Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/3054 E. 2019/789 K. 25.06.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/3054
KARAR NO : 2019/789
KARAR TARİHİ : 25.06.2019

MAHKEMESİ :Kadastro Mahkemesi

Taraflar arasındaki “kadastro tespitine itiraz ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Marmaris Kadastro Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.12.2011 tarihli ve 2009/1457 E., 2011/455 K. sayılı kararın davacı … ve arkadaşları vekili, davalı Hazine vekili ve davalı-müdahil davacı … vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 25.12.2012 tarihli ve 2012/7773 E., 2012/11422 K. sayılı kararı ile:
“…Kadastro sırasında Hisarönü Köyü 221 ada 25 parsel sayılı 1277.84 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava konusu olduğundan söz edilerek malik hanesi açık bırakılmak suretiyle tespit edilmiştir. Davacılar … ve diğerleri tarafından davalılar aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan tapu iptali ve elatmanın önlenmesi davası davaya konu olan parsel hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Kadastro tespitinden sonra … vekili 02.02.2009 tarihli dilekçe ile Aytekin Karakuş mirasçıları Fatma Karakuş ve müşterekleri vekili 09.02.2009 tarihli dilekçe ile çekişmeli taşınmazların adlarına tescili istemiyle dava açmıştır. Yargılama sırasında … vekili tapu kaydına dayanarak davaya katılmıştır. Kadastro Mahkemesinde çekişmeli parsel tutanağı ile dava dosyaları birleştirilerek yapılan yargılama sonunda davanın reddine ve çekişmeli parselin payları oranında davalı … ile… mirasçıları adına tesciline, taşınmazın 1. derece doğal sit alanında kaldığının kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmiş; hüküm, davacı … ve (9) müştereği vekili, davalı ve katılan … vekili ile davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Çekişmeli taşınmaz, kadastro tespiti sırasında Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek malik hanesi açık bırakılarak tesbit edilmiştir. Davacıların Mart 1290 tarih 9/18 defter varak sayılı Hisarönü mevkiindeki 4000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan tarafları; “Mezar Gediği” ve “Kırvasil Beli” ve “Dikilitaş” ve “Löngöz Çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/19 defter varak sayılı, Öküz (Löngöz) Çiftliği mevkiindeki 3000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları; “Mezar Gediği” ve “İnbükü” ve “Dikilitaş” ve “Gülenya beli” ve “Löngöz çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/20 defter varak sayılı, Gelibolu-Söğüt Çiftliği mevkili 7000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları “Kocaalan ve Balandağı”, “Taşbük” ve “Löngöz”, “Gökbel”, “Karadağ” ve “Mezar Gediği” ve “Çilecik Gediği” sınırlı tapu kayıtları ile bu kayıtlardan gelme Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 nolu ve Şubat 1962 tarih 1, 2 ve 3 nolu tapu kayıtlarına dayanarak davalılar aleyhine açtıkları tapu iptali ve meni müdahale davası davaya konu olan taşınmaz hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Kadastro tespit gününden sonra … vekili ile… mirasçıları vekili tarafından açılan davalar bu dava dosyası ile birleştirilmiştir. Yargılama sırasında … vekili tapu kaydına dayanarak davaya katılmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalı tarafın bayiilerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926 yılından önce 10 yılı aşkın süre aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla zilyetliğinin sürdüğünü, davalının malik sıfatıyla zilyetliğinin Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra ve kadastro tesbitine kadar kesintisiz olarak devam ettiği, bu suretle Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri gereğince davacılar … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği, davalılar … ile… mirasçılarının dayanağını oluşturan ve tescil ilamı ile oluşmuş tapu kaydının çekişmeli taşınmazı kapsadığı, müdahil …’ın dayanağını oluşturan tapu kaydının çekişmeli taşınmazı kapsamadığı kabul edilmek suretiyle çekişmeli taşınmazın davalı … ve… mirasçıları adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
Yukarıda belirtildiği ve dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere; davacılar … ve müşterekleri tarih ve numarası yazılı tapu kayıtlarına dayanmışlar, davalıların ve bayiilerinin arazi üzerindeki zilyetliklerinin malik sıfatı ile değil, kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ileri sürmüşler, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Arazi Kanunnamesi yürürlükten kalktığı için, Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri hükümlerinin davalılar yararına uygulanma imkanının bulunmadığını iddia etmişlerdir. Davacılar … ve müştereklerinin bu iddialarına karşılık olarak karşı taraf; dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmazı kapsamadığını, Asliye Hukuk Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam belirlemesinin kendileri yönünden bağlayıcı olamayacağını, kayıt maliki ile davacılar arasında akdi veya ırsi bir ilişkinin kurulamaması sebebiyle davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerindeki çok uzun süreli zilyetliğin kiracılık değil malik sıfatıyla sürdüğünü, bu davacıların dayanağını oluşturan tapu kayıtları taşınmaza uysa dahi uzun süreli nizasız kullanma nedeniyle kaydın hukuki kıymetini kaybettiğini, kendileri adına sonradan tescil ilamı ile alınmış tapu kayıtlarının olduğu ileri sürmüşlerdir. Bu iddia ve savunma çerçevesinde yerel mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulamanın yeterli olup olmadığı, delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülüp düşülmediği, varılan sonucun usul ve yasaya uygun bulunup bulunmadığı konularında yargıya varmadan önce, tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili olarak ileri sürdükleri yukarıda özetlenen tüm vakıa ve delillerin ayrı ayrı tahlillerinin yapılıp buna göre bir sonuca ulaşılması uygun olacaktır. Şöyle ki;
1- Davacılar … ve müştereklerinin kök kayıt malikinin mirasçısı olup olmadığı: Davalılar, kayıt maliki ile davacıların murisi … arasında irs ilişkisi olmadığını ileri sürmüşlerse de; davacı tapu maliklerinden … ve müştereklerinin Habibe Hanımın mirasçısı oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tereddüt davalı tarafın iddia ettiği gibi Habibe Hanımın tapu maliki Hacı Fevzi’nin kızı olup olmadığı konusundadır. Dosyada Habibe Hanımın nüfus kaydı mevcut olup, bu kayıtta baba adı Mustafa Fevzi’dir. Tapu kayıtlarında ise “Hacı Fevzi Kızı” olarak geçmektedir. Ancak davacılar tarafından ibraz edilen ve Osmanlı arşivleri ile şer’i sicil kayıtları üzerinde yapılan araştırmanın yer aldığı klasör içindeki belgeler arasında yer alan 1303 tarihli vekaletnamede; vekil eden olarak “Muğla, Şeyh Bedrettin Mahallesi sakinlerinden Hacı Fevzi Efendi Zade Şevket ağa İbn-i Mustafa Fevzi Efendi adı geçmektedir. Şevket ağanın Habibe hanımın kardeşi olduğu sabittir. Yine Şer’i sicil defterinde kayıtlı Şevket ağaya ait bir dilekçede “… Zade Şevket ağa İbn-i Mustafa Efendi, İbn-i Hacı Osman” ve “kız kardeşim … İbnetü Mustafa Fevzi Efendi İbn-i Hacı Osman” yazılıdır. Yine aynı belgeler içerisinde yer alan Orman ve Maadin Nezaretinin Sadaret Makamına sunduğu 4 Nisan 1311 tarihli tezkerede “Muğlalı Mütevefta … Kerimesi Habibe Hanımın uhdei tasarrufunda bulunan Gelibolu Erköz “Hisarönü Nam Çiftliklerin” ifadeleri yer almaktadır. Bu ve benzeri kayıtlardan Hacı Fevzi ile Mustafa Fevzi’nin aynı kişi ve Habibe Hanımın Hacı (Mustafa) Fevzi’nin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla davalıların Habibe Hanımın tapu maliki Hacı Fevzi’nin kızı olmadığı, dolayısıyla davacıların tapu malikinin mirasçısı sıfatını taşımadıkları yönündeki itirazları dosya kapsamına uygun düşmemektedir.
2- 1274 tarihli Arazi Kanunnamesinin tesbit ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunup bulunmadığı ve şartları mevcut olduğu takdirde uygulanıp uygulanamayacağı: Medeni Kanun’un 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunup bulunmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bazı hukukçular Medeni Kanunun taşınmaz mal mülkiyetini yeni baştan düzenlediğini, 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesi ile Arazi Kanunu’nun yürürlükten kaldırıldığının kabul edilmesi gerektiği savunmuşlarsa da; Tatbikatta Arazi Kanunu’nun Medeni Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş, uygulamada istikrarlı olarak bu yönde sürdürülmüştür. Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul eden hukukçular; 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesinde “MECELLE” açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, Arazi Kanunu’nun kaldırılan kanunlar arasında sayılmamasını, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, ancak yürürlüğünden önce kabul edilen 2.5.1926 tarih 87 sayılı Kanunla Arazi Kanunu’nun 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85. Maddeleri yürürlükten kaldırıldığı halde diğer maddelerin yürürlükte olduğunun kabul edilmiş bulunduğunu, Yargıtay’ın 27.1.1943 tarih 5/7 ve 9.2.1944 tarih 4 numaralı İçtihadı Birleştirme Kararları ile 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mer’a Kanunu’nun 36. maddesi ile Arazi Kanunu’nun 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını görüşlerine dayanak yapmışlardır. Yargıtay Yüksek 7. Hukuk Dairesi ile 16. Hukuk Daireleri de Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen hükümlerinin bu arada Arazi Kanunu’nun 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunu kabul etmiş ve uygulamalarını bu yönde sürdürmüşlerdir. (Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 22.11.1978 gün 1977/11819 Esas 1978/13674 sayılı ilamı ile 16. Hukuk Dairesinin 24.04.2001 tarih, 2001/418-2033 sayılı ilamlarında anılan yasa hükümlerinin yürürlükte olduğu açıkça vurgulanmıştır.) Bu durumda davaya konu parselin tesbiti ve dava tarihi itibariyle, Medeni Kanuna aykırı düşmeyen Arazi Kanunu hükümlerinin bu arada Arazi Kanunu’nun 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabulü ile olayda anılan yasa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin araştırılıp tartışılması zorunludur. Mevcut uygulama karşısında davalıların bu konudaki itirazları yerinde değildir.
3- Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kaydı kapsamının belirlenmesi işleminin davalıyı bağlayıp bağlamayacağı: Söz konusu dosyada davalıların taraf olmaması ve kapsam belirleme işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde yazılı ilkelere uyularak yapılmamış bulunması nedeniyle davalıları bağlamayacağı açıktır.
4- Dayanılan kayıtların kapsamının nasıl belirleneceği: Belirtildiği üzere davacılar … ve müşterekleri tapu kayıtlarına dayanmışlardır. Dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar hudutları ile değil miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B. maddesinde yazılı “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü karşısında; arazinin ve sınırlarının yukarıda belirtilen özelliği nazara alındığında kayıtların sınırlarını sabit kabul edip buna göre hüküm kurmak mümkün bulunmamaktadır. Davacıların anılan dosyada yapılan kapsam belirlemesinin doğru ve tarafları bağlayıcı olduğu yolundaki iddiası yasaya uygun bulunmamaktadır.
5- Taşınmaz üzerindeki davalılar zilyetliğinin niteliği: Davacılar … ve müşterekleri taşınmaz üzerindeki davalı taraf zilyetliğinin kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu, malik sıfatıyla kullanmanın söz konusu olmadığını iddia etmişlerse de bu yönde inandırıcı delil ibraz edemedikleri gibi, davalıların arazi üzerindeki zilyetliklerinin kendilerine teb’an ve kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu isbat da edememişlerdir.
6- Taşınmaz üzerindeki davalı taraf zilyetliğinin kaydın hukuki kıymetinin kaybı için yeterli olup olmadığı: Arazi başında dinlenen yerel bilirkişi ve zilyet tanıkları davalının taşınmaz üzerinde zilyet olduğunu bilmediklerini beyan etmişlerdir. Mahkemenin gözlemi ile bilirkişi raporlarından ve alınan beyanlardan taşınmazın tarım arazisi niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır.
7- Tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesine gerek olup olmadığı: Yukarıda da belirtildiği üzere davacılar … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının uygulanması ve kapsamlarının belirlenmesi yeterli ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Ayrıca, taşınmaz üzerinde karşı tarafın aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla cereyan eden zilyetliğinin mevcudiyeti ve zilyetliğin, davacı … ve müştereklerinin dayanaklarını oluşturan tapu kayıtlarının Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri uyarınca hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunduğu kanıtlanamamış bulunmaktadır. Bu durumda davacı … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının kapsamının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde belirtilen ilkeler doğrultusunda tespit edilip değerlendirmenin buna göre yapılması zorunludur. Yine, davalılar ve karşı davacılar … ve… mirasçıları ile katılan … tarafından da tescil ilamları ile oluşmuş tapu kayıtlarına dayanılmıştır. Karşı tarafın taşınmaz üzerindeki zilyetliğinin kanıtlanamamış olması nazara alındığında, tapu kayıtlarının hukuki kıymetini kaybettikleri kabul edilemeyeceğine göre, tapu kayıtlarının mahalline doğru şekilde uygulanıp kapsamının belirlenmesi gerekir. Dosyanın arzettiği özelliğe göre bu işlem yapılmadan karar verilmesi doğru değildir. Eksik ve yetersiz soruşturmaya dayanılarak karar verilemez. Mahkeme kararında belirtildiği ve Yargıtayca temyiz incelemesi yapılan diğer dosyalardan da anlaşıldığı üzere davacılar … ve müşterekleri tarafından aynı tapu kayıtlarına dayanılarak İçmeler, Çamlı, Karaca ve Hisarönü Köylerinde tesbit gören çok sayıda parsele itiraz edilip dava açılmıştır. Dayanılan bu tapu kayıtlarının kapsamlarının sağlıklı olarak saptanması, yargılamanın kısa zamanda en az masrafla ve en doğru şekilde sonuçlandırılması ve bir parsel için verilecek kararın diğerlerini etkiler durumda bulunması nedeniyle bu davaların en azından köy (veya tapu kayıtlarında yazılı çiftlik) bazında birleştirilerek yürütülmesi zorunludur. Mahkemece bu zorunluluğa riayet edilmeden yargılamanın ayrı ayrı yürütülüp sonuçlandırılmaya çalışılması doğru değildir. Yukarda da belirtildiği üzere dayanılan bu kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutları olması, hudutların birbirini düz hatlarla birleştirilmesiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan arazi bölümlerinin bulunması nedeniyle tapu kayıtları gayrisabit hudutludur. Bir diğer ifadeyle bu kayıtlar hudutlarıyla değil miktarıyla geçerli tapu kayıtlarıdır. Bu itibarla tapu kayıtlarının kapsamı belirlenirken yukarda belirtilen ilkenin gözden uzak tutulmaması gerekir. Hal böyle olunca doğru ve sağlıklı sonuca varılabilmesi için mahkemece öncelikle yapılması gereken iş, aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında bu tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve karşı tarafın yokluğunda 1996/11 Esas sayılı dosya üzerinden yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tesbiti için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtların sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri dikkate alınmalı, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu parseli kapsayıp kapsamadığı kesin olarak belirlenmeye çalışılmalıdır. Aynı şekilde karşı tarafın dayanağını oluşturan kayıtlar da yerel bilirkişi ve tanıkların yardımı ile uzman bilirkişi aracılığı ile mahalline uygulanıp kapsamları belirlenmeye çalışılmalıdır. Bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek; çifte tapu durumunun doğması halinde eski tarihli ve sahih esasa dayanan kayda değer verilerek; karşı tarafın dayanağını oluşturan ve tescil ilamları ile oluşmuş tapu kayıtları yönünden tescil ilamlarının taraf olan kişiler ile Hazineyi bağlayacağı ve aralarında kesin hüküm oluşturacağı hususları gözetilerek ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir…”
gerekçeleriyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

davalı- müdahil davacı … vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kadastro tespitine itiraz istemine ilişkindir.
Davacılar … ve arkadaşları vekili Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/427 Esas sayılı dosyasında; davalılar… ve …’a husumet yönelterek Marmaris ilçesi Hisarönü köyü Ördekbacak mevkiinde 1260 m2 miktarındaki doğusu: Marmaris-Bozburun yolu, batısı: Şener Çetin, kuzeyi: yol güneyi: Halil Acar ile çevrili arazi hakkında Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinde belgesizden tescil davası açarak 27.12.1979 tarih 972/207 sayılı karar ile cilt no 41, syf no 44, sıra no 4’te kayıtlı mükerrer tapu aldıklarını, Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/423 Esas sayılı dosyasında da; davalı …’a husumet yönelterek Marmaris ilçesi Hisarönü köyü Kocakür mevkiinde 830 m2 miktarındaki doğusu:Marmaris-Bozburun karayolu, batısı: Köy Tüzelkişiliği, kuzeyi: Köy Tüzelkişiliği güneyi: Fatma Arslan ile çevrili arazi hakkında Marmaris Sulh Hukuk Mahkemesinde belgesizden tescil davası açarak 12.04.1977 tarih 143/58 sayılı kararı ile cilt no 40, syf no 17, sıra no 27’de kayıtlı mükerrer tapu aldığını, oysa taşınmazların müvekkilleri adına kayıtlı Mart 1290 tarih 9/18, 9/19 ve 9/20 varak defter sayılı, Eylül 1340 tarih 3, 4, 5 sıra nolu kadim ve sahih tapu kayıtları ile 21.7.1969 tarih 63, 64 sıra , 7.2.1962 tarih, 1-4 sıra geldi kayıtları hudutları içerisinde kaldığını, belgesizden tapu alan bu kişiler yönünden Medeni Kanun’un 931 ve 655. maddelerinin tatbikinin de mümkün olamayacağını ileri sürerek, anılan tapu kayıtlarının iptali ile davalıların müdahalesinin men’ine karar verilmesini istemiş, davaya konu olan taşınmazlar hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır.
Davalı- birleşen dava davacılar …, …, …, …, … vekili tarafından Hazine’ye husumet yöneltmek suretiyle Kadastro Mahkemesine sunulan 09.02.2009 tarihli dilekçesinde (2009/861 Esas sayılı dosya); müvekkillerinin murisi…’a ait Ördekbacak mevkiindeki 1260m2 yüzölçümündeki taşınmazın, kadastro çalışmalarında Hazine adına tespit edildiğini, cilt no 42, syf no 97, sıra no 2’de kayıtlı tapu kaydı ile ½ hisse oranında müvekkillerinin murisi… adına kayıtlı taşınmazın tespitinin… adına yapılmak suretiyle davaya konu taşınmazın tespitinin düzeltilmesini istemiş, aktarılan dava dosyasının görüldüğü Kadastro Mahkemesi dosyası ile birleştirilmiştir.
Davalı-davacı … vekili tarafından … ve arkadaşlarına husumet yöneltmek suretiyle Kadastro Mahkemesine sunulan 02.02.2009 tarihli dilekçesinde (2009/808E sayılı dosya) ; davaya konu 221 ada 25 parsel sayılı taşınmazın Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/427 E. sayılı dosyası ile davalı olduğunun belirtildiğini, müvekkilinin tapu kaydına dayalı olarak malik olduğunu ileri sürerek taşınmazın müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiş, Kadastro Mahkemesi’nde görülen diğer dava dosyaları ile birleştirilmesine karar verilmiştir.
Davalı-müdahale talep eden … vekili; Kadastro Mahkemesine sunduğu 10.09.2009 harç tarihli dilekçesinde ; davaya konu kadastro çalışmalarında 221 ada 25 parsel numarasıyla malik hanesi boş bırakılmak suretiyle davalı olarak tespit edilen taşınmazın 09.08.1979 tarih 15 sıra numaralı tapu kaydı ile müvekkili adına kayıtlı olduğunu, taşınmazın öteden beri müvekkilinin zilyetliğinde bulunduğunu, 05.07.1985 tarih 2 sıra numaralı tapu kaydına istinaden tespit işlemi yapılmış ise de, anılan tapu kaydının geçersiz olduğunu ileri sürerek 221 ada 25 parsel sayılı taşınmazın müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemece; davacıların miras bırakanı …’a isabet ettiği bildirilen çiftliklerin paylaşma işleminin 21 Haziran 1885 (1301 H) tarihli başvuru ile yapılmasına karşın, başvuru ile ilgili belgelerin bekletilerek 25 yıl sonra 21 Ağustos 1326 tarihinde yapıldığı, 26 Temmuz 1291 tarihinde yürürlüğe giren Nizamname hükümlerine göre bu tarihten sonra vakıflarla ilgili olarak her türlü kayıt ve belgelerin tapu idarelerine devredildiği, her türlü tasarruf işlemlerinin devrin yapıldığı tapu idarelerince yapılması gerektiği, miras paylaşımının 1301 tarihinde yapılması nedeni ile tapu maliki Hacı Fevzi Efendinin en geç bu tarihte öldüğünün kabulünün zorunlu olduğu, 1326 tarihine kadar tapu intikalinin yaptırılmayarak beklenildiği ve 1326 da Liva Meclisinde yaptırıldığı, 26 Temmuz 1291 tarihli Nizamname gereği Tapu Memurluğu önünde yapılması gerekirken neden 25 yıl sonra liva meclisinde yaptırıldığının anlaşılamadığı, davacıların dayandıkları bütün tapu kayıtlarının bu kayda dayanan ve bu kayıttan tedavül gören tapu kayıtları olduğu, işlem tarihi itibarı ile uyulması gereken yasal prosedüre uyulmayarak intikal yapılmasının ve bu intikal içinde 25 yıl beklenilmesinin tapunun hukuki kıymetinin kalmadığını gösterdiği, yapıldığı tarihte meri olan yasanın ya da mevzuatın öngördüğü maddi ya da şekli şartları taşımayan işlemlerin hukuki sonuç doğurmasının mümkün olmadığı, bu durumda tapu kaydının davalı zilyet lehine hukuki kıymetini kaybettiği; davacı … ve arkadaşlarının tutunduğu tapu kaydının gayri sabit sınırlı olup, dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelemesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbirleri ile düz hatlarla birleştirilmesi sonucu oluşan geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dere, dağ, ırmak, tepe, orman, kayalık-taşlık alan gibi yerlerin bulunması, dış hat ya da sınır olarak belirlenen geometrik şeklin tarafları bağlayıcı addedilmesinin olanaksız olduğu, zira tapu kaydını sınırları itibarı ile geçerli bir tapu kaydı saymanın olanaklı olmadığı, tapu kaydının sabit kabul edilebilecek bir sınırı olmadığı için tapu kaydında yazılı miktarın nereden ölçüleceğini tespit etmenin mümkün olmadığı, kadastro çalışması sırasında tespit gören ve özel mülkiyete konu olabilecek nitelikte olan arazilerin çevresi dağ, tepe, orman, taşlık, kayalık ve benzeri arazilerle çevrili küçük sayılabilecek alanlardan oluştuğu, sınırların birleştirilmesi ile oluşan geometrik şeklin içinde kalan arazi yapısı içerisinde miktar itibarı ile uygulama yaparak davacıların tutundukları tapu kapsamında taşınmaz belirlenemeyeceği, tapu kaydının miktarı itibarı ile de uygulanamayacağı, bu açıdan da tapu kaydının hukuki sonuç doğurmasının mümkün olmadığı, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesi uyarınca harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılacağı, davacının ise, davalı tarafın taşınmazı kendilerine teb’an ve kiracı sıfatıyla kullandığını kanıtlayamadığı, eski tapu kaydının davacıların zilyetliği ile birleşmediği, mülkiyet iktisabı için zilyetliklerinin bulunmadığı, kaldı ki, tapu kayıtlarının miktar itibarı ile geçerli tapu kaydı olduğu varsayılsa bile; tapu kaydında kayden yazılı taşınmaz miktarı, tapu kaydında malik görünen kişi sayısı, kaydın oluşturulduğu ve tedavül gördüğü zamanın tarımsal üretim metot ve tekniği, toprak işlemenin hayvan ve insan gücü ile yapılması, bir insanın da işleyeceği alanın çok kısıtlı olması hususları nazara alındığında davacıların tutundukları tapu kaydında belirtilen miktarı işlemelerinin, aynı şekilde miras bırakanlarının da işlemesinin mümkün olmadığı, bu boyutta bir arazinin kiracılara verme usulü ile işlenmesi halinde bu durumun yöre halkının gözünden kaçmasının, şahit olan insan bulunamamasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, tapu kaydına tutunanların bu taşınmazların tamamına yönelik olarak dava açtıkları, Karaca köyü ve İçmeler’de bulunan taşınmazlara yönelik olarak açılan davaların tamamına yakınının neticelendiği, tapu kaydına tutunanlar lehine verilen tek kararın olmadığı; aynı şekilde Hisarönü köyünde bulunan taşınmazlara yönelik davaların %90’ının neticelendiği, tapu kaydına tutunanlar lehine neticelenen tek bir kararın dahi olmadığı; yine Çamlı köyünde tapu kaydına tutunanlar lehine sonuçlanan kararların tarafların uzlaşması ile tesis edildiği, bu köyde tespit gören taşınmazların toplam alanın ¼’ini oluşturan parsellere yönelik davaların tapu kaydına tutunanlar aleyhine neticelenerek Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleştiği, davacıların AİHM’den aldığı tazminatın, makul sürede yargılanma hakkının ihlalinden dolayı verildiği, davacılar tarafından dayanılan tapu kaydındaki hudutların birbirleri ile düz hatlarla birleştirilmesi sonucu oluşan geometrik şekil içerisinde benzer evveliyata sahip başka şahıslara ait tapu kayıtlarının da olduğu, bu tapu kayıtlarına dayalı bir çok parselin tespit edildiği belirtilerek sonuç olarak tapu kaydının hukuken geçerli olmadığı, uygulanabilir olmadığı, davacı yanın sunduğu delillerin asıllarının sunulamadığı, ilgili kurumlarca da tanzim edildiklerinin doğrulanmadığı, istimlak edildiği iddia edilen yerlerle ilgili resmi belge olmadığı, tapu kaydına tutunan davacıların tek tanığı sayılabilecek Mestan Ölmez hakkında yalan tanıklık nedeniyle yapılan yargılama neticesinde mahkûmiyet kararı verildiği, bu aşamada bu tanığın beyanlarına itibar etmenin mümkün olmadığı, kaldı ki 1960 li yıllarda imar ve ihya edilen taşınmazın 1950 li yıllardan önce zira-i amaçlı kullanılmadığı, dolayısıyla zilyet olunması halinde miktar itibarı ile geçerli olabilecek ancak zemine uymadığı için geçerli olmayan tapu kaydının bir an için geçerli olduğu varsayılsa bile; tapuda malik görünenlerin davaya konu taşınmaza hiçbir zaman zilyet olmadıkları sabit olduğu için lehlerine tapunun hüküm doğurmasının mümkün olmadığı, davalının tutunduğu; Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin 1979/72 E., 207 K. sayılı kararına istinaden, Tülay Çetin adına tescil edilip; tapuda satışla davalı … ve aynı tapu kaydına tutunan dava arkadaşlarına geçen tapu kaydının; davaya konu taşınmaza sınırlar ve miktar itibarı ile uyduğu, keşif sırasında yapılan uygulama ile bu durumun sabite kazandığı, önceki tarihli olan tapu kaydı hukuki geçerlilik şartlarını taşımadığı için sonradan mahkeme kararı ile alınan davalı … ve aynı tapu kaydına tutunan dava arkadaşlarının tutunduğu tapu kaydının hukuken geçerli olduğu, bir an için -davalıların tutunduğu tapu kaydının olmadığı varsayılsa bile; yukarıda izah edilen sebeplerle davaya konu taşınmazda bir insan ömrünü aşan eklemeli zilyetliğe istinaden mülkiyeti iktisap koşullarının davalılar lehine gerçekleştiği, müdahil davacı-davalı …’ın tutunduğu tapu kaydının davaya konu taşınmaza uymadığı, davacı-davacılının taşınmaza eylemli bir zilyetliğinin de olmadığı; 3402 sayılı Yasa’nın 13 ve 14. maddesi manasında davacı-davalı … adına mülkiyeti iktisap koşullarının oluşmadığı, davaya konu taşınmazın hazine adına tapulu olmadığı, hazine ile ilgi ve alakasının bulunmadığı, bu nedenle davalı Hazine’nin davada taraf sıfatının bulunmadığı gerekçeleriyle, davacı … ve aynı sebebe tutunan dava arkadaşlarının Hazine’ye karşı açmış oldukları davanın husumetten reddine, davacıların davalarının reddine, davaya konu 221 ada 25 parsel sayılı taşınmazın … ve aynı tapu kaydına tutunan dava arkadaşları adına tesciline karar verilmiştir.
Davacılar … ve arkadaşları vekili, davalı Hazine vekili, davalı- müdahil davacı … vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacılar … vs vekili, davalı Hazine vekili, davalı- müdahil davacı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıların (davacı Şerefliler) tutunduğu tapu kayıtlarının hukuken geçerli kayıtlar olup olmadığı, davalı tarafın zilyetliğinin Arazi Kanunnamesi’nde (20. ve 78.md.ler) düzenlenen şekilde tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunup bulunmadığı, davacı tarafın (davacı Şerefliler) tutunduğu tapu kayıtlarına kapsam tayini gerekip gerekmediği, sonucuna göre de, mahkemece tapu kayıtlarına kapsam tayini yönünden bozma kararında belirtilen şekilde araştırma ve inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu Marmaris ilçesi, Hisarönü köyünde kain 221 ada 25 parsel sayılı taşınmazın 04.10.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmalarında, 05.07.1985 tarih 2 sıra numaralı tapu kaydı ile… ve … adlarına, 09.08.1979 tarih 15 sıra numaralı tapu ile de … adına kayıtlı tapu kayıtları kapsamında kaldığı, maliklerin zilyet olmadığı, 05.07.1985 tarih 2 sıra numaralı tapu kaydının Marmaris 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin 1995/427 Esas sayılı dosyasında, 09.08.1979 tarih 15 sıra numaralı tapu kaydının da aynı Mahkemenin 1995/423 Esas sayılı dosyasında davalı oldukları belirtilerek ve malik hanesi boş bırakılmak suretiyle tespitinin yapıldığı, revizyon gören 05.02.1985 tarih 2 sıra numaralı tapu kaydının Tülay Çetin tarafından tescil istemli olarak açılmış olan Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin 27.12.1979 tarih 1979/72 E., 1979/207 K. sayılı kararı ile oluştuğu, satış yoluyla davalılar … ve… adlarına tescil edildiği, 09.08.1979 tarih 15 sıra tapu kaydının da Davut Balık tarafından tescil istemli olarak açılmış olan Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.04.1977 tarih 1976/72 E., 1979/207 K. sayılı kararı ile oluştuğu, satış yoluyla davalı-müdahil davacı … adına tescil edildiği anlaşılmıştır.
Davacılar … ve arkadaşları vekili, … Vakfı’na ait olan Mart 1290 Safer 1291 tarih, 18 nolu (4000 dönüm); 19 nolu (3000 dönüm) ve 20 nolu (7000 dönüm), maliki … adına kayıtlı tapu kayıtlarına dayandıkları, anılan tapu kayıtlarının kızı …’a intikal ederek Ağustos 1326 tarih 2-3 ve 4 nolu tapulara gittiği; …’ın da çocukları…, Celal, Mahmut ve Necip’e ölünceye dek bakıp gözetmeleri karşılığında verildiği ve Eylül 1340 tarih 3-4-5 nolu kayıtların oluştuğu; bu kayıtların da 7.2.1962 tarih, 1-4 ve 5 nolu tapulara gittiği; 18 nolu tapu kaydının 23.05.1969 tarih 10 ve 11 nolu tapulara; oradan da 21.07.1969 tarih 63 ve 64 nolu tapulara gittiği, bu kayıtların da Hisarönü köyü 1 ila 169 nolu parsellere revizyon gördüğü; 19 nolu tapu kaydının ise revizyon görmediği; 20 nolu tapu kaydının da Çamlı köyü 373 ila 633 nolu parsellere revizyon gördüğünün belirtildiği, ancak tespitlere itiraz edildiği; tapu kayıtlarının Hisarönü Çiftliğine ait Hisarönü köyü 1 ila 169 sayılı parsellere revizyon gören sınırlarının; D: Mezar Gediği, B: Dikili Taş, K: Löngöz, G: Kırvasil Beli ve bu yerden müfrez çiftlik; Gelibolu-Söğüt Çiftliğine ait Şubat 1962 tarih 1 sıra numarada 639 hektar 5240 m2 yüzölçümündeki (7000 dönüm) kadastro sırasında Çamlı Köyü 373 ila 633 sayılı parsellere revizyon gören sınırları; D: Kocalan ve Balan Dağı, B: Taşbük ve Löngöz, K: Çilecik Gediği, G: Gökbel ve Karadağ ve Mezar Gediği ile çevrili olan ve Örköz (Ergöz) Çiftliğine ait Şubat 1962 tarih 4 sıra numarada 275 hektar 7907 m2 (3000 dönüm) yüzölçümündeki ve kadastro sırasında hiç bir parsele revizyon görmeyen sınırları; D: Mezar Gediği, B: İnbükü ve Dikilitaş K. Löngöz, G: Gölenya Beli sınırlı kayıtlar olduğu ve bu kayıtların doğru temele dayanan, intikalleri düzenli yapılan tapu kaydı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı … ve arkadaşlarının dayandığı tapu kayıtları, hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar sabit hudutlu tapu kayıtları olmadığından hudutları ile değil, miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır.
Hukuk Genel Kurulunda görüşmeler sırasında, davacı tapu maliklerinin dayandığı Mart 1290 Safer 1291 tarih 18-19 ve 20 nolu kök tapu kayıtları kapsamındaki taşınmazların Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas, 2001/16 Karar sayılı dosyasına sunulan 08.03.2000 tarihli …, … ve … tarafından düzenlenen raporda da belirtildiği gibi, gayrisahih (tahsisat kabilinden, irsadi ) vakıf taşınmazı olarak… Vakfına ait olan ve geliri vakfedilen miri araziler olduğunun aynı tapu kayıtlarına dayalı olarak açılan Yargıtaydan geçen ve kesinleşen bir çok dava sonucunda saptandığı belirtilmiştir.
Öte yandan miri arazilerde uygulanan 1274 tarihli (1858) Arazi Kanunnamesi’nin 20. ve 78. maddesinin yürürlükte olduğu da tartışmasızdır. Dava konusu edilen taşınmazda da koşulları varsa bu hükümler uygulanacaktır. Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesinin uygulanmasında öncelikle dava konusu taşınmazın zilyet edilebilir nitelikte bir taşınmaz olması gerekir. Diğer iktisap şartları da şöyle sıralanmaktadır:
1) Davacının kesintisiz 10 yıl boyunca araziye malik sıfatıyla zilyet olması
2) Davacının süre boyunca küçük veya gayri mümeyyiz olmaması
3) Davacının araziye kaba güçle el koymuş olmaması
4)Arazinin ulaşması çok uzun sürecek uzak bir yerde olmaması (Sahibinin yaşadığı yer açısından)
5)Davacının araziyi geçerli bir sebep olmaksızın ele geçirip kullandığını süre içinde ikrar ve itiraf etmiş olmaması.
Şu hâlde, 10 yıl boyunca malik sıfatıyla zilyet olma, Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesine göre hak kazanmanın temel şartıdır. 20. maddenin aradığı maddi vakıaların ve kanuni şartların Medeni Kanun’un yürürlük tarihi olan 04.10.1926 tarihine dek tamamlanmış olması gereklidir. Buna göre, miri arazi niteliğindeki tapulu taşınmaz zilyedi tarafından malik sıfatıyla 04.10.1926 tarihinde yürürlüğe giren Medeni Kanun’dan geriye doğru yani en az 1916 yılından 1926 yılına kadar kullanılıyorsa ve anılan maddedeki diğer koşulların da gerçekleşmesi halinde zilyet lehine tescil kararı verilebilecektir. Bunun yanı sıra edinim koşullarının oluşup oluşmadığının, her parsel yönünden ayrı ayrı irdelenmesi, parsel bazında tapu kaydının hukuki kıymetini koruyup korumadığının değerlendirilmesi gerekir. Tapu kaydının dava konusu edilen bir taşınmaz yönünden Arazi Kanunnamesi’nde belirtilen hükümler gözetilerek hukuki kıymetini yitirmiş olması, o tapu kaydının tamamen hukuki kıymetini yitirdiği anlamına gelmeyip, sadece dava konusu edilen ilgili taşınmaz yönünden hukuki kıymetini kaybettiğini göstermektedir. Başka bir taşınmaz yönünden aynı tapu kaydı, Arazi Kanunnamesi’ndeki koşullar oluşmamışsa hukuki kıymetini koruyacaktır.
Mahkemece dikkate alınması gereken husus, dava konusu edilen taşınmaz kadim tarım arazisi ise zilyedi lehine 1274 tarihli (1858) Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesinde düzenlenen koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasıdır. Taşınmaz kadim tarım arazisi olmayıp, hali arazi gibi zilyet edilmesi olanaklı bir yer değilse, en az 1916-1926 yılları arası 10 yıl zilyet olma koşulu gerçekleşmiş olmayacağından ve tapu hukuki kıymetini kaybetmeyeceğinden tapu kaydının kapsamının belirlenmesi ve hak sahibi olacak kişinin belirlenen bu kapsamdaki yeri kullanıyor olması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece yapılan keşifte dava konusu taşınmazın bulunduğu Kocakür mevkiisinde; rakımın deniz seviyesine yakın olduğu, geniş düzlük içerisinde düzenli parselasyon yapılmış gibi parçalara ayrılmış taşınmazların bulunduğu, bir kısmının ikamet amaçlı ev, bir kısmının işyeri olarak kullanıldığı, bazı taşınmazların diğer taşınmazlara nazaran daha aşağıda bulunduğu ve içerisinde su bulunduğu gözlemlenmiş, dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar davaya konusu taşınmazların bulunduğu mevkiin öncesinde hali arazi iken 1960-1970’li yıllarda her haneye bir parça düşecek şekilde köylüler tarafından taksim edilerek kullanılmaya başlanıldığını, davalı-birleşen davacılar … ve arkadaşları tanıkları bu kişilerin dayandığı tapu kaydının dava konusu yere uyduğunu , davalı-müdahil davacı … tanıkları da taşınmazın … tarafından kullanıldığını gördüklerini bildirmişlerdir. Dosyaya sunulan ziraatçı bilirkişi raporunda, dava konusu taşınmazın çevresindeki birçok pareselde son 8-10 yıl içerisinde toprak dolgu yapılmış olduğundan, davaya konu taşınmazın çukur konumda kalarak içerisinin su dolduğunu, uzun süre toprak işlemesi yapılmayan taşınmazın imar ihyasının tamamlanamadığını, bataklık karakterde tarım dışı arazi olduğunu belirtmiştir. Bu durumda, davalılar/müdahil davacı tarafın taşınmazlar üzerinde zilyetliğinin (1916-1926 yılları arası, Arazi Kanunnamesi, madde 20) kanıtlanamamış olması nazara alındığında tapu kayıtlarının hukuki kıymetini kaybettikleri kabul edilemeyeceğine göre, bu kayıtların mahalline doğru şekilde uygulanıp 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. (B-C) maddesinde öngörülen şekilde tapu kayıtlarına kapsam tayin edilmesi gerekir.
Dayanılan tapu kayıtlarına kapsam tayin edilmesinde izlenecek yöntem ise; öncelikle yukarıda bahsedildiği üzere tapu kayıtlarının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/C maddesi uyarınca miktarı ile geçerli tapu kayıtları olduğu gözetilerek kapsamının belirlenmesidir. Dava konusu taşınmazlar belirlenen bu kapsam içerisinde kalıyorsa 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde düzenlenen; “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü de göz önünde bulundurularak, kayıt kapsamında kalan bu yerler dava tarihi itibariyle kayıt sahibi tarafından kullanılıyor ise tapu kaydına değer verilmelidir.
O hâlde mahkemece yapılacak iş; bozma ilamında belirtildiği gibi aynı tapu kayıtlarına dayalı olarak aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesine uygun yapılmadığı için Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme olanağı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazların niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtlarına sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri de dikkate alınarak, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu taşınmazları kapsayıp kapsamadığı kesin olarak saptanmaya çalışılmalı aynı şekilde karşı tarafın dayanağını oluşturan kayıtlar da oluşum belgeleri ile yerel bilirkişi ve tanıkların yardımı ve uzman bilirkişi aracılığı ile mahalline uygulanıp kapsamları belirlenmeye çalışılmalıdır. Bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek; çifte tapu durumunun doğması hâlinde eski tarihli ve sahih esasa dayanan kayda değer verilerek; karşı tarafın dayanağını oluşturan ve tescil ilamları ile oluşmuş tapu kayıtları yönünden tescil ilamlarının taraf olan kişiler ile Hazineyi bağlayacağı ve aralarında kesin hüküm oluşturacağı, çekişmeli taşınmazın malik hanesinin hukuken açık ve davalı olması nedeniyle, davada 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 30/2 maddesi uyarınca resen araştırma ilkesinin geçerli olacağı hususları gözetilerek ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, hudutları itibariyle çok geniş alanı kapsayan (Mart 1280 tarih 18, 19 ve 20 nolu) tapu kapsamında kalacak taşınmazlara ilişkin dava dosyalarının birleştirilmesine gerek olmadığı, bunun yerine tapu kapsamında kalan aynı köy, aynı ada içerisindeki yerlerle ilgili kılavuz dosya seçilerek bu dosya üzerinden tapu uygulaması yapılarak miktarı ile geçerli olan eski tapu kayıtlarının kapsamının belirlenebileceği, tapu kayıtlarının revizyon gördüğü kesinleşen veya davalı olduğu belirlenen tüm parsel tutanakları ve kamulaştırma yapılan alanlar göz önünde bulundurularak, bu kayıtların yüzölçümlerinin toplanması ile tapu malikleri adlarına tescil edilen miktarın tespit edilebileceği, TMK’nın (1926) yürürlük tarihinden önceki zilyetliği bilebilecek yerel bilirkişi ve tanık bulmanın imkânsız olduğu da düşünüldüğünde bu yolla daha kısa şekilde çözüme ulaşılabileceği belirtilerek hükmün bu değişik gerekçelerle bozulması gerektiği görüşleri ileri sürülmüş ise de; bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma kararında belirtilen gerekçelerle direnme kararı usul ve yasaya aykırı olup bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı … ve arkadaşları vekili, davalı Hazine vekili ile davalı-müdahil davacı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 25.06.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.