Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/3154 E. 2018/1847 K. 04.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/3154
KARAR NO : 2018/1847
KARAR TARİHİ : 04.12.2018

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki asıl davada “borçlu olunmadığının tespiti ve fazla ödenen bedelin istirdadı”; birleşen ilk davada “alacak”; birleşen ikinci davada ise “itirazın ipt….” istemiyle yapılan yargılama sonunda Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesince, asıl davanın ve birleşen ilk davanın kısmen kabulüne; birleşen ikinci davanın ise kabulüne dair verilen 03.06.2015 tarihli ve 2014/1258 E., 2015/377 K. sayılı karar, taraf vekillerince temyiz edilmekle, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 28.04.2016 tarihli ve 2015/10159 E., 2016/4783 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili asıl davada, kardeş olan tarafların 12/01/2009 tarihli hisse devri ve borç tasfiye protokolünün düzenlenip imzalandığını, protokol ve ekleri konusunda taraflar arasında bir çekişmenin bulunmadığını, taraflar arasındaki çekişmenin ve sorunun her üç kardeşce yapılacak ödemelerin hesaplanmasında ortaya çıktığını, mükerrer kayıtlar nedeniyle sözleşmeye esas alınan sözleşme eki hesap tablolarında maddi hata yapıldığını, hatanın sözleşmeye taraf üç kardeşin şahsi mal varlıklarına ilişkin hesap yapılırken sanki diğer kardeşlerde bu mallara ortakmışcasına hesap yapılmasından kaynaklandığını, protokol eki hesap tablosuna göre müvekkilinin ortak borçlar nedeniyle bakiye 407.947,00 USD ödemede bulunması gerektiğinin gözüktüğünü, bunun hesap hatası sonucu yanlış olup doğrusunun 148.238,00 USD olması gerektiğini, aradaki farkın müvekkili aleyhine olarak 259.709,00 USD olduğunu, müvekkilinin olması gereken 148.238,00 USD borcuna karşılık 246.319,00 USD miktarındaki evini satarak bu miktar parayı ortak borçlara mahsuben ödediğini, böylelikle müvekkilinin ortak borçlara mahsuben 98.081,00 USD fazla ödemede bulunduğunu, bu miktardan davalı … …..’in müvekkiline karşı sorumlu olduğunu ileri sürerek, 12/01/2009 tarihli protokole göre müvekkilinin 259.709,00 USD’den borçlu olmadığının tespitine ve ayrıca fazladan ödediği 98.081,00 USD’nin davalı … …..’den istirdatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … …… vekili, müvekkilinin protokolün 5. maddesi gereği bakiye borçların 1.342.954,00 USD’lık kısmından şahsen sorumlu olduğunu, müvekkilinin bu miktar parayı üçüncü şahıslara değil davacılara vermesi gerektiği konusunda çekişme olmadığını, protokolde ve eklerinde ne açık ne de gizli bir hesap hatası olmadığını, bir hata varsa tarafların iradelerinin oluşumuna etken olacağının kabul edilmesi gerektiğini, taksim tarzının sonradan değiştirilmesinin mümkün olmadığını, protokol hükümlerinin büyük ölçüde taraflarca yerine getirildiğini, müvekkilinde protokoldeki edimlerini yerine getirdiğini, artık hata nedeniyle protokolün geçersizliğini ileri sürmenin TMK’nın objektif iyi niyet kuralına aykırı olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Birleşen ilk davada davacı (Şeref ……) vekili taraflar arasındaki 12/01/2009 tarihli protokolün 5.maddesi gereğince davalı …’in uhdesinde olan 5 adet İzi Süt A.Ş. senetlerinin davalı tarafından cirolanıp müvekkiline verileceğinin ve ayrıca adı geçen davacının bankada bulunan 108.000,00 TL .yi de davacıya vereceğinin kararlaştırılmasına rağmen davalının 5 adet bonodan yalnızca bir adet bonoyu ciro edip müvekkiline verdiğini, ancak toplam 4 adet toplam 782.000,00 TL bedelli bonoları müvekkiline vermediğini, böylelikle davalı …’in toplam 890.000,00 TL miktarında borcunun olduğunu iddia ederek, bu miktarın vade veya temerrüt tarihinden itibaren avans faizleriyle birlikte davalı …’den tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili, dava konusu miktarın ortak borçların ödenmesine tahsis edildiğini belirterek, davanın reddini istemiştir.
Birleşen ikinci davada davacılar vekili, tüm taraflar arasındaki 12/01/2009 tarihli hisse devri ve borç tasfiye protokolünün 4. maddesine göre ….. Altın Döviz A.Ş. ile müvekkili davacı …’in üçüncü kişilere (piyasaya) olan tarafların da ortak borç olarak kabul ettikleri borçların toplam bakiye miktarının belirlendiğini, protokolün 5. maddesi ile davalı … ……’in bakiye 1.342.954,00 USD borcunun kaldığının belirlendiğini, protokol ve eklerinde taraflar arasında bir çekişmenin olmadığını, taraflar arasındaki çekişmenin sadece yapılacak ödemelerin hesaplanmasındaki mükerrer kayıtlara dayalı maddi hatalardan kaynaklandığını, müvekkillerinin protokoldeki maddi hatalar düzeltilip doğru hesaplama yapıldığında müvekkillerinin davalı … ……’den 728.645,00 USD alacaklı olduklarını, bu alacağın davalı …’den tahsili için müvekkilleri tarafından giriştikleri icra takibine davalının haksız yere itiraz etmesi nedeniyle icra takibinin durduğunu ileri sürerek, itirazının ipt….ne ve icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir.
Davalı vekili, davanın usul ve esas yönünden reddini savunmuştur.
Mahkemece, asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne dair verilen karar Dairemizce bozulmuş, bozmaya uyulmuş, tarafların kardeş oldukları, yıllardır altın ve döviz sektöründe ortak işler yaptıkları, bir kısım şirketlerin ortakları oldukları, davadan önceki son dönemde tarafların ortağı olduğu ….. Altın Döviz A.Ş. üzerinden davacı …’in piyasaya borçlandığı, tüm alacaklıların borçlu olarak adı geçen şirketi ve davacıyı muhatap olarak bildikleri, davacı … ile davalı … ……’in piyasaya her hangi bir muhatap oldukları bir borçluluklarının/borçlarının/ muhataplıklarının olmadığı, bir yanda davacılar … ve … diğer yanda davalı … olmak üzere tarafların arasının açıldığı, tarafların bir araya gelerek 12/01/2009 tarihli protokolü ve ekindeki hesap tablosunu imzaladıkları, protokol ile tarafların şirketlerdeki ortaklık ilişkilerine son verme şekil ve şartlarını belirleyerek tarafların borcu olmakla birlikte görünürde yalnızca davacı … ile ….. A.Ş. üzerine görünen piyasaya olan borçlarının ödenme yöntem ve miktarlarının kararlaştırıldığı, (iç ilişkideki alacak ve borçlarını ve ayrıca dış ilişkideki borçlarını ve kalan dış ilişkideki borçların nasıl ödeneceğini belirledikleri), hesap tablosundaki ortak hesaba katkı olarak verilen şahsi mal varlığı değerlerinin kendi payına düşen 1/3 değeri kendisinin alacak hanesindeki sonuç rakamdan düşülerek sorumlulukların belirlenmesi gerektiği, ortak hesabın iç ilişkisinde ortak hesaptan alacağının 2.027.140,00 USD olduğu, iç ilişkide davalı …”in ortak hesaba 2.426.326,00 USD borcu kaldığı, protokoldeki hesaplamada alacak hanesine 2 birim yerine 3 birim alacak yazıldığından ve bu husus maddi hataya dayalı olup yanlış olduğundan protokole göre davalının ortak hesaba borcunun 1.342.954,00 USD olmayıp 2.426.326,00 USD olduğu, iç ilişkide davacı …’in ortak hesaba 710.818,00 USD borcu kaldığı, davacı …’in iç ilişkideki ortak hesaba olan toplam borcunun 852.818,00 USD olduğu, ortak hesabın iç ilişkisinde davacı … ortak hesaba 3.014.370,00 USD borçlu olduğu, iç ilişkide davacı …’in ortak hesaba 796.367,00 USD borcu kaldığı, protokoldeki hesaplamada alacak hanesine 2 birim yerine 3 birim alacak yazıldığından ve bu husus maddi hataya dayalı olup yanlış olduğundan protokole göre davacı … ‘in ortak hesaba borcunun 210.873,00 USD olmayıp 796.367,00 USD olduğu, davalı S.Şeref …..’in ortak hesaba ödemesi gereken borcu 1.342.954,00 USD olmayıp 2.426.326,00 USD olduğu, davacı …’ in borcunun 796.367,00 USD olduğu, 19.000,00 USD’lik Ramazan Özşahin isimli kişiye yapılan ödemenin protokol eki hesap tablosunda geçmeyen bir kişi ile ilgili olduğundan (Ramazan Özşahin isimli kişi 62 kişilik listede ismi olmayan bir kişi olduğundan) bu ödemenin nazara alınamayacağı gerekçesiyle asıl birleşen ilk davanın davaların kısmen, birleşen ikinci davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1-Asıl ve birleşen davalar, 12/01/2009 tarihli hisse devri ve borç tasfiye protokolünden kaynaklanan menfi tespit, istirdat, alacak ve itirazın ipt…. istemine ilişkin olup, taraflar arasındaki öncelikli ve asıl uyuşmazlık, davaya dayanak yapılan protokoldeki borç rakamlarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı başka bir deyişle eki hesap tablolarında rakamsal olarak bir hatanın bulunup bulunmadığı, varsa bu hatanın maddi hata mı yoksa esaslı bir hata mı olduğu noktasında toplanmaktadır. Mahkemece, uyuşmazlığın özel ve teknik bilgiyi gerektirmesi düşüncesiyle bilirkişi kurulu asıl ve ek raporu alınmasına rağmen bu raporlara itibar edilmeyerek sonuçta davaya dayanak protokoldeki borç rakamlarının maddi hataya dayalı olduğu kabul edilerek asıl ve birleşen ilk davanın kısmen, birleşen ikinci davanın ise kabulüne karar verilmiştir.
Oysa, taraflar arasındaki yapılan ve hisse devri ve borç tasfiye protokolünde yapılacak ödemeler başlıklı 5’inci maddesinde, S.Şeref …..’in borcu 1.342.954 USD olarak tespit edilmiş, mahkemece yapılan hesaba göre anılanın ortak hesaba olan borcu 2.426.326 USD olarak belirlenmiş ve sonuçta anılan bu ortağın ortak hesaba borcu 1.707.747 USD olarak kabul edilmiş olup, aradaki bu kadar rakamsal farklılıkta nazara alınarak alacak ve borçlar belirlenirken hesap hatası yapıldığının, diğer bir deyişle hatanın maddi yada hesap hatası olarak kabulü ilkesel olarak mümkün değildir. Gerek mülga 818 sayılı BK’nun 24’üncü maddesi gerekse 6098 sayılı TBK’nın 31’inci madde hükümleri nazara alındığında mahkemenin kabulünün aksine hatanın esaslı bir hata olduğu hususunun kabulü gerekir.
Bu durumda, mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda davaya dayanak yapılan protokolde ve eki hesap tablolarında yapıldığı iddia edilen hatanın maddi hata olarak kabulünün mümkün olmadığı ilke olarak kabul edilerek asıl ve birleşen ikinci davanın bu çerçevede ele alınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanlış ilkeye ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı olarak asıl ve birleşen ikinci davada yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, asıl ve birleşen ikinci davada kararın davalı yararına bozulması gerekmiştir.
2-Birleşen ilk davaya yönelik davacı vekilinin temyizine gelince, davaya dayanak yapılan protokolün mükerrer 5/son maddesi “Cavit Nalcacıgil, kendi adına tanzim edilen 5 adet İzi Süt senetlerinin tamamını ciro edip …… Nalcacıgil’e teslim edecektir. Ayrıca bankada bulunan 108.000 TL’yi de Şeref Nalcacıgil’e teslim edecektir” hükmünü haiz olup, anılan hüküm mahkemece bir bütün olarak değerlendirilmesi gereği gözardı edilerek 108.000 TL yönünden istemin kabulüne karar verildiği halde işbu davanın isabetli olmayan gerekçelerle senetler yönünden reddi de doğru görülmemiş, kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.
Öte yandan, davaya dayanak protokolde imzası olan tanıkların mahkemece, dinlenilmesine rağmen beyanlarına itibar edilmemiş ise de, esasen protokolde imzası olan tanıklar taraflarca bir nevi delil sözleşmesine konu edinilmiş olup, beyanları ancak yazılı belge ile çeliştiği ölçüde beyanlarına itibar edilemeyeceğinin de mahkemece gözardı edilmesi doğru görülmemiş, kararın bu yönden dahi asıl davada ve birleşen ikinci davada davalı, birleşen ilk davada davacı yararına bozulması gerekmiştir.
3-Bozma neden ve şekline göre, asıl davada davacı, birleşen ikinci davada davacılar vekilinin tüm, asıl ve birleşen ikinci davada davalı, birleşen ilk davada davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Esas sayılı dosya davacısı … vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava, borçlu olunmadığının tespiti ve fazla ödenen bedelin istirdadı; birleşen ilk dava, alacak; birleşen ikinci dava ise, itirazın ipt…. istemine ilişkindir.
Asıl dosya davacısı … vekili; tarafların 12.01.2009 tarihli hisse devri ve borç tasfiye protokolünü düzenleyip imzaladıklarını, ancak sonrasında her üç kardeşçe yapılacak ödemelerin hesaplanmasında sorunların ortaya çıktığını, mükerrer kayıtlar nedeniyle sözleşmeye esas alınan sözleşme eki hesap tablolarında maddi hata yapıldığını, hatanın sözleşmeye taraf üç kardeşin şahsi mal varlıklarına ilişkin hesap yapılırken sanki diğer kardeşler de bu mallara ortakmış gibi hesap yapılmasından kaynaklandığını, müvekkilinin olması gereken ortak borcunun yanlış hesaplama neticesinde daha fazla çıktığını, bu nedenle davacının evini satarak borcu ödemek zorunda kaldığını ileri sürerek müvekkilinin borçlu olmadığının tespiti ile fazla ödenen miktarın istirdadına karar verilmesini talep etmiştir.
Asıl dosya davalısı … vekili; protokolde ve eklerinde ne açık ne de gizli bir hesap hatası olmadığını, bir hata varsa tarafların iradelerinin oluşumuna etken olacağının kabul edilmesi gerektiğini, taksim tarzının sonradan değiştirilmesinin mümkün olmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Birleşen 2009/808 Esas sayılı dosya davacısı … vekili; protokolün 5. maddesi gereğince davalı …’in uhdesinde olan 5 adet İzi Süt A.Ş. senetlerinin davalı tarafından cirolanıp müvekkiline verileceğinin ve ayrıca adı geçen davacının bankada bulunan 108.000,00 TL’yi de davacıya vereceğinin kararlaştırılmasına rağmen davalının 5 adet bonodan yalnızca bir adet bonoyu ciro edip müvekkiline verdiğini, ancak 4 adet toplam 782.000,00 TL bedelli bonoları müvekkiline vermediğini, böylece davalı …’in toplam 890.000,00 TL borcunun olduğunu ileri sürerek bu borcun davalı …’ten tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Birleşen 2009/808 Esas sayılı dosya davalısı … vekili; dava konusu miktarın ortak borçların ödenmesine tahsis edildiğini ifade ederek davanın reddinin gerektiğini beyan etmiştir.
Birleşen 2010/186 Esas sayılı dosya davacıları … ve … vekili; taraflar arasındaki çekişmenin yapılacak ödemelerin hesaplanmasındaki mükerrer kayıtlara dayalı maddi hatalardan kaynaklandığını, protokoldeki maddi hatalar düzeltilip doğru hesaplama yapıldığında müvekkillerinin davalı …’ten alacaklı olduklarını ve bu alacağın davalı …’ten tahsili için davacılar tarafından icra takibi başlatıldığını, ancak bu icra takibinin davalının haksız itirazı nedeniyle durduğunu ileri sürerek haksız olarak yapılan itirazın ipt…. ile davalının % 40’den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına mahkûm edilmesini talep etmiştir.
Birleşen 2010/186 Esas sayılı dosya davalısı Şeref Şerafeddin ….. vekili; davanın usul ve esas yönünden reddinin gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkemece 04.04.2013 tarihli ilk kararda; toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporlarına göre; hesap tablosundaki ortak hesaba katkı olarak verilen şahsi mal varlığı değerlerinin paya düşen 1/3 değerinin alacak hanesindeki sonuç rakamdan düşülerek sorumlulukların belirlenmesinin gerektiği, protokoldeki hesaplamada alacak hanesine 2 birim yerine 3 birim alacağın yazıldığı ve bu hususun maddi hataya dayalı olduğu, bu durum göz önüne alındığında maddi hatanın giderilmesi amacıyla yeniden bir hesaplama yapıldığı ve gerçek borçların tespit edildiği, bununla birlikte 19.000,00 USD’lik Ramazan Özşahin isimli kişiye yapılan ödemenin protokol eki hesap tablosunda geçmeyen bir kişi ile ilgili olduğu, dolayısıyla bu ödemenin dikkate alınmayacağı gerekçesiyle protokol ve eklerine göre davacı …’in davalı …’e vereceği 108.000,00 TL ortak hesap harici bir paranın bulunduğu, hâl böyle olunca bu miktarın adı geçen davacıdan tahsili ile davalıya verilmesinin, davalının 782.000,00 TL tutarlı 4 adet bono ile ilgili davasının reddinin ve davacıların itirazın ipt…. davalarının kabulünün gerektiği, ne var ki gerekçe ile kısa kararda çelişki olduğu, ancak gerekçeli karardaki hükmün kısa karara aykırı olamayacağı belirtilerek asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün taraf vekillerince ayrı ayrı temyiz edilmesi üzerine;
Özel Dairece (11. Hukuk Dairesi) 23.09.2014 tarihli ilk bozma kararında; gerekçe ile hükmün birbiriyle çeliştiği belirtilerek yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Yerel Mahkemece Özel Dairenin bozma kararına uyulmuş ve yapılan yargılama neticesinde 03.06.2015 tarihli ikinci kararda; taraflar arasında 12.01.2009 tarihli protokolün ve ekindeki hesap tablosunun imzalandığı, protokol ile davacı … ve ….. A.Ş. üzerinde görünen piyasaya olan borçların ödenme yöntem ve miktarlarının kararlaştırıldığı, ancak hesaplama sırasında maddi hatanın meydana geldiği ve bu hatanın yeniden yapılan hesaplama ile düzeltildiği, bununla birlikte 19.000,00 USD’lik Ramazan Özşahin isimli kişiye yapılan ödemenin protokol eki hesap tablosunda geçmeyen bir kişi ile ilgili olduğu, dolayısıyla bu ödemenin değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle asıl davanın ve birleşen ilk davanın kısmen kabulüne, birleşen ikinci davanın ise kabulüne karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin ayrı ayrı temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece Özel Dairenin bozma kararına karşı 19.07.2017 tarihli üçüncü (direnme) kararda; hâkimin en iyi bilirkişi olduğu, konunun hâkimlik mesleği ile çözülebilecek nitelikte bulunduğu, taraflar arasındaki temel çekişmenin protokolün 5. maddesinde bahsi geçen şekliyle “ekteki hesap tablosu” diye belirtilen tablo olduğu, davalarda protokol hükümlerinin uygulanmasının ve sözleşmenin ifasının istenildiği, tarafların fesih taleplerinin bulunmadığı, hesap tablosundaki hatanın sözleşmeye etki edecek nitelikte bir hesap hatası olmadığı ve çok basit bir hesap hatası ile hesaplamanın yapıldığı, 818 sayılı Borçlar Kanunu ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun ilgili hükümleri birlikte değerlendirildiğinde sözleşme ve eklerinde maddi hata denilebilecek nitelikte tashihi her zaman mümkün olan hesap hatasının yapıldığının anlaşılacağı, Özel Daire bozma kararında hatanın neden hesap hatası değil de esaslı hata olduğuna ilişkin bir açıklamasının bulunmadığı, davalı …’in sözleşmeye göre üstlendiği edimin belli olduğu, bu edimin de mevcut borçların 1/3’ünün davalı … tarafından finanse edilmesi olarak kabul edildiği, bu konuda bir çekişmenin de olmadığı, dolayısıyla artık davalının, “hata yapıldığını bilseydim sözleşmeyi imzalamazdım” şeklindeki beyanının iyi niyet kurallarına aykırı olduğu, gerek protokolde gerek eklerinde gerekse tarafların aşamalardan beri dile getirdikleri beyanlarında esaslı bir hatanın varlığını gerektirir bir durumun bulunmadığı, yine protokol ve eklerinde pek çok edimin yerine getirildiği, üçüncü kişilere karşı dahi protokol gereğince edimlerin çoğunun ifa edildiği, hâl böyle olunca hesap hatasının esaslı hata olduğunu kabul etmenin hakkın kötüye kullanımını teşkil edeceği, bu itibarla bozma kararının 1. bendine direnilmesinin gerektiği; öte yandan Şeref vekilinin 04.04.2013 tarihli celsede beyanda bulunduğu, bu beyana göre bonolar ile bankadaki 108.000,00 TL’nin farklı olduğu, dolayısıyla sözleşme hükmünün artık bir bütün olarak ele alınması gerektiğinden söz edilemeyeceği, bu hâliyle bozma kararının 2. bendinin 1. paragrafının yerinde olmadığı; bununla birlikte yargılama sırasında bir kısım taraf tanıklarının dinlendiği, ancak bu tanıkların dinlenmesinden önce tanık deliline rızalarının olup olmadığının taraf vekillerine sorulmadığı anlaşılmakta ise de, bu hususun taraf vekillerine sonradan da olsa hatırlatıldığı, taraf vekillerinin dinlenmiş veya dinlenecek tanıklara rızalarının olmadığını bildirdikleri veya tanık dinlenmesine açıkça rızalarının olduğunu ifade etmedikleri değerlendirildiğinde tanık delilinin hükme esas alınmasının doğru olmayacağı kanaatine varıldığı, kaldı ki taraflar arasında delil sözleşmesi ya da tanık delili sözleşmesi olduğuna ilişkin herhangi bir sözleşmenin, sözleşme maddesinin veya belge ve iddianın bulunmadığı, protokolde isim ve imzaları bulunan kişilerin sadece tanık oldukları, yazılı belge varken taraflar yakın akraba bile olsalar artık tanığın delil olarak kabul edilemeyeceği, tarafların kardeş olmaları ve mevcut yazılı belge karşısında davada tanık dinlenmesinin de mümkün bulunmadığı, dolayısıyla bozma kararının 2. bendinin 2. paragrafının da uygun bulunmadığı belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı asıl dosya ve birleşen 2010/186 Esas sayılı dosya davalısı, birleşen 2009/808 Esas sayılı dosya davacısı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
-818 sayılı BK’nın 24. maddesi ile 6098 sayılı TBK’nın 31. maddesi dikkate alındığında; asıl dava (2009/623 Esas sayılı dosya) ve birleşen ikinci dava (2010/186 Esas sayılı dosya) yönünden 12.01.2009 tarihli Hisse Devri ve Borç Tasfiye Protokolü’ne ekli hesap tablosunda yer alan rakamlardaki hatanın hesap (maddi) hatası mı yoksa esaslı hata mı olduğu,
-Birleşen ilk dava (2009/808 Esas sayılı dosya, ilk bozma kararı sonrası 2014/1258 Esas sayılı dosya) yönünden 12.01.2009 tarihli Hisse Devri ve Borç Tasfiye Protokolü’nün mükerrer 5/son maddesi uyarınca 108.000,00 TL konusunda kabul kararı veren yerel mahkemenin, senetler bakımından ise davanın reddine karar vermesinin doğru olup olmadığı,
-Somut olayda, 12.01.2009 tarihli Hisse Devri ve Borç Tasfiye Protokolü’nde imzası bulunan tanıkların protokole aykırı düşmeyen beyanlarının hükme esas alınıp alınamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
Konunun aydınlatılması için öncelikle iradeyi sakatlayan nedenler ve bu bağlamda esaslı hata kavramı üzerine durulmasında yarar bulunmaktadır.
Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir. Bu tanım geniş anlamda irade bozukluğunu ifade etmektedir. Aslında dar ve teknik anlamda irade bozukluğu yalnız işlem iradesinin oluşumu safhasında ortaya çıkan bozukluklarla ilgilidir. Oysa geniş anlamda irade bozukluğunun içine irade beyanındaki bozukluklar da girmektedir. Doktrin ve uygulamada irade bozukluğu kavramı geniş anlamda kullanılmaktadır.
Geniş anlamda irade bozukluğu birbirinden ayrı iki olguyu içine almaktadır. Bunlardan birincisi teknik ve gerçek anlamdaki irade bozukluğudur. Bu tür irade bozukluğunda işlem iradesi daha oluşum safhasında sakatlanmaktadır. Başka bir değişle burada taraflardan birini belirli bir sözleşme yapmaya sevkeden iradenin kendisi sakat ve bozuk bir şekilde oluşmaktadır. Söz konusu bozukluk işlem iradesinin oluşumunda olabileceği gibi, beyan iradesinin oluşumunda da olabilir. İradenin oluşumundaki bozukluk genel olarak saik yanılması, aldatma, korkutma gibi hâllerde görülür. Bu tür bozuklukta iradesi sakatlanan kişinin beyanı, iradesine uygundur. İrade ile beyan arasında bir uygunsuzluk söz konusu değildir.
İrade bozukluğunun ikinci türü beyandaki sakatlığı ifade eder. Burada sözleşme iradesi tam, doğru ve sağlıklı bir şekilde oluşmuş, yalnız bu, muhataba bildirilirken beyanda bir sakatlık meydana gelmiş ve böylece beyan, iradeden sapmış, sözleşme iradesi ile beyan arasında bir uygunsuzluk ortaya çıkmıştır (Eren, F.:Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s.391).
Beyan bazen, iradeye uygundur; fakat irade oluştuğu sırada sakatlanmıştır. İradeyi etkileyen saikler kural olarak göz önünde tutulmazlar, yani bunlar beyanın geçerliliğine zarar vermezler. BK. 24/II, bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Akdin yalnız saiklerine taallûk eden hata esaslı değildir.” Başka bir deyimle, bir kimsenin kararı yönünden önemli bir olayı yanlış telâkki etmesi esaslı yanılma sayılamaz. Fakat karar alınması safhasında ortaya çıkan bazı önemli sakatlıkların, gayrı tabiiliklerin, yasaca göz önünde tutulmaması da doğru olmazdı. Borçlar Kanunu işte iradeyi oluşması sırasında bozan bu nedenlerden bazılarını, yani aldatma (hile), korkutma (ikrar) ve sözleşmenin temelini ilgilendiren saiklerdeki yanılma (hata) yı düzenlemek zorunda kalmıştır.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nda olduğu gibi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da iradeyi sakatlayan haller konusunda yasal düzenlemelere gidilmiştir.
İradeyi bozan sebeplerden ilki olan aldatma (hile), TBK’nın 36. maddesinde düzenlenmiştir. Burada taraflardan birisinin, sözleşmeyi yapmak için aldatılması söz konusu olmaktadır. Diğer bir anlatımla sözleşmeyi yapan kişide kasten yanlış bir kanaat uyandırılmaktadır. Yanlış kanaat mevcut ise bu kez bu kanaati koruma veya sürdürme ortaya çıkmaktadır.
Aldatmayı oluşturan yanılma, bir saik yanılması olduğu gibi, sonuçları yönünden de genel yanılmadan, özellikle kusur ve tazminat yönünden ayrılmaktadır. Gerçekten, aldatmada aldatılanın yanılması, kendi kusuruna dayansa bile, sözleşmeyi iptal ettiği taktirde, bundan karşı taraf (aldatan) aleyhine doğan zararı tazmin borcu doğmaz. Aksine aldatanın kusuru, aldatılan lehine tazminat alacağı doğurabilir (Eren, s.413).
Aldatmanın olabilmesi için aldatma fiilinin, aldatma kastının ve sebep sonuç (illiyet bağı) ilişkisinin bulunması gerekir. İspat yükü ise aldatılan tarafa aittir.
İradenin bozulmasını sağlayan diğer bir sebep korkutmadır. Korkutmada taraflardan biri, diğer tarafa bir hukuki işlemi yapmaması hâlinde, kendisinin veya yakınlarından birinin bir kötülüğe uğrayacağını bildirir. Bir kimsenin, diğer tarafı sözleşme yapmaya sevketmek amacıyla bilerek onda korku yaratmasına veya mevcut bir korkudan yararlanmasına korkutma denir (Eren, s.418).
Yani, korkutma, bir kimsenin başka bir surette yapmayacak olduğu bir hukuki işlemi, bir kötülüğün başına gelmekte olduğunu göstererek yapmasına neden olan ürkütülmedir (Tunçomağ, s.362).
Korkutma, TBK’nın 37. vd maddelerinde düzenlenmiştir. Korkutmanın söz konusu olabilmesi için sözleşmeyi yapan kimseye veya yakınlarına yönelmiş bir tehlikenin bulunması, ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğmuş olması, korkutma eyleminin hukuka aykırı olması ve korkutma ile sözleşmenin kurulması arasında illiyet bağının bulunması gerekir.
Öte yandan iradenin bozulmasını sağlayan son sebep ise yanılma, diğer bir ifade ile hatadır.
Dar anlamda yanılma, bir durum veya olay, kısaca gerçek hakkında bilinçli olmayan yanlış ya da eksik tasavvurdur. Yanılmada, tasavvur edilen şey, gerçeğe uymamaktadır. Geniş anlamda yanılma, bir olay veya durum hakkında bilgisizliği de içerir. Gerçekten, geniş anlamda yanılmada dar anlamda yanılma yanında daimi bilgisizlik de söz konusu olur. Bilgisizlik, bir olay ve durum veya gerçek hakkında bilgi yokluğunu ifade eder. Bilgisizlikle dar anlamda yanılma hukuken bir (eşit) tutulur ve ikisi birlikte geniş anlamda yanılmayı meydana getirir. Bu sebeple, bir olay veya duruma ilişkin düşünce ve tasavvurun doğruluk ve gerçekliği hakkındaki şüphe, yanılmayı ortadan kaldırır. Zira belirli bir durum veya olay hakkındaki şüphe, onun doğru olmadığı ihtim….ni de içerir. Aynı şekilde, bilinçli olarak gerçeği bilmeme de yanılma değildir. Çünkü bir olay ve durum veya gerçek hakkında bilinçli olarak bilgi sahibi olmayan, kesin bilgisizliğinin bilincinde olan bir kimsenin yanılmasından söz etmek mümkün değildir. TBK. m. 30 vd.nda hükme bağlanan yanılma kavramından bilgisizliği de içine alan geniş anlamdaki yanılmayı anlamak gerekir (Eren, s.393-394).
Yanılma, her günkü yaşayışımızda kendini gösteren bir tezahürdür. Bizim bir şey hakkındaki düşüncemiz o şeyin gerçek durumuna uygun olmadığı, yani bizim inandığımız, kabul ettiğimiz durum, gerçekte başka türlü olduğu taktirde, yanılma vardır (Tunçomağ, s.335).
Bizi burada ilgilendiren yanılma, hukuki işlem meydana getirmek için açıklanmış bir irade beyanının konusunda düşülen yanılmadır. Bu hâlde, bir kimse dikkatsizlikle, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunmakta ve böylelikle iradesini sakatlamaktadır (Tunçomağ, s.335).
Yanılma günlük hayatta sık rastlanan bir olaydır. Yanılmanın çeşitli türleri vardır. Zaman yönünden yanılma türleri, geçmişteki, hâldeki ve gelecekteki bir olay veya duruma ilişkin yanılma olmak üzere üçe ayrılır. Ayrıca yanılmanın hukuki ve fiili yanılma şeklinde ikiye ayrılması mümkündür. TBK. m. 30 “esaslı yanılma”, “esaslı olmayan yanılma” ayrımını yapmaktadır. Sözü geçen maddeye göre sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz. Buna karşılık esaslı olmayan yanılmada sözleşmenin geçerliliği kesin olup, burada yapılan sözleşmeyi iptal edemez. Esaslı yanılma, Türk Borçlar Kanunu’nda tanımlanmış olmamakla birlikte, TBK. m.31/I, bent 1 – 5’te ve 32’de bunun örnekleri sayılmıştır. Sözü geçen 31/I. maddede 5 bentte sayılan esaslı yanılma hâlleri beyan yanılması iken, 32. maddede düzenlenen esaslı yanılma hâli nitelikli saik yanılması, yani temel yanılmasıdır.
Türk Borçlar Kanununun esas aldığı yanılma hâlleri bir başka açıdan “esaslı yanılma” ile “saik yanılması” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Türk Borçlar Kanunu, hukuki işlemlerde güven ilkesi sebebiyle kural olarak yalnız beyan yanılmasını esaslı yanılma saymıştır. Bununla birlikte Kanun koyucu, hakkaniyet ve adalet duygularını dikkate alarak istisnai hâllerde saik yanılmasını da kabul etmiştir. Gerçekten, Türk Borçlar Kanunu hukuken önem arzeden saik yanılmasını üç hâlde düzenlemiştir. Bunlar; temel yanılması, aldatma ve gabin hâlleridir (Eren, s.394).
Esaslı hata 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda tanımlanmadığı gibi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda da esaslı hataya yönelik bir tanıma yer verilmemiştir. Ancak Kanunun 24. maddesinde esaslı hatayı belirlemeye yarayacak bazı dayanaklara yer verilmiştir.
Doktrinde yazarlar esaslı hatayı şöyle tarif etmektedirler: “İrade ile beyan arasındaki fark beyan sahibi tarafından bilinseydi, beyanda bulunmayacağı kabul edilebilecek derecede önemli ise yanılma esaslıdır.” (Tunçomağ, s.337).
6098 sayılı TBK’nın “Yanılma hâlleri” genel başlıklı “Açıklamada yanılma” alt başlıklı 31. maddesinde;
“Özellikle aşağıda sayılan yanılma hâlleri esaslıdır:
1. Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa.
2. Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa.
3. Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa.
4. Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için iradesini açıklamışsa.
5. Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa.
Basit hesap yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile
yetinilir.”
düzenlemesine yer verilmiştir.
Aynı Kanunun “Yanılma hâlleri” genel başlıklı “Saikte yanılma” alt başlıklı 32. maddesi;
“Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.”
Hükmünü düzenlemiştir.
Saik yanılması, yanılmanın belirli bir kimseyle belirli içerikte bir sözleşme yapma iradesinin gerçeklere uymayan, yanlış tasavvurlar sonunda sakat oluşmasıdır. Saik yanılması, işlem iradesinin oluşumundaki yanılmadır (Eren, s.394).
Saik yanılması, sözleşme içi bir unsura ilişkin olabileceği gibi, sözleşme dışı bir unsurla da ilgili olabilir. Sözleşme içi unsura ilişkin yanlış tasavvur, “nitelik yanılması” olarak adlandırılır (Eren, s.396).
Sözleşme dışı unsurlara ilişkin saik yanılmasında ise, sözleşme yapan kişi, sözleşmeye konu şeyin yanlış olarak belirli bir tarzda kullanılabileceğini zannetmekte, oysa gerçek durum böyle olmamaktadır (Eren, s.396).
TBK. m. 32’ye göre, saik yanılması esaslı yanılma değildir; bu sebeple de sözleşmenin geçerliliğini etkilemez. Karşı taraf, saik yanılmasını bilse bile sonuç değişmez. Bu kuralın üç istisnası vardır. Birinci istisna, TBK. m. 36’ya göre aldatma, ikinci istisna TBK. m. 32’de düzenlenmiş bulunan temel yanılması, üçüncü istisna ise ölüme bağlı tasarruflarda görülür. Gerçekten, saik yanılması ölüme bağlı tasarrufun, özellikle de vasiyetnamenin ipt…. sonucunu doğurur (Eren, s.397).
Türk Borçlar Kanunu m. 30’a göre, sözleşmelerde yalnız esaslı yanılma önem ifade eder. Buna karşılık esaslı olmayan yanılma, sözleşmenin geçerliliği üzerinde bir etkiye sahip değildir. TBK. m. 32’nin ilk cümlesi saik yanılmasını esaslı yanılma olarak kabul etmemiştir. Ancak, burada söz konusu olan “adi saik yanılması”dır. Buna karşılık, aynı maddede temel yanılması denilen nitelikli saik yanılması, esaslı yanılma sayılmıştır. TBK. m. 31/I’da 5 bent hâlinde esaslı yanılma teşkil eden hâller sayılmıştır. Ancak, bu sayma sınırlayıcı nitelikte olmayıp, sadece örnek niteliğindedir. Bu nedenle bunlara benzer durumlar da esaslı beyan yanılması olarak kabul edilebilir. TBK. m. 32’de ise, beyan yanılması değil, nitelikli saik yanılması, yani temel yanılması, bir esaslı yanılma hâli olarak düzenlenmiştir.
Yanılmadaki esaslılık unsuru, bir görüşe göre sübjektif olarak değerlendirilmelidir. Buna göre beyan sahibinin, beyanının anlamını doğru olarak anlaması hâlinde, böyle bir beyanda bulunamayacağı kabul edildiği taktirde irade ile beyan arasındaki uygunsuzluk esastır. Buna karşılık objektif görüşe göre esaslılık unsuru, sübjektif değil, objektif ölçülere göre yorumlanmalıdır. Esaslılık unsuru iş çevrelerindeki hâkim ve geçerli görüşe, makûl değerlendirmelere göre tespit edilmelidir (Eren, s.399).
Genel olarak, bir kimse genellikle dikkatsizlik sonucu gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunur. Fakat yanılarak beyanda bulunan kimsenin yasa tarafından korunması için, yanılmanın mazur görülebilir mahiyette olması gerekmez. Gerekli olan, yanılmanın esaslı olmasıdır. Şu hâlde, esaslı yanılma, yanılmanın mahiyetiyle değil, fakat yasa tarafından kendisine bir iptal (bozma) hükmü bağlanması ile ilgilidir (Tunçomağ, s.336).
Esaslı yanılma ister beyan yanılması, ister temel yanılması şeklinde nitelikli saik yanılması olsun, sözleşmenin ipt….ni isteme hakkı verir. Türk Borçlar Kanunu’nda esaslı yanılmanın unsur ve kriterlerini hükme bağlayan norm, TBK. m. 32’dir. Burada düzenlenen unsur ve ölçüleri içeren her yanılma, ister beyan yanılması, ister saik (temel) yanılması olsun esaslı yanılmadır. Kanun koyucunun TBK m. 31’de beyan yanılmalarını düzenlemiş olmasının sebebi, bunların günlük hayatta ve uygulamada kendilerine en sık rastlanan yanılma hâlleri olmasıdır. Burada ayrıca belirtelim ki, her beyan yanılması mutlaka esaslı yanılma değildir. TBK. m. 31/I’in 1-5 bentlerindeki unsur ve ölçüleri içermeyen beyan yanılmaları, ilke olarak esaslı yanılma sayılmaz. Bunlar dışındaki bir beyan yanılmasının esaslı yanılma sayılması için, bunun TBK. m. 32’deki unsur ve ölçüleri taşıması gerekir. Durum, TBK. m. 32’nin birinci cümlesi dışındaki ölçü ve unsurları taşıdığı zaman esaslı yanılma, başka bir değişle temel yanılması olur. Şu hâlde, beyan yanılmaları ilke olarak; saik yanılmaları ise istisnai olarak esaslı yanılmadır. Sonuç olarak, objektif ve sübjektif yönden esaslılık unsurlarını taşıyan ve TBK. m. 31/I, 1-5 ile bunlar dışında kalan beyan yanılmaları ve TBK. m. 32’ye göre nitelikli saik yanılmaları esaslı yanılmadır (Eren, s.399).
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) esaslı yanılma hâlleri ayrı ayrı belirtilmiştir.
Bunlardan ilki sözleşmenin niteliğinde yanılmadır.
Burada yanılan taraf işlem iradesine uygun bir sözleşme yapmak istemekte, ancak yanlışlıkla kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamaktadır (TBK. m.31/I-bent 1). Böylece görünüşte kurulan sözleşme türü ile kurulmak istenilen sözleşme türü, hukuki nitelik ve içeriği itibariyle birbirinden farklıdır. Sözleşmenin tipinde bir yanılma vardır.
Sözleşme yapma iradesine sahip olmayan, bu sebeple de herhangi bir sözleşme yapmak istemeyen bir kimsenin, yanlışlıkla istemeden beyanda bulunması h…. de buraya girer (Eren, s.400).
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 24. maddesinin 1. fıkrasında da sözleşmenin niteliğinde hataya ilişkin düzenleme yer almıştır. Hata ettiğini iddia eden tarafın bir akit hakkındaki rızasını beyan ederken başka bir akdi kastetmesi durumunda ortada esaslı bir hatanın varlığından söz edileceği belirtilmiştir.
Diğer bir anlatımla kişinin sözleşme yapma iradesi vardır, ancak bu iradeye uygun olmayan bir başka sözleşme yapmıştır.
Esaslı yanılma hâllerinden ikincisi sözleşmenin konusunda yanılmadır.
Yanılan, gerçekte istediğinden başka bir konu için iradesini beyan etmişse, konuda yanılma söz konusu olur. Burada geçen konu sözcüğü geniş yorumlanmalı ve bundan “sözleşmenin konusunu oluşturan şey” anlaşılmalıdır (Eren, s.400).
818 sayılı BK’nın 24. maddesinin 2. bendinde de bu konuya ilişkin bir hüküm bulunmaktadır. Burada bir eşyanın ayniyetiyle ilgili bir yanılma vardır. Bu yanılma, bir eşya tarif ve tayin edilirken yapılan yanlışlıklardan doğmaktadır (Tunçomağ, s.339).
Kişi, sözleşmenin konusuyla ilgili sahip olduğu iradeden, farklı bir konuya ilişkin beyanda bulunmuştur (Kılıçoğlu, A.M.:Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Genişletilmiş 5. Bası, Ankara 2005, s.127).
Sözleşmenin niteliğinde ya da konusunda hata bazen yazılı bir sözleşmenin okunmadan ya da anlaşılmadan imza edilmesi nedeniyle gündeme gelebilir. Güven teorisine göre bu durumda da sözleşme kurulmuş ve geçerlidir. Ancak hataya düştüğünü iddia eden kişinin, beyanının içeriğinden bilgi sahibi olmadığını bile bile sözleşmeyi imza etmiş olması durumu hariç, yazılı metni okumadan ya da anlamadan imza etmesinin prensip olarak beyan hatası sayılabileceği kabul edilmektedir.
Aynı durum genel işlem şartları içeren sözleşmeler için de söz konusu olabilir. Özellikle anlaşılmamış ya da şaşırtıcı hükümler içeren Genel İşlem Şartları içeren sözleşmelerin okunmadan ya da anlaşılmadan imza edilmesi hâlinde de hata nedeniyle iptal söz konusu olabilmektedir (Kılıçoğlu, s.127).
Eğer bir kimse eşyada değil de, eşyanın niteliklerinde yanılmışsa o zaman BK’nın 24. maddesinin 4. bendi devreye girer.
Karşı tarafın kimliğinde yanılma ile karşı tarafın niteliğinde yanılma hâlleri de esaslı yanılma hâli olarak kabul edilir. Yine edim veya karşı edimin miktarındaki yanılma da esaslı yanılmadır.
TBK. m. 31/I bent 5’e göre yanılan, yapmak istediği sözleşmede gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde çok veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamış ise, bu hâlde de esaslı beyan yanılması söz konusu olur. Miktarda yanılmanın gerçekleşmesi için gerçekte istenen miktarla sözleşmede fiilen kararlaştırılan miktarın önemli ölçüde birbirinden farklı olması gerekir. Buna karşılık borçlanılan edim veya karşı edimin değeri üzerindeki yanılma, miktarlar istenilene uymaktaysa, buraya girmez. Değer yanılması, ilke olarak saik yanılmasıdır (Eren, s.401).
Basit hesap yanılmasını miktarda yanılmadan ayırmak lâzımdır. Basit hesap yanılması, toplama, bölme veya çıkarma işlemlerindeki yanılmalardır. TBK. m. 31/II’ye göre sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir (Eren, s.401-402).
Aynı şekilde BK’nın 24. maddesinde eşyada, kişide ve miktarda yanılmaya yönelik düzenlemeler bulunmaktadır. Bir kimsenin kişide yanılmasının esaslı yanılma sayılabilmesi için yapılacak olan hukuki işlemin o kişi göz önüne alınarak yapılması gerekir.
Öte yandan borçlu edimi şahsen yerine getirmekle yükümlü olduğu hukuki bir ilişkide borçlunun ödeme gücü esaslı bir âmil olduğu taktirde de, esaslı yanılma söz konusu olur.
Buna karşılık, kişinin niteliklerindeki yanılma, BK. 24 bent 4’deki temel yanılması içinde yer alır (Tunçomağ, s.339).
BK’nın 24. maddesinin 3. bendinde miktarda yanılma açıklanmıştır. Bu yanılma türü genelde cins borcunu ihtiva eden sözleşmelerde karşımıza çıkar.
Bir kimse, karşı yandan isteyeceği miktarı tayin ederken, giderini pek düşük hesaplamak, bazı kalemleri hesaba katmamak suretiyle yanılmış; hesaplama yanlışlığı yapmışsa, bunu, aslında saiklerle ilgili bir yanılma olduğu için, karşı yana ileri süremez. Bu gibi yanılmalar açık olmadığı için, karşı yan bunları doğrudan doğruya görmek ve incelemek olanağına sahip değildir.
Adi hesap yanlışlıklarına gelince, bunlar ne miktarda yanılma ve ne de hesaplama yanlışlıkları içerisine sokulabilir. Adi hesap yanlışlığı, bir hesap pusulasındaki rakamların yanlış toplanması, satılan şeyin ölçü ve fiyatı belirli olduğu halde çarpmanın yanlış yapılması gibi hallerde ortaya çıkar. Bunlarda bir yanlışlık olduğu açık ve meydanda olduğundan, bunların düzeltilmesi gerekir (BK. 24/III) (Tunçomağ, s.341-342).
Esaslı yanılmanın son hâlini ise temel yanılması (nitelikli saik yanılması) oluşturur.
Temel yanılmasında, bir olay veya durum hakkında sübjektif ve objektif yönden mevcut yanlış bir tasavvur (düşünce) söz konusu olduğundan, bu olay veya durum, ilke olarak sözleşmenin (beyanın) içeriğine dâhil değildir. Ancak bu olay veya durum sözleşmenin içeriğine de dâhil olabilir.
Temel yanılmasında, işlem iradesi ile beyan arasında bir uygunsuzluk yoktur. Beyan, iradeye uygundur. Fakat irade oluşum safhasında sakatlanmıştır. Esasen bu yüzdendir ki temel yanılması herşeyden önce bir saik yanılması olarak kabul edilmektedir. Temel yanılmasının esaslı yanılma olarak kabul edilmesinin sebebi, hakkaniyet fikridir. Bu yanılma, basit saik yanılması sayılsaydı, yanılan sözleşmeyi iptal edemeyecekti. Kanun koyucu bu durumun yaratacağı ağır sonuçları yanılan yararına yumuşatmak amacıyla bu yolu seçmiştir (Eren, s.402).
Temel yanılmasının söz konusu olabilmesi için öncelikle saik yanılmasının bulunması gerekir. Buna göre, taraflardan birisi işlem iradesinin dayandığı belirli bir olay hakkındaki tasavvuru ile gerçek durum arasında bir uyumsuzluğun bulunması, işlem iradesinin gerçek hakkındaki yanlış bir tasavvur sonucu bozuk şekilde oluşması gerekmektedir. Yine sübjektif unsur da temel yanılmasının diğer bir unsurudur. Burada, yanılanın yanıldığı hususları bilmiş olsa idi sözleşmeyi hiç yapmayacak olması ya da bu şekilde yapmayacak olması durumu söz konusudur.
Sübjektif unsurda yanılan, sözleşmenin temel unsuru olarak saydığı olay ve durumlar hakkında yanlış bir farz ve kabule, hatalı bir tasavvura sahiptir. Bu nedenle, yanlış kabul ve tasavvur, yanılan için o kadar önemli olmuştur ki, onu söz konusu sözleşmeyi yapmaya sevketmiştir (Eren, s.404).
Temel yanılmasının diğer bir unsuru objektif unsurdur. Belirli bir durum veya olay hakkındaki yanlış tasavvur, yani saik yanılması sadece yanılan taraf yönünden değil, aynı zamanda iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına göre, makul ve doğru düşünen kişiler yönünden de sözleşmenin temeli sayılmalıdır. Böylece, iş ilişkilerindeki dürüstlük kuralı, yanılan tarafın bir olayı sözleşmenin temeli olarak kabulünü haklı gösteriyorsa, temel yanılmasının objektif unsuru da gerçekleşmiş olur (Eren, s.404).
Temel yanılmasının son unsuru olan bilinebilirlikte ise; karşı taraf, yanılanın yanıldığı saiki sözleşmenin temeli saydığını biliyor veya dürüstlük kuralına göre gerekli dikkat ve özeni göstermiş olsa idi bilebilecek durumda bulunuyor ise artık bu unsur varlığı söz konusu olur.
Mülga 818 sayılı BK’nın 24. maddesinin 2. fıkrasında da esaslı sayılan saik yanılması hükme bağlanmıştır. İlgili bu maddeye göre bir kimsenin beyan ettiği şeyi gerçekten istemesi, ancak kendisini bu beyanı yapmaya yönelten durum hakkında yanılması hâlinde saik yanılmasından söz edilir. Bu durumda yapılan işlem sakatlanmaz.
Fakat bu hükmün de bir takım istisnaları bulunmaktadır. BK’nın 24. maddesinin 4. fıkrasında bu istisnalara yer verilmiştir. Şu hâlde, saikte yanılmanın esaslı olması için, sübjektif yönden beyan sahibinin, belli bir durumu beyanının zorunlu unsuru olarak kabul etmesi ve aynı durumun objektif yönden de (ticari doğruluk kurallarına göre de) hukuki muamelenin zorunlu bir unsuru olarak görünmesi gerekir. Sonuncu noktanın gerçekleşmesi için, saik yanılmasındaki önemin karşı tarafça bilinmesi veya bilinmesinin gerekmesi de şarttır (Tunçomağ, s.343).
Beyan yanılmalarında ise, yanılmanın karşı tarafça bilinmesi veya bilinebilir olması gerekmez. Tam tersine, beyan yanılması karşı tarafça biliniyor veya dürüstlük kuralına göre bilinebilecek durumda bulunuyorsa, yanılmadan söz edilemez. Zira karşı tarafın, yanılanın yanılmasını bilmesi veya bilebilecek durumda olması hâlinde sözleşme, güven teorisine göre kurulur ve artık yanılma sebebiyle iptal edilemez.
Temel yanılmasının oluşması için yanılanın kusurlu olup olmaması önem taşımaz. Kusur, temel yanılmasını önleyen bir unsur değildir (Eren, s.406).
TBK. m. 34’te, TMK m. 2’de düzenlenmiş olan dürüstlük kuralı, dolayısıyla hakkın kötüye kullanılması yasağı, özel bir uygulama alanı bulmuştur. Buna göre yanılan taraf, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez. Bu nedenle karşı taraf, yanılanın yanıldığını bilmiyor veya yanılma sebebiyle sözleşmenin ipt…. hâlinde, muhatabın uğrayacağı zarar, yanılanın uğrayacağı zarardan daha fazla bulunuyor ya da yanılmaya rağmen sözleşmenin ifası, yanılan tarafı zarara sokmayacak ise, yanılmayı öne sürerek sözleşmenin ipt….ni istemek dürüstlük kuralına aykırı düşer. Bu durumda hakkın kötüye kullanılması söz konusu olur (Eren, s.409).
Bu durum mülga BK’da da yerini almıştır. Borçlar Kanunumuzun 25. maddesi yanılmayı öne sürme hakkını sınırlamıştır. Gerçekten adı geçen maddeye göre, yanılan bu yanılmasına, dürüstlük kuralına aykırı bir surette dayanamaz. Örneğin, yanılan o şeydeki çıkarı çok az olduğu hâlde, sırf karşı yanı rahatsız etmek için yanılmayı ileri süremez. Sonra yanılanın yaptığı yanlışlığın kendi yararına olması hâlinde de hüküm aynıdır (Tunçomağ, s.347).
İradeyi sakatlayan nedenler ve bu kapsamda esaslı hataya ilişkin açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde; taraflar arasında menfi tespit ve istirdat ile alacak ve itirazın ipt…. istemi ile bir asıl iki birleşen olmak üzere üç davanın bulunduğu, asıl davada davacı …’in olması gereken ortak borcunun yanlış hesaplama neticesinde daha fazla çıktığını, davacının da borcu ödemek zorunda kaldığını, bu yanlışlığın ise hesap tablolarındaki hatadan kaynaklandığını ileri sürdüğü görülmektedir.
Dosya içerisinde bulunan ve davanın temelini teşkil eden 12.01.2009 tarihli hisse devri ve borç tasfiye protokolünün “Üçüncü Kişilere Olan Borçlar” başlıklı 4. maddesinde; ….. Altın Döviz A.Ş. ve …’in 3. kişilere olan ortak borç olarak kabul edilen borçlarının bakiye toplam miktarının 2.261.774 USD olduğunun, bu miktarın dışında alacaklılarla hesap mutabakatı sağlanamayan ihtilaflı bulunan borçların mevcut olduğunun, bunlardan Küçükaşçı, Kök Döviz ve Mendi ile hesabın netleşmediğinin, yine ödeme miktarı netleşmeyen borçların bulunduğunun, miktarı netleşmemiş olan borçların 3. kişilerle anlaşılıp netleştirilince ….. ….., … ve … tarafından 1/3 oranında eşit olarak ödeneceğinin; yine “Yapılacak Ödemeler” başlıklı 5. maddesinde; ….. …..’in 1.342.954 USD, …’in 407.947 USD, …’in ise 210.873 USD ödemede bulunacağının; “Tarafların Taahhüt ve Yükümlülükleri” başlıklı maddede ise …’in kendi adına tanzim edilen 5 adet İzi Süt senedinin tamamını ciro ederek ….. …..’e teslim edeceğinin, ayrıca bankada bulunan 108.000 TL’yi de ….. …..’e vereceğinin belirtildiği, sözleşmenin taraflarının ….. ….., …, …,….. ….. ve …. ….. olduğu; sözleşmenin tanığı olarak … ile …..’nın isminin yazıldığı, her iki tanığın da sözleşmede imzasının bulunduğu anlaşılmaktadır.
Diğer yandan, ihtar edeninin …, muhatabının ….. ….., konusunun ise 12.01.2009 tarihli sözleşme ekinde mevcut olan hesap tablolarındaki mükerrer kayıt ve maddi hataların düzeltilmesi ve senet tanzim edilmesi olan 15.06.2009 tarihli ihtarnamede; uzman kişilere yaptırılan incelemede aynı sayfada aynı unsurların, ….. ….. hesabına 792.513.00 TL, … hesabına 1.814.115.00 TL ve … hesabına 1.589.118.00 TL olarak mükerrer kaydedildiğinin, mükerrer kayıt nedeniyle sözleşmeye esas alınan hesap tablolarında maddi hatanın meydana geldiğinin, mükerrer kaydın düzeltilmesi durumunda 12.01.2009 tarihi itibariyle ….. …..’in ödemesi gereken toplam borç miktarının 1.721.747.00 USD, …’in ödemesi gereken toplam borç miktarının 6.238.00 USD ve …’in ödemesi gereken toplam borç miktarının 91.788.00 USD olduğunun; 15.06.2009 tarihi itibariyle son hesap durumuna göre …… …..’in 1.085179 USD, …’in 57.983.00 USD ve …’in 9.383.00 USD borcunun bulunduğunun belirtildiği açıktır.
Dolayısıyla 12.01.2009 tarihli hisse devri ve borç tasfiye protokolünün “yapılacak ödemeler” başlıklı 5. maddesinde …… …..’in ödemede bulunacağı borç miktarı 1.342.954 USD olarak belirlenmiş iken 15.06.2009 tarihli ihtarnamede bu miktarın 1.721.747.00 USD; …’in ödemede bulunacağı borç miktarı 407.947 USD iken bu miktarın 6.238.00 USD ve …’in ödemede bulunacağı borç miktarı 210.873 USD iken bu miktarın 91.788.00 USD olduğu iddiaları düşünüldüğünde artık buradaki rakamsal farklılığın hesap hatası diğer bir anlatımla maddi hata olarak kabulü mümkün görülmemektedir. Burada söz konusu olan hata önemli bir hata niteliğinde olup esaslı hatayı oluşturmaktadır (BK md. 24/1-3. bent – TBK md. 31/1-5. bent).
Bu durumda mahkemenin 12.01.2009 tarihli hisse devri ve borç tasfiye protokolünde ve protokol ekinde yer alan hesap tablolarında yer alan hatanın esaslı hata olduğunu kabul ederek ve BK 31. md (TBK 39. md) hükmünü de nazara alarak, asıl ve birleşen ikinci davayı yeniden değerlendirmesi ve sonucuna göre bir karar vermesi gerekmektedir.
Diğer taraftan Bir sözleşmede taraflar dışındaki (üçüncü) kişilerin tanık sıfatıyla imzaları mevcut ise, o sözleşmeden doğan uyuşmazlıklar hakkında bu kişilerin tanık olarak dinlenmesi konusunda taraflar arasında bir nevi delil sözleşmesi yapılmış sayılır. Çünkü, taraflar, sözleşmede o kişilerin tanık sıfatıyla imzalarını almak suretiyle, uyuşmazlık hâlinde, o kişilerin tanık olarak dinlenmelerine peşinen muvafakat etmişlerdir (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt III, İstanbul 2001, s.2922).
O hâlde davaya dayanak 12.01.2009 tarihli hisse devri ve borç tasfiye protokolünde imzası bulunan … ve …..’nın beyanlarının değerlendirilmesi ve protokole aykırı düşmeyen beyanlarına itibar edilmesi gerektiği de göz ardı edilmemelidir.
Öte yandan davalı vekilinin 04.04.2013 tarihli celsede protokolde geçen 5 bono ile 108.000,00 TL’nin birbirinden farklı olduğu, sözü geçen 108.000,00 TL’nin 5 bonodan ayrı bir alacak ile ilgili olduğunu beyan ettiği ve bu beyanın altının vekil tarafından imzalandığı tespit edilmiştir. Bu durumda yerel mahkemece, davalı vekilinin zapta geçilen ve altı imzalanan bu beyanının da protokol tanıklarının beyanları ile birlikte değerlendirilerek sonucuna göre, birleşen ilk davanın neticelendirilmesi gerekir.
Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına, bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Asıl dosya ve birleşen 2010/186 Esas sayılı dosya davalısı, birleşen 2009/808 Esas sayılı dosya davacısı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının iadesine, kararın tebliği tarihinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.12.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.