Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/3051 E. 2019/788 K. 25.06.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/3051
KARAR NO : 2019/788
KARAR TARİHİ : 25.06.2019

MAHKEMESİ :Kadastro Mahkemesi

Taraflar arasındaki “kadastro tespitine itiraz ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Marmaris Kadastro Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.03.2012 tarihli ve 2011/286 E., 2012/182 K. sayılı kararın davacı … ve arkadaşları vekili ile davalı Hazine vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 06.05.2014 tarihli ve 2014/2175 E., 2014/5511 K. sayılı kararı ile:
“…Kadastro sırasında Hisarönü Köyü çalışma alanında bulunan 123 ada 16 parsel sayılı 2.526,98 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek malik hanesi açık bırakılmak suretiyle tespit edilmiştir. Davacılar … ve …tarafından davalılar Hazine ve Hisarönü Köyü Tüzel Kişiliği aleyhine açılan tescil davası ile Şerif Efendi Mahdumları terekesi temsilcisi vekili tarafından açılan tescile itiraz ve elatmanın önlenmesi davası ile birleştirildikten sonra, davaya konu olan parsel hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. …, yargılama sırasında davalılardan satın alma iddiasına dayanarak davaya katılmıştır. Kadastro Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda müdahil …’ın davasının kabulüne, diğer davaların reddine ve çekişmeli 123 ada 16 parsel sayılı taşınmazın müdahil … adına tesciline karar verilmiş; hüküm, davacılar … ve diğerleri vekili ile davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Çekişmeli taşınmaz, kadastro tespiti sırasında Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek malik hanesi açık bırakılarak tespit edilmiştir. Davacılar Habibe Rona ve müşterekleri tarafından Mart 1290 tarih 9/18 defter varak sayılı Hisarönü mevkiindeki 4000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan tarafları; “Mezar Gediği” ve “Kırvasil Beli” ve “Dikilitaş” ve “Löngöz Çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/19 defter varak sayılı, Öküz (Löngöz) Çiftliği mevkiindeki 3000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları; “Mezar Gediği” ve “İnbükü” ve “Dikilitaş” ve “Gülenya beli” ve “Löngöz çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/20 defter varak sayılı, Gelibolu-Söğüt Çiftliği mevkili 7000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları “Kocaalan ve Balandağı”, “Taşbük” ve “Löngöz”, “Gökbel”, “Karadağ” ve “Mezar Gediği” ve “Çilecik Gediği” sınırlı tapu kayıtları ile bu kayıtlardan gelme Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 numaralı ve Şubat 1962 tarih 1, 2 ve 3 numaralı tapu kayıtlarına dayanarak davacılar tarafından açılan tescil davasına itiraz ve elatmanın önlenmesi istemiyle açılan dava, davaya konu olan taşınmaz hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Yargılama sırasında müdahil davacı çekişmeli taşınmazı davacılardan satın alma iddiasına dayanarak davaya katılmıştır. Davacılar çekişmeli taşınmazı müdahile sattıklarını ve müdahil adına tescile muvafakat ettiklerini bildirmişlerdir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda müdahil davacının öncüllerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926 yılından önce 10 yılı aşkın süre ile aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla zilyetliğinin sürdüğü, malik sıfatıyla zilyetliğinin Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra ve kadastro tespitine kadar kesintisiz olarak devam ettiği, bu suretle Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri gereğince davacılar … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği kabul edilmek suretiyle çekişmeli taşınmazın katılan … adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
Yukarıda belirtildiği ve dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere; davacılar … ve müşterekleri tarih ve numarası yazılı tapu kayıtlarına dayanmışlar, müdahil ve bayiilerinin arazi üzerindeki zilyetliklerinin malik sıfatı ile değil, kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ileri sürmüşler, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Arazi Kanunnamesi yürürlükten kalktığı için, Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri hükümlerinin müdahil ve öncülleri yararına uygulanma imkanının bulunmadığını iddia etmişlerdir. Davacılar … ve müştereklerinin bu iddialarına karşılık olarak karşı taraf; dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmazı kapsamadığını, Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kayıtlarına kapsam belirlemesinin kendileri yönünden bağlayıcı olamayacağını, kayıt maliki ile davacılar arasında akdi veya ırsi bir ilişkinin kurulamaması sebebiyle davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerindeki çok uzun süreli zilyetliğin kiracılık değil malik sıfatıyla sürdüğünü, davacılar … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtları taşınmaza uysa dahi uzun süreli nizasız kullanma nedeniyle kaydın hukuki kıymetini kaybettiğini, kendileri adına edinme koşullarının oluştuğunu ileri sürmüşlerdir. Bu iddia ve savunma çerçevesinde yerel mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulamanın yeterli olup olmadığı, delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülüp düşülmediği, varılan sonucun usul ve Yasa’ya uygun bulunup bulunmadığı konularında yargıya varmadan önce, tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili olarak ileri sürdükleri yukarıda özetlenen tüm vakıa ve delillerin ayrı ayrı tahlillerinin yapılıp buna göre bir sonuca ulaşılması uygun olacaktır. Şöyle ki;
1- Davacılar … ve müştereklerinin kök kayıt malikinin mirasçısı olup olmadığı: Karşı taraf, kayıt maliki ile davacıların murisi Habibe Hanım arasında irs ilişkisi olmadığını ileri sürmüşlerse de; davacı tapu maliklerinden … ve müştereklerinin Habibe Hanımın mirasçısı oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tereddüt karşı tarafın iddia ettiği gibi Habibe Hanımın tapu maliki Hacı Fevzi’nin kızı olup olmadığı konusundadır. Dosyada Habibe Hanımın nüfus kaydı mevcut olup, bu kayıtta baba adı Mustafa Fevzi’dir. Tapu kayıtlarında ise “Hacı Fevzi Kızı” olarak geçmektedir. Ancak davacılar tarafından ibraz edilen ve Osmanlı arşivleri ile şer’i sicil kayıtları üzerinde yapılan araştırmanın yer aldığı klasör içindeki belgeler arasında yer alan 1303 tarihli vekaletnamede; vekil eden olarak “Muğla, Şeyh Bedrettin Mahallesi sakinlerinden Hacı Fevzi Efendi Zade Şevket ağa İbn-i Mustafa Fevzi Efendi adı geçmektedir. Şevket ağanın Habibe hanımın kardeşi olduğu sabittir. Yine Şer’i sicil defterinde kayıtlı Şevket ağaya ait bir dilekçede “Hacı Fevzi Efendi Zade Şevket ağa İbn-i Mustafa Efendi, İbn-i Hacı Osman” ve “kız kardeşim Habibe Hanım İbnetü Mustafa Fevzi Efendi İbn-i Hacı Osman” yazılıdır. Yine aynı belgeler içerisinde yer alan Orman ve Maadin Nezaretinin Sadaret Makamına sunduğu 4 Nisan 1311 tarihli tezkerede “Muğlalı Mütevefta Hacı Fevzi Efendi Kerimesi Habibe Hanımın Uhdei tasarrufunda bulunan Gelibolu Erköz “Hisarönü Nam Çiftliklerin” ifadeleri yer almaktadır. Bu ve benzeri kayıtlardan Hacı Fevzi ile Mustafa Fevzi’nin aynı kişi ve Habibe Hanımın Hacı (Mustafa) Fevzi’nin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla karşı tarafın kayıt maliki ile davacıların murisi Habibe Hanım arasında irs ilişkisi olmadığına ilişkin iddiasında isabet bulunmamaktadır.
2- 1274 tarihli Arazi Kanunnamesinin tespit ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunup bulunmadığı ve şartları mevcut olduğu takdirde uygulanıp uygulanamayacağı: Medeni Kanun’un 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunup bulunmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bazı hukukçular Medeni Kanun’un taşınmaz mal mülkiyetini yeni baştan düzenlediğini, 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesi ile Arazi Kanunu’nun yürürlükten kaldırıldığının kabul edilmesi gerektiği savunmuşlarsa da; uygulamada Arazi Kanunu’nun Medeni Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş, uygulama da istikrarlı olarak bu yönde sürdürülmüştür. Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul eden hukukçular; 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesinde “MECELLE” açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, Arazi Kanunu’nun kaldırılan kanunlar arasında sayılmamasını, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, ancak yürürlüğünden önce kabul edilen 2.5.1926 tarih 87 sayılı Kanunla Arazi Kanunu’nun 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85. maddeleri yürürlükten kaldırıldığı halde diğer maddelerin yürürlükte olduğunun kabul edilmiş bulunduğunu, Yargıtay’ın 27.1.1943 tarih 5/7 ve 9.2.1944 tarih 4 numaralı İçtihadı Birleştirme Kararları ile 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mer’a Kanunu’nun 36. maddesi ile Arazi Kanunu’nun 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını görüşlerine dayanak yapmışlardır. Dairemiz de Arazi Kanunu’nun Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen hükümlerinin, bu arada Arazi Kanunu’nun 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunu kabul etmiş ve uygulamasını bu yönde sürdürmüştür. Bu durumda davaya konu parselin tespit ve dava tarihi itibariyle, Medeni Kanuna aykırı düşmeyen Arazi Kanunnamesi hükümlerinin, bu arada Arazi Kanunu’nun 20. ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabulü ile olayda anılan yasa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin araştırılıp tartışılması zorunludur. Mevcut uygulama karşısında davacıların bu konudaki itirazları yerinde değildir.
3- Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kaydı kapsamının belirlenmesi işleminin karşı tarafı bağlayıp bağlamayacağı: Söz konusu dosyada karşı tarafın taraf olmaması ve kapsam belirleme işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde yazılı ilkelere uyularak yapılmamış bulunması nedeniyle karşı tarafı bağlamayacağı açıktır.
4- Dayanılan kayıtların kapsamının nasıl belirleneceği: Belirtildiği üzere davacılar … ve müşterekleri tarih ve numaraları belirtilen tapu kayıtlarına dayanmışlardır. Dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar hudutları ile değil miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde yazılı “harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü karşısında; arazinin ve sınırlarının yukarıda belirtilen özelliği nazara alındığında kayıtların sınırlarını sabit kabul edip buna göre hüküm kurmak mümkün bulunmamaktadır. Davacıların anılan dosyada yapılan kapsam belirlemesinin doğru ve tarafları bağlayıcı olduğu yolundaki iddiası yasaya uygun bulunmamaktadır.
5- Taşınmaz üzerindeki müdahil ve öncüllerinin zilyetliğinin niteliği: Davacılar … ve müşterekleri, taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu, malik sıfatıyla kullanmanın söz konusu olmadığını iddia etmişlerse de bu yönde inandırıcı delil ibraz edemedikleri gibi, karşı tarafın arazi üzerindeki zilyetliklerinin kendilerine teb’an ve kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ispat da edememişlerdir.
6- Taşınmaz üzerindeki müdahil ve öncüllerinin zilyetliğinin kaydın hukuki kıymetinin kaybı için yeterli olup olmadığı: Asliye hukuk Mahkemesinde süren yargılama sırasında arazi başında dinlenen yerel bilirkişi ve zilyet tanıklarının çekişmeli taşınmazın öncesinde kime ait olduğuna ilişkin sözleri ile Kadastro Mahkemesinde yapılan keşif sırasında dinlenen yerel bilirkişi ve tanıkların sözleri çeliştiği, çekişmeli taşınmazın bir bütün olarak kullanılıp kullanılmadığı hususlarında tereddütler oluştuğu halde, mahkemece oluşan çelişki ve tereddütler giderilmeden karar verilmiştir. Kadastro Mahkemesi keşfine katılmış ziraatçı bilirkişi çekişmeli taşınmazın ev ve bahçesi olan bölümünün 60-70 yıldır, diğer bölümün ise son 15 yıldır kullanıldığını bildirmiştir. Mahkemenin gözlemi ile bilirkişi raporlarından çekişmeli taşınmazın keşif tarihi itibariyle tarım arazisi niteliğindeki yerlerden olduğu anlaşılmakta ise de davacılar … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri uyarınca hukuki değerlerini kaybedip kaybetmediğini değerlendirmek mümkün bulunmamaktadır.
7- Tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesine gerek olup olmadığı: Yukarıda da belirtildiği üzere davacılar … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının uygulanması ve kapsamlarının belirlenmesi yeterli ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Ayrıca, yapılan araştırma ve inceleme çekişmeli taşınmaz üzerinde müdahil ve öncüllerinin aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla cereyan eden zilyetliğinin bulunduğunu ve zilyetliğin, davacılar … ve müştereklerinin dayanaklarını oluşturan tapu kayıtlarının Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri uyarınca hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunduğunu kanıtlanmaya yeterli bulunmaktadır. Bu durumda, öncelikle müdahil ve öncüllerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde sürdürdükleri zilyetliğin şekli, süresi ve kapsamının yöntemince araştırılması, daha sonra ise davacılar … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının kapsamının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde belirtilen ilkeler doğrultusunda tespit edilip değerlendirmenin buna göre yapılması zorunludur. Karşı tarafın taşınmaz üzerinde zilyetliğinin şekli ve süresi hususlarında tereddütler olması nazara alındığında davacılar … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının hukuki kıymetini kaybettikleri kabul edilemeyeceğine göre, tapu kayıtlarının mahalline doğru şekilde uygulanıp kapsamının belirlenmesi gerekir.
Dosyanın arz ettiği özelliklere göre bu işlemler yapılmadan karar verilmesi doğru değildir. Eksik ve yetersiz soruşturmaya dayanılarak karar verilemez. Mahkeme kararında belirtildiği ve Dairemize gelen dosyalardan da anlaşıldığı üzere davacılar … ve müşterekleri tarafından aynı tapu kayıtlarına dayanılarak İçmeler, Çamlı, Karaca ve Hisarönü Köylerinde tespit gören çok sayıda parsele itiraz edilip dava açılmıştır. Dayanılan bu tapu kayıtlarının kapsamlarının sağlıklı olarak saptanması, yargılamanın kısa zamanda en az masrafla ve en doğru şekilde sonuçlandırılması ve bir parsel için verilecek kararın diğerlerini etkiler durumda bulunması nedeniyle bu davaların en azından köy (veya tapu kayıtlarında yazılı çiftlik) bazında birleştirilerek yürütülmesi zorunludur. Mahkemece bu zorunluluğa riayet edilmeden yargılamanın ayrı ayrı yürütülüp sonuçlandırılmaya çalışılması doğru değildir. Yukarıda da belirtildiği üzere dayanılan bu kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutları olması, hudutların birbirini takip eder şekilde düz hatlarla birleştirilmesiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan arazi bölümlerinin bulunması nedeniyle tapu kayıtları gayrisabit hudutlu kayıtlardandır Bir diğer ifadeyle bu kayıtlar hudutlarıyla değil miktarıyla geçerli tapu kayıtlarıdır. Bu itibarla tapu kayıtlarının kapsamı belirlenirken yukarıda belirtilen ilkenin gözden uzak tutulmaması gerekir. Hal böyle olunca doğru ve sağlıklı sonuca varılabilmesi için mahkemece öncelikle, aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında bu tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve karşı tarafın yokluğunda 1996/11 Esas sayılı dosya üzerinden yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtların sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri dikkate alınmalı, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu parseli kapsayıp kapsamadığı kesin olarak belirlenmeye çalışılmalıdır. Aynı şekilde karşı tarafın dayanağını oluşturan kayıtlar da oluşum belgeleri ile yerel bilirkişi ve tanıkların yardımı ve uzman bilirkişi aracılığı ile mahalline uygulanıp kapsamları belirlenmeye çalışılmalıdır. Bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsizdir…”
gerekçeleriyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kadastro tespitine itiraz istemine ilişkindir.
Davacılar … ve …vekili 10.10.1989 tarihinde davalılar Hazine ve Hisarönü Köyü tüzelkişiliğine husumet yönelterek açtığı tescil davasında; Marmaris ilçesi, Hisarönü köyünde kain doğusu: köy yolu ve köy tüzel kişiliği taşınmazı batısı: köy yolu, kuzeyi: Şakir Ergün ve köy tüzelkişiliği taşınmazı, güneyi: köy yolu ile çevrili yaklaşık dört dekar taşınmazın müvekkilleri adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Şerif Efendi mahdumları tereke temsilcisi Şahin Üye vekili 19.12.1989 tarihli dilekçesi ile; tescil davasına konu edilen taşınmazın müvekkilleri adına kayıtlı Mart 1290 tarih 9/18, 9/19 ve 9/20 varak/defter sayılı ve Eylül 1340 tarih 3, 4, 5 sıra nolu kadim ve sahih tapu kayıtları ve geldi kayıtları kapsamında kaldığını, tapuların dış hudutlarının Çilecik Gediği, Taşbükü İskelesi, Kocaalan, Balandağı, Gökbel, Mezar Gediği, Karadağ, Löngöz Çiftliği, İnbükü dışındaki Dikili Taş, Kırvasil Çiftliği ve Gölenya Beli noktalarını okuduğunu, davalı veya murislerinin icar yoluyla fer’i zilyet sıfatıyla ziraat ettiklerini, geldi kayıtlarında icareteynli vakıf olarak yazılı tapu kaydının 1961 yılında taviz bedeli ödenmek sureti ile vakıfla ilişiğinin kesildiğini, bu vakıfların zilyetlikle iktisabının mümkün olmadığını, yapılan devletleştirme işlemlerinden sonra tapu kaydının sınırlarının sabit hale geldiğini ileri sürerek açılan tescil davasının reddine ve davalıların elatmanın önlenmesine karar verilmesini istemiş, açılan bu dava tescil davası ile birleştirildikten sonra, davaya konu olan parsel hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır.
Müdahil davacı … 17.02.2009 tarihli dilekçesinde; taşınmazı … ve …’tan zilyetlik devri senedi ile devraldığını ileri sürerek, davaya müdahil olarak kabulüne ve taşınmazın adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Yerel Mahkemece; davacıların miras bırakanı Habibe Hanım’a isabet ettiği bildirilen çiftliklerin paylaşma işleminin 21 Haziran 1885 (1301 H) tarihli başvuru ile yapılmasına karşın, başvuru ile ilgili belgelerin bekletilerek 25 yıl sonra 21 Ağustos 1326 tarihinde yapıldığı, 26 Temmuz 1291 tarihinde yürürlüğe giren Nizamname hükümlerine göre bu tarihten sonra vakıflarla ilgili olarak her türlü kayıt ve belgelerin tapu idarelerine devredildiği, her türlü tasarruf işlemlerinin devrin yapıldığı tapu idarelerince yapılması gerektiği, miras paylaşımının 1301 tarihinde yapılması nedeni ile tapu maliki Hacı Fevzi Efendinin en geç bu tarihte öldüğünün kabulünün zorunlu olduğu, 1326 tarihine kadar tapu intikalinin yaptırılmayarak beklenildiği ve 1326 da Liva Meclisinde yaptırıldığı, 26 Temmuz 1291 tarihli Nizamname gereği Tapu Memurluğu önünde yapılması gerekirken neden 25 yıl sonra liva meclisinde yaptırıldığının anlaşılamadığı, davacıların dayandıkları bütün tapu kayıtlarının bu kayda dayanan ve bu kayıttan tedavül gören tapu kayıtları olduğu, işlem tarihi itibarı ile uyulması gereken yasal prosedüre uyulmayarak intikal yapılmasının ve bu intikal içinde 25 yıl beklenilmesinin tapunun hukuki kıymetinin kalmadığını gösterdiği, yapıldığı tarihte meri olan yasanın ya da mevzuatın öngördüğü maddi ya da şekli şartları taşımayan işlemlerin hukuki sonuç doğurmasının mümkün olmadığı, bu durumda tapu kaydının davalı zilyet lehine hukuki kıymetini kaybettiği, davacı … ve arkadaşlarının tutunduğu tapu kaydının gayri sabit sınırlı olup, dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelemesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbirleri ile düz hatlarla birleştirilmesi sonucu oluşan geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dere, dağ, ırmak, tepe, orman, kayalık-taşlık alan gibi yerlerin bulunması, dış hat ya da sınır olarak belirlenen geometrik şeklin tarafları bağlayıcı addedilmesinin olanaksız olduğu, zira tapu kaydını sınırları itibarı ile geçerli bir tapu kaydı saymanın olanaklı olmadığı, tapu kaydının sabit kabul edilebilecek bir sınırı olmadığı için tapu kaydında yazılı miktarın nereden ölçüleceğini tespit etmenin mümkün olmadığı, kadastro çalışması sırasında tespit gören ve özel mülkiyete konu olabilecek nitelikte olan arazilerin çevresi dağ, tepe, orman, taşlık kayalık ve benzeri arazilerle çevrili küçük sayılabilecek alanlardan oluştuğu, sınırların birleştirilmesi ile oluşan geometrik şeklin içinde kalan arazi yapısı içerisinde miktar itibarı ile uygulama yaparak davacıların tutundukları tapu kapsamında taşınmaz belirlenemeyeceği, tapu kaydının miktarı itibarı ile de uygulanamayacağı, bu açıdan da tapu kaydının hukuki sonuç doğurmasının mümkün olmadığı, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesi uyarınca harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılacağı, davacının ise, davalı tarafın taşınmazı kendilerine teb’an ve kiracı sıfatıyla kullandığını kanıtlayamadığı, eski tapu kaydının davacıların zilyetliği ile birleşmediği, mülkiyet iktisabı için zilyetliklerinin bulunmadığı, kaldı ki, tapu kayıtlarının miktar itibarı ile geçerli tapu kaydı olduğu varsayılsa bile; tapu kaydında kayden yazılı taşınmaz miktarı, tapu kaydında malik görünen kişi sayısı, kaydın oluşturulduğu ve tedavül gördüğü zamanın tarımsal üretim metot ve tekniği, toprak işlemenin hayvan ve insan gücü ile yapılması, bir insanın da işleyeceği alanın çok kısıtlı olması hususları nazara alındığında davacıların tutundukları tapu kaydında belirtilen miktarı işlemelerinin, aynı şekilde miras bırakanlarının da işlemesinin mümkün olmadığı, bu boyutta bir arazinin kiracılara verme usulü ile işlenmesi halinde bu durumun yöre halkının gözünden kaçmasının, şahit olan insan bulunamamasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, tapu kaydına tutunanların bu taşınmazların tamamına yönelik olarak dava açtıkları, karaca köyü ve İçmeler’de bulunan taşınmazlara yönelik olarak açılan davaların tamamına yakınının neticelendiği, tapu kaydına tutunanlar lehine verilen tek kararın olmadığı; aynı şekilde Hisarönü köyünde bulunan taşınmazlara yönelik davaların %90’ının neticelendiği, tapu kaydına tutunanlar lehine neticelenen tek bir kararın dahi olmadığı, yine Çamlı köyünde tapu kaydına tutunanlar lehine sonuçlanan kararların tarafların uzlaşması ile tesis edildiği, bu köyde tespit gören taşınmazların toplam alanın ¼’ini oluşturan parsellere yönelik davaların tapu kaydına tutunanlar aleyhine neticelenerek Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleştiği, davacıların AİHM’den aldığı tazminatın, makul sürede yargılanma hakkının ihlalinden dolayı verildiği, davacılar tarafından dayanılan tapu kaydındaki hudutların birbirleri ile düz hatlarla birleştirilmesi sonucu oluşan geometrik şekil içerisinde benzer evveliyata sahip başka şahıslara ait tapu kayıtlarının da olduğu, bu tapu kayıtlarına dayalı bir çok parselin tespit edildiği belirtilerek sonuç olarak tapu kaydının hukuken geçerli olmadığı, uygulanabilir olmadığı, davacı yanın sunduğu delillerin asıllarının sunulamadığı, ilgili kurumlarca da tanzim edildiklerinin doğrulanmadığı, istimlak edildiği iddia edilen yerlerle ilgili resmî belge olmadığı, yine bu yerlere ilişlin görülen davaların aleyhlerine neticelendiği, tapu kadına tutunan davacıların tek tanığı sayılabilecek … hakkında yalan tanıklık nedeniyle yapılan yargılama neticesinde mahkûmiyet kararı verildiği, bu aşamada bu tanığın beyanlarına itibar etmenin mümkün olmadığı, dosya kapsamından taşınmazın insan ömrünü aşan bir süreden beri davacı … ve taşınmazı ona devredenlerce malik sıfatı ile kullanıldığı, insan ömrünü aşan bir süreden beri davaya konu taşınmazı kullanan davacı … ve taşınmazı ona devredenlerin daha önceden de bu yeri kullandığının kabulü zorunlu ve hayatın olağan akışının gereği olduğu, tapuda malik görünenlerin davaya konu taşınmaza hiçbir zaman zilyet olmadıkları sabit olduğu için lehlerine tapunun hüküm doğurmasının mümkün olmadığı; öte yandan pilot dosya olarak kabul edilen 1996/11 Esas nolu dosyada 3 gün boyunca yapılan keşfin yeterli olmadığı kabul edilse bile, dava konusu taşınmazın Medeni Kanun’un 1926 yılındaki yürürlük tarihinden önceki 10 yıldan fazla süre ile davalı/müdahil davacı tarafça zilyet edildiği, bu zilyetliğin Medeni Kanun’un kabulünden sonra kadastro tespitinin yapıldığı tarihe kadar devam ettiği bu nedenle Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesindeki koşulların zilyet lehine gerçekleştiğinden tapunun kıymetini kaybettiği, bu nedenle tapu kaydına kapsam belirlenmesinde yarar olmadığı, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinde aranan zilyetlikle mülk edinme koşullarının kadastro tespitinden önce davacı … lehine oluştuğu gerekçeleriyle diğer davacıların davalarının reddi, müdahil davacı …’ın davasının kabulü ile davaya konu Hisarönü köyü 123 ada 16 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespit tutanağındaki vasıfla müdahil davacı … adına tesciline karar verilmiştir.
Davacılar … ve arkadaşları vekili ile davalı Hazine vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkeme önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacılar … ve arkadaşları vekili ve davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıların (davacı Şerefliler) tutunduğu tapu kayıtlarının hukuken geçerli kayıtlar olup olmadığı, davalı tarafın zilyetliğinin Arazi Kanunnamesi’nde (20. ve 78.md.ler) düzenlenen şekilde tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunup bulunmadığı, davacı tarafın (davacı Şerefliler) tutunduğu tapu kayıtlarına kapsam tayini gerekip gerekmediği, sonucuna göre de, mahkemece tapu kayıtlarına kapsam tayini yönünden bozma kararında belirtilen şekilde araştırma ve inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu Marmaris ilçesi, Hisarönü köyünde kain 123 ada 16 parsel sayılı taşınmazın 28.08.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmalarında, 2526,98m2 yüzölçümünde, iki adet ev ve tarla vasfında, Durmuş Uysal’ın zilyetliğinde iken 1970 yılında … ve …’a sattığı, onların da 2005 yılında yeniden sattıkları, taşınmazın Marmaris 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1989/437 Esas sayılı dosyasında davalı olduğu belirtilerek malik hanesi boş bırakılmak suretiyle tespit yapıldığı anlaşılmıştır.
Davacılar … ve arkadaşları vekili, Mihrişah Valide Sultan Vakfı’na ait olan Mart 1290 Safer 1291 tarih, 18 nolu (4000 dönüm); 19 nolu (3000 dönüm) ve 20 nolu (7000 dönüm), maliki Hacı Fevzi Efendi adına kayıtlı tapu kayıtlarına dayandıkları, anılan tapu kayıtlarının kızı Habibe Hanım’a intikal ederek Ağustos 1326 tarih 2-3 ve 4 nolu tapulara gittiği; Habibe Hanım’ın da çocukları Kamil Bey, Celal, Mahmut ve Necip’e ölünceye dek bakıp gözetmeleri karşılığında verildiği ve Eylül 1340 tarih 3-4-5 nolu kayıtların oluştuğu; bu kayıtların da 7.2.1962 tarih, 1-4 ve 5 nolu tapulara gittiği; 18 nolu tapu kaydının 23.05.1969 tarih 10 ve 11 nolu tapulara; oradan da 21.07.1969 tarih 63 ve 64 nolu tapulara gittiği, bu kayıtların da Hisarönü köyü 1 ila 169 nolu parsellere revizyon gördüğü; 19 nolu tapu kaydının ise revizyon görmediği; 20 nolu tapu kaydının da Çamlı köyü 373 ila 633 nolu parsellere revizyon gördüğünün belirtildiği, ancak tespitlere itiraz edildiği; tapu kayıtlarının Hisarönü Çiftliğine ait Hisarönü köyü 1 ila 169 sayılı parsellere revizyon gören sınırlarının; D: Mezar Gediği, B: Dikili Taş, K: Löngöz, G: Kırvasil Beli ve bu yerden müfrez çiftlik; Gelibolu-Söğüt Çiftliğine ait Şubat 1962 tarih 1 sıra numarada 639 hektar 5240 m2 yüzölçümündeki (7000 dönüm) kadastro sırasında Çamlı köyü 373 ila 633 sayılı parsellere revizyon gören sınırları; D: Kocalan ve Balan Dağı, B: Taşbük ve Löngöz, K: Çilecik Gediği, G: Gökbel ve Karadağ ve Mezar Gediği ile çevrili olan ve Örköz (Ergöz) Çiftliğine ait Şubat 1962 tarih 4 sıra numarada 275 hektar 7907 m2 (3000 dönüm) yüzölçümündeki ve kadastro sırasında hiç bir parsele revizyon görmeyen sınırları; D: Mezar Gediği, B: İnbükü ve Dikilitaş K. Löngöz, G: Gölenya Beli sınırlı kayıtlar olduğu ve bu kayıtların doğru temele dayanan, intikalleri düzenli yapılan tapu kaydı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı … ve arkadaşlarının dayandığı tapu kayıtları, hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar sabit hudutlu tapu kayıtları olmadığından hudutları ile değil, miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır.
Hukuk Genel Kurulunda görüşmeler sırasında, davacı tapu maliklerinin dayandığı Mart 1290 Safer 1291 tarih 18-19 ve 20 nolu kök tapu kayıtları kapsamındaki taşınmazların Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas, 2001/16 Karar sayılı dosyasına sunulan 08.03.2000 tarihli …, … ve … tarafından düzenlenen raporda da belirtildiği gibi, gayrisahih (tahsisat kabilinden, irsadi ) vakıf taşınmazı olarak Mihrişah Valide Sultan Vakfına ait olan ve geliri vakfedilen miri araziler olduğunun aynı tapu kayıtlarına dayalı olarak açılan Yargıtay’dan geçen ve kesinleşen bir çok dava sonucunda saptandığı belirtilmiştir.
Öte yandan miri arazilerde uygulanan 1274 tarihli (1858) Arazi Kanunnamesi’nin 20. ve 78. maddesinin yürürlükte olduğu da tartışmasızdır. Dava konusu edilen taşınmazda da koşulları varsa bu hükümler uygulanacaktır. Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesinin uygulanmasında öncelikle dava konusu taşınmazın zilyet edilebilir nitelikte bir taşınmaz olması gerekir. Diğer iktisap şartları da şöyle sıralanmaktadır:
1) Davacının kesintisiz 10 yıl boyunca araziye malik sıfatıyla zilyet olması
2) Davacının süre boyunca küçük veya gayri mümeyyiz olmaması
3) Davacının araziye kaba güçle el koymuş olmaması
4)Arazinin ulaşması çok uzun sürecek uzak bir yerde olmaması (Sahibinin yaşadığı yer açısından)
5)Davacının araziyi geçerli bir sebep olmaksızın ele geçirip kullandığını süre içinde ikrar ve itiraf etmiş olmaması.
Şu hâlde, 10 yıl boyunca malik sıfatıyla zilyet olma, Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesine göre hak kazanmanın temel şartıdır. 20. maddenin aradığı maddi vakıaların ve kanuni şartların Medeni Kanun’un yürürlük tarihi olan 04.10.1926 tarihine dek tamamlanmış olması gereklidir. Buna göre, miri arazi niteliğindeki tapulu taşınmaz zilyedi tarafından malik sıfatıyla 04.10.1926 tarihinde yürürlüğe giren Medeni Kanun’dan geriye doğru yani en az 1916 yılından 1926 yılına kadar kullanılıyorsa ve anılan maddedeki diğer koşulların da gerçekleşmesi hâlinde zilyet lehine tescil kararı verilebilecektir. Bunun yanı sıra edinim koşullarının oluşup oluşmadığının, her parsel yönünden ayrı ayrı irdelenmesi, parsel bazında tapu kaydının hukuki kıymetini koruyup korumadığının değerlendirilmesi gerekir. Tapu kaydının dava konusu edilen bir taşınmaz yönünden Arazi Kanunnamesi’nde belirtilen hükümler gözetilerek hukuki kıymetini yitirmiş olması, o tapu kaydının tamamen hukuki kıymetini yitirdiği anlamına gelmeyip, sadece dava konusu edilen ilgili taşınmaz yönünden hukuki kıymetini kaybettiğini göstermektedir. Başka bir taşınmaz yönünden aynı tapu kaydı, Arazi Kanunnamesi’ndeki koşullar oluşmamışsa hukuki kıymetini koruyacaktır.
Mahkemece dikkate alınması gereken husus, dava konusu edilen taşınmaz kadim tarım arazisi ise zilyedi lehine 1274 tarihli (1858) Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesinde düzenlenen koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasıdır. Taşınmaz kadim tarım arazisi olmayıp, hali arazi gibi zilyet edilmesi olanaklı bir yer değilse, en az 1916-1926 yılları arası 10 yıl zilyet olma koşulu gerçekleşmiş olmayacağından ve tapu hukuki kıymetini kaybetmeyeceğinden tapu kaydının kapsamının belirlenmesi ve hak sahibi olacak kişinin belirlenen bu kapsamdaki yeri kullanıyor olması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; Asliye Hukuk Mahkemesinde süren yargılama sırasında arazi başında dinlenen yerel bilirkişi ve zilyet tanıkları; davaya konu taşınmazın…’a ait iken … ve …’a satıldığını, tescil davasına itiraz eden tapu malikleri tanığı ise davaya konu yerin çiftlik tapu kayıtları kapsamında kaldığını, öncesinde hayvan güdülen yer olduğunu beyan etmişler, Kadastro mahkemesi tarafından yapılan keşifte ise zilyet tanıkları dava konusu taşınmazın öncesinin …’a ait olduğunu, tapu malikleri tanığı ise davaya konu taşınmazın öncesinin ekilip ekilmediğini, açık alan mı çalılık mı olduğunu bilmediğini ifade etmişlerdir. Çekişmeli taşınmazın öncesinde ne vasıfta olduğu ve kime ait olduğu hususunda tescil davasında dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanları ile Kadastro Mahkemesinde yapılan keşif sırasında dinlenen yerel bilirkişi ve tanıkların sözlerinin çeliştiği görülmüştür. Kadastro Mahkemesi keşfine katılmış ziraatçı bilirkişi çekişmeli taşınmazın ev ve bahçesi olan bölümünün 60-70 yıldır, diğer bölümün ise son 15 yıldır kullanıldığını bildirmiştir. Çekişmeli taşınmazın bir bütün olarak kullanılıp kullanılmadığı, öncesinde kim tarafından kullanıldığı ve ne vasıfta olduğu hususlarında tereddütler oluştuğu hâlde, mahkemece oluşan çelişki ve tereddütler giderilmeden karar verilmiştir. Davacılar … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri uyarınca hukuki değerlerini kaybedip kaybetmediğini değerlendirmek mümkün bulunmadığından, davalı/müdahil davacı tarafın taşınmazlar üzerinde zilyetliğinin (1916-1926 yılları arası, Arazi Kanunnamesi, madde 20) kanıtlanamamış olması nazara alındığında tapu kayıtlarının hukuki kıymetini kaybettikleri kabul edilemeyeceğine göre, bu kayıtların mahalline doğru şekilde uygulanıp 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. (B-C) maddesinde öngörülen şekilde tapu kayıtlarına kapsam tayin edilmesi gerekir.
Dayanılan tapu kayıtlarına kapsam tayin edilmesinde izlenecek yöntem ise; öncelikle yukarıda bahsedildiği üzere tapu kayıtlarının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/C maddesi uyarınca miktarı ile geçerli tapu kayıtları olduğu gözetilerek kapsamının belirlenmesidir. Dava konusu taşınmazlar belirlenen bu kapsam içerisinde kalıyorsa 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde düzenlenen; “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü de göz önünde bulundurularak, kayıt kapsamında kalan bu yerler dava tarihi itibariyle kayıt sahibi tarafından kullanılıyor ise tapu kaydına değer verilmelidir.
O hâlde mahkemece yapılacak iş; bozma ilamında belirtildiği gibi aynı tapu kayıtlarına dayalı olarak aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesine uygun yapılmadığı için Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme olanağı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazların niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkân verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtlarına sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri de dikkate alınarak, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu taşınmazları kapsayıp kapsamadığı kesin olarak belirlenmeye çalışılmalıdır. Bu değerlendirme yapılırken, çekişmeli taşınmazın malik hanesinin açık ve davalı olarak tespitinin yapılmış olması nedeniyle, davada 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 30/2. maddesi uyarınca resen araştırma ilkesinin geçerli olacağı gözetilmelidir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, hudutları itibariyle çok geniş alanı kapsayan (Mart 1280 tarih 18, 19 ve 20 nolu) tapu kapsamında kalacak taşınmazlara ilişkin dava dosyalarının birleştirilmesine gerek olmadığı, bunun yerine tapu kapsamında kalan aynı köy, aynı ada içerisindeki yerlerle ilgili kılavuz dosya seçilerek bu dosya üzerinden tapu uygulaması yapılarak miktarı ile geçerli olan eski tapu kayıtlarının kapsamının belirlenebileceği, tapu kayıtlarının revizyon gördüğü kesinleşen veya davalı olduğu belirlenen tüm parsel tutanakları ve kamulaştırma yapılan alanlar göz önünde bulundurularak, bu kayıtların yüzölçümlerinin toplanması ile tapu malikleri adlarına tescil edilen miktarın tespit edilebileceği, TMK’nın (1926) yürürlük tarihinden önceki zilyetliği bilebilecek yerel bilirkişi ve tanık bulmanın imkansız olduğu da düşünüldüğünde bu yolla daha kısa şekilde çözüme ulaşılabileceği belirtilerek hükmün bu değişik gerekçelerle bozulması gerektiği görüşleri ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma kararında belirtilen gerekçelerle direnme kararı usul ve yasaya aykırı olup bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacılar … ve arkadaşları vekili ile davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 25.06.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.