YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/3050
KARAR NO : 2019/709
KARAR TARİHİ : 18.06.2019
MAHKEMESİ :Kadastro Mahkemesi
Taraflar arasındaki “kadastro tespitine itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Marmaris Kadastro Mahkemesince davanın reddine dair verilen 14.01.2015 tarihli ve 2013/10 E., 2015/11 K. sayılı kararın davacılar vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 15.12.2015 tarihli ve 2015/5620 E., 2015/15393 K. sayılı kararı ile:
“… Yargıtay bozma ilamında özetle; “taraflar arasındaki çekişmeye konu olan taşınmazların Karaca Köyü çalışma alanında bulunan 720 ve 728 parsel sayılı taşınmazlar olup mahkemece bu taşınmazlar hakkında yargılama yapıldığı halde, kısa ve gerekçeli kararda çekişmeli taşınmazların parsel numaraları 727 ve 728 olarak yazıldığı; davalı vekilinin istemi ile gerekçeli kararın hüküm fıkrasında 727 olarak yazılan parsel numarasının 720 olarak düzeltilerek düzeltmenin üzerinin mahkeme hakimince mühürlenip imzalanması ile 720 parsel sayılı taşınmaz yönünden kısa ve gerekçeli karar arasında çelişki oluştuğu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 298/2 maddesi uyarınca kısa ve gerekçeli kararın uyumlu olmaması kesin bozma nedeni olduğundan hükmün bozulması gereğine“ değinilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davacı … ve müştereklerinin davasının reddi ile Karaca Köyü çalışma alanında bulunan çekişmeli 720 ve 728 parsel sayılı taşınmazların tespit tutanağındaki tespit gibi tesciline karar verilmiş; hüküm, davacı ve müdahiller … ve müşterekleri vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Kadastro tespiti sırasında çekişmeli taşınmazlar tapu kaydı ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle davalı … adına tespit edilmiştir. Davacılar … ve … Özkaya, yasal süresi içinde Mart 1290 tarih 9/18 defter varak sayılı Hisarönü mevkiindeki 4000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan tarafları; “Mezar Gediği” ve “Kırvasil Beli” ve “Dikilitaş” ve “Löngöz Çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/19 defter varak sayılı, Öküz (Löngöz) Çiftliği mevkiindeki 3000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları; “Mezar Gediği” ve “İnbükü” ve “Dikilitaş” ve “Gülenya beli” ve “Löngöz çiftliği” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/20 defter varak sayılı, Gelibolu-Söğüt Çiftliği mevkili 7000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, tarafları “Kocaalan ve Balandağı”, “Taşbük” ve “Löngöz”, “Gökbel”, “Karadağ” ve “Mezar Gediği” ve “Çilecik Gediği” sınırlı tapu kayıtları ile bu kayıtlardan gelme Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 numaralı ve Şubat 1962 tarih 1, 2 ve 3 numaralı tapu kayıtlarına dayanarak dava açmıştır. Yargılama sırasında, … ve diğerleri davacılarla aynı iddialara dayanarak davaya katılmıştır. Kadastro Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda; verilen önceki karar davacı ve müdahiller Firuzan Topaloğlu ve müşterekleri vekili taraflarınca temyiz edilmekle Dairemizin yukarıda özetli kararıyla usulden bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda; davalılar ve öncüllerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926 yılından önce 10 yılı aşkın süre ile aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla zilyetliğinin sürdüğü, malik sıfatıyla süren zilyetliklerinin Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra ve kadastro tespitine kadar kesintisiz olarak devam ettiği, bu suretle Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddeleri gereğince davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan ve uygulama yeteneği bulunmayan tapu kayıtlarının hukuki kıymetini kaybettiği, davalı taraf yararına edinme koşullarının oluştuğu kabul edilmek suretiyle çekişmeli taşınmazın davalılar adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
Yukarıda belirtildiği ve dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere; davacı ve müdahiller … ve müşterekleri vekili tarih ve numarası yazılı tapu kayıtlarına dayanmış, davalı taraf ve öncüllerinin arazi üzerindeki zilyetliklerinin malik sıfatı ile değil, kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ileri sürmüşler, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Arazi Kanunnamesi yürürlükten kalktığı için, Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri hükümlerinin davalı taraf yararına uygulanma imkanının bulunmadığını iddia etmişlerdir. Davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin bu iddialarına karşılık olarak karşı taraf; dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmazı kapsamadığını, Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam belirlemesinin kendileri yönünden bağlayıcı olamayacağını, kayıt maliki ile davacı ve müdahiller arasında akdi veya ırsi bir ilişkinin kurulamaması sebebiyle davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerindeki çok uzun süreli zilyetliğin kiracılık değil malik sıfatıyla sürdüğünü, davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtları taşınmaza uysa dahi uzun süreli nizasız kullanma nedeniyle kaydın hukuki kıymetini kaybettiğini, kendileri adına edinme koşullarının oluştuğunu ileri sürmüştür. Bu iddia ve savunma çerçevesinde yerel mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulamanın yeterli olup olmadığı, delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülüp düşülmediği, varılan sonucun usul ve yasaya uygun bulunup bulunmadığı konularında yargıya varmadan önce, tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili olarak ileri sürdükleri yukarıda özetlenen tüm vakıa ve delillerin ayrı ayrı tahlillerinin yapılıp buna göre bir sonuca ulaşılması uygun olacaktır. Şöyle ki;
1- Davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin kök kayıt malikinin mirasçısı olup olmadığı: Karşı taraf, kayıt maliki ile davacı ve müdahiller … ve müşterekleri ile murisi Habibe Hanım arasında irs ilişkisi olmadığını ileri sürmüşlerse de; davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin Habibe Hanım’ın mirasçısı oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tereddüt, karşı tarafın iddia ettiği gibi Habibe Hanım’ın tapu maliki Hacı Fevzi’nin kızı olup olmadığı konusundadır. Dosyada Habibe Hanım’ın nüfus kaydı mevcut olup, bu kayıtta baba adı Mustafa Fevzi’dir. Tapu kayıtlarında ise “Hacı Fevzi kızı” olarak geçmektedir. Ancak ibraz edilen ve Osmanlı arşivleri ile şer’i sicil kayıtları üzerinde yapılan araştırmanın yer aldığı klasör içindeki belgeler arasında yer alan 1303 tarihli vekaletnamede; vekil eden olarak “Muğla, Şeyh Bedrettin Mahallesi sakinlerinden Hacı Fevzi Efendi Zade Şevket Ağa İbn-i Mustafa Fevzi Efendi adı geçmektedir. Şevket Ağanın Habibe Hanım’ın kardeşi olduğu sabittir. Yine Şer’i sicil defterinde kayıtlı Şevket Ağaya ait bir dilekçede “Hacı Fevzi Efendi Zade Şevket ağa İbn-i Mustafa Efendi, İbn-i Hacı Osman” ve “kız kardeşim Habibe Hanım İbnetü Mustafa Fevzi Efendi İbn-i Hacı Osman” yazılıdır. Yine aynı belgeler içerisinde yer alan Orman ve Maadin Nezaretinin Sadaret Makamına sunduğu 4 Nisan 1311 tarihli tezkerede “Muğlalı Mütevefta Hacı Fevzi Efendi Kerimesi Habibe Hanım’ın uhdei tasarrufunda bulunan Gelibolu Erköz “Hisarönü Nam Çiftliklerin” ifadeleri yer almaktadır. Bu ve benzeri kayıtlardan Hacı Fevzi ile Mustafa Fevzi’nin aynı kişi ve Habibe Hanımın Hacı (Mustafa) Fevzi’nin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla; karşı tarafın kayıt maliki ile davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin murisi Habibe Hanım arasında irs ilişkisi olmadığına ilişkin iddiasında isabet bulunmamaktadır.
2- Çiftlik tapu kayıtlarının nitelikleri ile Arazi Kanunnamesinin uygulanıp uygulanamayacağı: Dosya kapsamına, tapu kayıtlarının cinsine, niteliğine ve bilirkişi raporlarına göre; çiftlik tapu kayıtlarının oluşumunda geçen Mihrişah Valide Sultan Vakfı; bir hanedan vakfı olup, bu gibi vakıflar çerçevesinde yapılan tahsisler, bugünkü anlamı ile mülkiyetin (eski tabirle rakabenin) tahsisi değil, miri arazinin gelirinin tahsisi niteliğindedir. Osmanlı İmparatorluğunda ilke olarak Padişah tarafından; arazinin özel mülkiyete geçirilerek vakıf kurulmasına (sahih vakıf) izin verilmemiş, arazinin gelirinin vakıf amacına tahsis edilmesine (gayrisahih vakıf) izin verilmiştir. Yani; dava konusu taşınmazlar miri arazi niteliğindeki arazilerden olup, kurulan vakıf da gayrisahih nitelikli vakıflardandır ve olayda 1858 tarihli Arazi Kanunnamesinin uygulanmasına, tapu kayıtlarının oluşum şekli itibariyle bir engel bulunmamaktadır.
Yine, Arazi Kanunnamesinin uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığını saptamak amacıyla, davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin dayanaklarını oluşturan çiftlik tapu kayıtlarının hukuki değerlerini kaybedip kaybetmedikleri yönünden yapılacak değerlendirmenin her bir taşınmaz yönünden ayrı ayrı yapılması zorunludur. Bir parsel ve zilyet yönünden hukuki değerini koruyan tapu kaydının diğer bir parsel ve zilyet yönünden hukuki değerini kaybetmesi mümkün olup, tapu kayıtlarının tüm parseller yönünden genel geçerli bir değerlendirmeye ve kabule tabi tutulmasında isabet bulunmamaktadır.
3- 1274 (1858) tarihli Arazi Kanunnamesinin tespit ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunup bulunmadığı ve şartları mevcut olduğu takdirde uygulanıp uygulanamayacağı: Medeni Kanun’un 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra Arazi Kanunnamesinin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunup bulunmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bazı hukukçular Medeni Kanun’un taşınmaz mal mülkiyetini yeni baştan düzenlediğini, 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesi ile Arazi Kanunnamesinin yürürlükten kaldırıldığının kabul edilmesi gerektiğini savunmuşlarsa da; tatbikatta Arazi Kanunnamesinin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş, uygulamada istikrarlı olarak bu yönde sürdürülmüştür. Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul eden hukukçular; 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesinde “Mecelle” açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, Arazi Kanunnamesinin kaldırılan Kanunlar arasında sayılmamasını, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, ancak yürürlüğünden önce kabul edilen 2.5.1926 tarih 87 sayılı Kanunla Arazi Kanunnamesinin 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85. maddeleri yürürlükten kaldırıldığı halde diğer maddelerin yürürlükte olduğunun kabul edilmiş bulunduğunu, Yargıtay’ın 27.1.1943 tarih 5/7 ve 9.2.1944 tarih 4 numaralı İçtihadı Birleştirme Kararları ile 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 36. maddesi ile Arazi Kanunnamesinin 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını görüşlerine dayanak yapmışlardır. Dairemiz de Arazi Kanunnamesinin Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen hükümlerinin, bu arada Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunu kabul etmiş ve uygulamasını bu yönde sürdürmüştür. Daha önceki dönemlerde gayrımenkul davalarına bakmakla görevli bulunan Yargıtay Dairelerinin de benzer uygulamalarda bulunmuş oldukları bilinmektedir. Bu durumda davaya konu parselin tespiti ve dava tarihi itibariyle, Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen Arazi Kanunnamesinin hükümlerinin bu arada Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabulü ile olayda anılan yasa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin araştırılıp tartışılması zorunludur.
4- Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kaydı kapsamının belirlenmesi işleminin tarafları bağlayıp bağlamayacağı: Söz konusu dosyada davacı ve müdahiller … ve müşterekleri taraf olsa da, karşı tarafın taraf olmaması ve kapsam belirleme işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B ve C maddesinde yazılı ilkelere uyularak yapılmamış bulunması nedeniyle karşı tarafı bağlamayacağı açıktır.
5- Dayanılan kayıtların kapsamının nasıl belirleneceği: Belirtildiği üzere davacı ve müdahiller … ve müşterekleri çiftlik tapu kayıtlarına dayanmıştır. Dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar hudutları ile değil miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde yazılı “harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tesbit yapılır.” hükmü karşısında; arazinin ve sınırlarının yukarıda belirtilen özelliği nazara alındığında kayıtların sınırlarını sabit kabul edip buna göre hüküm kurmak mümkün bulunmamaktadır. Anılan dosyada yapılan kapsam belirlemesinin doğru ve tarafları bağlayıcı olduğu yolundaki iddia bu nedenlerle usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır.
6- Taşınmaz üzerindeki karşı tarafın zilyetliğinin niteliği: Davacı ve müdahiller … ve müşterekleri vekili, çekişmeli taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu, malik sıfatıyla kullanmanın söz konusu olmadığını iddia etmişlerse de bu yönde inandırıcı delil ibraz edemedikleri gibi, karşı tarafın arazi üzerindeki zilyetliklerinin kendilerine teb’an ve kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ispat da edememişlerdir.
7- Taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin kaydın hukuki kıymetinin kaybı için yeterli olup olmadığı: Arazi başında yapılan keşifte dinlenen zilyet tanıklarının beyanlarından çekişmeli taşınmazın öncesinde de kullanıldığını kanıtlamaya yeterli bulunmamaktadır. Dosyaya sunulan uzman ziraatçı bilirkişi raporunda çekişmeli taşınmazın, tarım arazi niteliğindeki yerlerden olduğu bildirilse de, yerel bilirkişi tanık beyanlarından çekişmeli taşınmazın öncesinde kullanılmayan yerlerden olduğu anlaşılmaktadır. Şu hale göre; karşı tarafın, olayda uygulanması mümkün olan Arazi Kanunnamesinin 20 . ve 78. maddeleri uyarınca, Medeni Kanunun yürürlüğünden 10 yıl öncesine ulaşan zilyetliklerini ve bu şekilde davacı ve müdahillerin dayanaklarını oluşturan çiftlik tapu kayıtlarının lehlerine hukuki değerini kaybettiğini ispat ettikleri kabul edilemez.
8- Tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesine gerek olup olmadığı: Yukarıda da belirtildiği üzere davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının uygulanması ve kapsamlarının belirlenmesi yeterli ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Ayrıca, çekişmeli taşınmazın öncesinde kullanılmadığının bildirilmesi karşısında, davalı tarafın zilyetliğinin, davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri uyarınca hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunduğu kanıtlanamamış bulunmaktadır. Bu durumda; davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının kapsamlarının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde belirtilen ilkeler doğrultusunda tespit edilip, bundan sonraki değerlendirmenin buna göre yapılması zorunludur.
Dosyanın arz ettiği özelliğe göre, bu işlemler yapılmadan karar verilmesi doğru değildir. Eksik ve yetersiz araştırma, inceleme ve uygulamaya dayanılarak karar verilemez. Mahkeme kararında belirtildiği ve Dairemize gelen dosyalardan da anlaşıldığı üzere davacı ve müdahiller … ve müşterekleri tarafından aynı tapu kayıtlarına dayanılarak İçmeler, Çamlı, Karaca ve Hisarönü Köylerinde tespit gören çok sayıda parsele itiraz edilip dava açılmıştır. Dayanılan bu tapu kayıtlarının kapsamlarının sağlıklı olarak saptanması, yargılamanın kısa zamanda, en az masrafla ve en doğru şekilde sonuçlandırılması ve bir parsel için verilecek kararın diğerlerini etkiler durumda bulunması nedeniyle bu davaların en azından köy (veya tapu kayıtlarında yazılı çiftlik) bazında birleştirilerek yürütülmesi zorunludur. Mahkemece bu zorunluluğa riayet edilmeden yargılamanın ayrı ayrı yürütülüp sonuçlandırılmaya çalışılması doğru değildir. Yukarıda da belirtildiği üzere dayanılan bu kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını çevrelememesi, hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbirine düz hatlarla birleştirilmesiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan arazi bölümlerinin bulunması nedeniyle tapu kayıtları gayri sabit hudutludur. Bir diğer ifadeyle, bu kayıtlar 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/C maddesi uyarınca hudutlarıyla değil miktarıyla geçerli tapu kayıtlarıdır. Bu itibarla tapu kayıtlarının kapsamı belirlenirken yukarıda belirtilen ilkenin gözden uzak tutulmaması gerekir.
Hal böyle olunca; doğru ve sağlıklı sonuca varılabilmesi için mahkemece öncelikle yapılması gereken iş, aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında bu tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve karşı tarafın yokluğunda 1996/11 Esas sayılı dosya üzerinden yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazın niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtların sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri dikkate alınmalı ve özellikle dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu parseli kapsayıp kapsamadığı kesin olarak belirlenmeye çalışılmalıdır. Bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek; çekişmeli taşınmazın davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kaydının 3402 sayılı Kanun’un 20/C maddesi çerçevesinde miktar itibariyle kapsamında kaldığı sonucuna ulaşılması halinde, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesi uyarınca niza gününe kadar kayıt sahibinin kullanımı var ise tapu kaydına değer verilmeli, çekişmeli taşınmazın davacı ve müdahiller … ve müştereklerinin dayanağını oluşturan tapu kaydının 3402 sayılı Yasa’nın 20/B ve C maddelerindeki ilkelere göre belirlenecek olan kapsamında kalmadığı sonucuna ulaşılması halinde davalı tarafça sürdürülen zilyetliğin şekli ve süresi, dayanılan tapu kaydının kapsamı ve dayanılan delilerle davalı taraf adına edinme koşullarının oluşup oluşmadığı değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken, çekişmeli taşınmazın malik hanesinin açık ve davalı olarak tespitinin yapılmış olması nedeniyle, davada 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 30/2 maddesi uyarınca re’sen araştırma ilkesinin geçerli olacağı gözetilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsizdir…”
gerekçeleriyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 2494 sayılı Kanun ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kadastro tespitine itiraz istemine ilişkindir.
Davacılar … ve arkadaşları vekili, dava konusu Marmaris ilçesi Karaca köyü 720 ve 728 parsel sayılı taşınmazların 07.02.1962 tarih 1 sıra numaralı tapu kaydı ile evveliyatı 3 çiftlik arazisine ait tapu kayıtları kapsamı içerisinde kaldığını, tapuların dış hudutlarının Çilecik Gediği, Taşbükü İskelesi, Kocaalan, Balandağı, Gökbel, Mezar Gediği, Karadağ, Löngöz Çiftliği, İnbükü dışındaki Dikili Taş, Kırvasil Çiftliği ve Gölenya Beli noktalarını okuduğunu, bu hudutların askeri haritalarda yer aldığı ve müteaddit defalar uygulandığının kadastroya ibraz edilen resmi vesikalardan anlaşıldığını, davalı veya murislerinin 1952 yılına kadar bu arazilerde % 25 hâsılat kirası vererek fer’i zilyet sıfatıyla ziraat ettiklerini, bu tarihten itibaren Çamlı köylülerinin tapu iptali davası açmalarından etkilenen davalı veya murislerinin hukuk dışı eylemlerle taşınmazı sahiplenmeye çalıştıklarını, geldi kayıtlarında icareteynli vakıf olarak yazılı tapu kaydının 1961 yılında taviz bedeli ödenmek sureti ile vakıfla ilişiğinin kesildiğini, bu vakıfların zilyetlikle iktisabının mümkün olmadığını, kadastro çalışmaları sırasında ise bilirkişilerin gerçekleri sakladıklarını, taşınmazlara ilişkin vergi kayıtlarının düzenli olarak ödendiğini ve sabit hudutlu olmaları nedeniyle miktarına itibar edilmesi gereken tapuların kapsamındaki ormanların, 4785 sayılı Kanunla devletleştirilmesinden dolayı bunların bedelleriyle ilgili olarak Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davanın devam ettiğini belirterek komisyon kararının iptali ile taşınmazın tapu malikleri adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Müdahil davacılar … ve … vekili noterde yapılan gayrimenkul satış vaadi sözleşmelerine dayalı olarak taşınmazın temlik alınan hisse oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı …; davaya konu taşınmazları tapu siciline güvenerek satın aldığını, davacıların sunduğu tapu kayıtlarının dava konusu taşınmazları kapsamadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, keşif giderlerinin yatırılmaması nedeniyle davanın reddine, müdahil davacılar yönünden de mahkemenin görevsizliğine dair verilen ilk hüküm; davacılar … ve arkadaşları vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; mahkemece oluşturulan ara kararının kesin önel sonuçlarının uygulanmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gerekçeleriyle bozulmuş, bozma ilamına uymak suretiyle yapılan yargılama neticesinde Mahkemece; davacıların miras bırakanı Habibe Hanım’a isabet ettiği bildirilen çiftliklerin paylaşma işleminin 21 Haziran 1885 (1301 H) tarihli başvuru ile yapılmasına karşın, başvuru ile ilgili belgelerin bekletilerek 25 yıl sonra 21 Ağustos 1326 tarihinde yapıldığı, 26 Temmuz 1291 tarihinde yürürlüğe giren Nizamname hükümlerine göre bu tarihten sonra vakıflarla ilgili olarak her türlü kayıt ve belgelerin tapu idarelerine devredildiği, her türlü tasarruf işlemlerinin devrin yapıldığı tapu idarelerince yapılması gerektiği, miras paylaşımının 1301 tarihinde yapılması nedeni ile tapu maliki Hacı Fevzi Efendinin en geç bu tarihte öldüğünün kabulünün zorunlu olduğu, 1326 tarihine kadar tapu intikalinin yaptırılmayarak beklenildiği ve 1326 da Liva Meclisinde yaptırıldığı; 26 Temmuz 1291 tarihli Nizamname gereği Tapu Memurluğu önünde yapılması gerekirken neden 25 yıl sonra liva meclisinde yaptırıldığının anlaşılamadığı, davacıların dayandıkları bütün tapu kayıtlarının bu kayda dayanan ve bu kayıttan tedavül gören tapu kayıtları olduğu, işlem tarihi itibarı ile uyulması gereken yasal prosedüre uyulmayarak intikal yapılmasının ve bu intikal içinde 25 yıl beklenilmesinin tapunun hukuki kıymetinin kalmadığını gösterdiği, yapıldığı tarihte meri olan yasanın ya da mevzuatın öngördüğü maddi ya da şekli şartları taşımayan işlemlerin hukuki sonuç doğurmasının mümkün olmadığı, bu durumda tapu kaydının davalı zilyet lehine hukuki kıymetini kaybettiği, davacı … ve arkadaşlarının tutunduğu tapu kaydının gayri sabit sınırlı olup, dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelemesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbirleri ile düz hatlarla birleştirilmesi sonucu oluşan geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dere, dağ, ırmak, tepe, orman, kayalık-taşlık alan gibi yerlerin bulunması, dış hat ya da sınır olarak belirlenen geometrik şeklin tarafları bağlayıcı addedilmesinin olanaksız olduğu, zira tapu kaydını sınırları itibarı ile geçerli bir tapu kaydı saymanın olanaklı olmadığı, tapu kaydının sabit kabul edilebilecek bir sınırı olmadığı için, tapu kaydında yazılı miktarın nereden ölçüleceğini tespit etmenin mümkün olmadığı, kadastro çalışması sırasında tespit gören ve özel mülkiyete konu olabilecek nitelikte olan arazilerin çevresi dağ, tepe, orman, taşlık kayalık ve benzeri arazilerle çevrili küçük sayılabilecek alanlardan oluştuğu, sınırların birleştirilmesi ile oluşan geometrik şeklin içinde kalan arazi yapısı içerisinde miktar itibarı ile uygulama yaparak davacıların tutundukları tapu kapsamında taşınmaz belirlenemeyeceği, tapu kaydının miktarı itibarı ile de uygulanamayacağı, bu açıdan da tapu kaydının hukuki sonuç doğurmasının mümkün olmadığı, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesi uyarınca harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılacağı, davacının ise, davalı tarafın taşınmazı kendilerine teb’an ve kiracı sıfatıyla kullandığını kanıtlayamadığı, eski tapu kaydının davacıların zilyetliği ile birleşmediği, mülkiyet iktisabı için zilyetliklerinin bulunmadığı, kaldı ki, tapu kayıtlarının miktar itibarı ile geçerli tapu kaydı olduğu varsayılsa bile; tapu kaydında kayden yazılı taşınmaz miktarı, tapu kaydında malik görünen kişi sayısı, kaydın oluşturulduğu ve tedavül gördüğü zamanın tarımsal üretim metot ve tekniği, toprak işlemenin hayvan ve insan gücü ile yapılması, bir insanın da işleyeceği alanın çok kısıtlı olması hususları nazara alındığında davacıların tutundukları tapu kaydında belirtilen miktarı işlemelerinin, aynı şekilde miras bırakanlarının da işlemesinin mümkün olmadığı, bu boyutta bir arazinin kiracılara verme usulü ile işlenmesi hâlinde bu durumun yöre halkının gözünden kaçmasının, şahit olan insan bulunamamasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, tapuda malik görünenlerin davaya konu taşınmaza hiçbir zaman zilyet olmadıkları sabit olduğu için lehlerine tapunun hüküm doğurmasının mümkün olmadığı, öte yandan pilot dosya olarak kabul edilen 1996/11 Esas nolu dosyada 3 gün boyunca yapılan keşfin yeterli olmadığı kabul edilse bile, dava konusu taşınmazın Medeni Kanun’un 1926 yılındaki yürürlük tarihinden önceki 10 yıldan fazla süre ile davalı tarafça zilyet edildiği, bu zilyetliğin Medeni Kanun’un kabulünden sonra kadastro tespitinin yapıldığı tarihe kadar devam ettiği bu nedenle Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesindeki koşulların davalı zilyet lehine gerçekleştiğinden tapunun kıymetini kaybettiği, bu nedenle tapu kaydına kapsam belirlenmesinde yarar olmadığı, davalının tutunduğu Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin 1978/153 E., 1979/171 K. sayılı kararına istinaden; Zeki Oğuz adına tescil edilip tapuda devirle davalıya geçen tapu kaydının davaya konu 727 parsel sayılı taşınmaza aynen uyduğu, 728 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişi raporunda A harfi ile gösterilen kısmına uyduğu, davalı taşınmaza uygulanması mümkün olmayan ve uygulanamayan davacıları N.M.Şerefli ve arkadaşlarının tutunduğu tapu kaydının davaya konu taşınmaz yönünden hiçbir zaman hukuki sonuç doğurmayacağı, önceki tarihli olan tapu kaydı hukuki geçerlilik şartlarını taşımadığı için sonradan mahkeme kararı ile alınan davalının tutunduğu tapu kaydının hukuken geçerli olduğu; bir an için davalının tutunduğu tapu kaydının olmadığı varsayılsa bile; davaya konu taşınmazda bir insan ömrünü aşan eklemeli zilyetliğe istinaden mülkiyeti iktisap koşullarının davalı lehine gerçekleştiği gerekçeleriyle davacıların davasının reddi ile Karaca Köyü 728 ve 727 parsel sayılı taşınmazların kadastro tespiti gibi davalı adına tapuya tesciline, müdahil davacıların dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacılar … ve arkadaşları vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece; taraflar arasındaki çekişmeye konu taşınmazlar Karaca köyü 720 ve 728 parsel sayılı taşınmazlar olup, mahkemece 26.04.2012 tarihli kısa ve gerekçeli kararlarda çekişmeli taşınmazların parsel numaraları 727 ve 728 parsel sayılı taşınmazlar olarak yazıldığı, gerekçeli kararın hüküm fıkrasında 727 olarak yazılan parsel numarası mahkeme hakimi tarafından 720 olarak düzeltildiği ancak kısa kararda 727 olan parsel numarasının gerekçeli kararda 720 olarak düzeltilmiş şekliyle yazılması ile de kısa ve gerekçeli karar arasında çelişki oluştuğu gerekçeleriyle hüküm bozulmuş, bozma ilamına uymak suretiyle yapılan yargılama neticesinde az yukarıda belirtilen gerekçelerle davacıların davasının reddi ile Karaca köyü 720 ve 728 parsel sayılı taşınmazların kadastro tespit tutanağındaki tespit gibi tapuya tescillerine, müdahil davacılar … ve …’ın davalarının görevsizlik nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacılar … ve arkadaşları vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkeme önceki gerekçelere ek olarak; tapu kaydına tutunanların bu taşınmazların tamamına yönelik olarak dava açtıkları, Karaca köyü ve İçmeler’de bulunan taşınmazlara yönelik olarak açılan davaların tamamına yakınının aynı şekilde Hisarönü köyünde bulunan taşınmazlara yönelik davaların %90’ının neticelendiği, tapu kaydına tutunanlar lehine neticelenen tek bir kararın dahi olmadığı, yine Çamlı Köyü’nde tapu kaydına tutunanlar lehine sonuçlanan kararların tarafların uzlaşması ile tesis edildiği; bu köyde tespit gören taşınmazların toplam alanın ¼’ini oluşturan parsellere yönelik davaların tapu kaydına tutunanlar aleyhine neticelenerek Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından onanarak kesinleştiği, davacıların AİHM’den aldığı tazminatın, makul sürede yargılanma hakkının ihlalinden dolayı verildiği, davacılar tarafından dayanılan tapu kaydındaki hudutların birbirleri ile düz hatlarla birleştirilmesi sonucu oluşan geometrik şekil içerisinde benzer evveliyata sahip başka şahıslara ait tapu kayıtlarının da olduğu; bu tapu kayıtlarına dayalı bir çok parselin tespit edildiği belirtilerek sonuç olarak tapu kaydının hukuken geçerli olmadığı, uygulanabilir olmadığı, davacı yanın dayandığı delillerin asıllarının sunulamadığı, ilgili kurumlarca da tanzim edildiklerinin doğrulanmadığı, istimlak edildiği iddia edilen yerlerle ilgili resmi belge olmadığı, yine bu yerlere ilişkin görülen davaların aleyhlerine neticelendiği, tapu kaydına tutunan davacıların tek tanığı sayılabilecek Mestan Ölmez hakkında yalan tanıklık nedeniyle yapılan yargılama neticesinde mahkumiyet kararı verildiği, bu aşamada bu tanığın beyanlarına itibar etmenin mümkün olmadığı, önceki tarihli olan tapu kaydı hukuki geçerlilik şartlarını taşımadığı için sonradan mahkeme kararı ile alınan davalının tutunduğu tapu kaydının hukuken geçerli olduğu, davaya konu taşınmazda bir insan ömrünü aşan eklemeli zilyetliğe istinaden mülkiyeti iktisap koşullarının davalı lehine tahakkuk ettiği bu nedenle tapu uygulamasına yer olmadığı gerekçeleriyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararı davacı … ve arkadaşları vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıların (davacı Şerefliler) tutunduğu tapu kayıtlarının hukuken geçerli kayıtlar olup olmadığı, davalı tarafın zilyetliğinin Arazi Kanunnamesi’nde (20 ve 78.md.ler) düzenlenen şekilde tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettirecek nitelikte bulunup bulunmadığı, davacı tarafın (davacı Şerefliler) tutunduğu tapu kayıtlarına kapsam tayini gerekip gerekmediği, sonucuna göre de, mahkemece tapu kayıtlarına kapsam tayini yönünden bozma ilamında belirtilen şekilde araştırma ve inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; Marmaris ilçesi Karaca köyünde 11.07.1989 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında davaya konu 720 parsel sayılı taşınmazın 26.11.1987 tarih 2 sıra nolu, 728 parsel sayılı taşınmazın da 26.11.1987 tarih 3 sıra nolu tapu kaydı ile … adına kayıtlı oldukları ve tutanağa ekli tescil haritasının taşınmazlara uyduğu belirtilerek davalı … adına tespit edildiği, tereke mümessili Şahin Üye vekili tarafından tespite itiraz edildiği, komisyonun 30.04.1991 tarihli kararı ile itirazın reddedildiği ve komisyon kararına karşı dava açıldığından tutanağın kadastro mahkemesine devredildiği anlaşılmaktadır. Dava konusu taşınmazlara revizyon gören tapu kaydı Zeki Oğuz tarafından tescil istemi ile açılan Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinin 4.12.1979 tarihli ve 1978/153 E., 1979/171 K. sayılı kararı gereğince oluşmuş olup satış yoluyla davalıya geçmiştir.
Davacılar … ve arkadaşları vekili, Mihrişah Valide Sultan Vakfına ait olan Mart 1290 Safer 1291 tarih, 18 nolu (4000 dönüm); 19 nolu (3000 dönüm) ve 20 nolu (7000 dönüm), maliki Hacı Fevzi Efendi adına kayıtlı tapu kayıtlarına dayandıkları, anılan tapu kayıtlarının kızı Habibe Hanım’a intikal ederek Ağustos 1326 tarih 2-3 ve 4 nolu tapulara gittiği; Habibe Hanım’ın da çocukları Kamil Bey ve Celal ve Mahmut ve Necip’e ölünceye dek bakıp gözetmeleri karşılığında verildiği ve Eylül 1340 tarih 3-4-5 nolu kayıtların oluştuğu; bu kayıtların da 7.2.1962 tarih, 1-4 ve 5 nolu tapulara gittiği; 18 nolu tapu kaydının 23.05.1969 tarih 10 ve 11 nolu tapulara; oradan da 21.07.1969 tarih 63 ve 64 nolu tapulara gittiği, bu kayıtların da Hisarönü köyü 1 ila 169 nolu parsellere revizyon gördüğü; 19 nolu tapu kaydının ise revizyon görmediği; 20 nolu tapu kaydının da Çamlı köyü 373 ila 633 nolu parsellere revizyon gördüğünün belirtildiği, ancak tespitlere itiraz edildiği; tapu kayıtlarının Hisarönü Çiftliğine ait Hisarönü köyü 1 ila 169 sayılı parsellere revizyon gören sınırlarının; D: Mezar Gediği, B: Dikili Taş, K: Löngöz, G: Kırvasil Beli ve bu yerden müfrez çiftlik; Gelibolu-Söğüt Çiftliğine ait Şubat 1962 tarih 1 sıra numarada 639 hektar 5240 m2 yüzölçümündeki (7000 dönüm) kadastro sırasında Çamlı köyü 373 ila 633 sayılı parsellere revizyon gören sınırları D: Kocalan ve Balan Dağı, B: Taşbük ve Löngöz, K: Çilecik Gediği, G: Gökbel ve Karadağ ve Mezar Gediği ile çevrili olan ve Örköz (Ergöz) Çiftliğine ait Şubat 1962 tarih 4 sıra numarada 275 hektar 7907 m2 (3000 dönüm) yüzölçümündeki ve kadastro sırasında hiç bir parsele revizyon görmeyen sınırları D: Mezar Gediği, B: İnbükü ve Dikilitaş K. Löngöz, G: Gölenya Beli sınırlı kayıtlar olduğu ve bu kayıtların doğru temele dayanan, intikalleri düzenli yapılan tapu kaydı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı … ve arkadaşlarının dayandığı tapu kayıtları; hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi, bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar sabit hudutlu tapu kayıtları olmadığından hudutları ile değil, miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır.
Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında, davacı tapu maliklerinin dayandığı Mart 1290 Safer 1291 tarih 18-19 ve 20 nolu kök tapu kayıtları kapsamındaki taşınmazların Marmaris Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas, 2001/16 Karar sayılı dosyasına sunulan 08.03.2000 tarihli İsmet Sungurbey- …ve …tarafından düzenlenen raporda da belirtildiği gibi, gayrisahih (tahsisat kabilinden, irsadi ) vakıf taşınmazı olarak Mihrişah Valide Sultan Vakfına ait olan ve geliri vakfedilen miri araziler olduğunun aynı tapu kayıtlarına dayalı olarak açılan Yargıtaydan geçen ve kesinleşen bir çok dava sonucunda saptandığı belirtilmiştir.
Öte yandan, miri arazilerde uygulanan 1274 tarihli (1858) Arazi Kanunnamesi’nin 20. ve 78.maddesinin yürürlükte olduğu da tartışmasızdır. Dava konusu edilen taşınmazda da koşulları varsa bu hükümler uygulanacaktır. Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesinin uygulanmasında öncelikle dava konusu taşınmazın zilyet edilebilir nitelikte bir taşınmaz olması gerekir. Diğer iktisap şartları da şöyle sıralanmaktadır:
1) Davacının kesintisiz 10 yıl boyunca araziye malik sıfatıyla zilyet olması
2) Davacının süre boyunca küçük veya gayri mümeyyiz olmaması
3) Davacının araziye kaba güçle el koymuş olmaması
4)Arazinin ulaşması çok uzun sürecek uzak bir yerde olmaması (Sahibinin yaşadığı yer açısından)
5)Davacının araziyi geçerli bir sebep olmaksızın ele geçirip kullandığını süre içinde ikrar ve itiraf etmiş olmaması.
Şu hâlde, 10 yıl boyunca malik sıfatıyla zilyet olma, Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesine göre hak kazanmanın temel şartıdır. 20. maddenin aradığı maddi vakıaların ve kanuni şartların Medeni Kanun’un yürürlük tarihi olan 04.10.1926 tarihine dek tamamlanmış olması gereklidir. Buna göre, miri arazi niteliğindeki tapulu taşınmaz zilyedi tarafından malik sıfatıyla 04.10.1926 tarihinde yürürlüğe giren Medeni Kanun’dan geriye doğru yani en az 1916 yılından 1926 yılına kadar kullanılıyorsa ve anılan maddedeki diğer koşulların da gerçekleşmesi halinde zilyet lehine tescil kararı verilebilecektir. Bunun yanı sıra edinim koşullarının oluşup oluşmadığının, her parsel yönünden ayrı ayrı irdelenmesi, her bir parsel bazında tapu kaydının hukuki kıymetini koruyup korumadığının o dosyaya münhasır olarak değerlendirilmesi gerekir. Tapu kaydının dava konusu edilen taşınmazlardan bir tanesi yönünden Arazi Kanunnamesi’nde belirtilen hükümler gözetilerek hukuki kıymetini yitirmiş olması, o tapu kaydının tamamen hukuki kıymetini yitirdiği anlamına gelmeyip, sadece dava konusu edilen ilgili taşınmaz yönünden hukuki kıymetini kaybettiğini göstermektedir. Başka bir taşınmaz yönünden aynı tapu kaydı, Arazi Kanunnamesi’ndeki koşullar oluşmamışsa hukuki kıymetini koruyacaktır.
Mahkemece dikkate alınması gereken husus, dava konusu edilen taşınmaz kadim tarım arazisi ise zilyedi lehine 1274 tarihli (1858) Arazi Kanunnamesi’nin 20. maddesinde düzenlenen koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasıdır. Taşınmaz kadim tarım arazisi olmayıp, hali arazi gibi zilyet edilmesi olanaklı bir yer değilse, en az 1916-1926 yılları arası 10 yıl zilyet olma koşulu gerçekleşmiş olmayacağından ve tapu hukuki kıymetini kaybetmeyeceğinden tapu kaydının kapsamının belirlenmesi ve hak sahibi olacak kişinin belirlenen bu kapsamdaki yeri kullanıp kullanmadığının tespit edilmesi gerekir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece yapılan keşifte dinlenen davacı tanığı davaya konu yerde bulunan taşınmazların önceden ekilip biçilmediğini, sonradan çevrilip tarla ve ev yapıldığını, davalı tanıkları ise davaya konu taşınmazların eskiden Mestanoğlu namıyla bilinen… tarafından kullanıldığını, sonrasında satışa konu olduğunu bildirmişlerdir. Dosyaya sunulan ziraatçı bilirkişi raporlarına göre çekişmeli taşınmazların tarım arazisi niteliğindeki yerlerden olduğu belirtilmiş ise de, tanık beyanlarından çekişmeli taşınmazın öncesinde kullanılmayan yerlerden olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, davalı tarafın taşınmazlar üzerinde zilyetliğinin (1916-1926 yılları arası, Arazi Kanunnamesi, madde 20) kanıtlanamamış olması nazara alındığında tapu kayıtlarının hukuki kıymetini kaybettikleri kabul edilemeyeceğine göre, bu kayıtların mahalline doğru şekilde uygulanıp 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. (B-C) maddesinde öngörülen şekilde tapu kayıtlarına kapsam tayin edilmesi gerekir.
Dayanılan tapu kayıtlarına kapsam tayin edilmesinde izlenecek yöntem ise; öncelikle yukarıda bahsedildiği üzere tapu kayıtlarının 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/C maddesi uyarınca miktarı ile geçerli tapu kayıtları olduğu gözetilerek kapsamının belirlenmesidir. Dava konusu taşınmazlar belirlenen bu kapsam içerisinde kalıyorsa 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde düzenlenen; “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü de göz önünde bulundurularak, kayıt kapsamında kalan bu yerler dava tarihi itibariyle kayıt sahibi tarafından kullanılıyor ise tapu kaydına değer verilmelidir.
O hâlde mahkemece yapılacak iş; bozma ilamında belirtildiği gibi aynı tapu kayıtlarına dayalı olarak aynı çalışma alanında (veya çiftlik hudutları içerisinde) yer alan taşınmazlarla ilgili dava dosyaları birleştirilmeli, aynı tapu kayıtlarına dayanılarak tapu malikleri veya onların halefleri adına tescil edilen, bedeli davacılara ödenmek suretiyle kamulaştırılan veya herhangi bir nedenle bu kayıtların kapsamında kaldığı kabul edilip tescil edilen tüm taşınmazların onaylı tutanak suretleri getirtilip, dosyaya konulduktan sonra mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen ve davada menfaati bulunmayan şahıslar arasında seçilecek yerel bilirkişilerle, taraf tanıkları ve teknik bilirkişiler huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında tapu kayıtlarının miktarıyla geçerli olduğu ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesine uygun yapılmadığı için Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam tayininin bağlayıcı olmayacağı nazara alınarak tapu kayıtları ihdasından itibaren tüm tedavülleriyle okunup kayıtta yazılı hudutlar mahalli bilirkişilere zeminde tek tek göstertilmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen hudutların tespiti için taraflara tanık dinletme olanağı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklarca gösterilen hudutlar teknik bilirkişilere haritasında işaret ettirilmeli, kayıtların hudutlarının taşıdığı özellikler ve intikallerdeki değişiklikler konusunda yerel bilirkişi ve tanıklardan bilgi alınmalı, dinlenecek yerel bilirkişi ve taraf tanıklarından taşınmazların niteliği, intikali ve tasarrufu sorulup saptanmalı, tespite aykırı sonuca varıldığı takdirde tespit bilirkişileri tanık sıfatıyla dinlenilip aykırılığın giderilmesine çalışılmalı, teknik bilirkişilere tapu kayıtlarının miktarlarıyla geçerli olduğu nazara alınarak sabit hudutlardan başlamak üzere her tapu kaydının miktarı kadar araziyi gösterir keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmeli, tapu kayıtlarına sabit hudutlardan başlamak üzere miktarı kadar yer ayırırken davacılar adına tespit edilip kesinleşen taşınmazlarla kamulaştırılan arazi bölümleri de dikkate alınarak, dayanılan tapu kayıtlarının miktar itibariyle davaya konu taşınmazları kapsayıp kapsamadığı kesin olarak saptanmaya çalışılmalı, aynı şekilde karşı tarafın dayanağını oluşturan kayıtlar da oluşum belgeleri ile yerel bilirkişi ve tanıkların yardımı ve uzman bilirkişi aracılığı ile mahalline uygulanıp kapsamları belirlenmeye çalışılmalıdır. Bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek; çifte tapu durumunun doğması hâlinde eski tarihli ve sahih esasa dayanan kayda değer verilerek; karşı tarafın dayanağını oluşturan ve tescil ilamları ile oluşmuş tapu kayıtları yönünden tescil ilamlarının taraf olan kişiler ile Hazineyi bağlayacağı ve aralarında kesin hüküm oluşturacağı hususları gözetilerek ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, dava konusu 720 ve 728 parsel sayılı taşınmazların kesinleşen orman sınırları dışında zilyetlikle kazanılabilecek tarım arazisi niteliğinde olduğu, davalının zilyetliğinin TMK’nın (1926) yürürlük tarihinden 10 yıl öncesine kadar uzandığı, 1878 tarihli Arazi Kanunnamesi’nin 20. ve 78. maddeleri göz önünde bulundurulduğunda tapu kayıtlarına kapsam tayini gerekmediği, ayrıca aynı eklemeli zilyetliğin intikaline dayalı, taksim sonucu 713, 717, 727 ve 729 parsellere ayrılan komşu taşınmazların da zilyetleri lehine tescil edildiği gerekçeleriyle dava konusu taşınmazların davalı adına tesciline dair verilen yerel mahkeme kararının onanması gerektiği, yine hudutları itibariyle çok geniş alanı kapsayan (Mart 1280 tarih 18, 19 ve 20 nolu) tapu kapsamında kalacak taşınmazlara ilişkin dava dosyalarının birleştirilmesine gerek olmadığı, bunun yerine tapu kapsamında kalan aynı köy, aynı ada içerisindeki yerlerle ilgili kılavuz dosya seçilerek bu dosya üzerinden tapu uygulaması yapılarak miktarı ile geçerli olan eski tapu kayıtlarının kapsamının belirlenebileceği, tapu kayıtlarının revizyon gördüğü kesinleşen veya davalı olduğu belirlenen tüm parsel tutanakları ve kamulaştırma yapılan alanlar göz önünde bulundurularak, bu kayıtların yüzölçümlerinin toplanması ile tapu malikleri adlarına tescil edilen miktarın tespit edilebileceği, TMK’nın (1926) yürürlük tarihinden önceki zilyetliği bilebilecek yerel bilirkişi ve tanık bulmanın imkânsız olduğu da düşünüldüğünde bu yolla daha kısa şekilde çözüme ulaşılabileceği belirtilerek hükmün bu değişik gerekçelerle bozulması gerektiği görüşleri ileri sürülmüş ise de; bu görüşler Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Öte yandan; Özel Daire tarafından yapılan inceleme neticesinde verilen bozma kararında; “Bu değerlendirme yapılırken, çekişmeli taşınmazın malik hanesinin açık ve davalı olarak tespitinin yapılmış olması nedeniyle, davada 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 30/2 maddesi uyarınca re’sen araştırma ilkesinin geçerli olacağı gözetilmelidir.” şeklinde bir açıklamaya yer verilmiş ise de, çekişme konusu 720 ve 728 parsel sayılı taşınmazlar … adına tespit edildiğinden bu hususun maddi hataya dayalı olarak yazıldığı, dolayısıyla bu maddi hatanın bozma kararından çıkarılması gerektiği anlaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma kararında belirtilen gerekçelerle direnme kararı usul ve yasaya aykırı olup bozulmalıdır.
SONUÇ: 1- Bozma ilamında yer alan “…Bu değerlendirme yapılırken, çekişmeli taşınmazın malik hanesinin açık ve davalı olarak tespitinin yapılmış olması nedeniyle, davada 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 30/2 maddesi uyarınca re’sen araştırma ilkesinin geçerli olacağı gözetilmelidir…” şeklindeki açıklamanın çıkartılmasına,
2- Davacılar … ve arkadaşları vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 18.06.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Karaca Köyünde 1989 yılında yapılan kadastro sırasında 720 ve 728 parsel sayılı taşınmazlar tarla niteliği ile 26.11.1987/2 ve 26.11.1987/3 numaralı tapu kaydına dayalı olarak davalı … adına tesbiti yapılmış, itirazları tapulama komisyonunca red edilen davacılar … ve arkadaşları eldeki davayı açmışlardır.
Mahkemece tesbite dayanak tapu kayıtlarının asliye hukuk mahkemesi kararı ile tescilden oluştuğu dava konusu taşınmazlara aynen uyduğu, davacıların dayanağı olan tapu kayıtlarının hudut ve miktar itibariyle uygulama imkanı bulunmadığı, eski tapu kayıtlarının miktar itibariyle geçerli kabul edilse dahi zilyedlikle birleşmediği gerekçeleri ile taşınmazları uzun yıllar kullanan davalı adına tesciline karar verilmiştir.
Eski tapu kaydı maliklerinin temyizi üzerine
Özel Dairece;
Davacıların dayanağı Mart 1290 tarih 18, 19, 20 numaralı (4000, 3000, 7000=14000 dönüm) miktarlı tapu kayıtlarının hudutları itibari ile deniz, dağ, dere, orman, ırmak ve tepe gibi alanları kapsadığı bu nedenle miktarı ile geçerli tapu kayıtlarından olduğu, kadastro mahkemesinin 1996/11 E. sayılı dosyasında yapılan tapu uygulamasının davalıyı bağlamayacağı, dayanak tapu kayıtlarının Mihrişah Valide Sultan Vakfından gelen GAYRİSAHİH vakıflardan olduğu, aynı tapudan gelen taşınmazlara ilişkin dava dosyalarının birleştirilmesi suretiyle keşif yapılıp tapunun miktarı itibariyle geçerli kapsadığı alanın belirlenmesi, tapu kapsamı dahilinde kalan yerlerle ilgili Medeni Kanununun (1926) yürürlük tarihinden önce 10 yıl zilyedliğin bulunup bulunmadığının belirlenmesi sonucuna göre karar verilmesi gerekçeleri ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Mahkemece önceki gerekçeler yanında, tapu kaydına tutunanların açtıkları tüm davaların reddedildiği, tapu malikleri lehine tek bir kararın dahi bulunmadığı, kaldı ki Arazi Kanununun 20 ve 78 madde koşullarınında gerçekleştiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.
Tüm dosya kapsamına göre çekişmeli 720 ve 728 parsellerin kesinleşen orman sınırı dışında, öncesi itibariyle de orman sayılmayan zilyedlikle kazanılabilecek tarım arazisi olduğu zilyedlikle edinme süre ve koşullarının oluştuğu hatta davalının eklemeli zilyetliğinin TMK’nın (1926) yürürlük tarihinden 10 yıl öncesine kadar uzandığıda anlaşılmakla 1878 tarihli arazi kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleride gözönünde bulundurulduğunda yeniden keşif ve araştırma yapılmasının gerekli olmadığı zira kadastro tespit tutanağındaki bilirkişiler ile keşifte dinlenen mahalli bilirkişiler tarafından bir insan ömrünü aşar zilyetliğin doğrulandığı ayrıca eklemeli zilyetliğin geldiği belirtilen muristen taksim sonucu ayrılan komşu 713, 717, 727 ve 729 parsellerinde hükmen zilyetleri adına tescil edildiği de anlaşılmakla bu yönde araştırma yapılmasını isteyen sayın çoğunluğun görüşünün sonuca etkili olmayacağı düşüncesi ile yerel mahkeme kararının onanması gerektiği halde bozulmasına ilişkin sayın çoğunluğun kararına katılamıyoruz.