Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/50 E. 2021/33 K. 04.02.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/50
KARAR NO : 2021/33
KARAR TARİHİ : 04.02.2021

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 10. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü;

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; müvekkili ile kardeşi …’ın 1993 yılında Almanya’dan kesin dönüş yaptıklarını, Alman Emeklilik Sigorta Kurumu tarafından hem müvekkiline hem de kardeşine hak ettikleri emeklilik parasının davalı bankadaki hesaplarına gönderildiğini, davalı bankaya başvuru üzerine müvekkilinin hesabına para gönderilmediği sadece müvekkilinin kardeşi …’ın hesabına gönderildiğinin bildirildiğini, bunun üzerine hem müvekkiline hem de kardeşine gönderilen paranın kardeşinin hesabına gönderildiği düşünülerek hesaba gönderilen 43.585,85 DM’nin çekilerek bölüşüldüğünü, daha sonra müvekkilinin Almanya’da tekrar çalışmaya başladığını, bu sırada Alman Emeklilik Sigorta Kurumu tarafından emeklilik parası olarak müvekkilinin kardeşinin hesabına 43.585,85 DM ve müvekkilinin 30115-2795-2 numaralı hesabına ise 35.488,79 DM gönderildiğinin, müvekkili hesabına gönderilen paranın çekilmediğinin ve iade edilmediğinin bildirildiğini, bunun üzerine davalı bankaya başvurulduğunu, davalı bankanın ise paranın müvekkili tarafından çekildiğinden bahisle talebi reddettiğini, oysa paranın müvekkili tarafından çekilmediğini ileri sürerek 35.488,79 DM’nin bankaya yatırıldığı tarihten itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; davacının hesabına 28.03.1994 tarihinde 35.488,00 DM para yatırıldığını, bu tutarın 05.04.1994 tarihinde 1.100,00 DM ve 02.05.1994 tarihinde ise 34.470,00 DM olarak davacı tarafından çekildiğini, para çekilme işlemine ait evrakın 10 yıllık süreyi doldurduğundan müvekkili tarafından imha edildiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6.1. İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2010/432 E. 2011/213 K. sayılı kararı ile ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de davacı vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 10.12.2012 tarihli ve 2011/14377 E. 2012/20373 K. sayılı kararı ile eksik incelemeyle karar verildiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
6.2. İzmir 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 27.02.2014 tarihli ve 2013/211 E. 2014/51 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyularak, davacının davalı banka nezdinde bulunduğu iddia edilen 30115-2795-2 numaralı hesabının Mediha Turhan’a ait olduğu, davacı adına Alman Emeklilik Sigorta Kurumu tarafından gönderilen 35.488,79 DM’nin 28.03.1994 tarihinde davacı hesabına geçtiği, davalı banka tarafından 05.04.1994 tarihinde 1.100,00 DM, 02.05.1994 tarihinde 34.470,00 DM ödeme yapıldığı, davacı hesabından yapılan ödemelere ilişkin imzasını havi ödeme fişlerinin 10 yıllık süre geçtiği için imha edildiği, bu nedenle ödeme işlemleri ile ilgili evrak üzerinde inceleme yapılmasının mümkün olmadığı, davalı bankanın bilgisayar kayıtlarında ödemenin davacıya yapıldığının belirtildiği, bu itibarla davacının davasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 29.09.2014 tarihli ve 2014/7981 E. 2014/14779 K. sayılı kararı ile; “…Dava, yurt dışından gönderilen ve mevduat hesabına geçen paranın tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, mahkemece ispat külfeti davacıya yüklenmiş ise de, davalının ikrarına ve kayıtlarına göre dava konusu para davacının hesabına Alman makamları tarafından gönderilmiştir. Mahkemece tercümesi yaptırılan belgede paranın dava dışı Mediha Turan hesabına gönderildiği yazılı ise de, dava konusu paranın Mediha Turan’ın hesabına değil davacının hesabına geçtiğini davalı kabul etmiştir. Bu durumda, bu paranın davacıya ödendiğinin ispat külfeti davalıda olup, mahkemece ispat külfeti ters çevrilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 15.10.2015 tarihli ve 2015/681 E. 2015/964 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelere ek olarak, davalı bankanın bilgisayar kayıtlarında ödemenin davacıya yapıldığının görüldüğü, bankanın bilgisayar kayıtlarının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 199. maddesi gereğince belge niteliğinde olduğu, bu nedenle davalı bankanın davacıya ödeme yaptığını yazılı belgeyle ispat ettiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı bankanın davacı adına Alman Emeklilik Sigorta Kurumu tarafından yatırılan paranın davacının mevduat hesabına aktarıldığını kabul etmesi, ancak paranın davacı tarafından çekildiğini ve ilgili evrakın on yıllık süre geçmesi nedeniyle imha edildiğini savunması karşısında ispat yükünün hangi tarafta olduğu noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Dava, banka mevduat sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.
13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle bankaların belgeleri saklama yükümlülüğü üzerinde durulması gerekmektedir.
14. Olay ve dava tarihi itibariyle somut uyuşmazlığa uygulanması gereken mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 68/1 maddesinde, daha sonra ortaya çıkacak olan uyuşmazlıkların çözümünde defterlerin ve belgelerin önemli bir ispat aracı olduğu gözetilerek ve özellikle de ticari defter tutma yükümlülüğünün tamamlayıcısı olarak ticari defter ve belgeleri saklama yükümlülüğü getirilmiştir. Aynı düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 82/1 maddesinde de yer almaktadır. 6762 sayılı TTK’nin 68/1 maddesi; “Defter tutmak mecburiyetinde bulunan kimse ve işletmeye devam eden halefleri defterleri son kayıt tarihinden ve saklanması mecburi olan diğer hesap ve kağıtları tarihlerinden itibaren on yıl geçinceye kadar saklamaya mecburdurlar” hükmünü haizdir. Buna göre ticari defterlerin delil niteliğiyle olan bağlantısı dikkate alındığında tacir; hem mecburi defterleri, hem de ihtiyari defterleri saklamak zorunda olup, ayrıca ticari defter kayıtlarının dayanağını teşkil eden işletmesiyle ilgili belgeleri de saklamak zorundadır. Bu belgeler, 6762 sayılı TTK’nin 70/2-6 maddesi gereğince, defterlerdeki kayıtların dayanağını teşkil edeceğinden ve ticari defterler ancak bunlarla birlikte delil olabileceğinden kanun koyucu tarafından bunların da defterler gibi saklanması zorunluluğu öngörülmüştür.
15. Özellikle bir belgenin saklanmasının gerekip gerekmediği hususunda karar verilirken, onun tacirin yaptığı ticari işlemlerle ilgili olup olmadığı esas alınmalıdır. Dolayısıyla ticari işlemlerin hazırlanmasına, kurulmasına, icrasına veya iptaline ilişkin olup da, ticari defterlerin anlaşılması ve düzenlenmesi için gerekli olan belgelerin, ticari defterlerin dayanağını teşkil etmese de yine de saklanması gerekir. Bu belgelere örnek olarak; tacirin işletmesiyle ilgili işler dolayısıyla aldıkları mektup, yazı, telgraf, fatura, cetvel, senet gibi vesika ve kağıtlarla ödemelerini gösteren vesikalar ve yazdığı mektup, yazı ve telgraflarının kopyaları ve mukaveleleri, taahhüt ve kefalet ve sair teminat senetleri ve mahkeme ilamları gibi belgeler gösterilebilir.
16. Bankaların genel olarak 6762 sayılı TTK’nin 68/1 maddesi gereğince belgeleri saklama yükümlülüğü bulunmakla birlikte ayrıca bankaların doğrudan bankacılık faaliyetleri kapsamındaki belgeleri saklama zorunluluğu, 19.10.2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 42. maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Anılan madde; “Alınan yazılar ve faaliyetler ile ilgili belgelerin asılları veya bunun mümkün olmadığı hâllerde sıhhatlerinden şüpheye mahal vermeyecek kopyaları ve yazılan yazıların makine ile alınmış, tarih ve numara sırası verilerek düzenlenecek suretleri, usûlleri çerçevesinde ilgili banka nezdinde on yıl süreyle saklanır. Bu belgelerin mikrofilm, mikrofiş şeklinde veya elektronik, manyetik veya benzeri ortamlarda saklanmaları mümkündür. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Kurulca belirlenir” hükmünü haizdir. Bu kapsamda ayrıca 01.11.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Bankaların Muhasebe Uygulamaları ve Belgelerin Saklanmasına İlişkin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik çıkarılmıştır. Bankaların belgeleri saklama yükümlülüğüne ilişkin benzer bir düzenleme mülga 25.04.1985 tarihli ve 3182 sayılı Bankalar Kanunu’nun 53. maddesinde ve mülga 18.06.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 13/5 maddesinde de öngörülmüş, ancak bu Kanun’larda belgelerin saklanmasına ilişkin bir süre belirlenmemiştir.
17. Bankaların belgeleri saklama yükümlülüğüne ilişkin on yıllık sürenin ne zaman başlayacağı hususunun 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı BK) zamanaşımına ilişkin hükümleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Buna göre Kanun’da aksine bir hüküm bulunmadıkça her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir (818 sayılı BK m. 125) ve zamanaşımı alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar, alacağın muacceliyeti bir ihbar bildirimine tâbi ise zamanaşımı bu bildirimin yapılabileceği günden işlemeye başlar (818 sayılı BK m. 128). Bu durumda bankaların belgeleri saklama yükümlülüğü, belgelerin tarihinden itibaren değil, alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren başlayacaktır (Reisoğlu, Seza: Bankacılık Kanunu Şerhi C. I, Ankara, 2015, s. 804).
18. Bu aşamada mevduat sözleşmelerinde alacağın ne zaman muaccel olacağı hususu üzerinde durulması gerekmektedir.
19. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 3. maddesinde mevduat; yazılı ya da sözlü olarak veya herhangi bir şekilde, halka duyurulmak suretiyle ivazsız veya bir ivaz karşılığında, istendiğinde ya da belli bir vadede geri ödenmek üzere kabul edilen para olarak tanımlanmış ve Kanun’un 60/1 maddesinde; kredi kuruluşları ile özel kanunlarına göre yetkili olanlar dışında hiçbir gerçek veya tüzel kişinin, aslen veya fer’an meslek edinerek mevduat veya katılım fonu kabul edemeyeceği düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler karşısında banka ile mudi arasındaki mevduat sözleşmesi; ödünç (karz) ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşme olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de, mevduat sözleşmesi, bankaya yatırılan paranın saklanması, yönetilmesi ve gelir elde edilmesini hedefleyen, kendine özgü bir sözleşme olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun sonucu olarak mevduat sözleşmelerine niteliğine uygun düştüğü oranda karz (ödünç) veya usulsüz tevdi hükümlerinin kıyasen uygulanması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.6.1994 tarihli ve 1994/11-178 E. 1994/398 K sayılı kararı). 818 sayılı BK’nin 306 ve 307. maddeleri gereğince ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı Kanun’un 472/1 maddesi gereğince usulsüz tevdide paranın nef’i ve hasarı mutlak şekilde müstevdaa (saklayana) geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Ancak mudinin istediği zamanda iade ile yükümlüdür. Bu kapsamda banka da kendisine tevdi olunan mevduatı istendiğinde mudisine iade etmek zorundadır.
20. Mevduat sözleşmesinde bankaya yatırılan paranın mülkiyeti doğrudan bankaya geçmektedir. Paranın mülkiyetinin bankaya geçmesi ile birlikte taraflar arasında sürekli bir borç ilişkisi doğmakta ve bankanın saklama borcu devam ettiği sürece de sürekli borç ilişkisi devam etmektedir. Bu itibarla mevduat sözleşmesinde bankanın iade borcu ancak mudinin mevduatının tamamını bankadan talep ettiği tarihte muaccel hâle gelmektedir. Bu durum bir bakıma sözleşmenin mudi tarafından sona erdirilmesidir (feshedilmesidir). Zira mevduat sahibi, bankaya yapacağı tek taraflı irade beyanıyla her zaman mevduat sözleşmesini sona erdirebilir. Mevduat sözleşmelerinin feshi için; kanun koyucunun çeşitli sürekli borç ilişkilerinin feshi için aradığı, haklı sebep veya bir süre önceden bildirimde bulunma gibi koşullar da aranmaz. O hâlde mevduat sözleşmesinden kaynaklanan alacak, sözleşmenin sona ermesi ile muaccel hâle gelmektedir.
21. Bankalar, özel yasa ile kurulan ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanınan, topladıkları mevduatı ve katılım fonlarını sahteciliklere karşı özenle korumak zorunda olan kuruluşlardır. Bankalar sahip oldukları bu vasıfları sebebiyle bankacılık işlemlerinin güvenilen tarafı konumundadırlar. Bu durum, bankaların bir güven kurumu olarak kabul edilmesini ve bankanın sorumluluğunun özel güven sebebiyle ağırlaştırılmasını gerektirir (Battal, Ahmet: Güven Kurumu Nitelendirmesi Işığında Bankaların Hukuki Sorumluluğu, Ankara, 2001, s. 106.). Ayrıca bu güvenin önemli bir yönü de banka ile hukuki ilişkiye girenlerin, banka muhasebe kayıtlarının profesyonel bir ekip tarafından usulüne uygun biçimde tutulduğuna güvenmeleridir. Bankacılık işlemlerinden doğan hukuki ihtilaflarda, banka kayıtları çoğunlukla fiilen tek delil olarak kullanılmaktadır (Battal, Ahmet: Bankacılık Kanunu Şerhi, Ankara, 2007, s. 189). O hâlde, mevduat sözleşmelerinde muacceliyet tarihinin sözleşmenin sona erdiği tarih olarak kabul edilmesi ve bankaların belgeleri saklama yükümlülüğündeki on yıllık sürenin bu tarihten itibaren başlaması bankaların ağırlaştırılmış sorumluluğunun bir gereği olarak da karşımıza çıkmaktadır.
22. Mevduat sözleşmesini n sona erme sebeplerinden birisi de 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 62. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan madde; “Bankalar nezdlerindeki mevduat, katılım fonu, emanet ve alacaklardan hak sahibinin en son talebi, işlemi, herhangi bir yazılı talimatı tarihinden başlayarak on yıl içinde aranmayanlar zamanaşımına tâbidir. Zamanaşımına uğrayan her türlü mevduat, katılım fonu, emanet ve alacaklar banka tarafından hak sahibine ulaşılamaması hâlinde, yapılacak ilânı müteakiben Fona gelir kaydedilir. Bu maddenin uygulanması ile ilgili usûl ve esaslar Kurulca belirlenir.” hükmünü haizdir. Benzer bir düzenleme mülga 25.04.1985 tarihli ve 3182 sayılı Bankalar Kanunu’nun 36. maddesinde ve mülga 18.06.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 10/4 maddesinde de öngörülmüştür. Buna göre her türlü mevduat sözleşmesinde mevduat alacağı, hak sahibinin en son talebi, işlemi, herhangi bir yazılı talimatı tarihinden başlayarak on yıl boyunca aranmadığı ve hak sahibine ulaşılamadığı takdirde, mevduat Fon’a gelir kaydedilecektir.
23. Görüldüğü üzere bir mevduatın Fon’a gelir kaydedilebilmesi için iki şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlardan birincisi hak sahibinin en son talebi, işlemi veya herhangi bir yazılı talimatı tarihinden itibaren on yıl boyunca aranmamış olmasıdır. İkincisi ise bankanın hak sahibine ulaşmaya çalışmasıdır. Banka hak sahibine ulaşmaya çalışırken, mevduat sahiplerini uyarır ve belli bir süreye kadar kendisine başvurulmadığı takdirde, mevduatın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na gelir olarak kaydedileceğini belirtir. Hak sahibine ulaşılması hususunda bankanın izleyeceği yol, Mevduat ve Katılım Fonunun Kabulüne, Çekilmesine ve Zamanaşımına Uğrayan Mevduat, Katılım Fonu, Emanet ve Alacaklara İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik’te düzenlenmiş, mevduat alacağının miktarına göre hak sahibine ulaşılması farklı usul ve esaslara tâbi tutulmuştur. Bu iki şart gerçekleşmediği sürece mevduatın Fon’a devredilmesi mümkün değildir.
24. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 62. maddesinde “zamanaşımı” kavramı kullanılmış ise de burada ifade edilen “zamanaşımı” borçlar hukuku anlamında “zamanaşımı” kavramından farklılık arz etmektedir. Zira yukarıda da bahsedildiği üzere 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 62. maddesindeki zamanaşımı, borçlar hukuku anlamında zamanaşımı kavramından farklı olarak, şartların gerçekleşmesi hâlinde mevduatın Fon’a devrine ve bu şekilde sözleşmenin ve mevduat sahibinin alacak hakkının tamamen sona ermesine neden olmaktadır. Bu itibarla mevduat sözleşmelerinde bankaların on yıl süreyle belgeleri saklama yükümlülüğü, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 62. maddesi kapsamında Fon’a devredilen alacaklarda, bu hesap mevcudunun Fon’a devrinden itibaren (Battal, Ahmet: Bankacılık Kanunu Şerhi, Ankara, 2007, s. 190), diğer sona erme hâllerinde ise alacak sona erme tarihinde muaccel olacağı için bu tarihten itibaren başlayacaktır.
25. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı adına Alman Emeklilik Sigorta Kurumu tarafından gönderilen 35.488,79 DM’nin davalı banka tarafından 28.03.1994 tarihinde davacının mevduat hesabına aktarıldığı anlaşılmaktadır. Davalı banka tarafından hesaptaki paranın davacı tarafından 05.04.1994 ve 02.05.1994 tarihlerinde çekildiği savunulmuş, ancak paranın çekilme işlemlerine dair belgelerin on yıllık saklama süresinin dolduğu için imha edildiği belirtilmiştir.
26. Dosya kapsamında yer alan bilirkişi raporunda; davacı hesabına ilişkin işlemlere ait belgelerin imha edilmesi nedeniyle incelenemediği belirtilmiş, bankanın bilgisayar kayıtlarının incelenmesi sonucunda ise; davacının hesabına 28.03.1994 tarihinde 35.488,79 DM aktarıldığı, 05.04.1994 tarihinde hesaptan 1.010,00 DM ve 02.05.1994 tarihinde ise 34.470,00 DM çekildiği, hesapta geriye 8,79 DM kaldığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte davalı banka tarafından hesapta kalan 8,79 DM’nin Fon’a devredildiğine dair iddia ve ispatta bulunulmamıştır. Bu durumda davacının davalı banka ile arasındaki mevduat sözleşmesinin hâlen devam ettiği, sözleşmenin taraflarca feshedilmediği gibi 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 62. maddesi kapsamında da sona ermediği anlaşılmaktadır.
27. Davalı banka davacının mevduat hesabına paranın geldiğini, ancak paranın davacı tarafından çekildiğini savunduğuna göre ispat yükü davalı banka üzerindedir. Her ne kadar Özel Daire bozma kararında, mahkemece ispat yükünün ters çevrildiğinden bahsedilmiş ise de esasen ispat yükünün davalı banka üzerinde olduğu hususunda Mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu durumda davalı banka tarafından paranın davacıya ödendiğinin davacının imzasını taşıyan belgeler ile ispatlanması gerekir. Yukarıda bahsedildiği üzere taraflar arasında mevduat ilişkisi hâlen devam ettiğinden davalı bankanın belgeleri saklama yükümlülüğü de devam etmekte olup; davalı bankanın ödeme fişlerinin, belgelerin on yıllık saklama süresinin dolması nedeniyle imha edildiği yönündeki savunmasının dinlenmesi mümkün değildir.

28. Öte yandan mahkemece direnme kararında bankanın bilgisayar kayıtlarının HMK’nin 199. maddesi gereğince belge niteliğinde olduğu, davalı bankanın davacıya ödeme yaptığını yazılı belgeyle ispat ettiği belirtilmiştir. Oysa HMK’nın 199. maddesi gereğince belge kavramından bahsedilebilmesi için belgenin ispatı gereken vakıalar hakkında bir bilgi taşıyıcısı olması gerekir. Bununla birlikte her bilgi taşıyıcısı değil sadece uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli olanlar yargılama hukuku anlamında belge sayılmıştır. Ayrıca bu şartları sağlasa dahi her belge HMK’nın 200. maddesi anlamında senet sayılmaz. Başka bir deyişle bir yargılama hukuku anlamında bir belgenin kesin veya takdiri delil vasfını haiz olup olmadığı, düzenleyene, belgenin içeriğine ve taşıdığı diğer unsurlara (imza gibi) bağlı olarak değişecektir. Bu itibarla davalı bankanın tek taraflı olarak düzenlediği kendi elektronik kayıtları HMK’nın 199. maddesi anlamında belge niteliği taşısa dahi senet olarak kabul edilemeyeceği için davalı bankanın savunmasını tek başına bu belgeyle ispat ettiği hususunun kabulü mümkün değildir.
29. Bu durumda mahkemece, davalı bankanın, davacının mevduat hesabındaki paranın davacı tarafından çekildiği yönündeki savunmasını ispatlayamadığı hususu gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekmektedir.
30. O hâlde direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmektedir.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.