerisinde bulunduğu zor durum nedeniyle davaya konu ilave ücretin ödeneceğinin kabul edildiğine dair sözleşmeyi imzaladığını ileri sürerek müzayaka hâlinin varlığı nedeniyle sözleşmenin müvekkili aleyhine hüküm ifade etmeyeceğini belirtmiştir.
Yapılan açıklamalar çerçevesinde söz konusu iddia irdelendiğinde, davacının gabin hukuki müessesini oluşturacak anlamda müzayaka hâli içerisinde bulunduğundan bahsedilemeyecektir. Zira davacı daha çabuk, daha iyi tıbbi müdahale ve hizmet alacağı yolunda sahip olduğu inançla, yol güzergâhı üzerindeki üniversite ve devlet hastaneleri ile başka özel sağlık kuruluşlarına başvurmak yerine daha uzaktaki davalı hastaneyi tercih etmiştir. Bunun yanı sıra, salt mensubu olduğu Sosyal Güvenlik Kurumu ile davalı arasındaki sağlık hizmeti alımı sözleşmesinde gösterileni aşar şekilde ilave ücret alındığı iddiası da orantısızlık olarak değerlendirilemeyecektir.
Gelinen noktada yerel mahkemece müzayaka hâlinin bulunmadığı yönünde yapılan değerlendirmenin yerinde ve hukuka uygun olduğunun kabulü gerekir.
Bununla birlikte; somut uyuşmazlıkta yalnızca sağlık hizmeti sunucusu ile hasta arasında tezahür etmiş ikili bir ilişki söz konusu değildir. Davalı göz hastanesi, dava dışı SGK ile aralarındaki sözleşme çerçevesinde Kurum sigortalılarına hizmet vermeyi taahhüt etmiş, davalı hastanın SGK mensubu olduğunu bilerek edimini ifa etmiştir.
Hâl böyle olunca üzerinde durulması gereken bir diğer husus davacının tarafı olmadığı, davalı ile dava dışı SGK arasındaki “Sağlık Hizmetlerinin Alımına İlişkin Sözleşme” hükümlerine dayanarak istirdat iddiasında bulunmasının mümkün olup olmadığı noktasıdır.
Bu noktada da “sözleşmelerin nispiliği” ve “üçüncü şahıs yararına sözleşme” kavramlarının irdelenmesi gerekir.
Tıpkı yukarıda değinilen sözleşme serbestisi ilkesi gibi, borçlar hukukunun bir diğer temel ilkesi borç ilişkisinin nispiliğidir. Borç ilişkilerinden doğan alacak hakkı, aynî haklarla kişilik haklarının aksine, hukuki nitelikleri itibariyle nispi bir hak olup, alacaklı bu hakkı sadece borçluya karşı ileri sürebilir. Üçüncü kişiler, borç ilişkisi ile ilke olarak borç altına girmedikleri, bir hak kazanmadıkları için, bu hakkın onlara karşı ileri sürülebilmesi, kural olarak mümkün değildir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. b. Ankara 2017, s.18).
Ne var ki hukuki ilişkilerdeki nispilik mutlak bir kural olmayıp, bu ilişkinin üçüncü kişilere de etkili olmasını sağlayan kanundan veya sözleşmeden kaynaklanan istisnalar söz konusu olabilir. Bazı hâllerde kanun koyucu üçüncü kişilere tarafı olmadıkları bir ilişkiye müdahalede bulunma ya da üçüncü kişilere etkili olma olanağını tanıyabileceği gibi, bazı hâllerde de taraflar sözleşme serbestisi çerçevesinde bu yönde bir düzenlemeyi kararlaştırabilirler.
Nitekim kanun koyucu, BK’nın “Başkası lehine şart” başlıklı 111. maddesindeki;
“Kendi namına akit yapan bir kimse, üçüncü şahıs lehine bir borç şart etmiş ise, o borcun ifasını talebetmek hakkını haizdir.
Üçüncü şahıs veya o borçta üçüncü şahsa halef olanlar dahi, iki tarafın niyetine veya örf ve adete tevafuk ettiği takdirde, borcun ifasını şahsan talebedebilirler.
Bu takdirde üçüncü şahıs veya onu istihlaf edenler bu hakkı kullanmak istediklerini borçluya beyan ettiklerinden itibaren alacaklının borçluyu ibraya hakkı kalmaz.”
düzenlemesi ile istisnai hâllerden birine vücut vermiştir.
Üçüncü şahıs yararına sözleşme, sözleşmenin tarafı olmayan bir şahsa, onun yararına edim kararlaştırılmasıdır. Böyle bir hukuki işlemden doğan alacak hakkının kimin eliyle kullanılacağı konusunda Kanun’un 111. maddesinin birinci bendi “alacaklı”yı zikretmekteyken, ikinci bentte tarafların iradesi veya örf ve adete göre “üçüncü şahsın… dahi” talep hakkını haiz olacağına işaret etmiştir (Akyol, Ş.: Tam Üçüncü Şahıs Yararına Sözleşme, İstanbul 2008, s.9).
Şu hâlde üçüncü şahıs yararına sözleşmeler üçüncü şahsa borçluya karşı bir talep hakkı verip vermemesine göre “tam üçüncü şahıs yararına sözleşme” veya “basit, eksik üçüncü şahıs yararına sözleşme” olarak iki ayrı şekilde kurulabilir.
Kanun metninden de anlaşılacağı üzere üçüncü şahsın talep hakkı kanun hükmü ile düzenlenen hâllerden ve tarafların iradesinden doğabileceği gibi, örf ve âdet gereği de bu sonuca varılabilir.
Taraf iradesinin üçüncü şahsa tanınan haklar yönünden açık olmaması hâlinde sözleşmenin yorumlanması ve 111. maddenin ikinci bendinde işaret edilen “taraf niyeti”nin ortaya konulması gerekir. Bu bağlamda sözleşmede üçüncü şahsın menfaatinin gözetilmiş olması, sözleşmenin amacı ve dürüstlük kuralı gibi kıstaslardan istifade edilebilir.
Bu açıklamalar çerçevesinde somut olay incelendiğinde;
Davalı sağlık hizmeti sunucusu ile dava dışı SGK arasındaki sağlık hizmeti alımına ilişkin sözleşme çerçevesinde sağlık hizmeti veren kurum/kuruluşlar SGK’nın sosyal devlet ilkesi ve kamu yararı kavramları ile ilişkili bu hizmet nedeniyle yapacağı ödemeden fazlasının tahakkuk edilmesinin gerekmesi hâlinde, ancak hasta veya yakınının işlem öncesi yazılı onayını almak ve SGK’nın belirlediği, sağlık hizmeti sunucusunun da sözleşmede imzası bulunmakla kabul edip bağlı sayıldığı üst sınır nispetinde talepte bulunmak kaydıyla ilave ücret isteyebilecektir.
Sağlık hizmeti alımına ilişkin sözleşmenin 3.1.3.1 maddesinde düzenlenen bu durum, davalı sağlık hizmeti sunucusunun Kurum sigortalılarına vereceği hizmet yönünden belirlenmiş kural olup, dava dışı kurum, sağlık hizmeti sunucuları ile yaptığı anlaşmada mensuplarına sağlanacak hizmetlere yönelik olarak koruyucu şartlar öngörmüş, davalı şirket de bu koşullarla kendisini bağlamıştır. Somut olayda da davalı davacıya hizmet sunarken bu kuralın ve hatta bu kurala uyulmaması hâlinde sözleşmenin 5.1.11 maddesi gereğince Kuruma cezaî şart ödemek zorunda kalacağının bilincindedir. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, yalnızca sağlık hizmeti alımı sözleşmesinin taraflarını ilgilendirdiğinden, cezaî şarta ilişkin işlem uygulanıp uygulanmaması davacı ile davalı arasındaki ilişkinin esasına etki etmeyecektir.
Bu hâlde davalı ile davalı dışı Kurum arasındaki sözleşmenin bahsi geçen düzenlemesinin tam üçüncü şahıs yararına sözleşme hükmü mahiyetinde olduğunun kabulü ile davacıdan tahsil edilen ilave ücretlerin olay tarihinde davalı ile dava dışı Kurum arasında geçerli olan sağlık hizmeti alım sözleşmesinin 3.1.3.1 maddesinde belirlenen sınırdan fazla olup olmadığının, davacıdan sözleşmeye aykırı şekilde haksız ücret tahsil edilip edilmediğinin tespiti ile hâsıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi usul ve yasaya aykırıdır.
Gerekçeli karar başlığında 29/07/2010 olan dava tarihinin 13/01/2014 ve 13/02/2014 olan karar tarihinin 14/02/2014 olarak gösterilmiş olması mahallinde düzeltilebilecek maddi hata olarak değerlendirilmiş ve bozma sebebi yapılmamıştır.
Sonuç itibariyle açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesinin III/1 bendi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 22.11.2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.