Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/628 E. 2019/1052 K. 10.10.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/628
KARAR NO : 2019/1052
KARAR TARİHİ : 10.10.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 18.10.2012 tarihli, 2010/332 E., 2012/370 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 28.01.2014 tarihli, 2013/5716 E., 2014/2138 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı, davalı avukatın kendisine ve taşınmazların dava dışı diğer hissedarlarına vekaleten kamulaştırma davasını takip edip sonuçlandırdığını, ne var ki ilama dayalı olarak tahsil ettiği alacaktan vekalet ücreti adı altında fazla miktarda parayı alıkoyduğunu, bu hususun Kütahya 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/101 esas 2010/13 karar sayılı dosyasında verilen kararla sabit olduğunu, bunun üzerine davalının uhdesinde bulunan 246.750,00 TL’lik miktardan kendi hissesine düşen miktarın tahsili için davalı aleyhine takip başlattığını, ancak takibe haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürerek, itirazın iptaline, %40 icra inkar tazminatının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın öncelikle zamanaşımı, kabul edilmediği takdirde ise esastan reddini dilemiştir.
Mahkemece, “davada beş yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğinden bahisle” davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, taraflar arasındaki vekalet sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkin olup, vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap verme borcu gelmektedir. Vekalet sözleşmesinde vekilin hesap verme borcu, vekalet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup; işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde de devam etmektedir. BK’nun 392.maddesi hükmü gereğince vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği her şeyi iade etmeye, iade edinceye kadar da almış olduğu şeyleri saklamaya zorunludur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı, vekilin hesap vermesi ile işlemeye başlar.
Somut olayda davalı avukatın, davacı ve diğer hissedarlara vekaleten Kütahya 1.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/677 esas 2003/106 karar sayılı dosyası üzerinden DSİ aleyhine kamulaştırmasız el atma ve ecrimisil davası açıp sonuçlandırdığı, tahsil etmiş olduğu ilama dayalı alacağın bir kısmını davacı ve diğer hissedarlara ödediği, daha sonra bakiye vekalet ücreti alacağı bulunduğundan bahisle müvekkilleri aleyhine takip başlattığı, davacı ve diğer hissedarların itirazları üzerine itirazın iptali istemi ile açılmış olan Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/101 esas sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılama sonunda ise, davalı avukatın vekalet ücreti alacağının bulunmadığı gibi, hak ettiği vekalet ücretinden daha fazla bir miktarda parayı müvekkillerine ödemeyerek uhdesinde tuttuğunun anlaşıldığı, bunun üzerine davacı tarafından hissesine düşen alacak miktarının tahsili amacıyla da eldeki davanın açıldığı, anlaşılmaktadır.
Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2010/101 esas ve 2010/137 karar sayılı ilamda, davalı vekilin vekalet ücreti adı altında fazla miktarda parayı uhdesinde tuttuğu anlaşılmış olduğundan, dava konusu olayda zamanaşımının, söz konusu kararın kesinleştiği 29.6.2011 tarihinden itibaren başladığının kabulü gerekir. O halde dava tarihi itibariyle alacağın zamanaşımına uğraması söz konusu olmadığından, mahkemece işin esası incelenip, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili; avukat olan davalının kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ve ecrimisil istemiyle açılan davada davacı ile taşınmazın diğer paydaşlarının vekilliğini üstlendiğini, ancak dava sonucunda tahsil ettiği paradan 246.750TL’yi haksız yere uhdesinde tuttuğunu, bu durumun Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/101 E. sayılı dosyasında tespit edilmesi üzerine müvekkilinin payına düşen tutarın ödenmesi için davalı hakkında Kütahya İcra Dairesinin 2010/4536 sayılı dosyasında icra takibi başlatılmış ise de davalının takibe haksız şekilde itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, ödeme emrinde borcun nedeninin belli olmadığını, dava dilekçesinde bahsi geçen 2010/101 E. sayılı davayı da kendisinin açtığını ve karşı tarafa bir hak bahşetmeyeceğini, avukatlık ücreti ile ilgili tüm taleplerin beş yıllık zamanaşımına tabi olduğunu, zamanaşımına uğrayan davacı talebinin haksız olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; davalı avukatın davacının da aralarında bulunduğu kişilerin vekili olarak Kütahya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/677 E., 2003/106 K. sayılı dava dosyasını takip edip davayı kazandığı, sonrasında vekâlet ücreti alacağının tahsili için müvekkilleri aleyhine Kütahya 2. İcra Dairesinin 2004/181 sayılı dosyasında icra takibi başlattığı, takibe yönelik itirazların iptali için Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/101 E. sayılı dosyasında açılan davada ise davacı avukatın hak ettiği vekâlet ücretinden 246.750TL kadar tahsilâtı fazladan uhdesinde tuttuğunun anlaşıldığı ve bu hususun kesinleştiği, ancak Borçlar Kanunu’nun 126/4. maddesinde öngörülen beş yıllık zamanaşımının 128. madde hükmüne göre alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, eldeki uyuşmazlıkta alacağın 2002/677 E. sayılı kamulaştırmasız el atma davasının karar tarihi olan 21.02.2003 tarihi itibariyle muaccel olduğu, açılan itirazın iptali davasının da zamanaşımını kesmeyeceği, böyle olunca takip konusu alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle hüküm bozulmuştur.
Yerel Mahkemece ilk karar gerekçelerine ek olarak; zamanaşımının vekâlet ilişkisinin sona ermesi ya da vekilin hesap vermesi ile işlemeye başlayacağı, somut olayda davalı avukatın 28.11.2003 tarihinde azledildikten sonra vekâlet ücretinin tahsili amacıyla 08.01.2004 tarihinde icra takibi başlattığı, bu durumda en geç 08.01.2004 tarihinde başlayan beş yıllık zamanaşımı süresinin 08.01.2009 tarihinde dolduğu, eldeki davaya konu takibin ise 10.08.2010 tarihinde başlatıldığı gözetildiğinde bozma gerekçesine katılmanın mümkün olmadığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalı avukatın vekâlet ücretine mahsuben uhdesinde fazladan tuttuğu iddia edilen bedel yönünden zamanaşımının hangi tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, varılacak sonuca göre davalının zamanaşımı def’ini yerinde gören yerel mahkeme kararının isabetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın taraflar arasındaki avukatlık sözleşmesinden kaynaklandığı açıktır.
Avukat ile iş sahibi/müvekkili arasındaki sözleşme ilişkisi ise özel kanun niteliğindeki 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda düzenlenmiş olup, Kanun’un “Avukatlık Sözleşmesinin Kapsamı” başlıklı 163. maddesi;
“Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukukî yardımı ve meblâğı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.
Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemez. Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz.” hükmünü taşımaktadır.
Yasa maddesinde avukatlık sözleşmesinin bir tanımı yapılmamış ise de, açıklanan unsurlar dikkate alındığında avukatlık sözleşmesi; avukat ile iş sahibi arasında, avukatın hukuki yardımda bulunmayı üstlendiği, iş sahibinin de kural olarak yapılan iş karşılığında avukata ücret ödeme borcu altına girdiği tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olarak tanımlanabilir.
Avukatlık sözleşmesinin önemli bir unsuru olan avukatlık ücreti ise Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinde düzenleme altına alınmış ve avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağ veya değeri ifade ettiği belirtilmiştir.
Vekâlet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeleri için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları gerekir (Anayasa Mahkemesinin 03.03.2004 tarihli, 2004/8 E., 2004/28 K. sayılı kararı).
Avukatlık Kanunu’nun 166. maddesinin birinci fıkrasında ücret nedeniyle avukata hapis hakkı da tanınarak; avukatın, müvekkili tarafından verilen veya onun namına aldığı malları, parayı ve diğer her türlü kıymetleri, avukatlık ücreti ve giderin ödenmesine kadar, kendi alacağı nispetinde elinde tutabileceği öngörülmüştür.
Ne var ki, bu maddede tanımlanan hapis hakkı, sadece vekâlet ücreti alacakları ve yapılan giderler oranında kullanılabilir. Avukatın, müvekkili nam ve hesabına tahsil etmiş olduğu alacak ve değerlerden, ücret ve masraf alacağından fazla bir miktarını hapis hakkı adı altında elinde tutması, bu hakkın yasaya konuluş amacına aykırı olduğu gibi, avukatlık meslek kurallarına da aykırıdır. Aynı şekilde hapis hakkını kullanan avukatın, müvekkilin nam ve hesabına tahsil ettiği alacakları geciktirmeksizin iş sahibine bildirmesi, hangi işten dolayı ve ne miktarda ücret ve masraf alacağı olduğunu açıklaması ve konu ile ilgili karşı tarafı bilgilendirdikten ve gerektiği durumlarda yapılacak hesaplaşmadan sonra, alacağı oranında hapis hakkını kullanması gereklidir. Esasen bu durum, avukatın müvekkiline hesap verme yükümlülüğünün de tabii bir sonucudur. Nitekim, Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesine göre avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.
Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için davanın tabi olacağı zamanaşımı süresinin belirlenmesi gerekli olup bunun sağlanması ancak dava konusu değerin bağlı olduğu yasal düzenlemelerin tespiti ile mümkündür.
Yukarıda açıklandığı üzere avukatlık sözleşmesi 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda düzenlenmiş ise de bu sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda uygulanacak zamanaşımı süresi ile ilgili olarak Avukatlık Kanunu’nda herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Ancak, avukatlık sözleşmesinde bir ücret karşılığında hukuki yardımda bulunma edimi üstlenildiğinden, bu sözleşmenin iş görme amacı güden sözleşmelerden olan ve Borçlar Kanunu’nda düzenlenen “vekâlet sözleşmesi”nin özel bir türü niteliğinde olduğu açıktır.
Vekâlet sözleşmesi, 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun (BK) 386 vd., 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) ise 502 vd. maddelerinde düzenlenmiştir.
Somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken BK’nın 386. maddesi düzenlemesi şu şekildedir:
“Vekalet, bir akittirki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.
Diğer akitler hakkındaki kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi, vekalet hükümleri cari olur.
Mukavele veya teamül varsa vekil, ücrete müstahak olur.”
Mülga Kanun’a paralel düzenleme içeren TBK 502. maddesinin birinci fıkrasında; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmış olup, aynı maddenin ikinci fıkrasında vekâlete ilişkin hükümlerin, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemiş olan iş görme sözleşmelerine de uygulanacağı öngörülmüştür. Bu yasal düzenleme, vekâlet sözleşmesinin iş görme sözleşmeleri bakımından kapsayıcı nitelikte olduğunu ve vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlerin iş görme niteliğinde olmakla birlikte TBK’da düzenlenmemiş bulunan diğer tüm sözleşmelere de uygulanacağını göstermektedir.
Böyle olunca, avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda öncelikle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu, burada bir boşluk bulunması durumunda ise vekâlet sözleşmelerine ilişkin Borçlar Kanunu hükümlerinin ve yine genel nitelikli düzenlemelerin uygulanacağı kuşkusuzdur.
Avukatın hak ve ödevleri Avukatlık Kanunu’nun 34 vd. maddelerinde düzenlenmiş olup buna göre avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler (m. 34).
Vekâlete ilişkin genel hükümlerde de vekilin üstlendiği işi ifa ederken tabi olacağı yükümlülükler mevcuttur.
Nitekim vekilin sadakat, özen ve sır saklama borcuna ilişkin olarak BK’nın 390/2. maddesinde “vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir.” denilmiştir.
Sadakat borcu, vekilin kendisine değil başkasına ait bir işi görmesinden ve işini gördüğü kimsenin menfaat ve iradesine uygun hareket etmesinin vekâletin zorunlu bir unsuru olmasından çıkarılabilir. Bu borç gereğince, gerek vekâletin devamı sırasında ve gerekse vekâlet ilişkisi sona erdikten sonra vekil, müvekkilin yararını sözleşmenin amacına uygun bir biçimde korumak ve kollamakla yükümlüdür. Bu borç nedeniyledir ki, vekil daima müvekkilin yararını gözeterek hareket etmeli, davranışlarını müvekkilin bu sözleşme ile ulaşmak istediği sonuçlara göre yönlendirmelidir.
Sadakat borcunun yanında vekilin, vekil edene “hesap verme borcu” da somut olay bakımından önem arz etmektedir.
BK’nın 392/1. madde hükmü uyarınca, müvekkilin istemi halinde vekil, vekâlet sözleşmesi konusu olan ve yapmış bulunduğu işin hesabını ona vermek durumundadır. Bu borç, sözleşmenin kurulması ile doğar ve mutlak surette sözleşmenin ifasına bağlı değildir, halin icabına göre sözleşmenin sona ermesinden sonra da devam edebilir.
Hesap verme borcu, vekilin göreviyle ilgili mali konularda, daha açık bir anlatımla aldığı mal veya paralar, yaptığı harcamalar hakkında ve aldığı avans ve masrafları nerelerde kullandığı hususlarında hesap vermek ve buna ait belgeleri müvekkile ibraz etmek zorunluluğunu getirir. Bu, bir anlamıyla sadakat borcunun gereği olarak bilgi vermek yükümünün de bir türüdür.
Hesap verme hem müvekkilin hem de vekilin yararınadır. Zira vekilin müvekkile bilgi vermesi suretiyle müvekkil, vekili denetlemek, vekile ifa edeceği işle ilgili talimatları vermek, talimatların ne ölçüde yerine getirildiğini tespit etmek, gerektiğinde vekili azletmek ve ortaya istenmeyen bir sonucun veya zararın çıkmasını engellemek olanağına kavuşacağı gibi; vekil de, müvekkilin bu davranışları sayesinde, vekâlet sözleşmesi ile üstlendiği işi daha kolay gerçekleştirecek ve müvekkile her aşamada zaten hesap verdiği için, sözleşmenin bitiminde vekilin iade borcunu daha kolay yerine getirebilecek, böylece vekilin, kendisinin müvekkilden olan alacaklarının mahsubunun sağlanması ve ifa ettiği iş dolayısıyla ibra edilmesi daha kolay gerçekleşecektir.
Hesap verme yükümlülüğü müvekkilin, hukuki durumu ve haklarını kullanabilmesi için olaylar hakkında tam ve gerçeğe uygun bilgi verme suretiyle yerine getirilmelidir. Bu yükümlülük vekâlet konusu olan işin yapılması borcunun bir tamamlayıcısı ve vekâletin, elde olunan veya kalan şeyleri müvekkile vermek suretiyle, tasfiyesinin bir hazırlayıcısı niteliğinde olup hesabın doğruluğu ve işin gereği gibi yapıldığı tarafların birbirlerine karşı açacakları alacak davalarında tespit olunacaktır. Müvekkil, sadece hesap verme borcunun yerine getirilmesi için değil, aynı zamanda vekilin vekâleti dolayısıyla aldığı ve kendisine vermesi gereken para veya diğer şeylerin teslimi ve vekâletin gereği gibi ifa edilmemesi dolayısıyla uğradığı zararın tazmini için dava açabilecektir.
Hesap vermek için her zaman müvekkilin talebinin beklenmesi doğru olmaz; vekil, müvekkil tarafından talep edilmese de müvekkile hesap vermelidir.
Vekâlet sözleşmesinde vekilin hesap verme borcu, vekâlet sözleşmesinin kurulmasıyla birlikte doğup; işin vekil tarafından yürütülmesi sırasında ve sona ermesinde devam eder. Bu durum sözleşmenin ifa edilmiş olmasına bağlı bir husus olmadığı gibi, gerektiğinde bu borç vekâlet sözleşmesinin sona ermesinden sonra da devam edebilmektedir.
Vekilin iade borcu kapsamında ise vekil, müvekkilinin sözleşme gereği olarak talep ettiği işin yapılması için her ne ad altında olursa olsun almış olduğu şeyleri müvekkile iade ile yükümlü bulunmaktadır. Bu borç BK’nın 392/1. maddesinin “vekil her ne ad altında olursa olsun almış olduğu şeyi müvekkile tediyeye zorunludur” hükmünden doğar. Bu borcun kapsamına, vekilin üçüncü kişilerden aldığı değerler ve paralar ile avanslar gibi müvekkilin işin ifa edilmesi için vekile verdiklerinden arta kalanlar girmektedir. Vekil, müvekkili hesabına kazandığı hakları bunların devrine ilişkin şekillere uyarak müvekkile devretmeli, onun adına aldığı şeylerin zilyetliğini de ona geçirmelidir. Vekâletin icrası, vekil için hak kazandığı ücret dışında, bir zenginleşmeye yol açmamalıdır.
Bu açıklamalardan sonra kısaca zamanaşımı kavramı üzerinde durulması yerinde olacaktır.
Bilindiği gibi hukukta normların yürürlüğü, hakların kazanılması ve kaybedilmesi, yaptırımların uygulanması belirli sürelere bağlanmıştır. Ancak hukukun her dalında sürelerin türleri ve nitelikleri farklı olup, değişik sonuçlar doğurmaktadır. Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
Başka bir anlatımla zamanaşımı, kanunun belirlediği süreler içerisinde hakkın kullanılmaması sebebiyle dava ve icra kabiliyetini, karşı tarafın def’i ile kaybettiren ve haklar üzerinde etki yapan kanuni sukut sebebidir.
Zamanaşımı bir def’idir ve kanun koyucu TBK’nın 161. (BK, m.140) maddesinde “Zamanaşımı ileri sürülmedikçe, hâkim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz” demek suretiyle zamanaşımının hâkim tarafından kendiliğinden dikkate alınamayacağını vurgulamıştır.
Zamanaşımına ilişkin bu kısa açıklamadan sonra eldeki uyuşmazlıkta uygulanacak zamanaşımı süresi ve sürenin başlangıcına ilişkin olarak hangi kanun hükümlerinin uygulanacağının belirlenmesi gerekmektedir.
TBK’nın 146. (BK, m.125) maddesinde ise zamanaşımının kapsamı ve süresiyle ilgili genel bir hüküm düzenlenmiş ve “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” denilmiştir. Kanun’un 147. (BK, m.126) maddesinde ise bu ilkenin bir kısım istisnaları düzenlenmiş olup eldeki uyuşmazlığa konu vekâlet sözleşmelerinin de dâhil edildiği bu madde hükmünde bazı alacakların beş yılda zamanaşımına uğrayacağı kabul edilmiştir.
Kural olarak; sözleşmeden doğan alacak zamanaşımı, alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlar (TBK, m.149;BK, m.128).
Buradaki “muacceliyet” kavramı, alacaklı tarafından talep ve dava edilebilir hâle gelmiş olma anlamını taşıdığından, öncelikle doğmuş bir alacağın varlığı gerekir. Alacağın muacceliyeti bir ihbar şartına bağlı ise zamanaşımı bu ihbarın yapılabileceği andan itibaren işlemeye başlayacaktır. Bu anlamda ifa anının gelmesine borcun muaccel olması denilebilir. Alacaklı ancak bundan sonra alacağını dava edebilir ve alacak için zamanaşımı süresi de bu andan itibaren işler.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde;
Davacının da aralarında bulunduğu sekiz kişinin elbirliği ile malik oldukları taşınmazla ilgili olarak açılan kamulaştırmasız el koyma ve ecrimisil davasında davacı vekili olarak görev yapan davalı …, bu dava nedeniyle hak ettiğini ileri sürdüğü 2.800.000TL vekâlet ücretinin tahsili yönünde takip başlatmış, davacının da aralarında bulunduğu bir kısım mirasçılarca takibe itiraz edilmesi üzerine davalı avukat itirazın iptalini talep etmiş, yargılama süreci sonunda Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/101 esas sayılı dosyasında taraflar arasındaki ücret sözleşmesinin Avukatlık Kanununa 5043 sayılı Kanun ile 13.01.2004 tarihinde eklenen geçici 21. madde hükmünün Anayasa Mahkemesi kararı ile iptali edilmesi nedeniyle geçersiz olduğu gözetilerek avukatın Avukatlık Kanunu ve Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre hak ettiği vekâlet ücretinin yalnızca 119.792,50TL olduğu, buna karşılık fazladan 246.750TL’yi uhdesinde tuttuğu tespit olunmuş ve bu nedenle …’ın itirazın iptali isteminin reddine hükmedilmiş, 25.05.2010’da verilen bu karar temyiz ve karar düzeltme incelemelerinden geçerek 29.06.2011 tarihinde kesinleşmiştir.
Bu karar üzerine avukatın vekâlet ücretine mahsuben fazladan elinde tuttuğu tahsilatın kendi hissesi nispetinde iadesini sağlamak için davacı … tarafından 10.08.2010 tarihinde ilamsız icra yoluyla takip başlatılmış, borçlu …’ın takibe itirazı sonrasında eldeki itirazın iptali davası doğmuş ve Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık takibe konu bu alacağın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında düğümlenmiştir.
Özü itibariyle Yerel Mahkeme de davalı avukatın hesap verme ve iade yükümlülüğünün somut olayda işlerlik kazanacağını benimsemiş ise de davacı ve diğer mirasçıların kamulaştırmasız el atma nedeniyle ecrimisil alacaklarının Kütahya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/677 E., 2003/106 K. sayılı dosyada verdiği 21.02.2003 tarihli karar ile muaccel hâle geldiği ve vekillerinin fazladan vekâlet ücreti mahsup ettiğini tespit eden mahkeme kararına rağmen davacının bu meblağın iadesi yönünde dava açmaması karşısında zamanaşımının kesilmesinden (BK, m.133) de söz edilemeyeceğinden bahisle zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Yukarıda da aktarıldığı üzere vekilin, vekil edenin hesap sormasını beklemeden, tahsil ettiği tutarlar, kullandığı takas-mahsup hakkı ile ilgili derhal kendiliğinden hesap vermesi ve vekil edeni konudan haberdar edip, ibralaşması ve böylece bu alacak için vekil eden açısından zamanaşımının işlemeye başlamasını sağlaması gerekir. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirip, vekil edenin hesap sormasını beklemeden kendiliğinden hesap vermediğine göre, artık bu durumda zamanaşımının işlemeye başladığından söz edilemeyecektir.
Bir başka açıdan bakıldığında; davacının ileri sürdüğü alacak iddiası yönünden zamanaşımının başlaması için alacağın muaccel hâle gelmesi gerekli olup burada alacağın alacaklı tarafından bilinmesi gerektiği hususu gözden kaçırılmamalıdır. Vekil edenin, vekilin hesap vermesi ile alacağın varlığından haberdar olabileceği hâllerde öğrenme önem taşır. Nitekim eldeki uyuşmazlıkta, davacı davalı avukatın kendisinden talep edebileceği vekâlet ücretinin ne kadar olduğunu ve avukatın bundan fazlasını tahsil edip etmediğini ancak yapılan yargılama sonucunda öğrenmiş olup davalı da hesap verme borcunu kendiliğinden yerine getirmek suretiyle alacağın varlığından davacıyı haberdar etmediğinden; zamanaşımının, davalının vekâlet ücretine mahsuben uhdesinde fazladan para tuttuğunu tespit eden mahkeme kararının kesinleşme tarihi olan 29.06.2011 tarihinden başlayacağının kabulü gerekir.
Hâl böyle olunca aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10.10.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.