YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2310
KARAR NO : 2017/1506
KARAR TARİHİ : 06.12.2017
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Diyarbakır 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 19.01.2015 gün ve 2014/1113 E., 2015/31 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 30.11.2015 gün ve 2015/14743 E., 2015/23535 K. sayılı kararı ile;
“…1- Davacı, asıl işveren olan davalı şirket bünyesinde arıza bakım-onarım teknisyeni olarak işe başladığını, işe başlarken 200,00 TL yol, 300,00 TL yemek yardımı yapılacağının belirtildiğini iddia ederek yol ve yemek ücretlerinin ödenmesini talep etmiştir.
Davalı ise husumet itirazında bulunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporu esas alınarak davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı asıl işveren, bu dosya ve aynı gün temyiz incelemesi yapılan diğer dosyalarda bazı alt işverenlere davanın ihbar edilmesi için dilekçe sunmuş, mahkemece ihbar dilekçeleri ilgili alt işveren firmalara tebliğe çıkarılmış, bir kısmına tebligat yapılmış, bazılarına ise çıkarılan tebligat bila ikmal iade edilmiş ya da tebligat parçaları dosyaya alınmamış, bazı dosyalarda ise davalı asıl işverenin ihbar talebinde bulunmamakla birlikte işçinin özlük dosyası ile ödeme belgelerinin alt işverenlerden getirtilmesini istediği halde bu talep mahkemece dikkate alınmamıştır.
6100 sayılı HMK’nun 61 vd maddelerinde düzenlenen davanın ihbarı ile taraflardan biri davayı kaybettiği taktirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir.
İhbar yazılı olarak yapılır. İhbar sebebinin gerekçeleriyle birlikte açıklanması ve yargılamanın hangi aşamada bulunduğunun belirtilmesi gerekir.
Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf yanında davaya katılabilir.
Müdahale talebinde bulunan 3.kişi, yanında katılmak istediği tarafı, müdahale sebebi ve bunun dayanaklarını belirten bir dilekçeyle mahkemeye başvurur. Müdahale dilekçesi, davanın taraflarına tebliğ edilir. Mahkeme, gerekirse taraflarla birlikte 3.kişiyi de dinlenmek üzere davet eder, gelmeseler dahi müdahale talebi hakkında karar verir.
6100 sayılı HMK’nın yukarıda belirtilen ilgili hükümleri dikkate alındığında mahkemece, davalı asıl işverenin, davanın ihbarını talep ettiği bir kısım taşeron şirketler ile ilgili olarak ihbar dilekçesinin tebliğ edilmeksizin ya da tebliğ edildiğine dair tebligat parçaları dosyaya alınmaksızın ve özellikle de davalı şirket vekilinin ihbar dilekçelerinin dönüşünün beklenilmesini talep etmesine rağmen ara kararı ile ihbar dilekçelerinin eksiksiz olarak tüm alt işverenlere tebliği dahi beklenmeksizin karar verilmesi hatalıdır.
Yapılması gereken, ihbarı talep edilen tüm alt işveren şirketlere ihbar dilekçesi ve dava dilekçesinin tebliği sağlanarak ve tebliğ edildiğine dair tebligat parçaları eksiksiz dosyaya alınarak ihbar edilen taşeron şirket/şirketlerin, sunmaları halinde beyan dilekçeleri ile varsa delilleri toplanıp, ihbar olunan şirketlerin yargılamayı takip etmemeleri halinde ise asıl işveren olan davalı şirketin cevap dilekçesinde ve aşamalarda belirttiği üzere davacı işçiye ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgelerinin ve hizmet alım sözleşmelerinin birer suretleri alt işveren şirketlerden müzekkere ile istenerek getirtmek ve çıkacak sonuca göre bir karar vermektir.
Mahkemece eksik ve inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde ile karar verilmesi bozma nedenidir.
2-Kabule göre de; Seri halde Dairemize gelen dosyaların incelenmesi sırasında Diyarbakır 3. İş Mahkemesinin 2014/333 Esas ve 2015/624 Karar sayılı dosyasında 2011 ve 2012 yıllarına ait bordroların sunulduğu tespit edilmiştir. Bu bordroların incelenmesinde davacılara yıllara göre değişen miktarlarda yol ve yemek ücretinin ödendiği anlaşılmaktadır. Zaten bu dosyada davacı da iş akdinin feshinden önceki bir yıl, yol ve yemek ücretlerini ödendiğini kabul etmektedir. Bu durum karşısında yol ve yemek ücreti tahakkuklarının ve ödeme belgelerinin alt işverenlerden istenerek ödeme yapılıp yapılmadığı belirlenip, bordroların temin edilememesi durumunda işe sunulan bu bordrolardaki ücretler baz alınarak, ayrıca son bir yıl yemek ücretlerinin ödendiği hususunda dilekçesinde beyan bulunmayan davacılardan da ödeme yapılıp yapılmadığı sorularak açıklattırılıp, bordro sunulmayan dosyalarda 2011 ve 2012 yıllarına ait yol ve yemek ücretleri tahakkukları ve ödemeleri olduğundan bordroda adı bulunan davacıların alacak hesabının da bu ödemelerin mahsubundan sonra ödenmeyen miktarın belirlenmesi gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru olmamıştır…”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili davalı şirket ile dava dışı firmalar arasında asıl-alt işveren ilişkisi bulunduğunu ve davacı işçinin arıza bakım ve onarım teknisyeni olarak çalıştığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, yol ve yemek ücretlerinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davacı işçinin yüklenici firma işçisi olduğunu, müvekkili şirketin sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece bilirkişi tarafından düzenlenen raporun dosya kapsamına uygun olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün davalı … Elekt. Dağ. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece ihbar dilekçesinde ihbar sebebi olarak davacının yüklenici firmanın işçisi olması, sosyal haklar ve ödemelerin yüklenici firma tarafından yapılması gösterilmiş olup, ihbar istemi incelendiğinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereği asıl işverenlerin alt işveren işyerleri ile ilgili tüm defter ve belgeleri ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak belli süre saklama yükümlülüğü bulunduğu, davalı işverenin alt işverendeki tüm belgeleri saklamak zorunda olduğundan ihbar dilekçelerin tebliği ile yetinilmesi gerektiği, söz konusu ihbar dilekçelerinin ihbar talep edilen şirketlerin adreslerinin davalı tarafından mahkemeye doğru sunulmaması nedeniyle tebliğ edilemeden döndüğü, bu nedenle bozma kararının son paragrafında geçen özlük dosyalarının ve ödemelerin alt işverenden müzekkere ile istenmesine gerek olmadığı, bu hususta benzer mahiyette birçok karar verildiği, Yargıtay tarafından da saklama yükümlülüğü gözetilerek kararların onandığı, genel nitelikte bozma yapılması ve asıl işverenin belge saklama yükümlülüğü göz ardı edilerek kararın bozulmasının hatalı olduğu gerekçeleriyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davalı şirket tarafından hizmet alımı suretiyle iş üstlenen yüklenici firmalara davanın ihbar edilmesine ilişkin dilekçenin tüm şirketlere tebliği sağlanıp tebliğ edildiğine dair tebligat parçalarının eksiksiz temin edilmesinin gerekip gerekmediği, ayrıca tebliğe rağmen ihbar olunan şirketlerin yargılamayı takip etmemeleri hâlinde davacı işçiye ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgelerinin ve hizmet alım sözleşmelerinin birer suretlerinin söz konusu şirketlerden müzekkere ile istenilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce direnme kararı gerekçesi dikkate alındığında, mahkemece verilen kararın yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre de temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı yoksa Özel Dairece mi yapılacağı hususu ön sorun olarak tartışılmış olup hükmün Özel Dairece davanın ihbarı yönünden bozulması üzerine mahkemece davanın ihbarı ile ilgili olarak bozma kararına karşı gerekçeleri sıraladığı ve böylece bozma nedenlerini karşıladığı görülmekle ön sorun bulunmadığı oy çokluğu ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
İşin esasına geçilmeden önce davanın ihbarı ile hukuki dinlenilme hakkı üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
I- Görülmekte (derdest) olan davanın taraflarından birinin, üçüncü bir kişiye bu davayı haber vermesine ve üçüncü kişiden bu davada kendisine yardım etmesini istemesine davanın ihbarı (duyurulması) denir. Davanın ihbarının iki amacı vardır:
Davanın ihbarının usul hukuku bakımından amacı, dava kendisine ihbar edilen üçüncü kişinin, davaya katılarak davayı ihbar eden tarafa yardım etmesinin sağlanmasıdır. Bu yardım da, iki şekilde olur:
Üçüncü kişi davaya (fer’î) müdahele edebilir ya da dava kendisine ihbar edilen üçüncü kişi, davada ihbar eden tarafı temsil edebilir.
Davanın ihbarının maddi hukuk bakımından amacı ise, davayı ihbar eden tarafın, davayı kaybetmesi hâlinde üçüncü kişiye karşı açacağı rücu davasında (veya üçüncü kişinin ihbar eden tarafa karşı açacağı tazminat davasında) hakkını daha emin (güvenli) biçimde ileri sürebilmesidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:IV, 2001, s.3515 vd).
Davanın ihbarı ve şartları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 61’nci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; “(1) Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir.
(2) Dava kendisine ihbar edilen kişinin de aynı şartlarda bir başkasına ihbarda bulunması mümkündür ve bu şekilde ihbar tevali ettirilebilir.”
Davanın ihbar edilebilmesi için bazı şekli unsurların bulunması gerekmektedir. Bunlardan birincisi, açılmış ve görülmekte olan (derdest) bir davanın mevcut olmasıdır. Özel durumlar bir tarafa bırakılırsa, davanın ihbarından söz edilebilmesi için, eşyanın tabiatı gereği, her şeyden önce, ortada ihbar edilebilecek bir davanın mevcut olması gerekir. Bunun yanında, davanın ihbar edileceği üçüncü kişinin dava ehliyetine sahip olması, ayrıca görülmekte olan davanın taraflarına nazaran “üçüncü kişi” durumunda bulunması, davanın ihbarının diğer usuli şartlarıdır. Şüphesiz bütün bunların yanında, ihbarı haklı kılan bir “ihbar sebebi”nin, diğer bir ifadeyle, hukuki yararın da mevcut olması gerekir (Atalı, M.: Medeni Usul Hukukunda Davanın İhbarı, Yetkin Yayınları, Ankara 2007, s.71).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İhbarın şekli” başlıklı 62’nci maddesine göre, “(1) İhbar yazılı olarak yapılır; ihbar sebebinin gerekçeleriyle birlikte açıklanması ve yargılamanın hangi aşamada bulunduğunun belirtilmesi gerekir.
(2) Davanın ihbarı sebebiyle yargılama bir başka güne bırakılamaz ve ihbarın tevali etmesi gibi zorunlu olan durumlar dışında süre verilemez.”
Bu düzenlemeler karşısında davanın ihbarının yazılı yapılması gerektiği, bunun dışında bir sınırlama bulunmadığı görülmüştür. Ayrıca gerek kötü niyetli davranışların önüne geçebilmek gerekse ihbar edilen üçüncü kişinin doğru ve sağlıklı karar vermesini sağlayabilmek için, ihbar sebebinin ve yargılamanın bulunduğu aşamanın açıkça belirtilmesi de maddede vurgulanmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında ise, davanın ihbarı ile yargılamanın başka bir güne bırakılamayacağı açıkça öngörülerek, yargılamanın gereksiz uzaması ve kötü niyetli ihbarda bulunulmasının da önüne geçilmeye çalışılmıştır. Ancak, ihbarın tevalisi gibi zorunlu hâllerde bir süre verilerek yargılamanın başka güne bırakılması kabul edilmiştir.
Davanın ihbarı mahkeme aracılığı ile yapılabileceği gibi mahkeme dışı vasıtalarla da yapılması mümkündür. Davanın ihbarını mahkeme aracılığı ile isteyen taraf dilekçe ile mahkemeye başvurmalıdır. Mahkeme, davanın ihbarına ilişkin dilekçenin üçüncü kişiye tebliği için davanın ihbar şartlarının bulunup bulunmadığını inceleyemeyeceği gibi ihbar talebinin reddine ya da kabulüne de karar vermemelidir. Mahkeme ihbar dilekçesinin üçüncü kişiye tebliği ile yetinmelidir.
II- Ülkemizin de taraf olduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile adil yargılanma hakkını oluşturan ilkeler; kanunla kurulan bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde makul sürede açık ve hakkaniyete uygun olarak yargılama yapılması şeklinde ifade edilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında masumiyet karinesi, üçüncü fıkrasında ise suç şüphesi altındaki kişinin hakları sıralanmıştır.
1982 tarihli Anayasa’nın 36’ncı maddesinde 2001 yılında yapılan değişiklik ile “adil yargılanma hakkı” anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Söz konusu düzenleme ile “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Adil yargılanma hakkı ile ilgili anayasal düzenlemenin bu madde ile sınırlı olmadığı, İHAS’ın 6’ncı maddesinde düzenlenen ilkelerin bir kısmının dağınık şekilde Anayasa’da yer aldığı da bir gerçektir (Anayasa’nın 2’nci maddesi ile hukuk devleti ilkesi; 141’inci maddesi ile aleni yargılama ve kararların gerekçeli olması ilkesi; 138’inci maddesinde mahkemelerin bağımsız olması ilkesi gibi).
Bununla birlikte adil yargılanma ilkesinin medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda göz önünde bulundurulacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıca düzenlenmiştir. Bu Kanun’un 27’nci maddesinde yer bulan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasa’nın 36’ncı maddesinde ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. Bu hak çerçevesinde, tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
İHAS’ın 6’ncı maddesinin 1’inci fıkrasında “Her şahıs…davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkına haizdir…” şeklindeki düzenleme karşısında silahların eşitliği ve çelişmeli yargı ilkeleri de hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesini sağlayan unsurlar arasında önemli bir yere sahiptir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) silahların eşitliği ilkesini şöyle tanımlamaktadır:”Silahların eşitliği, davanın bir tarafını, diğer taraf karşısında belirli bir dezavantaj içine sokmayacak şartlar altında, her bir tarafın deliller de dahil olmak üzere, davasını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olması zorunluluğu” demektir (İnceoğlu, S.: Adil Yargılanma Hakkı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Kapsamında Bir İnceleme, 1. Baskı, 2013, s.239 vd.).
Davanın taraflarından birinin iddiası karşısında diğer tarafın bu iddiaya karşı savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmıyorsa, silahların eşitliği açısından ihlal doğabilmektedir (De Haes ve Gijsels-Belçika davası, Başvuru no:19983/92, 24.02.1997; İnceoğlu, a.g.e. s.239).
Sözleşme organları, bilirkişi tayin edilmesi, tanık dinlenmesi gibi taleplerin veya başka tür delillerin reddedilmesinin yargılamayı hakkaniyetsiz hâle getirebileceğini dikkate almakla birlikte, bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin esas olarak milli mahkemelerde olduğunu belirtmektedir. İHAM, Vidal-Belçika kararında, delillerin davayla ilgisi hakkında görüş açıklamanın kendi görevi olmadığını belirtmekle birlikte, milli mahkemenin kararında dinletilmek istenen tanıkların neden reddedildiğine ilişkin gerekçe göstermemesinin md 6’ya aykırı bulmuştur. Milli mahkeme tanık dinlenmesini gerekçe göstererek reddetse dahi, gösterdiği gerekçe İHAM tarafından tutarlı olup olmaması bakımından incelenmektedir (İnceoğlu, a.g.e., s. 251).
Yine İHAM’a göre hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, milli mahkemelere davanın taraflarınca sunulan delil ve iddiaları, davayla ilgili olup olmadığına ilişkin bir ön yargı taşımaksızın, iyi inceleme yükümlülüğü vermektedir (İHAM, Kraska-İsviçre kararı, İnceoğlu, a.g.e., s.251).
Anayasa Mahkemesi (AYM) de silahların eşitliği ve çelişmeli yargı ilkelerini adil yargılanma hakkının temel ilkelerinden biri olarak kabul etmiştir. Mahkemeye göre, “silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, para.32). Bu usul güvencesi, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No. 2013/2116, 23/1/2014, para.18)”.
Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi, mahkemelerin kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altında oldukları tespitinde bulunduktan sonra, “…Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra, tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri için de gereklidir. Kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte yargılama sırasında açık ve somut biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Ancak mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Başka bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Bayram Özkaptanoğlu, B. No:2013/1015, 08.04.2015; AYM’nin aynı yönde Sencer Başat ve diğerleri, B. No.2013/7800, 18/6/2014 kararı).
III- Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davalı şirket vekili davanın ihbarına ilişkin dilekçede davacı işçinin yüklenici firma işçisi olduğunu ve tüm sosyal haklar ve SGK gibi ödemelerinin yüklenici firma tarafından yapıldığını belirterek davanın bu firmalara ihbarını talep etmiştir.
Mahkemece davalı tarafından adresleri bildirilen firmalara ihbar dilekçesi tebliğe çıkarılmıştır.
Takip eden 19.01.2015 tarihli duruşmada mahkemece, bir kısım ihbar olunan firmalara tebligat yapıldığına dair tebligat parçalarının döndüğü, bir kısmının ise dönmediği belirtilerek, bu aşamada ihbar dilekçelerinin dönüşünün beklenilmesinin gereksiz yere yargılamayı uzatacağından tebligat parçalarının bazılarının dönüşünün beklenilmesine yer olmadığına karar verilerek yargılamaya devamla hüküm kurulmuştur.
Hükmün davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece öncelikle ihbar dilekçelerinin tebliği sağlanarak tebligat parçalarının eksiksiz dosyaya alınarak söz konusu ihbar olunan şirketlerin sunmaları hâlinde beyan dilekçeleri ile varsa delillerinin toplanması gerektiği belirtilmiş, akabinde ihbar talep edilen şirketlerin yargılamayı takip etmemeleri hâlinde davalı şirketin cevap dilekçesinde ve aşamalarda belirttiği üzere davacı işçiye ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgelerinin ve hizmet alım sözleşmelerinin birer suretlerinin bu şirketlerden müzekkere ile istenilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuştur.
Mahkemece bozma kararının ihbar dilekçelerinin tebliğine ilişkin kısmına yönelik olarak ihbar isteminin sosyal haklar ve ödemeler nedeniyle yapılması talebi dikkate alındığında bu dilekçelerin tebliği ile yetinilmesi gerektiği, davalı tarafından ihbar talep edilen firmalara ait adreslerin doğru sunulmaması nedeniyle bir kısmının tebliğ edilemediği belirtilmiş olup, gerçekten de söz konusu adreslerin davalı tarafından mahkemeye bildirildiği, mahkemece ihbar dilekçelerinin belirtilen adresler gözetilerek tebliğe çıkarıldığı, bir kısmının tebliğ edildiği buna karşılık bir kısmının ise tebliğ edilemediği görülmüştür.
Hâl böyle olunca, davanın ihbarı talep edilen şirket adreslerine ihbar dilekçesinin tebliği ile yetinilmesi gerekeceğinden mahkemece, bozma kararının bu yönüne ilişkin direnme gerekçesi yerindedir.
Ne var ki mahkemenin belge saklama yükümlülüğü yönünden oluşturulan gerekçesi isabetli değildir. Şöyle ki; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 86’ncı maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, “işveren, işyeri sahipleri; iş yeri defter, kayıt ve belgelerini ilgili olduğu yılı takip eden yıl başından başlamak üzere on yıl süreyle, kamu idareleri otuz yıl süreyle, tasfiye ve iflas idaresi memurları ise görevleri süresince, saklamak ve Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilen memurlarınca istenilmesi hâlinde on beş gün içinde ibraz etmek zorundadır.”
Bu düzenleme ile belge saklama yükümlülüğünün, işçiyi çalıştıran gerçek ve hukuki işverene ait bulunduğu, asıl işverenin işçiye yapılan ödemelere (ücret, fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili vs) ilişkin bordro, ücret pusulası ya da banka kayıtlarını tutmakla yükümlü olmayacağı açıktır. Dolayısıyla somut olayda davacı, davalı şirket işçisi olmayıp davalı şirketten ihale ile iş üstlenen dava dışı ihbar olunan şirketler işçisi olarak davalı iş yerinde çalıştığı, davalı şirketin asıl işveren sıfatıyla sorumluluğu bulunduğundan bahisle davanın açıldığı görülmekle asıl işveren sıfatına sahip davalı şirketin, davacının özlük dosyası ile yapılan ödemelere ilişkin bordro, banka kaydı gibi belgeleri tutma ve saklama yükümlülüğünün bulunmadığı açıktır.
Mahkemece, davalı şirket tarafından cevap dilekçesinde ve yargılamanın devam eden aşamalarında davacıya ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgeleri ve hizmet alım sözleşmelerinin dava dışı ihbar olunan firmalardan istenilmesine dair talebi dikkate alınarak bu belgelerin dava dışı ihbar olunan şirketlerden istenilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla mahkemece, davalı şirketin savunmasının dayanağını oluşturan işin esasına ilişkin davacı işçinin şahsi dosyası, bordro gibi ödeme belgeleri ile hizmet alım sözleşmelerinin ihbar olunan dava dışı şirketlerden istenilmemiş olması davalı yönünden hukuki dinlenilme hakkının da ihlali niteliğindedir.
O hâlde mahkemece yapılması gereken davalının talebi dikkate alınarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 221’inci maddesi uyarınca üçüncü kişi durumunda bulunan ihbar olunan firmalardan söz konusu belgeleri müzekkere ile isteyerek dosya arasına almak ve sonucuna göre karar vermek olmalıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen gerekçelerle bozulması gerektiği belirtilmiş ise de bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle çoğunlukça benimsenmemiştir.
Sonuç olarak yukarıda belirtilen bu değişik gerekçe ile direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen değişik gerekçe ile BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 06.12.2017 gününde oy çokluğu ile karar verildi.