YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2762
KARAR NO : 2021/323
KARAR TARİHİ : 23.03.2021
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
MİRASÇISI : … vekilleri Av. …
1. Taraflar arasındaki “kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar temlik alacaklısı vekilinin maddi hata talepli olarak temyizi üzerine Yargıtay 5. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı dahili davalı … vekili ve temlik alan vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı … vekili; Büyükçekmece ilçesi Merkez mahallesi 422 ve 2542 parsellerde müvekkilinin hisse sahibi olduğunu, davalı idare tarafından dava konusu taşınmazlara E-5 otoyolu yapılmak suretiyle ve herhangi bir kamulaştırma işlemi yapılmaksızın fiilen el atıldığını, müvekkiline hiçbir bedel ödenmediğini ileri sürerek şimdilik 10.000TL nin yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 24.02.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile harcını yatırarak davasını 985.578,40TL olarak ıslah etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı … vekili; davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, müvekkili idarece taşınmaza el atılmadığını, … ile müvekkili belediye arasındaki sözleşme nedeniyle aleyhlerine dava açılamayacağını, istenen bedelin de fahiş olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
6. Dahili davalı … vekili; davadan önce idareye uzlaşma için başvuru yapılmadığını, bu nedenle davanın dava şartı yokluğu sebebiyle reddine karar verilmesi gerektiğini, ayrıca dava konusu yerin müvekkili idare tarafından kamulaştırılmadığını, faiz talebinin yersiz ve haksız olduğunu beyanla davanın reddine, kabulüne karar verildiği takdirde dava konusu yerin tapu kaydının idare lehine yola terkinine, tapu kaydındaki takyidatların bedele yansıtılmasına karar verilmesini istemiştir.
Mahkemenin Birinci Kararı:
7. Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.03.2011 tarihli ve 2010/1002 E. 2011/225 K. sayılı kararı ile; dava konusu parsellere dava dışı Karayolları Genel Müdürlüğünce Topkapı-Tekirdağ yolu nedeniyle kamulaştırmasız olarak el atıldığı, dava konusu taşınmazların bulunduğu alanın 08.11.2004 tarihli protokol ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına devir edildiği ve dava tarihi itibariyle de bu idarece hâlen el atmaya devam edildiğinden hak düşürücü süreden bahsedilemeyeceği, dosya kapsamı ve emsallerle uyumlu görülen bilirkişi raporuna göre dava konusu parsellerdeki payı itibariyle davacının isteyebileceği tazminat tutarının bilirkişi kurulu raporunda açıklandığı üzere 985.578,40TL olduğu anlaşılmakla davacının davasının dava ve ıslah dilekçesi doğrultusunda kabulüne, davacının paydaş olduğu, Büyükçekmece Merkez mahallesi Kemalbey mevkiinde kain 422 ve 2542 parsel sayılı taşınmazlara kamulaştırmasız el atılması sebebiyle toplam 985.578,40TL tazminatın dava tarihi olan 05.07.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, dava konusu 422 ve 2542 parsellerde davacı Agop oğlu … adına kayıtlı 18124800/579993600 payın tamamının tapusunun iptali ile davalı … adına tesciline karar verilmiştir.
Özel DaireninBirinci Bozma Kararı:
8. Mahkemenin bu kararı süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
9. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 12.12.2011 tarihli ve 2011/11882 E. 2011/20773 K. sayılı kararı ile; “…… ile … arasında yapılan 20.08.2002 ve 08.11.2004 tarihli protokol ve eki harita ile UKOME’nin ana arter listesi getirtildikten sonra Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yüksek Fen Kurulu Başkanlığının 23.06.2010 tarihli B.09.0. Y.F.K. 0.00412/2010-66 sayılı ağ değişikliği kararı ve Bakanlar Kurulunun 07.03.2011 gün 2011/1516 sayılı kararı uyarınca dava konusu taşınmazın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına devredilen yollardan olup olmadığı, taşınmaz başında yapılan keşif sonucu kesin olarak saptanıp sonucuna göre davalı … Başkanlığına husumet yönetilip yönetilmeyeceği hususu araştırılmadan eksik incelemeyle hüküm kurulması,
Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
10. Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.11.2012 tarihli ve 2012/32 E. 2012/404 K. sayılı kararı ile; (bozma kararına uyulduktan sonra) davaya konu Büyükçekmece 422 ve 2542 sayılı parsellerin de içerisinde bulunduğu D-100 karayolu (Hadımköy Kavşağı Silivri-İstanbul arası) içerisinde kalan yolların sorumluluk alanının … ile … arasında düzenlenen 08.11.2004 tarihli protokol ile ana arter olarak belirlenip buraya ait sorumluluğun davalı …’na devredildiği, bilahare 23.06.2010 tarihli ve 2010/66 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığı kararı, 11.07.2010 tarihli olur ve Yüksek Fen Kurulu Başkanlığının 14/07/2010 tarihli ve 412/1149 sayılı yazısı ile ana arter listesinden çıkarılarak yeniden … sorumluluğuna alındığı, davacı tarafın Karayolları Genel Müdürlüğüne husumet yöneltmediği gerekçesiyle davacının davalı … Başkanlığına yönelik davasının pasif husumet yokluğu sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
11. Mahkemenin bu kararı süresi içinde davalı … vekili ve davacı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
12. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 27.05.2013 tarihli ve 2013/8077 E. 2013/10607 K. sayılı kararı ile; “…Mahkemece, bozma ilamına uyulup inceleme ve araştırma yapılarak hüküm kurulmuş; karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Mahkemece, … davada taraf olarak gösterilmediğinden, pasif husumetten davanın reddine karar verilmiş olup, dava konusu taşınmaz 08.11.2004 tarihli protokol ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına devredilen yollardan ise de gerek 23.06.2010 tarih ve 2010/665 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığının kararı, gerekse 07.03.2011 tarihli ek protokol gereği Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluğunda kaldığı anlaşıldığından, davacı tarafça hangi idarenin sorumlu olacağının bilinememesi ve davalı tarafın yanlış gösterilmesi dürüstlük kuralına aykırı olmadığından, karşı tarafın rızası olmaksızın, taraf değişikliği hususunda davacı tarafa mehil verildikten sonra davacı tarafça … davaya dahil edilip, bu idareye karşı davaya devam edilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle ret kararı verilmesi,
Doğru görülmemiştir.…” gerekçesiylekarar bozulmuştur.
Mahkemenin Üçüncü Kararı:
13. Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.04.2014 tarihli ve 2013/408 E 2014/214 K. sayılı kararı ile; (bozma kararına uyulduktan sonra) dava konusu İstanbul ili, Büyükçekmece ilçesi, 422 ve 2542 parsel sayılı taşınmazlarda davacının 18124800/579993600’ar oranında paydaş olduğu, bu taşınmazlara davalı … Müdürlüğünce 1984 yılında fiilen el atıldığı, davacıya kamulaştırma tebligatı yapılmadığı gibi herhangi bir bedelde ödenmediği gerekçesiyle davacının davalı … Başkanlığına yönelik davasının pasif husumet yokluğu sebebiyle reddine, davacının dahili davalı … Müdürlüğüne yönelik davasının kabulü ile toplam 985.578,40TL tazminatın dava tarihi olan 05.07.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte bu davalıdan alınarak davacıya verilmesine, dava konusu 422 ve 2542 parsellerde davacı Agop oğlu … adına kayıtlı 18124800/579993600 payın tapusunun iptali ile davalı … adına tesciline karar verilmiştir.
Özel Dairenin Düzelterek Onama Kararı:
14. Mahkemenin bu kararı süresi içinde davalı … vekili, davalı … vekili, temlik alan vekili ve mirasçı … tarafından temyiz edilmiştir.
15. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 10.11.2014 tarihli ve 2014/16574 E. 2014/25405 K. sayılı kararı ile; “…Mahkemece bozma ilamına uyularak karar verilmiş; hüküm, davacı mirascı ile davalı …, davalı … ve temlik alan vekilince temyiz edilmiştir.
Ölümle davacı ile vekili arasındaki vekalet ilişkisi sona erdiğinden, davanın niteliği gereği ölümden sonra vekil tarafından yapılan temlik geçersizdir.
Arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde ve davalı … dava açılmasına sebebiyet verdiği için yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Temlik alan ve davalı idareler vekillerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde değildir.
Davacı mirasçısının temyiz itirazına gelince,
Tapu kayıt maliki davacının dava sırasında öldüğü anlaşılmakla ve mirascısı davada taraf olarak kabulünü talep ettiğinden, bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gekertirmediğinden,
Gerekçeli kararın karar başlığınnda davacı isminin karşısında yazan Harutyan Sıvacıoğlu isminin çıkartılmasına, yerine (…) isminin yazılmasına,…” şeklinde gerekçe ile hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Davacı Vekilinin Karar Düzeltme Talebi Üzerine Özel Dairenin Kararı:
16. Temlik alacaklısı vekilinin karar düzeltme talebi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 05.05.2015 tarihli ve 2015/5093 E. 2015/10002 K. sayılı kararı ile; “…Karar düzeltme talebinde bulunan …’in taraf sıfatı bulunmadığından adı geçen vekilinin karar düzeltme isteminin reddine,…” karar verilmiştir.
Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı:
17. Temlik alacaklısı vekili 02.09.2015 havale tarihlidilekçesi ile maddi yanılgıya dayalı kararın düzeltilmesini talep etmiştir.
18. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 22.12.2015 tarihli ve 2015/24866 E. 2015/25188 K. sayılı kararı ile; “…Dosyada bulunan kanıt ve belgelerden; İstanbul İli, Büyükçekmece İlçesinde bulunan 422 ve 2542 parsel sayılı taşınmazlara … tarafından kamulaştırmasız el atıldığı iddiası ile tapu kayıt malik olan … vekili tarafından açılan davada mahkemece ilk olarak … hakkında açılan davanın kabulü ile 985.780,40TL tazminatın tahsiline karar verildiği, fakat hükmün Dairemizce 12.12.2011 tarihli ilamla, davalı idareye husumet yöneltilip yöneltilemeyeceğinin araştırılması yönünden bozulduğu, mahkemece bozmaya uyularak yapılan inceleme sonucunda dava konusu taşınmazın Karayolları Genel Müdürlüğünün sorumluluk sahasında bulunduğunun tespit edilerek, … hakkında açılan davanın husumet yokluğunedeniyle reddine karar verildiği, bu kararın taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine hükmün Dairemizce bu kez 27.05.2013 tarihli ilamla dava konusu taşınmazlara fiilen el atan ve sorumlu idare olan Karayolları Genel Müdürlüğünün davaya dahil edilerek hakkında hüküm kurulması gerektiğinden bahisle bozulduğu, mahkemece söz konusu bozma ilamına uyularak, Karayolları Genel Müdürlüğünün davaya dahil edilmesi sağlanıp, hakkında açılan davanın kabulüne, … aleyhinde açılan davanın ise husumet yokluğu nedeniyle reddine ilişkin olarak 10.04.2014 tarihli, inceleme konusu kararın verildiği anlaşılmıştır.
Yukarıda bahsedilen yargılama safahati öncesinde, tapu kayıt maliki olan davacı …’nun Adalar Noterliğince düzenlenen 01.07.2010 tarih ve 01361 yevmiye sayılı vekaletname ile Büyükçekmece hudutları dahilinde bulunan dava konusu 422 ve 2542 parsel sayılı taşınmazlar ile ilgili olarak, Kemal Tüysüz isimli şahsa, söz konusu taşınmazları satma, satış vaadi sözleşmesine konu etme, dava açma, avukat tutma, alacak temlik etme vs. yetkileri içeren bir vekaletname verdiği ve bu vekaletnamenin öldükten sonra da geçerli olacağının kararlaştırıldığı, söz konusu vekaletnamedeki yetkisine dayalı olarak Kemal Tüysüz’ün … adına Av. …’e verdiği vekalet üzerine 05.07.2010 tarihinde iş bu davanın açıldığı, yargılama devam ederken 06.02.2011 tarihinde davacı asil …’nun öldüğü, davacı asilin ölümünden sonra, vekil Kemal Tüysüz’ün bahsedilen vekaletnamedeki yetkisine dayalı olarak …’nun iş bu davadan kaynaklanan alacağı için yapılan ve Büyükçekmece İcra Müdürlüğünün 2011/3438 ve 2011/3437 sayılı dosyaları üzerinden icra takibi devam eden alacağını 09.05.2011 tarihinde … isimli şahsa temlik ettiği anlaşılmıştır.
…’nun Kemal Tüysüz’e ölümünden sonra da geçerli olacak şekilde vekalet verdiği tarihte yürürlükte bulunan Borçlar Kanununun 397. maddesinde “Hilafı mukaveleden veya işin mahiyetinden anlaşılmadıkça vekalet, gerek vekilin gerek müvekkilin ölümüyle ve ehliyetinin zevali veya iflasıyla nihayet bulur. Şu kadar ki; vekaletin nihayet bulması müvekkilin menfaatlerini tehlikeye koyuyorsa veya mirasçı ve veya mümessili bizzat işlerini görebilecek hale gelinceye kadar vekil veya mirasçısı veya mümessili vekaleti ifaya devam ile mükelleftir” hükmü yer almakta, aynı doğrultudaki düzenleme, halen yürürlükte olan Türk Borçlar Kanununun 513. maddesinde de bulunmaktadır.
Vekalet ilişkisini düzenleyen Borçlar Kanunu hükümlerine göre ölümle vekalet ilişkisinin sona ereceği karine olarak hükme bağlanmış, öte yandan bu karinenin iki istisnası bulunduğu da belirtilmiştir. Bu istisnalardan biri müvekkil ile vekil arasındaki sözleşmede ölümden sonra da devam edeceğinin kararlaştırılmış olması, diğeri ise işin niteliğinin vekalet ilişkisinin devamını gerektirmesidir. Nitekim 07.12.1940 tarih ve 1938/20-1940/87 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vekalet sözleşmesinde ölümden sonra da devam edeceğinin kararlaştırılmış olması veya işin niteliğinden anlaşılması halinde vekalet ilişkisinin ölümden sonra da devam edeceği açıkça vurgulanmıştır.
Somut olayda, davacı asilin hayatta iken verdiği vekaletnamenin ölümden sonra da devam edeceğinin açıkça kararlaştırıldığı ve bu yetkiye dayalı olarak vekilin iş bu davadan kaynaklanan alacağı, davacı asilin ölümünden sonra … isimli şahsa temlik ettiği, temlik ilişkisinin Borçlar Kanunu hükümleri çerçevesinde geçerli olduğu tüm dosya kapsamı ile sabit olup, bu durumda alacağı temlik alan …’in talebi de gözetilerek HMK’nın 125. maddesi uyarınca davada taraf olarak yer almasının sağlanması için hükmün bozulması gerekmektedir.
Ne var ki; mahkeme kararı Dairemizce maddi yanılgıya dayalı olarak değişik gerekçe ile düzeltilerek onandığı gibi, aynı yanılgı ile karar düzeltme talebi de reddedilmiş olup, HUMK’un 442. maddesine göre aynı Yargıtay kararına karşı bir defadan fazla karar düzeltme talep edilemeyecek ise de, Yargıtay ilamının maddi hataya dayalı olmasının bu durumun istisnasını teşkil ettiği ve tüm dosya kapsamından Dairemizce yapılan temyiz ve karar düzeltme incelemelerinin maddi hataya dayalı olduğu anlaşılmakla,
Alacağı temlik alan … vekilinin talebinin kabulüne, Dairemizin 10.11.2014 gün ve 2014/16574-25405 sayılı ilamı ile 05.05.2015 gün ve 2015/5093-10002 sayılı ilamlarının kaldırılmasına ve hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA,…” karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
19. Büyükçekmece 3. Asliye HukukMahkemesinin 25.02.2016 tarihli ve 2016/21 E. 2016/88 K. sayılı kararı ile; davanın ilk olarak 10.03.2011 tarihinde karara çıktığı, bu kararın tapu maliki …’nun vekili sıfatıyla Av. … tarafından alınıp icraya konulduğu, ilk bozmadan sonraki davanın tüm safahatinin aynı vekil tarafından yürütüldüğü, dosyadaki veraset ilamına göre …’nun 06.02.2011 tarihinde vefat ettiği ve tek mirasçısının … olduğu, mahkemece verilen son karardan sonra mirasçı …’nun temyizi üzerine bu kez temlik alan … vekili olarak Av. … tarafından Büyükçekmece 2. Noterliğinin 09.05.2011 tarihli ve 20800 yevmiye numaralı temlikname ibraz edilerek kararın temyiz edildiği, temyiz talebinde ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 125. maddesi uyarınca davacı yerine talebi bulunmayıp başka sebeplerden kararın temyiz edildiği, temliknamede mahkeme dosyasının esası hiç zikredilmeksizin Büyükçekmece 3. İcra Müdürlüğündeki 2011/3438 E. sayılı dosyasındaki 72.123,00TL ile Büyükçekmece 3. İcra Müdürlüğünün 2011/3437 E. sayılı dosyasındaki 1.122.163,15TL tutarındaki alacağın tüm faiz ve ferileri ile birlikte vekil sıfatı ile Kemal Tüysüz tarafından …’e temlik edildiği, ilk davanın da Kemal Tüysüz tarafından verilen vekaletname ile aynı vekil tarafından açıldığı, temlik eden vekil Kemal Tüysüz tarafından asıla bu temlikname ile ilgili herhangi bir bedel ödendiğinin iddia edilmediği ve ispatlanamadığı, dolayısıyla icra dosyalarında takibe konu alacağın temlik edildiği, dosyada davaya konu alacağın tamamının temlik edildiğine dair herhangi bir belge ibraz edilmediği, bu itibarla HMK’nın 125. maddesi anlamında dava konusunun devrinin yapıldığı ve bu hususun maddi hata yoluyla düzeltilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
20. Direnme kararı süresi içinde davalı … vekili ve temlik alan vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
21. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davaya konu alacak olan kamulaştırmasız el atma bedelinin temlik edildiği eldeki davada, mahkemece temlik eden muris lehine kurulan hükmün davalı … vekili, davalı … vekili, temlik alan vekili ve mirasçı … tarafından temyizi üzerine Özel Dairece temlik alan ve davalı idareler vekillerinin temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, davacı mirasçısının temyiz itirazı yönünden “…gerekçeli kararın karar başlığında davacı isminin karşısında yazan Harutyan Sıvacıoğlu isminin çıkartılmasına, yerine (…) isminin yazılması…” suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilmesi, temlik alan vekilince karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine, Özel Dairece karar düzeltme isteminin reddedilerek kararın kesinleşmesi karşısında, temlik alan vekilinin maddi hata başvurusu üzerine hükmün bozulup bozulamayacağı, buradan varılacak sonuca göre alacağı temlik alan …’in talebi gözetilerek HMK’nın 125. maddesi uyarınca temlik alanın davada taraf olarak yer almasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
22. Öncelikle hüküm, kanun yolu, temyiz, karar düzeltme, yargılamanın yenilenmesi, istinaf, kesin hüküm, kanun yolunda usuli kazanılmış hak, maddi hata, hukuki hata ve hukuki güvenlik kavramlarından kısaca bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
I.Hüküm:
23. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 9. maddesine göre ” Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır”. Yine Anayasa’nın 138. maddesinin birinci fıkrasında ise, “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” düzenlemesi bulunmaktadır. Bu anayasal düzenlemeler dikkate alındığında yargı yetkisinin kullanılmasının kanun ve hukuk kuralları çerçevesinde karar (hüküm) vermek anlamına geldiği söylenebilir.
24. Hemen belirtmek gerekir ki, hâkimin verdiği kararlar ara kararları ve nihai kararlar olmak üzere ikiyi ayrılır.
25. Ara kararları, yargılamaya (davaya) son vermeyen, bilakis onu yürütmeye, ilerletmeye yarayan kararlardır. Hâkim, yargılamayı yürütmek (ilerletmek) için davada bir çok ara kararı verir. Bütün bu kararların ortak niteliği, hâkimin ara kararı ile davadan (işten) elini çekmeyip, bilâkis davaya devam etmesidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt III, s.2998).
26. Bu kapsamda olmak üzere mesela mahkemenin görev ve yetki itirazının, zamanaşımı def’inin reddine ilişkin kararları ara kararı olduğu gibi, taraflara delillerini göstermeleri, tanık, bilirkişi incelemesi ve keşif masraflarını yatırmaları için süre vermesine ilişkin kararları da birer ara kararıdır.
27. Yargılamaya son veren ve hâkimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran kararlara nihaî karar denir. Meselâ, yetkisizlik kararı, görevsizlik kararı, boşanma kararı, aylık kiranın tespiti kararı, dava sırasında (dava konusu) borcun ödenmiş olması nedeniyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı gibi.
28. Hâkim nihaî karar ile o davadan elini çeker, verdiği karardan dönemez ve onu değiştiremez. Fakat (ara kararlardakinin aksine) nihaî kararlar temyiz edilebilir. İşte, nihaî kararlar temyiz edilip Yargıtayca bozulmadıkça, hâkimin nihaî kararla sonuçlandırmış olduğu davaya tekrar bakması (el koyması) caiz değildir (Kuru, s.3004-3005).
29. Nihaî kararlar da esasa ilişkin ve usule ilişkin nihaî kararlar olmak üzere iki grupta toplanabilir. Usule ilişkin nihaî kararla hâkim davadan elini çekmekte ise de, bu kararla taraflar arasındaki uyuşmazlığın esası çözümlenmiş olmaz. Örneğin mahkemenin görevsiz veya yetkisiz olması nedeni ile verdiği kararlar, davanın takip edilmemesi nedeni ile davanın açılmamış sayılmasına ilişkin verilen kararlar, dava şartlarının noksanlığı nedeni ile davanın usulden reddine ilişkin olarak verilen kararlar nihaî karar olmakla birlikte taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandırılan, çözüme kavuşturan kararlar değildir.
30. Mahkemeler, önlerine gelen uyuşmazlığı, tarafların sulh olması, davadan feragat edilmesi, davanın kabul edilmesi, yahut geri alınması gibi istisnalar dışında, esas hakkında verecekleri nihaî kararla çözerler. Mahkemenin verdiği her karar, prensip olarak onun, önüne gelen somut uyuşmazlık hakkında, “Anayasa, kanunlar ve hukuk” çerçevesindeki vicdani kanaatini ifade eder. Bu vicdani kanaatin, söz konusu çerçeveye uygunluğu ise kararın gerekçesiyle ortaya konulur. Bundan dolayıdır ki, Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılmak zorundadır. Bu çerçevede yargısal karar, mahkemenin önüne gelen uyuşmazlık hakkında açıkladığı kanaatinden ibarettir. Diğer bir ifadeyle yargısal karar, mahkemenin somut bir hukuki soruna ilişkin kanaat açıklamasıdır.
31. Yargısal karar olarak nitelendirdiğimiz bu kanaat açıklaması, muhatapları açısından bağlayıcı sonuçlar doğurur. Öyle ki, kararın gereğinin muhatabı tarafından yerine getirilmemesi hâlinde, eda hükmü içerenlerin ilâmlı icra yoluyla (zorla) yerine getirilmesi mümkündür (Pekcanıtez H., Medeni Usûl Hukuku, Cilt III, İstanbul 2017, s.1967).
32. Bu açıklamalardan yola çıkıldığında, hüküm, hâkimin dava yolu ile önüne getirilen uyuşmazlıkla ilgili yaptığı yargılama faaliyeti sonucunda verdiği, davayı esastan çözen, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran karar olarak tanımlanabilir.
33. Nitekim 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 294. maddesinin birinci fıkrasında, “Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihaî kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihaî karar, hükümdür.” şeklinde esasa dair, uyuşmazlığı çözen mahkeme kararının hüküm olduğu yönünde düzenleme yapılmıştır.
34. Hüküm vermeden önceki yargılama aşamasında hâkim, somut olaya uygulanacak bir hukuk kuralı bulunup bulunmadığını öncelikle araştırır ve tespit eder. İkinci olarak soyut hukuk kuralındaki şartların somut olayda bulunup bulunmadığını inceler; ileri sürülen iddiaların ve savunmanın ispat edilip edilmediğini araştırır. Hâkimin bu görevi delillerin toplanması ve değerlendirilmesi ile gerçekleşir. Son aşamada ise hâkim yaptığı yargılama faaliyeti sonucunda objektif hukuk kuralını somut olaya uygulayarak uyuşmazlığın esası ile ilgili kararını verir.
35. Hüküm hâkim tarafından açıklanmadıkça hiç bir sonuç doğurmaz. Kararın (hükmün) sonuç doğurması için taraflara açıklanması yani tefhim veya tebliğ edilmesi gerekir. Hükmün nasıl verileceği mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayılı Kanun/HUMK) 382; 6100 sayılı Kanun’un ise 294. maddesinde düzenlenmiştir. Hükmün neleri kapsayacağı ise mülga 1086 sayılı Kanun’un 388.; 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesinde ayrıntılı olarak gösterilmiştir.
36. Hüküm hâkim tarafından yazılıp imzalandıktan ve mahkeme mührü ile mühürlendikten sonra hükmün nüshaları taraflara makbuz karşılığında verilir ve ayrıca kendisine hüküm verilmeyen tarafa gecikmeksizin tebliğ edilir (6100 sayılı Kanun’un 301.; 1086 sayılı Kanun’un 392. maddeleri).
II. Kanun yolu:
37. Kanun yolu, davanın taraflarına tanınan bir hukuki yoldur ki, bununla yanlış olan kararların (daha doğrusu yanlış olduğu iddia edilen kararların) tekrar incelenmesi ve değiştirilmesi sağlanır.
38. Hüküm mahkemelerinin karar verirken yanlış yapmaları ihtimali bulunduğundan, verilen kararların daha yüksek bir mahkeme tarafından kontrol edilmesi için, her hukuk sisteminde kanun yolları kabul edilmiştir (Kuru: s. 4483).
39. Nihaî kararların kesinleşmesine engel olan kanun yollarına normal kanun yolu denir. Yani, normal kanun yoluna başvurulması hâlinde, hakkında kanun yoluna başvurulan nihaî karar bu yollardan geçmeden kesinleşmiş olmaz. Normal kanun yolu, henüz kesinleşmemiş olan nihaî kararlar için tanınmış bir kanun yoludur. Bir karara karşı normal kanun yoluna başvurulursa, o kararın kesinleşmesi önlenmiş, yani kanun yoluna başvurmanın sonucuna kalmış olur. Normal kanun yolu süresi içinde bu yola gidilmezse veya gidildiği hâlde karar onanır ve başka bir kanun yolu da yok ise, nihaî karar kesinleşir (Kuru: s.4484).
40. Başka bir anlatımla kanun yolları sonsuz değildir. Kanunda hükme karşı öngörülen kanun yollarının tüketilmesi ile ya da kanun yollarına başvurma sürelerinin geçirilmesi ile karar kesinleşir. Artık o hükme karşı normal bir kanun yoluna başvurulması mümkün olmaz.
41. Bununla birlikte kesinleşmiş hükümlere karşı tanınmış olan kanun yoluna olağanüstü kanun yolu denmekte olup, olağanüstü kanun yoluna konu karar esasında normal kanun yollarından geçerek ya da kanun yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Ancak kanunda öngörülen bazı sebeplerin varlığı hâlinde kanun koyucu kesinleşmiş hükmün kaldırılması ya da değiştirilmesi imkânını tanımıştır.
42. Türk medeni usul hukukunda kanun yolları nihaî kararlar için kabul edilmiştir. Mahkemelerin nihaî olmayan kararlarına, başka bir deyişle ara kararlarına karşı öngörülmüş genel bir kanun yolu sistemi yoktur.
43. Medeni usul hukuku alanındaki Kanun, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) iken bu Kanun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile birlikte yürürlükten kaldırılmıştır.
44. Ne var ki, 6100 sayılı HMK’nın 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılmasıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (6217 sayılı Kanun) 30. maddesi ile 6100 sayılı Kanun’a geçici 2. maddeden sonra gelmek üzere geçici 3. madde eklenmiş, maddenin ikinci fıkrası 6723 sayılı Danıştay Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un (6723 sayılı Kanun) 34. maddesi ile düzenlenmiş, daha sonra 28.07.2020 tarihinde yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 47. maddesi ile geçici 3. maddenin ikinci fıkrasındaki “454” ibaresi “444” şeklindedeğiştirilerek yeninden düzenlenmiş olup, 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinde;
“(1) Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
(2) Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur (Ek cümle: 1/7/2016-6723/34 md.) Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez.
(3) Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.” hükmü bulunmaktadır.
45. Madde hükmüne göre bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20 Temmuz 2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında bu kararlar kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
46. Somut uyuşmazlıkta bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği 20 Temmuz 2016 tarihinden önce karar verildiğinden 6100 sayılı HMK’nın geçici 3’üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 444. madde hükümlerinin uygulanması gerektiğinden kanun yolu açıklamaları bakımından 1086 sayılı Kanun ile 6100 sayılı Kanun ve bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçtiği dönem dikkate alınarak ikili bir değerlendirme yapılmasında yarar vardır.
a.1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun Uygulandığı Dönem BakımındanKanun Yolları:
aa.Genel açıklama:
47. 1086 sayılı Kanun döneminde temyiz, karar düzeltme ve yargılamanın iadesi olmak üzere üç kanun yolu mevcut idi. Bunlardan temyiz ve karar düzeltme normal (olağan) kanun yolu; yargılamanın iadesi ise olağanüstü kanun yolunu oluşturmaktadır.
ab.Temyiz:
48. Temyiz kanun yolunda, hüküm mahkemesinin kararı sadece hukuka uygunluk bakımından inceleme konusu yapılır. Bu nedenle temyiz sadece hukukun yanlış uygulanmış olduğu sebebine dayanabilir. Temyiz talebinde yeni vakıalar ileri sürülürse, bunların Yargıtay’ca incelenmesi caiz olmadığından Yargıtay sadece hukukun yanlış uygulanmış olup olmadığını incelemekle yetinir (Kuru: s. 4502).
49. Başka bir deyişle, temyiz kanun yolunda mahkemenin kararı temyiz mercii olan Yargıtay tarafından hukuka uygunluk bakımından denetlenir; dava yolu ile önüne gelen uyuşmazlık hakkında mahkemenin verdiği kararın hukuka ve kanuna uygunluğu denetim konusu yapılır. Kural olarak temyiz incelemesinde daha önce ileri sürülmeyen yeni vakıaların ve delillerin ileri sürülmesi mümkün değildir.
50. Temyiz kanun yolu 1086 sayılı Kanun’un 427 ilâ 439. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Buna göre mahkemelerce verilen nihaî kararlara karşı temyiz yoluna başvurulması mümkündür. Ancak kanunlardaki özel hükümler gereği kesin olduğu belirtilen kararlar ile miktar veya değeri Kanunda öngörülen sınırın altında kalan kararların temyizi kabil değildir.
51. Temyiz sebepleri ise Kanun’un 428. maddesinde düzenlenmiştir. Madde hükmü dikkate alındığında öncelikle kanunun yanlış uygulanması ya da hiç uygulanmamış olması temyiz (bozma) nedenidir. Kanun yanında (kanunlara aykırı olmayan) tüzüklerin, (kanunlara ve tüzüklere aykırı olmayan) yönetmeliklerin, örf ve âdet hukukunun yanlış uygulanması ya da hiç uygulanmaması da kuşkusuz temyiz nedenidir. Bunların yanında taraflar arasında yapılmış sözleşmenin somut olaya uygulanmasında yapılan yanlışlık da temyiz nedeni olacaktır. Öte yandan mahkemenin görevsiz olması, tarafları, dava sebebi ve konusu aynı olan davalar hakkında birbirine çelişik kararlar verilmiş olması, delillerin kanuni sebep olmaksızın reddedilmesi, mahkemenin yani adli yargı içindeki hukuk mahkemesinin değil de örneğin idari yargı içinde yer alan bir mahkemenin görevli olması, hâkimin davaya bakmasının yasak olması, bir usul kuralının yanlış uygulandığına ilişkin itirazın incelenmemiş olması, usul kurallarına muhalefet edilmesi (bu temyiz nedeni kapsamında olmak üzere hükmün gerekçe içermemesi, dava şartlarının bulunmaması tek başına bozma nedeni ise de tek başına bozma nedeni oluşturan usuli hataların dışındaki usul kurallarına aykırılıkların temyiz (bozma) nedeni oluşturabilmesi için, Kanun’un 428. maddesinin ikinci fıkrasında belirtildiği üzere bu usuli yanlışlığın, yapılmasaydı verilen kararı değiştirebilecek nitelikte esaslı olmasına bağlıdır.) ve maddi meselenin takdirinde hata edilmiş olması temyiz nedenleri arasında sayılmıştır. Kanun’da yazılı olduğu şekli ile “meselei maddiyenin takdirinde hatâ edilmesi” temyiz nedenine dayanarak Yargıtayın delillerin takdirinin doğru yapılıp yapılmadığını inceleyerek böylece istinafın boşluğunu doldurmaya çalıştığı bilinmektedir.
52. Yargıtay ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse mahkeme kararını kısmen ya da tamamen bozar. Yargıtay hükmü bozmakla yetinir ve kararında bozma nedeni veya nedenlerini gerekçesi ile belirtir. Yoksa ilk derece mahkemesinin yerine geçerek bir karar veremez veya yeniden yargılama yapamaz (Pekcanıtez, s.2363).
53. Yargıtay hükmü usul ve kanuna uygun bulursa temyiz itirazlarını reddederek mahkeme kararının onanmasına karar verir.
ac.Karar düzeltme:
54. Karar düzeltme (tashihi karar), Yargıtayın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu bazı kararlarına karşı tanınmış olan (kendine özgü) normal bir kanun yoludur. Yani, bir hüküm hakkında Yargıtay’ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu karara karşı karar düzeltme yolu açık ise (HUMK m.440), o hüküm, ancak karar düzeltme yolunun tükenmesi ile (şekli anlamda) kesinleşebilir.
55. Kanun yolu denince, kural olarak, bir kararın üst mahkeme tarafından incelenmesi anlaşılır buna kanun yolunun aktarıcı etkisi denir. Bir başka anlatımla kanun yolunun aktarıcı etkisi kararın aynı seviyede değil bir üst yargı organı tarafından incelenmesidir. Bu şekilde aynı derecedeki mahkemelerin benzer hataları önlenerek hükmün daha tecrübeli ve uzman bir yargı organı tarafından denetlenmesi sağlanır. Bu bağlamda istinaf ve temyizde kararın denetimi bir üst mahkemede yapıldığından bu kanun yolarının aktarıcı bir etkisi bulunmakta olup karar düzeltme ve yargılamanın yenilenmesi kanun yollarında bir üst mahkemede denetim yapılmadığından aktarıcı etkisi bulunmamaktadır.
56. Karar düzeltme yolunda, karar düzeltme talebi, bu kararı vermiş olan Yargıtay dairesinde (veya aleyhine karar düzeltme yoluna başvurulan karar Hukuk Genel Kurulu kararı ise, HGK’nda) incelenip karara bağlanır. Bu nedenle, karar düzeltme yolu, Yargıtay’ın temyiz incelemesi sırasında yapmış olduğu hatalardan dönmesini sağlayan (temyiz yolunun devamı niteliğindeki) kendine özgü bir kanun yoludur (Kuru: s.4851,4852).
57. Karar düzeltme yolu ile Yargıtay hukuk dairesinin veya direnme kararının temyizinden sonra inceleme yaparak karar veren Hukuk Genel Kurulunun verdiği kararı tekrar incelemesi sağlanmak istenmektedir (Pekcanıtez, s.2369).
58. Görüldüğü üzere karar düzeltme ancak Yargıtayın temyiz incelemesi sonucu vermiş olduğu kararlara karşı başvurulabilen bir olağan kanun yoludur. Temyiz edilmemiş karara karşı karar düzeltme isteminde bulunulması mümkün değildir.
59. Bunun gibi, verildiği anda kesin olan ya da karar düzeltme yolu kapalı olan kararlara karşı da karar düzeltme isteminde bulunulması söz konusu olmayacaktır.
60. Karar düzeltme mülga 1086 sayılı Kanun’un 440. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;
“I. Yargıtay kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren 15 gün içinde aşağıdaki sebeplerden dolayı karar düzeltilmesi istenebilir:
1- (Değişik: 16/7/1981 – 2494/31 md.) Temyiz dilekçesi ve kanuni süresi içinde verilmiş olması şartiyle- karşı tarafın cevap dilekçesinde ileri sürülüp hükme etkisi olan itirazların kısmen veya tamamen cevapsız bırakılmış olması,
2- Yargıtay kararında birbirine aykırı fıkralar bulunması,
3- Yargıtay incelemesi sırasında hükmün esasını etkileyen belgelerde bir hile veya sahteliğin ortaya çıkması,
4- Yargıtay kararının usul ve kanuna aykırı bulunması,
II. Yargıtay evvelce cevapsız bırakılan itirazları kendi görüşüne göre hükme etki yapacak nitelikte bulmazsa karar düzeltilmesi isteği üzerine vereceği kararda bu itirazları reddederken herbiri hakkında gerekçe göstermek zorundadır.”
61. Maddenin üçüncü fıkrasında ise hangi kararlara karşı karar düzeltme isteminde bulunulamayacağı düzenlenmiştir.
62. Görüldüğü üzere karar düzeltme belli bir süreye bağlandığı gibi, Yargıtay’ın verdiği her karara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi de mümkün değildir.
ad.Yargılamanın iadesi:
63. Yargılamanın iadesi, bazı ağır yargılama hatalarından ve noksanlarından dolayı, maddi anlamda kesin hükmün bertaraf edilmesini ve daha önce kesin hükme bağlanmış olan bir dava hakkında yeniden yargılama ve inceleme yapılmasını sağlayan fevkâlede (olağanüstü) bir kanun yoludur (Kuru: s. 5165).
b. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Uygulandığı Dönem ve Bölge Adliye Mahkemelerinin Faaliyete Geçmesinden Sonraki Dönem Bakımından Kanun Yolları:
ba. Genel açıklama:
64. 6100 sayılı HMK’da olağan kanun yolları istinaf ve temyiz olmak üzere iki aşamalıdır. Bu Kanun’un düzenlemesi bakımından da yargılamanın yenilenmesi olağanüstü kanun yolu olma özelliğini devam ettirmektedir.
bb.İstinaf:
65. 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş ve Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun ile kabul edilen istinaf yargısı, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan Bölge Adliye Mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur.
66. 6100 sayılı HMK’nın 341. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen nihaî kararlar ile ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Görüldüğü üzere taraflar arasındaki uyuşmazlığın esasını çözen nihaî kararlar yanında usuli nihaî kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvuru mümkün olduğu gibi, geçici hukuki koruma tedbirlerinden olan ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi veya bu taleplerin kabulü hâlinde itiraz üzerine verilecek kararlara karşı da istinaf başvurusu yapılabilecektir. Kanun’un 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.
67. 6100 sayılı Kanun’da istinaf sebepleri gösterilmemiştir. Bununla birlikte istinaf kanun yolunu düzenleyen 341 ila 360. maddelerden hareketle istinaf sebeplerini tespit etmek mümkündür. Şöyle ki, özellikle 342, 352, 353 ve 355. maddelerdeki hükümler birlikte değerlendirildiğinde, genel olarak istinaf sebeplerinin, ilk derece mahkemesince vakıaların incelenmesi, vakıaların ispatı için ileri sürülen ve toplanan delillerin değerlendirilmesi, yargılama usulü ve hukukun uygulanması ile ilgili noktalardaki kabulüne ilişkin eksiklik ya da yanlışlıklar sebebi ile istinaf kanun yoluna başvurulabileceği sonucu çıkmaktadır. Başka bir anlatımla, vakıaların tespit ve değerlendirilmesindeki hatalar ile hukukun uygulanmasından kaynaklanan yanlışlıklar istinaf sebebi olacaktır.
68. İstinaf bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz kanun yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesinin kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur. İstinafın kapsamını Kanun’un 355. maddesi belirlemiş olup bu madde hükmü dikkate alındığında kamu düzenine aykırılık hâlleri dışında istinaf dilekçesinde belirtilen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak inceleme yapılır; bu kapsamda istinaf sebebi ile bağlı kalınmak kaydı ile bu konudaki delillerin toplanması ve incelenmesi söz konusu olur. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama tümüyle tekrarlanmayıp sadece yanlışlık ya da eksiklik tespit edilen noktalarda yargılama yapılarak deliller toplanıp değerlendirildikten sonra, kararın düzeltilmesi sağlanmaktadır. Nitekim Kanun’un 357. madde hükmüne göre, bölge adliye mahkemesince re’sen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.
69. Duruşma yapılmasına gerek olmayan, usuli hataların bulunduğu Kanun’un 353. maddesinin (a) fıkrasının 1 ila 6. bentleri arasında düzenlenen durumlarda bölge adliye mahkemesi istinaf incelemesi yaparak ilk derece mahkemesinin kararını kaldırıp dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verir.
70. Bölge adliye mahkemesince yapılacak istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine varılması hâlinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecektir (6100 sayılı HMK m. 353/b-1).
71. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen sebeplerin doğru olduğuna kanaat getirirse bu durumda ilk derece mahkemesinde dava reddedilmiş ise, red kararını kaldırarak davanın kısmen ya da tamamen kabulüne; dava kabul edildiği hâlde reddi gerekmekte ise kabul ya da kısmen kabul kararını kaldırarak red kararı verir.
bc. Temyiz:
72. Temyiz kanun yolu 6100 sayılı HMK’nın 361 ve devam eden maddelerinde düzenlenmiştir. Kanunun 361. maddesine göre, “Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihaî kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir.” Görüldüğü üzere temyiz kural olarak bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. Kanun’un 362. maddesi ile hangi kararlara karşı temyiz yoluna gidilemeyeceği düzenlenmiştir.
73. Temyiz sebepleri Kanun’un 371. maddesinde sayılmıştır. Bunlar; hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması; dava şartlarına aykırılık bulunması; taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikler bulunması olarak belirtilmiştir.
74. Yargıtay taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse, bozma kararı verecektir. Ancak, temyiz başvurusu bölge adliye mahkemesi tarafından verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir. Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Öte yandan dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderildiği durumlarda bölge adliye mahkemesi, Kanun’un 344. maddesi uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir. Gerek ilk derece mahkemesi gerek bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.
bd.Yargılamanın iadesi:
75. 6100 sayılı HMK da yargılamanın iadesi kanun yolunu kabul edip düzenlemiş ve tıpkı HUMK gibi bu kanun yolunun kesin olan ya da kesinleşmiş kararlara karşı ancak Kanunda sayılan belirli bazı hâllerde gidilebileceğini hüküm altına almıştır. 6100 sayılı HMK’nın “Yargılamanın iadesi” başlıklı 375. maddesinde hangi hâllerde kesin olan ya da kesinleşmiş olan bir karara karşı bu olağanüstü kanun yoluna başvurulabileceğini ayrıntılı olarak düzenlemiştir.
III. Kesin hüküm:
76. Dava konusu uyuşmazlık hakkında kesin hüküm bulunuyorsa aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
77. Kesin hüküm itirazı davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle ve dava şartı yokluğundan reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi ilk defa Yargıtayda (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve hatta bozmadan sonra da ileri sürülebilir ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Kuru, s. 4980 vd.).
78. Kesin hüküm derken şekli anlamda kesin hüküm ile maddi anlamda kesin hükmü ayrı ayrı incelemekte yarar vardır.
79. Şekli anlamda kesin hüküm ile kastedilen, bir mahkeme kararına karşı normal kanun yollarına başvurulamayacağıdır.
80. Şekli anlamda kesin hükmün amacı, bir davanın sona ermesine hizmet etmektir. Bir nihaî karar şekli anlamda kesinleşince, tarafların o davada takip ettikleri amaç gerçekleşmiş olur. Fakat bu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın değil, ancak görülmekte olan davanın sona ermesi demektir. Bundan sonra da aynı taraflar arasında aynı uyuşmazlığın yeni bir dava konusu yapılmaması için, başka bir müesseseye yani maddi anlamda kesin hüküm müessesine ihtiyaç vardır (Kuru, s. 4981).
81. Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik gerçekleşir. İstisnaen olağanüstü kanun yoluna başvurarak ya da eski hâle getirme mümkün ise bu suretle şekli anlamda kesin hükmü sona erdirmek mümkündür.
82. Nitekim HGK’nın 24.01.2018 tarihli ve 2017/14-2534 E. 2018/88 K. ve 16.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E. 2018/1098 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiş ve bir karara karşı kanun yollarına başvurulamaması hâlinde şekli anlamda kesin hükmün gerçekleştiğine vurgu yapılmıştır.
83. Gerek mülga 1086 sayılı Kanun’da gerekse 6100 sayılı HMK’da şekli anlamda kesinliğin tanımı yapılmamış ise de, çeşitli maddelerde geçen “kesin” “kesinleşme” “kesinleşmiş” sözleriyle şekli anlamda kesin hükmün kastedildiğini söylemek mümkündür.
84. Maddi anlamda kesin hüküm mülga 1086 sayılı HUMK’da tanımlanmamış olmakla birlikte Kanun’un 237. maddesinde “Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir.
Kaziyei muhkeme mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır.” şeklinde bir maddi anlamda kesin hükmün şartlarına yer verilmiştir.
85. Hâlen yürürlükte bulunan HMK ise 303. maddesinde maddi anlamda kesin hükmün tanımını yapmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasına göre “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.”
86. Bu hükümden yola çıkıldığında denebilir ki, kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.
87. Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin aynılığı, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.
88. Kesin hükmün üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebepten farklı olarak, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir.
89. Aynı ilkeler HGK’nın 08.12.2010 tarihli ve2010/1-602 E. 2010/643 K., 24.01.2018 tarihlive 2017/14-2534 E.-2018/88 K. ve 16.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E. 2018/1098 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
90. Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dâhil bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden) inceleyemezler; bu hâliyle kesin hüküm bir def’i değil itirazdır. Bu bağlılık kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir (HGK’nın 06.05.2018 tarihli ve 2017/19-1628 E.-2018/1098 K. sayılı kararı).
91. Maddi anlamda kesin hükmün amacı da bu hâli ile mahkeme kararlarına güvenilmesini ve uyulmasını sağlamak, taraflar arasındaki uyuşmazlığı kararın maddi anlamda kesinleştiği andan itibaren geleceğe yönelik olarak sona erdirmek ve nihayet çelişkili kararlar verilmesini önleyerek toplum hayatında hukuki istikrar ve güvenliği tesis etmektir.
IV. Kanun yolunda usuli kazanılmış hak ve maddi hata:
92. Usuli kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Örneğin hâkimin bir tarafa kesin süre vermesi ile karşı taraf lehine kazanılmış hak doğar.
93. Nitekim HGK’nın 23.10.1981 tarihli ve 1981/15-2296 E., 1981/687 K. sayılı kararında “….mesalâ; bir Yargıtay bozma ilamına uyulmasına, ispat yükü kendisine düşen, takdiri delil iddiasını gerçeğe yakın bir şekilde ispat etmiş ve fakat hâkime bir kanaat vermemiş olan tarafa Usulün 365. maddesi hükmünce hâkim tarafından resen and yöneltilmesine; taraflardan birine kesin süre verilmesine (Usul 164) ilişkin ara kararları bu nitelikte olup bunlardan dönme (rücu) caiz değildir. Çünkü, usule ait kazanılmış hak müessesi, Usul Yasasının dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir. (9/5/1960 gün 21 E., 9 K. ve 4.2.1959 gün, 13 E. 5 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararları gerekçelerinden)….” denilmek sureti ile ara kararı ile oluşan kazanılmış hak çeşitlerinden bahsedilmiştir.
94. Hemen belirtilmelidir ki, gerek1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda, gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Konu, yargı içtihadı ile gelişmiştir.
95. Öte yandan kanun yolunda oluşan kazanılmış haklar da söz konusudur. Şöyle ki, bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK).
96. Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (4.2.1959 tarihli ve 13/5 sayılı YİBK).
97. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
98. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması durumunda Yargıtay bozma kararı ile oluşan usuli kazanılmış hak değer taşımayacaktır.
99. Bunun gibi bozmaya uyulmasından sonra o konuda yürürlüğe giren yeni bir kanun karşısında bozma ilamına uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hakkında bir değeri kalmayacaktır. HGK’nın 12.03.1997 tarihli ve 1997/7-975 E., 1997/196 K. ile 06.11.1996 tarihli ve 1996/17-561 E., 1997/744 K. sayılı kararlarında bu hususa vurgu yapılmıştır.
100. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nın 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 2004/19 K. ile 30.01.2013 tarihli ve 2012/1-683 E.,2013/165 K. sayılı kararları).
101. Görev konusu da usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır. Bu husus 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı YİBK’da “…Kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine,…” şeklinde ifade edilmiştir.
102. Bu sayılanların dışında ayrıca hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzenine ilişkin konularda da usuli kazanılmış haktan söz edilemez. Ayrıca maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile de usuli kazanılmış hak doğmaz.
103. Burada kısaca “maddi hata” kavramından bahsetmek gerekir.
104. Maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı 1976, s. 208).
105. Burada belirtilen maddi yanılgı kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılardır.
106. Uygulamada zaman zaman görüldüğü gibi, Yargıtay denetimi sırasında da, uyuşmazlık konusuna ilişkin maddi olgularda, davanın taraflarında, uyuşmazlık sürecinde, uyuşmazlığa esas başlangıç ve bitim tarihlerinde, zarar hesaplarına ait rakam ve olgularda ve bunlara benzer durumlarda; yanlış algılama sonucu, açık ve belirgin yanlışlıklar yapılması mümkündür. Bu tür açık hatalarda ısrarla maddi gerçeğin göz ardı edilmesi, yargıya duyulan güven ve saygınlığı, adalete olan inancı sarsacaktır.
107. O nedenledir ki, Yargıtay, bu güne değin maddi hatanın belirlendiği durumlarda soruna müdahale etmiş; baştan yapılmış açık maddi yanlışlığın düzeltilmesini kabul etmiştir. HGK’nın 13.03.2013 tarihli ve 2013/5-10 E., 2013/548 K., 13.04.2011 tarihli ve 2011/9-72 E., 2011/99 K., 13.04.2011 tarihli ve 2011/9-101 E.,2011/128 K., 19.06.2015 tarihli ve 2013/21-2361 E., 2015/1728 K., 23.10.2002 tarihli ve 2002/10-895 E, 2002/838 K., 02.07.2003 tarihli ve 2003/21-425 E., 2003/441 K., 29.11.1995 tarihli ve 1995/19-819 E., 1995/1028K., 24.05.1995 tarihli ve 1995/9-348 E., 1995/556 K., 14.03.1986 tarihli ve 1984/2-714 E., 1986/246 K.; 15.10.1986 tarihli ve 1986/6-491 E. -1986/876 K. ile 10.06.1983 tarihli ve 1981/10-323 E., 1983/652 K. sayılı kararlarında da; maddi hataya dayalı onama ve bozma kararlarının karşı taraf lehine sonuç doğurmayacağı benimsenmiştir. Bu husus, 30.11.1988 tarihli ve 1988/2-776 E., 1988/985 K. sayılı kararında “…Yargıtay bozma ilâmına uyulmakla meydana gelen usulî kazanılmış hak kuralı usul hukukunun ana esaslarından olmakla ve Yargıtay’ca titizlikle gözetilmekle birlikte bu kuralın açık bir maddi hata hâlinde dahi katı bir biçimde uygulanması bazı Yargıtay kararlarında adalet duygusuyla, maddi olgularla bağdaşmaz bulunmuş ve dolayısıyle giderek uygulamada uyulan bozma kararının her türlü hukuki değerlendirme veya delil takdiri dışında maddi bir hataya dayanması hâlinde usulî kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı esası benimsenmiştir…” şeklinde ifadesini bulmuştur.
108. Ne var ki bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılarak delil değerlendirmesi sonucunda bir sonuca ulaşılmış ise, bu kararın yanlış olduğu ya da delillerin yanlış değerlendirildiği sonradan anlaşılsa bile bozmaya uyulması ile oluşan kazanılmış hakkın varlığı kabul edilmelidir. Bu durum HGK’nın 30.11.1988 tarihli ve 1988/2-776 E. 1988/985 K. sayılı kararında maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile usuli kazanılmış hak oluşmayacağına vurgu yapıldıktan sonra kararın devamında “…Burada şu husus belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir değerlendirme yapılmış ve deliller belirli bir doğrultuda değerlendirilerek bir bozma kararı verilmiş ise, bu bozmaya uyulması halinde, bozma yapan Daire hukuki görüş değiştirse veya delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi burada maddi hatadan söz edilemeyeceğinden usulî kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir. Ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısı dışında hiç bir suretle başka biçimde yorumlanmayacak tartışmasız bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise o takdirde usulî kazanılmış hak kuralı hukuki sonuç doğurmayacaktır…” şeklinde ifade edilmiştir.
109. Aynı görüş HGK’nın 20.01.1988 tarihli ve 1988/1-249 E., 1988/28 K., 20.12.1989 tarihli ve 1989/12-539 E., 1989/662 K., 15.12.1990 tarihli ve 1990/1-450 E., 1990/608 K. ile 09.03.1994 tarihli ve 1993/17-889 E., 1994/123 K. sayılı kararlarında da aynen sürdürülmüştür.
V. Hukuki güvenlik:
110. Diğer yandan Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmü; Anayasa’nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında ise, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” hükümleri bulunmaktadır.
111. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmında ise “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.” düzenlemesi yer almaktadır.
112. Nitekim Anayasa Mahkemesinin (AYM) 11 Eylül 2014 tarihli ve 29116 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 26.06.2014 tarihli ve 2013/1752 başvuru numaralı kararında “… Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır…” şeklinde adil yargılanma hakkının unsurlarına ve içeriğine ilişkin açıklamalar yapılmıştır.
113. Anayasa Mahkemesi bu kararında ve başkaca bir çok kararında “hukuki güvenlik ilkesi” nin hukuk devletinin unsurlarından biri olduğunu kabul etmiştir. Yüksek Mahkemeye göre hukuk devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldır. Hukuki güvenlik ilkesi gereğince devletin, vatandaşların mevcut kanunlara olan güvenine saygılı davranması, bu güvenlerini boşa çıkaracak uygulamalardan kaçınması gerekir. Bu durum hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu kadar Anayasa’nın 5. maddesiyle devlete yüklenen, vatandaşların refah, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarını sağlama, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmek için gerekli ortamı hazırlama ödevinin bir sonucudur. Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukuki güvenlik ilkesi, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde bütün devlet faaliyetlerinin belirli oranda önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güveni değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir.
114. Başka bir anlatımla hukuk devletinin hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını buna göre güvenle düzenleyebilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi, her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin de uymasına bağlıdır. Kanunları uygulama durumunda bulunanların da, başta mahkemeler olmak üzere bu ilke ile bağlı olduğu da açıktır.
115. Hukuk devleti, devlet ve insan faaliyetlerine yön veren, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan ilkeler bütünü olduğundan, devletin organ ve kurumları bakımından bu ilkeler birer sınırlama niteliği taşırken, vatandaşlar açısından hukuki güvenlik içinde yaşamanın araçları olarak işlev görmektedir.
116. Hukuki güvenlikle bağlantılı olarak “genellik” ve “öngörülebilirlik”, hukuk devletinin iki temel unsuru kabul edilir. Genellik unsuru, hukukun özel kişi ya da durumlara değil, herkesi kapsayacak biçimde genel, soyut ve tarafsız, geçmişe uygulama yasağı çerçevesinde ileriye yönelik, kamuya açık kurallar üzerine inşa edilmesi anlamını taşır. Hukukun öngörülebilirliği ise, hukukun anlam açısından belirgin ve açıkça ifade edilmiş, istikrarlı ve birbiriyle uyumlu kurallar ile önceden tahmin edilebilir uygulamalara dayanmasıdır. Bireylerin hukukun gerektirdiği şeyi önceden bilmeleri ve davranışlarını buna göre düzenlemelerini sağlayan bir ilke olarak hukuki öngörülebilirliğin hukuki belirlilik ile ilişkisi, bu noktada çok açıktır. Hukuk kurallarının bütünüyle belirsiz olduğu kabul edildiğinde, hukuki öngörülebilirlikten de söz edilemeyecektir. Hukuki güvenirlik ile yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Buradaki asıl amaç hukuki barışın sağlanmasıdır.
117. Nitekim Anayasa Mahkemesinin sözü edilen kararında “…Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir…” şeklinde belirlilik ilkesinden ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır.
118. Anayasa Mahkemesi, “hukuki güvenlik ilkesi”nin “öngörülebilirliği” sağlayan işleviyle hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olarak, bireylere hem devlet hem de toplumun diğer üyeleri karşısında “ilkesel”, “kurumsal” ve “işlevsel” güvenceleri birlikte sağlayacağını kabul etmektedir.
119. Yine Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararında “…Kesin hükme saygı uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır…” hususlarına vurgu yapılmıştır.
120. Aynı kararda “… Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa’nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de, adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır…” ifadelerine yer verilmiştir.
VI. Değerlendirme:
121. Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda belirtmek gerekir ki, 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete başladığı 20 Temmuz 2016 tarihinden önce verilen kararların kesinleşmesine kadar 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin 427 ilâ 444. madde hükümlerinin uygulanması gerekeceğinden, Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçmesine ve 6100 sayılı HMK’nın yürürlükte olmasına rağmen 20 Temmuz 2016 tarihinden önce verilen bir karar 1086 sayılı Kanun hükümlerine göre temyiz ve karar düzeltme yolu açık ise karar düzeltme kanun yollarının tüketilmesi ile şekli anlamda kesin hüküm hâlini alacaktır.
122. 6100 sayılı HMK’nın kanun yoluna ilişkin hükümlerine tâbi olan kararlar bakımından ise istinaf ve temyiz kanun yollarından geçen kararlar şekli anlamda kesinleşecektir.
123. Bununla birlikte Hukuk Genel Kurulu kararlarında da açıklandığı üzere hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta yanılgı olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulması mümkün olmayan, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık yanılgılar bulunduğu takdirde maddi hatanın giderilmesi mümkün olacaktır.
VII. Somut olayın değerlendirilmesi:
124. Mahkemece 10.04.2014 tarihinde davanın kabulüne dair verilen karar davalı … vekili, davalı … vekili, temlik alan vekili ve mirasçı …’nun temyizi üzerine Özel Dairece; ölümle davacı ile vekili arasındaki vekalet ilişkisi sona erdiğinden, davanın niteliği gereği ölümden sonra vekil tarafından yapılan temlikin geçersiz olduğu, arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde ve davalı … dava açılmasına sebebiyet verdiği için yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle temlik alan ve davalı idareler vekillerinin temyiz itirazları reddedilmiş, davacı mirasçısının temyiz itirazı yönünden ölü tapu kayıt malikinin yerine mirasçısı Rafi Sıvacıoğlu’nun geçtiği kabul edilerek bu yönden hüküm düzeltilerek onanmıştır. Düzelterek onama kararına karşı alacağı temlik alan … vekili karar düzeltme talebinde bulunmuş, Özel Dairece temlik alacaklısının davada taraf sıfatını kazanmadığından bahisle karar düzeltme istemi reddedilmiş, Mahkemece 05.05.2015 tarihinde karar düzeltme isteminin reddedildiği ve hükmün de bu nedenle kesinleştiği karara dercedilmiştir.
125. Ne var ki kararın kesinleşmesinden yaklaşık 7 ay sonra, olağan kanun yolundan geçerek kesinleşen mahkeme kararı, temlik alacaklısı vekilinin maddi hata düzeltim talebi üzerine Özel Dairece bozulmuştur.
126. Bu durumda mahkemece kesinleşme şerhi verilen bir kararın, Özel Dairece, yargılama aşamasında ileri sürülmüş, temyiz ve karar düzeltme konusu yapılmış nedenlerle bozulduğu, delillerin değerlendirilmesi sonucunda varılan hukuki sonucun yanlışlığı hukuki hata olarak kabul edilse dahi maddi hata olarak kabulünün mümkün olmadığı, bu nedenle maddi hata düzeltim nedenleri bulunmadığından direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmaktadır.
127. O hâlde direnme kararı yerinde olup onanmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı … vekili ve temlik alan vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Gerekli temyiz ilâm harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.03.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.