Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/2722 E. 2018/1359 K. 27.09.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2722
KARAR NO : 2018/1359
KARAR TARİHİ : 27.09.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılan tazminat ve nafaka” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Aile Mahkemesi Sıfatıyla Aydıncık (Mersin) Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.11.2014 gün ve 2013/120 E., 2014/83 K. sayılı kararı davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 16.03.2016 tarih ve 2015/26693 E., 2016/5066 K sayılı kararı ile:
“…Davalı erkek süresinde verdiği cevap dilekçesi ile yetki itirazında bulunmuştur. Mahkemece bu konuda olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmaması usul ve yasaya aykırıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılan maddi ve manevi tazminat ile nafaka istemine ilişkindir.
Davacı vekili tarafların ayrı yaşadıkları süreçte davalının hileli tebligat yaptırmak suretiyle boşanma kararı verilmesini sağladığını, bunu öğrenen müvekkilinin yargılamanın yenilenmesini talep ettiğini, talebinin kabulü sonucunda verilen boşanma kararının 13.03.2013 tarihinde kesinleştiğini, davalının evlilik süresince eşine fiziksel şiddet uyguladığını, alkol ve kadın tutkusu bulunduğunu, çocuklarla ve evle ilgilenmediğini, müvekkilinin de ekonomik özgürlüğünü sağlamasına engel olduğunu ileri sürerek 1.500,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile, 20.000,00 TL maddi ve 20.000,00 TL manevi tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili süresinde verdiği cevap dilekçesi ile davanın yetkili mahkemede ve süresinde açılmadığını, davalının boşanmada kusurlu olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davalının ağır kusurlu olduğu dikkate alınarak davanın kısmen kabulü ile davacı kadın yararına uygun miktarda nafaka, maddi ve manevi tazminata hükmedilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece 6100 sayılı HMK’nın 19. maddesi uyarınca yetki itirazında bulunan tarafın yetkili mahkemeyi; birden fazla yetkili mahkeme varsa seçtiği mahkemeyi bildirmesi gerektiği, aksi takdirde yetki itirazının dikkate alınmayacağı, davalı tarafın da yetki itirazında yetkili mahkemeyi bildirmediği, hâl böyle olunca olumlu veya olumsuz bir karar verilmesinin gerekmediği belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma kararının kesinleşmesinden sonra açılan tazminat ve nafaka davasında davalının süresinde ileri sürdüğü ancak yetkili mahkemeyi göstermediği yetki itirazı hakkında olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce bozma sonrası duruşmada mahkemece her iki taraf vekilinin de mazeret talebinin kabulüne ancak duruşmanın başka bir tarihe ertelenmesi isteminin reddine karar verilerek tarafların yokluğunda direnmeye konu hükmün kurulması karşısında, davalının savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı ön sorun olarak incelenmiştir.
Mahkemenin bozma ilamına uyma ya da direnme konusunu karara bağlamadan önce bozma ilamını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 429. maddesinin amir hükmü gereği zorunludur.
Nitekim, bozma kararı sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 1086 sayılı HUMK’nın 429. maddesinin ikinci fıkrasında “…Mahkeme, temyiz edenden 434’üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.
Somut olayda da mahkemece bozma kararı ve duruşma günü taraflara tebliğ edilmiş, 09.06.2016 tarihli duruşma günü için her iki taraf vekili de mazeret dilekçesi göndermiştir. Davacı vekili 07.06.2016 tarihli mazeret dilekçesinde “bozma ilamına uyup uymama konusunda taktirin mahkemeye ait olduğunu, yokluğunda duruşma yapılmasını” talep etmiş, davalı vekili ise aynı tarihli mazeret dilekçesinde “duruşmanın adli tatil sonrasına ertelenmesini, yeni duruşma gününün uyaptan öğrenilmesini, akabinde verdiği 08.06.2016 tarihli dilekçede de “bozma ilamına uyulmasını” talep etmiştir. Bu durumda usulüne uygun olarak duruşma gününden haberdar edilen tarafların bozma kararına karşı beyanları mazeret dilekçesi ile de tespit edildiğine göre mahkemece yapılan işlemlerde savunma hakkını kısıtlayan bir durum olmadığına karar verilmiş ve ön sorun oy birliği ile aşılmıştır.
İşin esasına gelince;
Öncelikle yetkiye ilişkin düzenlemelerin incelenmesinde yarar görülmektedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 5. maddesine göre mahkemelerin yetkisi, diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümler saklı kalmak üzere, bu Kanundaki hükümlere tabidir. Sözü edilen Kanunun 6. maddesinde de genel yetkili mahkeme, “davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi” olarak düzenlenmiştir.
Sözü edilen Kanunda bu hükümler dışında boşanma ve ayrılık davalarına özgü olarak yetki konusunda özel bir düzenleme bulunmamaktadır.
Buna karşılık 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 168.maddesi ile boşanma ve ayrılık davalarında yetki konusunda özel bir düzenleme getirilmiş olup, buna göre, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiştir.
Diğer yandan, TMK’nın 177. maddesinde ise zayıf durumunda olan nafaka alacaklısını korumak amacıyla “Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir” şeklinde bir düzenlemeye de yer verilmiştir.
Hemen belirtmek gerekir ki TMK’nın gerek 168. maddesinde, gerekse 177. maddesinde düzenlenen yetki kuralları kesin yetki kuralı niteliğinde değildir. Bilindiği üzere yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması dava koşuludur (HMK m. 114/1-ç). Dava şartlarının mevcut olup olmadığı ise davanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden araştırılır (HMK m. 115/1). Oysa boşanma veyahut boşanmadan sonra açılacak tazminat ve nafakaya ilişkin davalarda yetki kamu düzenine ilişkin olmadığından, yetki itirazı süresinde ve usulüne uygun şekilde ileri sürülmedikçe mahkemenin kendiliğinden araştırma yapıp yetkisizlik kararı vermesi olanağı da bulunmamaktadır.
Buradan hareketle “yetki itirazının ileri sürülmesi” başlıklı HMK’nın 19. maddesinin irdelenmesi gerekmektedir. Anılan madde “(1) Yetkinin kesin olduğu davalarda, mahkeme yetkili olup olmadığını, davanın sonuna kadar kendiliğinden araştırmak zorundadır; taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu her zaman ileri sürebilir.
(2) Yetkinin kesin olmadığı davalarda, yetki itirazının, cevap dilekçesinde ileri sürülmesi gerekir. Yetki itirazında bulunan taraf, yetkili mahkemeyi; birden fazla yetkili mahkeme varsa seçtiği mahkemeyi bildirir. Aksi takdirde yetki itirazı dikkate alınmaz.
(3) Mahkeme, yetkisizlik kararında yetkili mahkemeyi de gösterir.
(4) Yetkinin kesin olmadığı davalarda, davalı, süresi içinde ve usulüne uygun olarak yetki itirazında bulunmazsa, davanın açıldığı mahkeme yetkili hâle gelir.” şeklindedir.
Madde gerekçesinde de yer verildiği üzere; yetki itirazının ne zaman ve nasıl ileri sürüleceği, yetkinin kesin olduğu ve kesin olmadığı hâller ayırımı yapılarak düzenlenmiştir. Birinci fıkraya göre, kesin yetkinin söz konusu olduğu hâllerde, mahkeme, bu husus bir dava şartı olarak kabul edildiğinden, yetkili olup olmadığını davanın sonuna kadar, her zaman kendiliğinden araştıracaktır. Taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu, yine davanın sona ermesine kadar, her zaman ileri sürebileceklerdir. Esasen maddenin birinci fıkrasında yer alan bu durum, yetkiyi incelemesi için mahkemeye bir hatırlatma niteliğindedir.
İkinci fıkrada ise yetkinin kesin olmadığı hâllerde, yetki itirazının, cevap dilekçesinde ileri sürülmesi esası kabul edilmiştir. Davalı, cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunmamışsa, cevap dilekçesini verdikten sonra artık yetki itirazında bulunamayacaktır. Yetki itirazında bulunan taraf, yetkili mahkemeyi, birden fazla yetkili mahkemenin söz konusu olduğu hâllerde ise kendi kanaatine göre tercih ettiği yetkili mahkemeyi de itirazında belirtmek zorundadır.
Üçüncü fıkraya göre, mahkemenin yetkisizlik kararı verirken, yetkili mahkemeyi de göstermesi gerekmektedir. Mahkeme, yetkisizlik kararı verirken, kesin yetkinin söz konusu olduğu hâllerde, taraflar itirazlarında belirtmemiş olsalar bile, yetkili mahkemeyi kendisi bulup, yetkisizlik kararında göstermelidir. Yetkinin kesin olmadığı hâllerde ise itirazda bulunan tarafın, itirazında belirttiği mahkeme gerçekten yetkili ise mahkeme vereceği kararda yetkili olan o mahkemeyi gösterecektir.
Dördüncü fıkrada, 1086 sayılı Kanun’un 23. maddesinin ilk cümlesine benzer şekilde, yetkinin kesin olmadığı davalarda, davalının süresi içinde ve usulüne uygun olarak yetki itirazında bulunmaması hâlinde, davanın açıldığı mahkemenin, yetkili hâle geleceği kabul edilmiştir.
Açıklanan yasal düzenlemeler gözetildiğinde yetkili mahkemenin belirlenmesinde öncelikle süresinde ve usulüne uygun olarak yapılmış bir yetki itirazının varlığı aranmaktadır. 6100 sayılı Kanun’un 19. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde yer alan “aksi takdirde yetki itirazı dikkate alınmaz” cümlesinden de kastedilenin bu olduğu anlaşılmalıdır.
Kesin yetki kuralının bulunmadığı somut olayda da davalı (erkek) süresi içinde ibraz ettiği cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunmuş ancak yetkili mahkemeyi göstermemiştir. Bu durumda usulünce yapılmış bir yetki itirazından söz edilemeyecektir. O hâlde, mahkemenin kendisini yetkili gördüğü bu davada olumlu veya olumsuz bir hüküm kurmasına da gerek bulunmamaktadır.
Bu itibarla mahkemece verilen direnme kararı yerindedir
Ne var ki, davanın esasına ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerinde olup davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.09.2018 gününde oy çokluğuyla karar verildi.