Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/47 E. 2019/1040 K. 10.10.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/47
KARAR NO : 2019/1040
KARAR TARİHİ : 10.10.2019

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.10.2009 tarihli ve 2006/847 E., 2009/543 K. sayılı karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 06.03.2013 tarihli ve 2012/5313 E., 2013/4188 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili, davalıların davacı şirketin eski yönetim kurulu üyeleri ve denetçileri olduklarını, davacı şirkete … tarafından el konulmasının ardından yapılan inceleme ve değerlendirme sonucunda şirketin kaynaklarının grup şirketlerinin hisselerinin alınması için kullanıldığının tespit edildiğini, ayrıca yapılan kasa incelemesinde kasada bulunması gereken miktarın olmadığının belirlendiğini ileri sürerek, 10.000 TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında verdiği ıslah dilekçesiyle talebini 1.085.115,45 TL’ye yükseltmiştir.
Davalı …, …, …, … ve … vekili, davanın reddini savunmuş, diğer davalılar davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan söz edilebilmesi için hisselerin değerinden fazlaya satın alındığının ve hissesi satın alınan şirketlerin finansal durumlarının bilinmesinin gerektiği, bu hususların davacı tarafça kanıtlanamadığı ayrıca salt grup şirketlerinin hisselerinin alınmasının kusurlu davranış olarak nitelenemeyeceği, kasa açığına ilişkin tutanağın iki ay sonra tutulması nedeniyle eski yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Dava, karar tarihinde yürürlükte bulunan TTK’nun 359. maddesi yollaması ile aynı Yasa’nın 341. maddesi uyarınca, davalı eski yöneticiler ve denetçiler tarafından davacı şirketin zarara uğratıldığı iddiasına dayalı sorumluluk davasıdır.
Kural olarak, yönetim kurulu üyeleri şirket adına yaptıkları işlemlerden dolayı kişisel olarak sorumlu tutulamazlarsa da, TTK’nun 336. maddesinde belirtilen hallerde ortaklığa ve ortaklık alacaklılarına karşı kusursuz olduklarını ispat etmedikçe tüm yöneticiler oluşan zarardan müteselsilen sorumlu olurlar. Yani yönetim kurulu üyelerinin görevlerini ifaları sırasında bir zarar oluşmuşsa, bu zararın üyelerin kusurlu eylemi sonucunda meydana geldiğinin kabulü gerekmektedir. Başka bir deyişle, Türk Ticaret Kanunu yönetim kurulu üyeleri için ispat yükü ters çevrilmiş kusur esasına dayanan bir sorumluluk öngörmüş ve yönetim kurulu üyeleri aleyhine kusur karinesi kabul etmiştir (Gönen Eriş, Ticari İşletme ve Şirketler, s:1941, 1942, 1999). Nitekim TTK’nun 338. maddesinde, yönetim kurulu üyelerinin kusur ve sorumluluklarının bulunmadığını ispat edemedikleri takdirde zarardan sorumlu oldukları düzenlenmiştir. Yine TTK’nun 337. maddesinde, yeni seçilen veya tayin olunan yönetim kurulu üyelerinin, seleflerinin belli olan yolsuz muamelelerini murakıplara bildirmeğe mecbur oldukları, aksi halde seleflerinin sorumluluklarına iştirak edecekleri belirtilmiştir. Denetim kurulu üyelerinin de kusursuz olduklarını ispat etmedikçe zarardan sorumlu bulundukları, TTK’nun 359. maddesinde düzenlenmiştir.
Dava konusu olayda davalı yönetim ve denetim kurulu üyelerine isnat edilen kusurlu eylemlerden birisi de davacı şirketin ortaklarınca ödenen sermaye payı bedelinin, ödeme gücü olmayan Uzan Grubu şirketlerine aktarılmasıdır. Davacı şirket ortaklarınca ödenen sermayenin, davacı şirketin ticari amaçları doğrultusunda, kendi ticari faaliyetleri için kullanılması gerekirken, ticari teamüllere aykırı bir şekilde ve basiretsiz davranmak suretiyle, başka bir şirkete aktarılması, şirket açısından bir zarardır. Üstelik zarar, usulsüz işlem anında gerçekleşmiştir. Dolayısıyla zararın gerçekleşmiş sayılması için paranın gönderildiği şirkete başvurulması ve ona karşı tüm yasal yolların tüketilmiş olması gerekmez.
O halde mahkemece anılan işlem ile zararın gerçekleşmiş olduğu, davalıların kusur ve sorumluluklarının bulunmadığını ispat edemedikleri takdirde zarardan sorumlu bulundukları ve yine denetim kurulu üyesi olan davalının sorumluluğunun, bu sıfatının dikkate alınarak ayrıca değerlendirilmesi gerektiği gözetilmelidir.
Bu durum karşısında mahkemece taraflar arasındaki uyuşmazlığın yukarıda açıklanan şekilde incelenip değerlendirilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
3- Bozma neden ve şekline göre, davacı vekilinin mahkemece hükmedilen vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda dosya kendisine gönderilen İstanbul 23. Asliye Ticaret Mahkemesince önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, anonim şirket yönetim ve denetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; davalıların… Pazarlama A.Ş.’nin eski yönetim kurulu üyeleri ve denetim kurulu üyeleri olduklarını, Sistem Direk Pazarlama A.Ş.’ye … tarafından el konulmasının ardından yapılan inceleme ve değerlendirme sonucunda söz konusu şirketin kaynaklarının grup şirketlerinin hisselerinin alınması için kullanıldığının tespit edildiğini, ayrıca yapılan kasa incelemesinde kasada bulunması gereken miktarın olmadığının belirlendiğini, davalıların şirketin oluşan zararından sorumlu olduklarını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında verdiği ıslah dilekçesiyle talebini 1.085.115,45 TL’ye yükseltmiştir.
Davalı …, usulüne uygun yapılan tebligata rağmen davaya cevap vermemiş ve duruşmalara katılmamıştır.
Diğer davalılar vekili; 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nın 309/4. maddesinde belirtilen zamanaşımı süresinin dolduğunu, ayrıca yönetim ve denetim kurulu üyelerinin kanundan kaynaklanan sorumluluklarının kusur sorumluluğu olduğunu ve kusurun, illiyet bağının ve zararın kanıtlanması gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemece; yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan söz edilebilmesi için hisselerin değerinden fazlaya satın alındığının ve hissesi satın alınan şirketlerin finansal durumlarının bilinmesinin gerektiği, bu hususların davacı tarafça kanıtlanamadığı, salt grup şirketlerinin hisselerinin alınmasının kusurlu davranış olarak nitelenemeyeceği, ayrıca kasa açığına ilişkin tutanağın iki ay sonra tutulması nedeniyle eski yönetim kurulu ve denetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (…) tarafından el konulan… Pazarlama A.Ş.’nin eski yönetim kurulu ve denetim kurulu üyeleri olan davalıların, anılan şirket tarafından grup şirketlerinden bazılarının hisselerinin devralınması neticesinde şirketin zararının oluşup oluşmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalıların sorumluluklarının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle anonim şirket yönetim kurulu ve denetim kurulu üyeleri hakkında sorumluluk davası açılmasına ilişkin somut olaya dava tarihinde yürürlükte bulunması nedeniyle uygulanması gereken 6762 sayılı TTK’da yer alan düzenlemelerin incelenmesi gerekir.
Bilindiği üzere, yönetim kurulu tarafından 6762 sayılı TTK’nın 321. maddesindeki esaslara uygun olarak temsil yetkisi kullanılıp üçüncü kişilerle şirket adına girişilen işlem ve yapılan sözleşmelerden doğan hak ile yüklenilen borç ve yükümler, anonim şirket tüzel kişiliğine aittir. Ancak bu kuralın istisnasız uygulanması, anonim şirket için çok ağır sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle 6762 sayılı TTK’nın 336. maddesi gereğince; kanun veya esas sözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri gereği gibi yerine getirmeyen yönetim kurulu üyeleri, bu yüzden oluşan zararlar nedeniyle şirkete, ortaklara ve şirket alacaklılarına karşı sorumlu tutulmuşlardır.
Hemen belirtilmelidir ki, sorumluluk konusunun “şirket namına açılacak dava” başlığı altında düzenlendiği 6762 sayılı TTK’nın 341/1. maddesi “Umumi heyet; idare meclisi azaları aleyhine dava açılmasına karar verirse yahut dava açılmamasına karar verilip de esas sermayenin en az onda birini temsil eden pay sahipleri dava açılması reyinde bulunursa, şirket, bu karar veya talep tarihinden itibaren bir ay içinde dava açmaya mecburdur. Bu müddet geçirilmesiyle dava hakkı düşmez. Murakıpların ve alacaklıların vekilinin mesuliyeti hakkındaki hükümler mahfuzdur.” hükmünü içermektedir. Ayrıca 341/2. maddesinde de; şirket namına dava açma hakkının denetçilere ait olduğu belirtilmiştir.
6762 sayılı TTK’nın 359. maddesinde ise; denetim kurulu üyelerinin kanun veya esas mukavele ile kendilerine yükletilen vazifelerini hiç veya gereği gibi yapmamalarından doğan zararlardan dolayı kusursuz olduklarını ispat etmedikçe müteselsilen sorumlu oldukları ve denetim kurulu üyelerinin sorumluluğu hakkında da 309. ve 341. maddelerinin tatbik olunacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla denetim kurulu üyelerinin sorumluluklarının da anılan maddelere göre incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekecektir. Buna göre anonim şirket yönetim ve denetim kurulu aleyhine sorumluluk davası açılabilmesinin ön koşulu genel kurulun bu yönde vereceği kararın varlığına bağlıdır (6762 sayılı TTK m. 341/1). Somut olayda davalılar aleyhine sorumluluk davası açılması için genel kurul kararının bulunduğu ve işbu davanın şirket denetçileri tarafından açıldığı anlaşılmaktadır.
Sorumluluk davasının açılabilmesi için gereken ön koşul gerçekleştikten sonra yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunu gerektiren diğer koşulların var olup olmadığı tespit edilmelidir.
6762 sayılı TTK’nın 336. ve devamı maddeleri gereğince yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan bahsedilebilmesi için bazı koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Bu koşullar, hukuka aykırılık, zarar, kusur ve illiyet bağıdır.
Yönetim kurulu üyelerine kanun veya esas sözleşme ile bir takım görevler verilmektedir. Bu nedenle yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğunda hukuka aykırılık şartı, kanuna veya esas sözleşmeye aykırı bir davranış olarak ifade edilmektedir. 6762 sayılı TTK’nın 336/1. maddesinde 1. ilâ 5. bentleri arasında yönetim kurulu üyelerinin hangi hâllerde sorumlu olacakları belirtilmiştir. Anılan maddenin ilk dört bendinde belirtilen hâller tadadi mahiyette; 5. bent ise ilk dört bendi de kapsayacak şekilde genel mahiyet arz etmektedir. Bu maddenin 5. bendine göre; “Gerek kanunun gerek esas mukavelelerinin kendilerine yüklediği sair vazifelerin kasten veya ihmal neticesi olarak yapılmaması” yönetim kurulu üyelerinin müteselsilen sorumluluğunu gerektirmektedir. Buradaki davranış, müspet bir davranış olan yapma fiili olabileceği gibi, pasif bir davranış olan yapmama fiili de olabilir. Bu itibarla kanuna veya esas sözleşmeye aykırılık yoksa zarar meydana gelse dahi yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan bahsedilemeyecektir.
Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna ilişkin olarak müteselsil sorumluluk ilkesi kabul edilmiştir. Ancak 6762 sayılı TTK’nın 336/2. maddesi gereğince yönetim kurulunun vazifelerinden biri 6762 sayılı TTK’nın 319. maddesi gereğince yönetim kurulu üyelerinden birine veya ortak olmayan bir murahhas müdüre bırakılmışsa, bu durumda sorumluluk sadece o kişiye ait olacaktır.
Her ne sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın, sorumluluk davalarının vazgeçilmez koşulu ortada bir “zararın” olmasıdır. Başka bir deyişle bir kimsenin hukuka aykırı davranışı nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için bu davranışının başkasına zarar vermesi gerekmektedir; zarar meydana gelmemiş ise sorumluluk söz konusu olamaz. Yönetim kurulu üyesinin şirkete, ortaklara ve alacaklılara verdiği zarar, kanuna veya esas sözleşmeye aykırı bir davranışın sonucu olabilir. Bu bağlamda, zarar veren yöneticinin kendisine bir çıkar sağlayıp sağlamaması veya çıkar sağlamak istemesinin bir önemi yoktur. Ortada bir zarar yoksa yönetim kurulu üyesi hukuka aykırı davranmış olsa dahi, aleyhine sorumluluk davası açılması söz konusu olamaz.
Zarar, kişinin iradesi dışında malvarlığında meydana gelen azalma olarak nitelendirilebilir. Zarar kavramı öğreti ve uygulamada dar ve geniş olmak üzere iki anlamda kullanılmaktadır. Dar anlamda zarar, sadece maddi zararı kapsarken; geniş anlamda zarar ise, maddi zararın yanında manevi zararı da kapsamaktadır (Tandoğan, Haluk: Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara 1961, s. 63).
Maddi zarar, zarar görenin zarar verici olaydan sonra malvarlığının gösterdiği durum ile bu olay meydana gelmeseydi göstereceği durum arasındaki fark olarak nitelendirilebilir. Şirketin, ortakların ve alacaklıların zararı, malvarlığının mevcut durumunda fiili bir azalma olarak ortaya çıkabileceği gibi, olayların normal akışına, genel hayat tecrübelerine göre malvarlığında meydana gelebilecek artışın zarar verici davranış nedeniyle kısmen veya tamamen önlenmesi suretiyle kârdan yoksunluk şeklinde de ortaya çıkabilir. Yönetim kurulu üyelerine karşı açılacak sorumluluk davalarında her iki maddi zarar türü de talep edilebilir.
Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğundan bahsedilebilmesi için bir diğer koşul da illiyet bağıdır. Sorumluluk, ister sözleşme dışı sorumluluğa, ister sözleşmesel sorumluluğa, ister kusur sorumluluğuna isterse kusursuz sorumluluğuna dayansın, illiyet bağının varlığı sorumluluk için zorunlu unsurdur. Öğretide ve uygulamada hukuki illiyete ilişkin olarak “uygun illiyet teorisi” benimsenmiştir. Buna göre, yönetim kurulu üyelerinin hukuka aykırı davranışlarından doğan zararın tazmini için, zarar ile hukuka aykırı davranış arasında uygun illiyet bağı bulunmalı; böylece hukuka aykırı davranışın olayların normal akışına, genel hayat tecrübelerine göre somut olayda gerçekleşen türden bir zararı meydana getirmeye mahiyeti itibarıyla elverişli olmalıdır.
6762 sayılı TTK’da yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu, esas itibarıyla kusurlu sorumluluk ilkesine göre düzenlenmiştir. Bu nedenle yönetim kurulu üyelerinin sorumlu tutulabilmesi için kusurlu bir eylem ya da işlemin kendilerine izafe edilmesi gerekmektedir. Ancak 6762 sayılı TTK’nın 338. maddesi bir kusur karinesi öngörerek yönetim kurulu üyelerinin şirkete verdikleri zarardan dolayı kusurlu olduklarını kabul etmiş; zarardan sorumlu tutulan yönetim kurulu üyelerinin kusursuzluklarını ispatlamak suretiyle sorumluluktan kurtulabilecekleri düzenlenmiştir. Kusursuzluğun ispatı genel hükümlere tabi olmakla birlikte 6762 sayılı TTK’nın 338. maddesi bu konuda bazı özel ölçüler vermiştir. Anılan madde; “Yukarıki maddeler gereğince müteselsil mesuliyeti mucib olan muamelelerde bir kusuru olmadığını ispat eden aza mesul olmaz; hususiyle bu muamelelere muhalif rey vermiş olup keyfiyeti müzakere zaptına yazdırmakla beraber murakıplara hemen yazılı olarak bildiren veyahut mazeretine binaen o muamelenin müzakeresinde hazır bulunmayan aza dahi mesul değildir” hükmünü haizdir. Bu durumda yönetim kurulu toplantısına katılarak alınan karara muhalif kalan üyelerin kusursuz sayılabilmesi için, durumu müzakere zaptına yazdırıp denetçilere yazılı olarak derhal bildirmesi gerekmektedir. Toplantıya katılmayan üyelerin ise kabul edilebilir bir mazerete dayalı olarak toplantıya katılmamaları hâlinde kusursuz sayılacağı kabul edilmektedir. Bu madde ile konulan esaslar sınırlayıcı olmamakla birlikte; yönetim kurulu üyesi kusursuzluğunu başka şekilde de ispat imkânına sahiptir.
Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğunda kusurun ölçüsünün tespiti bakımından yönetim kurulu üyelerinin özen borcunu düzenleyen 6762 sayılı TTK’nın 320. maddesinin atıf yaptığı ve adi şirket ortağının özen borcunu düzenleyen 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı BK) 528/2. maddesine bakılması gerekir. Anılan madde, şirket işlerini ücretle gören ortağın özen borcunun vekilin özen borcu hususundaki hükümlere tabi olduğunu düzenlemektedir. Vekilin özen borcunun düzenlendiği 818 sayılı BK’nın 390. maddesi ise işçinin sorumluluğuna ilişkin aynı kanunun 321. maddesine atıf yapmaktadır. Buna göre 818 sayılı BK’nın 321. maddesi esas itibariyle objektif bir özen ölçüsü aramakla beraber bir yandan da bazı sübjektif unsurlara önem atfetmektedir.
Bu durumda 6762 sayılı TTK’nın 320. maddesi, yönetim kurulu üyelerinin ücret alıp almadıkları ayrımı yapmaksızın 818 sayılı BK’nın 528/2. maddesine atıf yaptığı için yönetim kurulu üyelerinin özen borcu için ücret alıp almadıklarına bakılmaksızın aynı hususların benimsenmesi gereklidir. Buna göre yönetim kurulu üyelerinin özen borcunun belirlenmesinde ölçü, ortalama bilgi ve yeteneğe sahip bir yöneticinin aynı şartlar altında seçeceği hareket tarzına uygun davranan bir yönetim kurulu üyesinin kendinden beklenen özeni göstermesidir (Doğanay, İsmail: Türk Ticaret Hukuku Şerhi, İstanbul, 2004, s. 949). Özen ölçüsü aynı nitelikteki anonim şirket yöneticileri için aynıdır. Aynı nitelik ve büyüklükteki bir anonim şirket yöneticisinin aynı somut olayda göstermesi gereken özeni göstermeyen yönetim kurulu üyesi hem davranışlarında kusurlu sayılır hem de özen borcunu ihlal etmiş olur (Poroy, Reha/ Tekinalp, Ünal/ Çamoğlu, Ersin: Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, İstanbul 2010, s. 297).
Denetim kurulu üyeleri de kanun ve esas sözleşme ile kendilerine yüklenen görevleri gereği gibi yapmak zorundadırlar. Bu husus 6762 sayılı TTK’nın 359. maddesinde; “Murakıplar, kanun veya esas mukavele ile kendilerine yükletilen vazifelerini hiç veya gereği gibi yapmamalarından doğan zararlardan dolayı kusursuz olduklarını ispat etmedikçe müteselsilen mesuldürler. Bu mesuliyet hakkında 309 ve 341 inci maddeler hükümleri tatbik olunur.” şeklinde belirtilmiştir. Görüldüğü üzere denetim kurulu üyelerinin sorumluluğu mahiyeti itibariyle yönetim kurulu üyeleri hakkında 6762 sayılı TTK’nın 336/1. maddesinin 5. bendinde yer alan, gerek kanunun gerek esas sözleşmenin kendilerine yüklediği vazifelerin kasten veya ihmal sonucu yapılmaması hâlinde doğan sorumluluğun aynıdır. Denetim kurulu üyeleri de tıpkı yönetim kurulu üyeleri gibi, kanun veya esas sözleşme ile kendilerine yükletilen bir vazifeyi ihmal ederlerse, bu hususta kusursuz olduklarını ispat etmedikçe sorumluluktan kurtulamazlar.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalıların yönetim ve denetim kurulu üyesi oldukları… Pazarlama A.Ş.’nin 04.01.2000 tarihinde 5.000,00 TL sermaye ile davalılardan …, … ve …’ın da aralarında bulunduğu beş kişi tarafından kurulduğu, şirketin Uzan Grubu şirketlerinden birisi olduğu, şirketin kuruluşundan itibaren hiçbir faaliyetin bulunmadığı, buna rağmen yönetim kurulu tarafından 2001 ve 2003 yıllarında alınan dört ayrı kararla Uzan Grubu şirketlerinden üç değişik şirketin hisselerinin devralındığı, hisse bedellerinin bir kısmının ödendiği bir kısmının ise senet verilerek borçlanıldığı, neticede hisselerin devralındığı tarihler itibariyle şirketin esas sermayesini de kaybederek borca batık durumda olduğu anlaşılmaktadır. Hisselerin devralındığı tarihte yürürlükte bulunan 4389 sayılı Bankalar Kanunu gereğince … tarafından 13.02.2004 tarihli ve 13 sayılı karar ile İmar Bankası T.A.Ş.’nin doğrudan ve dolaylı elinde bulunduğu şirket olduğundan bahisle… Pazarlama A.Ş.’ye ve hissesi devralınan diğer Uzan Grubu şirketlere el konulduğu görülmektedir.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 134. maddesi gereğince… Pazarlama A.Ş.’nin borca batık olması nedeniyle …’nin 13.04.2007 tarihli ve 2007/152 sayılı kararı ile şirketin tasfiyesine ve sicilden terkinine karar verilmiş, anılan Kanun’un aynı maddesi gereğince işbu davaya … tarafından kanuni halef sıfatıyla devam edilmiştir.
Somut olayda davalı yönetim kurulu üyelerine isnat edilen eylemlerden birisi davacı şirketin ortaklarınca ödenen esas sermaye payının, ödeme gücü olmayan Uzan Grubu şirketlerinin hisseleri devralınarak o şirketlere aktarılmasından oluşmaktadır. Davalı denetim kurulu üyelerine isnat edilen eylem ise yönetim kurulunun anılan işlemleri yapması karşısında kanun ve esas sözleşme ile kendilerine yüklenilen görevleri ihmal ettikleri iddiasına dayanmaktadır. Davacı şirket ortaklarınca ödenen sermayenin, davacı şirketin ticari amaçları doğrultusunda, kendi ticari faaliyetleri için kullanılması gerekirken, ticari teamüllere aykırı bir şekilde ve basiretsiz davranmak suretiyle, başka bir şirkete aktarılması, şirket açısından başlı başına bir zarardır.
Hemen belirtilmesi gerekir ki; bir şirketin fiilen herhangi bir faaliyet göstermemesine rağmen menkul kıymet yatırımında bulunması mümkündür. Ancak burada değerlendirilmesi gereken husus davacı şirketin zararda olduğu bir dönemde ödeme gücü olmayan aynı grup içerisindeki şirketlerin hisselerinin devralınarak şirketin borca batık hâle getirilmesidir.
Davalı yönetim kurulu üyelerinin aynı zamanda bazı Uzan Grubu şirketlerinin de yöneticisi oldukları, hissesi devralınan şirketlerin finansal durumlarının kötü olduğunu bilebilecek durumda oldukları dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu itibarla davalı yönetim kurulu üyelerinin hisselerini devraldıkları Uzan Grubu şirketlerinin finansal durumlarının kötü olduğunu bilmeleri gerektiğinin anlaşılması karşısında, davalı yönetim kurulu üyelerinin yukarıda bahsedildiği üzere özen yükümlülüğüne aykırı davrandıklarının ve davalıların eylemiyle şirketin esas sermayesinin hisseleri alınan şirketlere aktarıldığının kabulü gerekmektedir.
Dosya kapsamında bulunan bilirkişi raporu mali incelemeler bölümünde, şirketin faaliyetinin bulunmamasına karşılık iştirak yatırımlarında bulunularak ödemeler yapıldığı ve şirketin borç altına sokulduğu tespit edilmiştir. Bu durum karşısında davacı tarafından zararın varlığının ispat edildiği ve zararın anılan işlemlerin yapıldığı anda gerçekleşmiş olduğu kabul edilmelidir.
Bu durumda davalı yönetim kurulu üyelerine isnat edilen eylem ile zararın gerçekleşmiş olduğu, zarar miktarının ise yapılacak araştırma ile tespit edilebilecek olduğu, davalıların kusur ve sorumluluklarının bulunmadığını ispat edemedikleri takdirde oluşan zarardan sorumlu bulundukları ve yine davalı denetim kurulu üyelerinin sorumluluğunun bu sıfat dikkate alınarak ayrıca değerlendirilmesi gerektiği gözetilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
O hâlde, yerel mahkeme direnme kararının Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulmasına, bozma nedenine göre davacı vekilinin vekâlet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin vekâlet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10.10.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.