Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/2945 E. 2019/702 K. 18.06.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2945
KARAR NO : 2019/702
KARAR TARİHİ : 18.06.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 19. İş Mahkemesince davanın hukuki yarar yokluğundan reddine dair verilen 28.04.2016 tarihli ve 2012/1244 E., 2016/433 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 29.09.2016 tarihli ve 2016/18163 E., 2016/21689 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek, davacının iş sözleşmesinin feshinde bir kısım işçilik alacaklarının hiç ödenmediğini ya da eksik ödendiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile yıllık izin, fazla çalışma ve gece çalışma zammı alacaklarını istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, Türk Telekomünikasyon A.Ş, husumet itirazında bulunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı …Ş, zamanaşımı def’inde bulunmuş ve davacının iş sözleşmesinin karşılıklı anlaşma sureti ile sona erdirildiğini ve ödenmeyen işçilik alacağı bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasında davacının hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davacı temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre,
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirlyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirim yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 sayılı Kanun’un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Mahkemece de, gerek usul hukuku gerekse de maddi hukuk kurallarının uygulanması bakımından dava belirsiz alacak davası olarak sonuçlandırılmıştır.
Uyuşmazlık konusu kıdem tazminatı ile izin alacağı bakımından, talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, hak kazandığı yıllık izin süresini ve kaç gün ücretli izin kullandığını belirleyebilmektedir. Tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri de belirleyebilecek durumdadır. Bu halde kıdem tazminatı ile yıllık izin alacakları, belirsiz alacak değildir. Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirlenebilir olmaları ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla, kıdem tazminatı ile yıllık izin alacakları yönünden hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak, fazla çalışma ve gece çalışma zammı alacakları yönünden, davacı haftada kaç saat fazla çalışma yaptığını ve hangi günler gece çalışması yaptığını belirleyebilmekte ise de, hakimin hesaplanan miktardan hangi oranda takdiri indirim yapacağını bilebilecek durumda değildir. Bu sebeple fazla çalışma ve gece çalışma zammı alacakları belirsiz alacak davasına konu edilebilir. Bu durumda, fazla çalışma ve gece çalışma zammı alacakları yönünden işin esasına girilerek, oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken mahkemece yazılı şekilde usulden ret kararı verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirket nezdinde diğer davalı …Ş.’ye ait iş yerinde güvenlik görevlisi olarak 24 saatlik zaman dilimleriyle 3 gün nöbet, 3 gün izin, 6 gün nöbet, 6 gün izin şeklinde çalıştığını, iş sözleşmesinin anlaşma ile sona erdirilmesine ilişkin protokolü müvekkilinin imzalamak zorunda bırakıldığını, belirsiz alacak davası açtıklarını ileri sürerek işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı …Ş. vekili, müvekkilinin ihale makamı olduğunu, bu nedenle taraf sıfatının bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı …Ş. vekili, talep edilen alacakların davacının aldığı ücret üzerinden hesaplanabilir nitelikte olduğunu, belirsiz alacak davası şeklinde açtığı davaya muvafakatlerinin bulunmadığını, zamanaşımı definde bulunduklarını, davacı tarafından imzalanan ücret bordrolarından açıkça görüleceği üzere davacının müvekkili bünyesinde istihdam edildiği süre içerisinde varsa fazla çalışmalarının karşılığının tamamının ödendiğini, alacağının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece çalışma gün ve saatlerine ilişkin ücret alacağı davası ile iş sözleşmesinin feshinden kaynaklanan tazminat davasının belirsiz alacak davası olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, akli melikeleri yerinde olup işlem tasarruf yetkisi olan aynı zamanda kanunu bilmekle mükellef tutulan bir işçinin, aldığı ücret tutarını, yapmış olduğu çalışma gün ve saatlerini, kullandığı izin sürelerini, sözleşmenin sona eriş sebebini bilmemesinin mümkün olmadığı, çalışma gün ve saatlerine ilişkin kayıtların işverence tutulmuş olmasının sonucu değiştirmeyeceği, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanacak çalışma gün ve saati karşılığı ücret alacağından yapılan indirimin ise, Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre % 30 oranında olduğu, işçinin, çalışmasının karşılığı ücretten daha fazla ücret alması gerektiği yönünde iddiası yok ise, ücreti bordrolara yansımamış olsa dahi açacağı tüm işçilik alacaklarına ilişkin davaların tamamının belirli dava olarak nitelendirilmesi gerektiği, çalışma gün ve saatleri ile karşılığı ücret alacağı davalarının, belirsiz alacak davası ya da tespit davası şeklinde açılması hâlinde, ıslah ile artırılan tutara dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi, aksi hâlde yani kısmi dava olarak açılması sonucu ıslah ile arttırılan tutara ıslah tarihinden faiz işletilmesi ve zamanaşımının da ıslah tarihi itibariyle kesintiye uğradığının kabulüne ilişkin Yargıtay içtihatlarının birbiriyle çelişmekte olduğu gibi, bir kısım işçilik alacağının belirlenebilir, bir kısım işçilik alacaklarının ise belirsiz alacak olarak nitelendirilmesi hâlinde, faiz başlangıç tarihi ve zamanaşımı süresi yönünden çelişkili ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğacağı, dava konusu alacakların belirlenebilir nitelikte olduğu, üstelik fazla çalışma talebinin nöbet defteri kayıtlarına dayandırıldığı gerekçesiyle davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, önceki gerekçelerle ve fazla çalışma ücreti alacağı ile gece zammı alacağına ilişkin davalar Yargıtay bozma kararında belirtildiği üzere, belirsiz alacak davası olarak kabul edilecek olsa dahi, anılan alacak taleplerinin nöbet defterlerine dayandırıldığı, bu defterlerin davacı tarafından mahkemeye ibraz edildiği, nöbet defterlerinde, dava konusu dönemin tamamına ilişkin olarak çalışma gün ve saatlerinin belirtildiği, nöbet defterlerine göre fazla çalışma ücreti alacağı ile gece çalışma zammı alacağı olması hâlinde, bu alacaktan Yargıtay bozma kararında belirtildiği gibi takdiri indirim yapılmasının mümkün olmadığı, davanın belirsiz alacak davası olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda, dava konusu fazla çalışma ve gece zammı alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107’nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107’nci maddesinde yer alan,
“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmaması ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hallerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak-arama özgürlüğünün (…m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.
Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
1-Davacının kendisinden beklenememesi,
2-Bunun olanaksız olması,
3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
Usul hukukunun maddi hukuk içinde gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır. O nedenle iş yargılaması kuralları ve bu anlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının iş ve sosyal güvenlik hukukuna hizmet ederken, bu hukukun ilkelerini de göz ardı etmemesi gerekecektir.
İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kıstası ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kıstasının birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.
Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 8’inci maddesinin 3’üncü fıkrası ile işverene yazılı sözleşme yapılmayan hâllerde en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih hâlinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye verme yükümlülüğü getirilmiştir.
Kanunun 32/2’nci maddesi ile ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın kural olarak Türk parası ile iş yerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödeneceği, çalıştırdığı işçilerin söz konusu alacaklarını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişilerin özel olarak açılan banka hesapları dışında bu alacakları ödeyemeyeceği belirtilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 37’nci maddesi ile işverene iş yerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya iş yerinin özel işaretini taşıyan bir pusula verme yükümlülüğü hükme bağlanmıştır. Söz konusu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.
Kanunun 67’nci maddesinde, günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatlerinin iş yerlerinde işçilere duyurulacağı; 75’inci maddesinde ise işverene çalıştırdığı her işçi için işçinin kimlik bilgilerinin yanında, İş Kanunu’nun ve diğer kanunlar uyarınca düzenlemek zorunda olduğu her türlü belge ve kayıtları saklamak ve bunları istendiği zaman yetkili memur ve mercilere göstermek zorunda olduğu bir özlük dosyası düzenlemesi gerektiği yükümlülükleri getirilmiştir.
Söz konusu düzenlemelere bakıldığında işçi işveren arasındaki iş ilişkisinde belgeye bağlama görev ve yetkisinin işçide değil, işverende olduğu görülmektedir.
İş sözleşmesinde iş görme edimini yerine getiren ve belge düzenleme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmayan işçinin, alacaklarını belirleyebilmesi için işveren tarafından düzenlenen kanuna uygun belgelere ihtiyacı vardır. Diğer yandan iş ilişkisindeki alacak kalemlerinin hesaplanmasında çıplak ücret ya da giydirilmiş ücrete göre hesaplanan farklı alacak türleri bulunmaktadır. Örneğin kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, hafta tatili, yıllık ücretli izin alacakları gibi) çıplak ücretten hesaplanmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K.; 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K.; 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24; 07.03.2018 tarihli ve 2014/22-2350 E., 2018/439 K.; 14.03.2018 tarihli ve 2015/22-186 E., 2018/479 K.; 28.03.2019 tarihli ve 2015/22-3296 E., 2019/380 K.; 09.05.2018 tarihli ve 2015/22-569 E., 2018/1017 K.; 25.09.2018 tarihli ve 2015/22-856 E., 2018/1350 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay’ın iş davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile “İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı” yönünde karar verilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta davacı, kıdem tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla çalışma ücreti ve gece zammı alacaklarının tahsilini talep etmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava konusu edilen kıdem tazminatı ve yıllık izin ücreti alacakları yönünden Özel Daire ile Mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmadığından Hukuk Genel Kurulu tarafından bu alacaklara ilişkin olarak değerlendirme yapılmamış, sadece uyuşmazlık konusu olan fazla çalışma ücreti ile gece zammı alacaklarının belirsiz alacak davası olarak açılıp açılamayacağı tartışılmıştır.
Somut uyuşmazlıkta, davacı vekili müvekkilinin fazla çalışma ücreti ile gece zammı alacaklarının tahsilini talep etmiş, dava dilekçesinde söz konusu alacaklarını kanıtlamak üzere de davalı işverenlikten getirtilecek iş yeri dosyası ile davalı işverende bulunduğunu ileri sürerek nöbet çizelgelerine dayanmıştır.
Davalı …Ş. vekili cevap dilekçesinde, sunacakları belgelerden davacının tüm alacaklarını tahsil etmiş olduğunun anlaşılacağını, diğer davalı …Ş. vekili de davacının imzasının bulunduğu bordrolara göre fazla çalışma ücretinin ödendiğini belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.
Davalı …Ş. vekili tarafından 09.01.2013 havale tarihli cevap dilekçesi ekinde davacıya ait 2008 yılı Ocak ayı ile 2012 yılı Mayıs ayı arasındaki dönemi kapsayan puantaj kayıtları sunulmuş, 15.12.2014 tarihli ilk bilirkişi raporunda taraflar arasında imzalanan “iş sözleşmesinin karşılıklı anlaşma ile sona erdirilmesine ilişkin protokol” doğrultusunda davacının alacağının bulunmadığı açıklanarak hesaplama yapılmamıştır.
Mahkemece 26.02.2015 tarihli celsede, davacı vekiline elinde bulunduğunu beyan ettiği 27 adet görev yeri defterini sunması için iki haftalık kesin süre verilmiş, davacı vekilince 02.03.2015 havale tarihli dilekçe ekinde 10.04.2006-07.02.2012 arasındaki döneme ait görev yeri defterleri ile devir teslim ve rapor defterleri sunulmuştur.
02.05.2015 havale tarihli bilirkişi ek raporunda ise 2012 yılı Haziran ayına ait kayıtların bulunmadığı, taraflarca sunulan kayıtlar uyarınca davacının günde 3 saat fazla çalışma yaptığının kabul edildiği, bordrolarda yer alan fazla çalışma tahakkuklarının mahsup edildiği belirtilerek hesaplama yapılmıştır. 09.02.2016 tarihli ikinci bilirkişi raporunda da 02.05.2015 havale tarihli rapordaki hesaplamanın yerinde olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 8/3’üncü maddesinde işveren açıkça işçiye varsa ücret eklerini gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlü tutulmuştur. Bu kapsamda işveren tarafından Kanunun kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirerek gerekli belgeleri işçiye teslim ettiğine dair dosyaya bir delil sunulmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda işçinin alacağını belirleyecek verilerin elinde bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde, dava dilekçesinden de anlaşıldığı üzere davacının davalı işverenin elinde bulunan kayıtlara dayandığı, puantaj kayıtlarının ve ücret bordrolarının davalı …Ş. tarafından sunulduğu, öte yandan, fazla çalışma alacağının hesabında bordrolarda yer alan fazla çalışma tahakkuklarının mahsup edildiği dikkate alındığında, dava konusu edilen fazla çalışma ve gece zammı alacaklarının belirlenebilmesi için işverende bulunan bilgi ve belgelerin verilmesine ihtiyaç duyulduğundan, anılan alacakların belirlenebilir olduğundan bahsedilemeyecektir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.09.2018 tarihli ve 2015/22-856 E., 2018/1350 K.; 07.03.2018 tarihli ve 2015/22-2283 E., 2018/421 K.; 09.05.2018 tarihli ve 2015/22-569 E., 2018/1017 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacının elinde bulunan defterler uyarınca dava konusu edilen fazla çalışma ve gece zammı alacaklarını belirleyebileceğini, somut olayda kayıtlara dayanan anılan alacaklardan takdiri indirim yapılmasının mümkün olmadığı, fazla çalışma ve gece zammı alacaklarının belirlenebilir alacaklar olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.
O hâlde direnme kararı, yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.06.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık konusu, davacının fazla mesai ve gece zammı alacağını belirleyerek davasını açıp açamayacağı, fazla mesai ve gece zammı alacağının belirlenebilir alacak olup olmadığına ilişkindir.
Alacaklı olduğunu ileri süren kişinin belirsiz alacak davası açabilmesi için talep sonucunu gerçekten belirlemesinin mümkün olmaması ya da bunun objektif olarak imkânsız olması gerekmektedir.
Alacağın belirli olup olmadığı talep sonucunun belirlenmesine ilişkindir.
Yargılama sırasındaki ispat sorunlarının konuyla bir ilgisi bulunmamaktadır.
Belirsiz alacak davası, özel ve istisnai bir davadır, mümkün olduğunca dar uygulanması kabul edilmelidir.
Neredeyse bütün işçilik alacaklarına ilişkin davalarda bilirkişi raporu alınarak sonuca gidildiği, sırf bu nedenle ve hesap raporu alındığı için alacağın belirsiz olduğunu söylemek mümkün değildir.
İşçi lehine yorum ilkesi bir maddi iş hukuku ilkesi olup, yargılama hukukunda uygulanmaz.
Yargı kararları ile işçinin ekonomik bakımdan zayıflığı ve kayıt dışılık gibi gerekçelerle kanunda öngörülenin dışında yeni bir yargılama usulü kabul edilmemelidir.
İşçilik alacakları kural olarak belirsiz değilse de, açıkça belirli de değildir. Bu bakımdan kısmi davaya konu edilmelerine bir engel bulunmamaktadır. Kısmi dava hakkını sınırlandıran HMK m.l09/2’nin yürürlükten kaldırılması bu noktadaki tereddütleri tamamen kaldırmış bulunmaktadır. Bu sebeple işçilik alacaklarının kısmi davaya konu edilemediğine ilişkin ileri sürülen gerekçelerde yerinde değildir.
Somut olayda davacı, kıdem tazminatı, yıllık izin ücreti, fazla mesai ve gece zammı alacak taleplerini belirsiz alacak davası şeklinde açtığı dava ile davalıdan tahsilini talep etmiştir. Mahkeme davacının aldığı ücret tutarının yapmış olduğu çalışma gün ve saatlerini kullandığı izin sürelerini ve akdin sona eriş sebebini bilmemesi mümkün olmadığı gerekçeleriyle dava konusu alacaklarının belirlenebilir nitelikte olduğu üstelik fazla mesai talebinin nöbet defteri kayıtlarına dayanıldığı gerekçeleri ile davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmiştir.
Hükmün davacı vekilince temyizi üzerine, Özel Dairece, davacının dava konusu taleplerinin kıdem tazminatı ile yıllık izin alacaklarının belirsiz alacak olmadığı, bu alacaklar yönünden Mahkemenin hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddine karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, ancak fazla çalışma ve gece zammı alacakları yönünden davacının haftada kaç saat fazla çalışma yaptığının ve hangi günler gece çalışması yaptığını belirleyebilemekte ise de, hâkimin hesaplanan miktarda hangi oranda takdiri indirim yapacağını bilebilecek durumda olmadığı bu sebeple fazla çalışma ve gece zammı alacaklarının belirsiz alacak davasına konu edilebeleceği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkeme önceki gerekçelerini ek olarak, alacak taleplerinin nöbet defterlerine dayandırıldığı, bu defterlerin davacı tarafından mahkemeye ibraz edildiği, nöbet defterlerinde dava konusu dönemin tamamına ilişkin olarak çalışma gün ve saatlerinin belirtildiği, kayıtlara göre belirlenen fazla mesai alacaklarında takdiri indirim yapılmasını mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.
Somut olayda Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık dava konusu alacaklardan fazla çalışma ve gece zammı alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararı bulunup bulunmadığı noktasında toplamaktadır.
Yargılama aşamasında fazla mesai ve gece zammı alacakları yönünden hesaba esas nöbet defterlerini delil olarak dosyaya davacı sunmuş, alacak taleplerini nöbet defterine dayandırmıştır. Nöbet defterlerinde, davacının çalıştığı dönemin tamamına ilişkin olarak çalışma gün ve saatleri belirli durumdadır. Bilirkişiler raporunda bu defter kayıtlarına ve puantaj kayıtlarına dayanarak hesaplama yapmıştır. Davacı tarafından dosyaya sunulmuş olan defter kayıtlarının incelenmesinde, defter kayıtlarının davacının tüm çalışma süresi yönünden iş yerindeki vardiya sistemini yansıttığı, vardiyanın da 08:00-20:00, 20:00-08:00 saatleri arasında günde 12’şer saat olduğu, çalışma gün ve saatlerinin davacının delil olarak sunduğu nöbet defterinden açıkça anlaşılabildiği, davacının fazla mesai taleplerinin hesabı ile gece zammı hesabında gerekli olan çalışma gün ve saatlerinin defter kayıtlarıyla belirlenebilir olduğu, puantaj kayıtlarının hesapta ekli olmadığı, bu yüzden davacının kendi elinde olan defter kayıtlarıyla dava konusu fazla mesai ve gece zammı alacaklarını belirleyebilecek durumda olduğu, fazla mesai ve gece zammı alacakları iş yeri kayıtlarına göre belirlenebildiğinden yapılacak hesaplamalar sonucunda bulunabilecek miktardan ayrıca takdiri indirim yapılmasına gerek olmadığı, bu nedenlerle dava konusu fazla mesai ve gece zammı alacaklarının belirlenebilir alacaklar olduğu, Mahkeme direnme kararı bu nedenlerle yerinde olduğundan davacının davasını belirsiz alacak davası olarak açması yasanın açık hükmüne aykırıdır.
Tüm bu nedenlerle yerel Mahkeme direnme kararı yerinde olduğundan, Mahkeme direnme kararının bozulmasına ilişkin saygıdeğer çoğunluğun görüşüne katılmamaktayım.