Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/576 E. 2019/1022 K. 08.10.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/576
KARAR NO : 2019/1022
KARAR TARİHİ : 08.10.2019

MAHKEMESİ :Tüketici Mahkemesi

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 2. Tüketici Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 24.02.2014 tarihli ve 2013/2787 E., 2014/509 K. sayılı kararın taraf vekillerince temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 13.11.2014 tarihli ve 2014/37806 E., 2014/35928 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı, davalı bankadan konut kredisi kullandığını, kredi kullandığı sırada kendisinden 9.100,00 TL masraf ve 1.085,00 TL hayat sigortası primi kesildiğini ileri sürerek, yapılan kesintiler toplamı olan 10.185,00 TL’nin davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı; davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 2.639,00 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmiştir.
Davacı eldeki dava ile, davalı banka ile imzaladığı kredi sözleşmesi nedeni ile kendisinden tahsil edilen bedellerin iadesini talep etmiştir. Dairemizin yerleşik içtihatlarında da vurgulandığı üzere, davalı banka tacir olup, yaptığı masrafları tüketiciden isteme hakkı bulunmakta ise de, somut uyuşmazlığın tüketici hukukundan kaynaklandığı da gözetildiğinde, bankanın ancak davaya konu kredinin verilmesi için zorunlu, makul ve belgeli masrafları tüketiciden isteyebileceğinin kabulü gerekir. Mahkemece, davacının talep etmiş olduğu 6.461,00 TL’nin bayi komisyonu adı altında dava dışı…İnşaat firması hesabından alındığı, dolayısıyla davacının ödemediği bu masrafı talep etmeye hakkı olmadığı gerekçesi ile bu miktarın reddine karar vermiştir. Dosya kapsamından davacının, davalı banka ile dava dışı inşaat firmasının düzenlemiş olduğu kampanya kapsamında 130.000,00 TL konut kredisi kullandığı, bu bedelin tamamının inşaat firması hesabına aktarıldığı ve firma hesabından bayi komisyonu adı altında 6.461,00 TL kesinti yapıldığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar 6.461,00 TL inşaat firması hesabından kesilmiş ise de; söz konusu kredi davacı tarafından kullanılmış olup, borcu ödeme taahhüdü de davacıya aittir ve kesinti de kredi üzerinden yapılmıştır. Buna göre mahkemece tüm bu hususlar gözönüne alınarak 6.461,00 TL’nin davacıya iadesine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle bu miktarın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, BOZMA nedenidir.
2) Bozma nedenine göre davalının temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir…”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, konut kredisi kullanımı sırasında haksız kesildiği iddia olunan bedelin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin davalı bankadan 130.000TL konut kredisi kullandığını, ödeme planı incelendiğinde 9.100TL’lik ilk ödemenin masraf adı altında tahsil edildiğini, alınan bu miktarın fahiş olduğunu ve iadesinin gerektiğini, ayrıca zorunlu olmadığı hâlde müvekkiline hayat sigortası yaptırılıp hayat sigortası primi olarak 1.085TL’nin tahsil edildiğini ileri sürerek haksız olarak alınan toplam 10.185TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davacının kullandığı konut kredisinin…İnşaat isimli firmaya bankanın kampanyalı olarak kullandırdığı kredi türü olduğunu, ödeme planında yer alan 9.100TL masraf tutarının 6.461TL’sinin…İnşaat firmasının hesabından tahsil edildiğini, davacının ödemediği bu kısmı talep edemeyeceğini, kalan 2.639TL hizmet bedelinin davacının bilgisi ve isteği dâhilinde mutabakata varılmak suretiyle tahsil edildiğini, sigorta primine ilişkin taleplerin Garanti Emeklilik ve Hayat A.Ş.’ye yöneltilmesi gerektiğini, sigorta poliçesinin davacıya da menfaat sağlayacağını, haksız şartın söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; taraflar arasında imzalanan konut kredi sözleşmesi kapsamında davacıya kullandırılan nakdi kredi sırasında davacıdan 2.639TL masraf bedeli ve 1.085TL hayat sigortası prim bedeli tahsil edildiğinin anlaşıldığı, davacının istemiş olduğu 6.461TL bedelin davacı dışındaki…İnşaat firması hesabından alındığı, davacının ödemediği bu masrafı talep etmeye hakkının bulunmadığı, sunulan sigorta poliçesine göre Garanti Emeklilik ve Hayat A.Ş. ile davacının hayat sigortası sertifikasını imzaladıkları, bu poliçeye göre prim tutarı 1.085TL’nin sigorta şirketi adına davacıdan tahsil edildiğinin anlaşıldığı, davacının isteği ve onun yararına olarak düzenlenmiş olan sigorta sözleşmesine dayanılarak alınan 1.085TL sigorta priminin tahsilinin yasaya aykırı olmadığı gerekçesiyle bu kısımla ilgili isteğin reddine; ancak davacıdan alınan 2.639TL masrafın sözleşme şartlarının tüketici aleyhine ağırlaştırılması sonucunu doğurduğu, bu hususun 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) 6. maddesinde düzenlenen haksız şart niteliğinde olduğu, dolayısıyla zorunlu olduğu belgelendirilmeyen masraf adı altında alınan 2.639TL’nin usul ve yasaya aykırı bulunduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile 2.639TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin isteğin reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; yapılan bilirkişi incelemesine göre 6.461TL masrafın tüketicinin hesabından alınmadığı, aksine inşaat firmasının hesabından bayi komisyonu adı ile tahsil edildiğinin görüldüğü, 6.461TL’lik bu bayi komisyonunun krediden kesilmediği, kredinin aktarıldığı şirket hesabından alındığı, davacının böylece dava dışı inşaat firmasına olan borcundan bayi komisyonu tutarınca kurtulduğu, dolayısıyla tüketici hem inşaat firmasına karşı borcundan kurtulurken hem de bu masraf krediden kesildiğinden iadesine karar verilmesinin sebepsiz zenginleşme doğuracak nitelikte bulunduğu, davacının hesabından alınmayan bu masrafı talep etmeye hakkının bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı tüketici tarafından kullanılan konut kredisi kapsamında, dava dışı satıcı inşaat firması hesabına aktarılan 130.000TL kredi bedelinden, davalı bankanın kestiği 6.461TL yönünden davacının hak iddiasında bulunup bulunamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle, haksız şart kavramına kısaca değinmekte fayda vardır:
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 19/1. maddesinde [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 26] bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca kanunda öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu temel kuralın istisnası ise 20. maddede (TBK, m. 27) ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu belirtilmek suretiyle açıklanmıştır.
Sözleşme serbestisi kavramının temeli irade özgürlüğüne dayalıdır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın irade özgürlüğüne ilişkin hükümleri (m. 12/1, 13, 17/1, 19, 35/1, 48/1, vb.) göstermektedir ki; hukuk sistemimiz kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğunu temel bir ilke olarak benimsemiştir.
Felsefi bir görüş olan irade özgürlüğü, kişilerin her alanda özgürleştirilmesini ilke edinmiş ekonomik ve politik bir doktrindir. Bu ilkenin borçlar hukukundaki yansıma şekli olan sözleşme özgürlüğü modern hukuk sistemlerine esas alınmış ise de, yirminci yüzyılda yoğun bir biçimde yaşanan savaşlar ve devletlerin sosyal devlet rolünü benimsemeleri, bu ilkenin yeniden ele alınarak değerlendirilmesine sebep olmuş ve bu bağlamda sözleşme özgürlüğüne önemli birtakım sınırlandırmalar getirilmiştir ve bu sınırlamalar artarak devam etmektedir. Özellikle bir sözleşmenin her iki tarafı da sözleşme özgürlüğüne sahip olmasına rağmen, örgütlülüğü ve ekonomik gücü nedeniyle, içeriğini önceden tek başına belirlediği sözleşmeleri, ihtiyaçları nedeniyle birçok kişiye koşulsuz olarak kabul ettirebilen teşebbüslerin ortaya çıkması, karşılarındaki kitlelerin korunabilmesi adına kanun koyucuların bu meseleye yoğun bir biçimde müdahil olmalarına yol açmıştır (Şenol, K. E.; Sözleşmenin İçeriğini Belirleme Özgürlüğü ve Bunun Genel Sınırı-TBK m. 27, İÜHFM, C. LXXIV, 2016, s. 2).
Bu sınırlamalardan biri de, sözleşme özgürlüğünün görünüm şekillerinden olan içeriği belirleme özgürlüğünde ortaya çıkmaktadır. Kanuni bir yetki söz konusu olmaksızın sözleşmenin içeriğini belirleme özgürlüğünün tek taraflı olarak kullanıldığı, bu doğrultuda taraflardan birinin sözleşme hükümlerini önceden kısmen veya tamamen belirlediği ve diğer tarafın da yalnızca bu sözleşmeyi yapıp yapmama yönünde karar verdiği, öğretide iltihakî veya katılma sözleşmesi olarak adlandırılan (Oğuzman, M.K/Öz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1, 13. bası, İstanbul 2015, s. 26; Reisoğlu, S.: Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. bası, İstanbul 2012, s. 70) bu tip sözleşmelerde sözleşmeyi düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmelerde kullanmak amacıyla önceden tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleri genel işlem koşulu olarak adlandırılmaktadır. TBK’nın 20. maddesinin birinci bendinde düzenlenen, sözleşme eşitliğinin genel işlem şartlarını kullanan lehine bozulduğu ve bozulan dengenin karşı taraf lehine yeniden kurulma olanağının bulunmadığı (Atamer, Y.M.: Sözleşme Özgürlüğünün Sınırlandırılması Sorunu Çerçevesinde Genel İşlem Şartlarının Değerlendirilmesi, İstanbul 1999, s. 30 vd.), bir tarafın hakim durumunu kullanarak adil olmayan bir hükmü ihtiyacı nedeniyle sözleşme yapmak zorunda kalan diğer tarafa kabul ettirmesi sonucunu doğurabilecek mahiyetteki genel işlem koşullarına kanun koyucu ihtiyatlı yaklaşmış ve bunların geçerliliğini sıkı koşullara bağlamıştır.
Genel işlem koşulları 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK’dan önce 818 sayılı BK düzenlemesi içerisinde yer almasa da kamu düzeni, ahlâka aykırılık, kişiliğin korunması, sosyal adalet gibi farklı hukuki dayanaklarla bu husus pek çok yargı kararı ile (örneğin; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.12.1996 tarihli,1996/3-717E., 1996/850 K. sayılı kararı) kabul görmüştür. Yine TBK’nın yürürlüğünden önce mevzuatımızda, oldukça sınırlı sayıda ve dar kapsamda da olsa, genel işlem koşullarına ilişkin bazı hükümler yer almıştır (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 766, m. 1266; 5464 sayılı Banka ve Kredi Kartları Kanunu m. 24; Sermaye Piyasası Kurulunun Aracılık Faaliyetleri ve Aracı Kuruluşlara İlişkin Esaslar Tebliği m. 47/3 gibi). Bu düzenlemelerden biri de tüketici hukukunda mevcuttur.
Tüketici sözleşmelerindeki uygunsuz genel işlem koşulları yürürlük tarihi itibariyle uyuşmazlıkta uygulanması gereken 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) “Sözleşmedeki haksız şartlar” başlıklı 6. maddesinde (6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, m. 5) düzenlenmiştir.
Bu maddedeki tanıma göre “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.”
Madde metninden de anlaşılacağı üzere tüketici sözleşmelerinde genel işlem koşullarının kanun koyucunun müdahalesini gerektirir uygunsuzlukta olduğunun, başka bir anlatımla haksız şart teşkil ettiğinin kabul edilebilmesi için birtakım koşullar gereklidir: Bunlar tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dâhil edilmiş olma ve tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizlik yaratma koşullarıdır.
Anılan maddenin üçüncü fıkrasında tüketici ile müzakere edilmeme kavramı “Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir.” şeklindeki anlatımla açıklanmıştır.
Sözleşmeye müzakere edilmeden konulan bir hükmün haksızlığını denetleyen hâkimin ana ölçütü dürüstlük kuralıdır. Tüketici ile müzakere edildiği ispatlanan bir hükmün, tüketici aleyhine dengesizliğe neden olduğu anlaşılsa dahi, haksız şart olarak nitelendirilmesi mümkün değildir (Karadağ, Ö.: Tüketici Sözleşmelerinde Haksız Şartlar, Ankara 2014, s. 141).
Tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan bu tip düzenlemelerin yaptırımı kanun koyucu tarafından yukarıda bahsi geçen maddenin ikinci fıkrasında “tüketici için bağlayıcı değildir” denilmek suretiyle ortaya konulmuştur. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 18.04.2019 tarihli ve 2017/13-623 E., 2019/488 K. sayılı kararında da aynı hususlara değinilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde;
Davacı tüketici, davalı bankadan kullandığı konut kredisi kapsamında kendisinden haksız tahsil edildiğini iddia ettiği 10.185TL’nin iadesini istemiş, mahkemece davacıdan tahsil edilen 2.639TL dosya masrafının, haksız şart niteliğinde olduğu kabul edilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, davaya konu 6.461TL yönünden, anılan bayi komisyonunun davacı dışındaki konut satıcısı konumunda olan…İnşaat firması hesabından alındığı, davacının ödemediği masrafı talep etmeye hakkının olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir.
Uyuşmazlığa konu 6.461TL’nin bayi komisyonu adı altında davalı banka tarafından dava dışı…İnşaat firması hesabından tahsil edildiği hususu sabittir. Zira anılan husus, Yerel Mahkeme ve Özel Dairece de benimsenmektedir. Açıklanmaya muhtaç husus ise, dava dışı…İnşaat firması tarafından yapılan bu ödemenin kimin lehine yapıldığıdır.
Dosya incelendiğinde, sözleşme öncesi bilgi formunda alınan kredinin %7 komisyonlu olduğunun belirtildiği, bu bedelin ödeme planına (0.) faiz olarak 9.100TL bedeliyle yansıtıldığı, toplam 176.984,33TL’den sözleşmenin tarafı olan davacının sorumlu tutulduğu, davacının borçlandığı 9.100TL’nin 2.639TL’sını müşteri komisyonu adı altında davalıya ödediği ancak geriye kalan 6.461TL’yi ödediğine ilişkin delil sunamadığı, bu bedelin dava dışı konut satıcısı…İnşaat firması tarafından ancak davacı yararına ödendiği açıktır. O hâlde, borcun asıl borçlusu olan davacının, yapılmış olan ödemenin haksız şarta dayalı iadesi gereken bedel olduğu iddiasıyla, talepte bulunmaya hakkının olduğunu kabul etmek gerekir.
Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 08.10.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.