Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/2219 E. 2018/1590 K. 06.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2219
KARAR NO : 2018/1590
KARAR TARİHİ : 06.11.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasında görülen “yargılamanın yenilenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 14.11.2013 tarihli ve 2011/223 E., 2013/510 K. sayılı karar davacı … AŞ vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 11.11.2014 tarihli ve 2014/5220 E., 2014/12667 K. sayılı kararı ile:
“…Dava, yargılamanın yenilenmesi suretiyle Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/289 Esas 2008/113 Karar sayılı kararının kaldırılarak davanın reddi ya da tekrar yargılama yapılarak taşınmazın gerçek değeri üzerinden karar verilmesi istemlerine ilişkindir.
Davalı … vekili, davanın kabulü ile yargılamanın yeniden yapılmasını istemiş, diğer davalı şirket vekili davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/289 Esas, 2008/113 Karar sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda davacı şirketin önalım talebinin kabul edilmek sureti ile önalım bedelinin ipoteğe kaydırıldığı, söz konusu kararın verilmesinde davacı ve davalının birbiri ile anlaşarak hileli davranışları sonucunda kararın oluşturulduğu yönünde dosyaya herhangi bir delil sunulmadığı, davaya konu edilen mahkeme ilamına ait yargılamada usul hükümleri gereğince ipotek alacaklısının davaya dâhil edilerek yargılama yapılması gerektiği halde mahkemenin böyle bir uygulamayı gerçekleştirmediği bu durumda menfaati ihlal edilen ipotek alacaklısının söz konusu kararı öğrenme tarihinden itibaren yasal süre içinde temyiz etmesi veya ipoteğin yeniden tesisi için yasal yollara başvurması gerektiği hususları hep birlikte değerlendirildiğinde HMK’nun 376. (HUMK’nun 446.) maddesinde öngörülen hükmün iptali nedenlerinin bulunmaması gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, yargılamanın yenilenmesini isteyen davacı vekili temyiz etmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, davalılar arasındaki önalım davasının yargılaması sonucunda 56/113 pay üzerinde davacı şirketin 457.800 TL bedelli ipoteği mevcut iken önalım davasının davacısı tarafından ipotek şerhinin kaldırılması istenmiş ne var ki ipotek alacaklısı davacı şirketin davaya katılması sağlanmadan mahkemece bu istem kabul edilmiş, temyiz edilmeksizin kesinleşen karar sonrasında 28.07.2008 tarihinde ipoteğin sicilden terkin edildiği görülmüştür.
Türk Medeni Kanununun 1020. maddesi gereğince tapu sicili herkese açık olup, kimse tapu sicilindeki bir kaydı bilemediğini ileri süremez. Ayrıca, ipotek lehtarı davaya katılmadan ipoteğin terkinine karar verilmesi halinde ipotek lehtarının hak kaybına uğrayacağı da açıktır.

İpotek bedelinin önalım bedelinin çok üzerinde olması yani önalım bedelinin ipotek bedelini karşılamaması da nazara alınarak ipotek lehtarının yokluğunda ve hak kaybına yol açacak şekilde ipoteğin terkini suretiyle aleyhine hüküm kurulmuş olması nedenleriyle HUMK’nın 446. maddesi hükmü gereğince yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulü gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir…”
gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı … AŞ vekili, müvekkili lehine İstanbul İli, Güngören İlçesi, 130988 parselde kâin 1 ve 2. bodrum kat 26 nolu bağımsız bölüm üzerinde 06.07.2007 tarihinde 457.800,00TL bedelli 1. dereceden ipotek tesis edildiğini ancak mahkemenin 2007/289 E. sayılı dosyası ile ipoteğin önalım bedeli üzerine kaydırılarak terkinine ilişkin olarak karar verildiğini, 23.06.2008 tarihinde şeklen ve usulsüz olarak kesinleşen karardan Bakırköy 6. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2010/1214 E. sayılı dosyası ile açılan itirazın iptali davasının yargılaması sırasında 12.04.2011 tarihinde görülen celsede haberdar oldukların ileri sürerek bu kararın yargılamanın yenilenmesi prosedürü ile ortadan kaldırılması sonrasında davanın reddine, bu mümkün olmadığı takdirde yeniden yargılama yapılarak taşınmazın gerçek değeri üzerinden karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Şenel Mühendislik ve İnşaat San. Ltd. Şti. vekili, yargılamanın iadesi yoluna sadece davanın taraflarının başvurabileceğini, hüküm aleyhine olan dava dışı kişilerin ise ancak hükmün taraflarından hüküm aleyhine olan tarafın alacaklılarına veya haleflerine zarar vermek için anlaşarak hile ile o taraf aleyhine hüküm verilmesini sağlanmış olması gerektiğini, somut olayda müvekkilinin kanunen kendisine tanınan önalım hakkını kullanması nedeniyle bu şartın gerçekleşmediğini, diğer taraftan ipotek alacaklısı olan davacının süresinde dava açmadığını, çünkü üç yıl içinde ipotek hakkının kaldırıldığını öğrenmemesinin hayatın doğal akışına aykırılık oluşturduğunu, davacının kötü niyetli olduğunu belirterek istemin reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı … vekili 12.04.2012 günlü celsede önalım hakkına dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında dava dilekçesinin müvekkiline tebliğ edilmeden karar verildiğini beyanla yargılamanın yenilenmesi isteminin kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece lehine karar verilen davacı tarafın hükmün oluşturulmasında karşı tarafla anlaşarak hile yaptığına ilişkin dosyaya herhangi bir delil sunulmadığı, bu bağlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 376’ncı maddesinde öngörülen hükmün iptalini gerektirir koşulların gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı … AŞ vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece 1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 446. maddesindeki şartların gerçekleşmediği, taraflardan birinin veya üçüncü kişinin mağduriyetinin yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak kabul edilemeyeceği, zira madde metninde açıkça hileli davranışların mevcudiyetinin arandığı, oysaki dava dosyasına davalı tarafın hileli davrandığına ilişkin herhangi bir delil sunulmadığı, bilakis davalı Şenel Mühendislik Ltd. Şti. vekilinin talep ve uyarısı doğrultusunda ipoteğin önalım bedeline yansıtıldığı, bununla birlikte diğer davalı … vekilinin müvekkiline Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebligat yapıldığını, davadan bu vesileyle haberdar olmadıklarını ve bu bağlamda yargılamanın yenilenmesi talebi kabul edilerek şufa davasının yeniden değerlendirilmesine dair beyanda bulunması karşısında davalıların anlaşarak hileli işlem yaptığının kabulünün hukuken mümkün olmadığı, davacı tarafın ipotek alacaklısı olarak aleyhine kurulan hükme karşı öğrenme tarihinden itibaren temyiz süresi içinde temyiz hakkını kullanması gerektiği hâlde

bu hakkını kullanmayıp olağanüstü kanun yolu olan yargılamanın yenilenmesini talep etmesinin mümkün olmadığı vurgulanmak suretiyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını davacı … AŞ vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda HUMK’nın 446’ncı maddesinde (6100 sayılı HMK’nun 376. maddesi) belirtilen yargılamanın yenilenmesi sebebinin gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesinden önce, davacının yargılamanın yenilenmesi isteminin temyiz talebi olarak kabul edilip edilmeyeceği, dolayısıyla temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Ön sorunun çözümü için öncelikle “biçimsellik ilkesi” ve “usul ekonomisi ilkesi” kavramları hakkında açıklama yapılmalıdır.
Usul hukuku biçimsellik (şekilcilik, formalizim) üzerine kurulmuştur ve bu nedenle “şeklî (biçimsel) hukuk” olarak adlandırılır. Davalarda biçimsellik tarafların yargılamanın sonucunu hesaplayabilmesi, yasa yolları ile bunu denetleyebilmesi, keyfilikten korunma, eşit davranılma gibi güvenceler sağlamakla birlikte; sıkı sıkıya şekle bağlılık olarak görülmemeli, maddi gerçeği bulmak ve adaletli karar vermek adına hakkaniyete uygun olarak değerlendirilmelidir.
Biçimselliğin bu doğrultuda yorumlanmasında usul ekonomisi ilkesi devreye girmektedir.
Usul ekonomisi, medeni yargılama hukukuna egemen olan ilkelerden biridir. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141. maddesinin dördüncü fıkrasında ve HMK’nın 30. maddesinde ifade edilen emredici nitelikteki bu ilke, yargılamanın amacına hizmet eden araçlardan biridir. Usul ekonomisi, yasalarda öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler (Yılmaz, E:, Usul Ekonomisi, AÜHFD, 2008, C. 57, S.1, s.243). Yargıtay’a göre de usul ekonomisi adaletin ucuz, çabuk ve isabetli olarak sağlanmasının temel kurallarındandır. (HGK’nun 10.4.1991tarihli ve 15-91/202 sayılı).
Temel bir usul hukuku kuralı olarak vakıa ve delillerin taraflarca getirileceği ve hukuki nitelendirmenin hâkim tarafından yapılacağı konusunda tartışma bulunmamaktadır. Fakat HMK’nın 24, 25, 26 ve 30. maddelerinin hükümleri birlikte değerlendirildiğinde hâkimin bir davada sadece tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve neticei taleplerle bağlı olup dayandıkları kanun hükümleriyle ve onların hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmadığı ve kanunları resen tatbik ederek iddia ve savunmadaki talep sonuçlarını karara bağlamakla mükellef bulunduğu neticesine varılır. Bir başka ifade ile hâkim, tarafların sunduğu vakıaları ve talep ve cevap sonuçlarını incelemeli fakat dava ya da şikâyetin vasıflandırılmasında yalnızca onların beyanlarına bakmayıp, bu belirlemeyi kendisi yapmalıdır, zira hâkim Türk hukukunu resen uygulamakla yükümlüdür (HMK m. 33).
Diğer taraftan tebligat, hukuki bir işlemin veya durumun ilgili kişiye bildirilmesi amacıyla yetkili kurum tarafından yapılan yazı veya ilan yoluyla belgeleme işlemidir. Tebligatın teslim alınmasıyla birlikte tebligata konu olan hukuki duruma ilişkin süreler başlar. Nitekim 1086 sayılı HUMK’nın 432. maddesinin birinci fıkrası ve yine 6100 sayılı HMK’nın 361. maddesinin birinci fıkrasında temyiz kanun yoluna başvuru süresinin kararın tebliği ile başlayacağı hüküm altına alınmıştır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; ipotek lehtarı Birlik Mensucat Ticaret Ltd Şti’nin yerel mahkemenin 130988 parsel sayılı taşınmazdaki 26 nolu bağımsız bölümün ipotekten ari olarak Şenel Mühendislik ve İnşaat San. Ltd. Şti. adına tesciline ilişkin verdiği 2007/289 E., 2008/113 K. sayılı kararının kesinleştiğini, fakat o davada kendisinin taraf olmadığını ileri sürerek yargılamanın yenilenmesini istemiştir. Gerçekte de söz konusu davada önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasında taşınmaz üzerindeki ipotek kaldırılarak ipotek bedelinden daha az olan önalım bedeli üzerine kaydırılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin bu kararından ipotek alacaklısının haklarının da etkilendiği açıktır. Bu hâlde, bahsi geçen karara karşı hukuki hakları zarar gören kişilerin temyiz yoluna başvurabileceğinin kabulü gerekeceğinden ipoteklehtarı olan Birlik Mensucat Ticaret Ltd. Şti’nin yargılamanın yenilenmesi talebi olarak adlandırdığı talebinin usul ekonomisi ilkesinin gereği olarak mahkemenin, 2007/289 E., 2008/113 K. sayılı kararının temyiz istemi olarak kabul edilerek değerlendirilmesi ve bu çerçevede inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacı … AŞ’nin isteminin temyiz talebi değil yargılamanın yenilenmesi istemine ilişkin olması nedeniyle temyiz talebi olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, Özel dairenin 11.11.2014 tarihli ve 2014/5220 E., 2014/12667 K. sayılı bozma kararı ve yerel mahkemenin 20.01.2016 tarihli ve 2015/480 E., 2016/18 K. sayılı direnme kararı kaldırılarak, mahkemenin 2007/289 E., 2008/113 K. sayılı kararına yönelik olan ve ipotek lehtarı Birlik Mensucat Tic. Ltd Şti’ye usulünce yapılmış karar tebliği bulunmadığından, süresinde yapıldığının kabulü gereken temyiz isteminin öncelikle incelenerek karar verilmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmiştir.
S O N U Ç: Yukarıda gösterilen nedenlerle; Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 11.11.2014 tarihli ve 2014/5220 E., 2014/12667 K. sayılı bozma kararı ile bu karara karşı verilen Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.01.2016 tarihli ve 2015/480 E., 2016/18 K. sayılı direnme kararının kaldırılmasına, davacı … AŞ’nin vekilinin Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 01.05.2008 tarihli ve 2007/289 E., 2008/113 K.sayılı karara yönelik süresinde olan temyiz isteminin incelenmesi için dosyanın 14. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 06.11.2018 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Dava, yargılamada taraf olmayan ipotek lehtarı aleyhine hüküm kurulması nedeniyle, ipotek alacaklısı tarafından açılmış yargılamanın iadesi davasıdır.
Davalılar, yargılamanın iadesi şartlarının oluşmadığını savunmuştur.
Yerel Mahkemece HMK 376.maddesindeki şartların oluşmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairece, İpotek lehtarı davaya katılmadan aleyhine hüküm kurulması bu suretle hak kaybına uğraması, tapu sicilinin herkese açık olması nedeniyle oy çokluğu ile bozma kararı vermiştir.
Yerel Mahkemece önceki kararda ısrar edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacı tarafından verilen dilekçenin temyiz dilekçesi olarak kabul edilip edilemeyeceğine ilişkindir.
Bilindiği üzere temyiz de bir davadır. Bu nedenle HMK 364/2.maddesinde temyiz dilekçesinde bulunması gereken unsurlar ayrıntılı olarak sayılmıştır.
Diğer yandan somut dava, kamu düzenini ilgilendirmeyen bir hukuk davasıdır. Bu nedenle 6100 sayılı HMK’nın “Yargılamaya Hakim Olan ilkeler” başlığıyla düzenlenen ikinci bölümünde sayılan Tasarruf ilkesi, Taraflarca getirilme ilkesi ve Taleple bağlılık ilkesne tabidir.
Davacı, davasını açıkça yargılamanın iadesi davası olarak açmıştır. Bu iradeye aykırı olarak talebin temyiz dilekçesi olarak kabul edilmesi hem tasarruf ilkesine, hem de taleple bağlılık ilkesine aykırı olacaktır.
İşin esasına gelince, herkese açık olan sicil kaydındaki ipotek hakkı tapu maliklerince görülmesine rağmen, ipotek alacaklısı davaya dahil edilmeden açılan şufa davasında ipotek kaldırılarak, ipotek bedelinden çok daha düşük olan şufa bedeli üzerine kaydırılması durumunda ipotek alacaklısının hakkının zayi olduğu açıktır. Somut uyuşmazlıkta olduğu gibi bu tür olaylarda ipotek alacaklısına yargılamanın iadesini talep etme hakkının verilmemesi halinde taşınmaz paydaşları ile pay alıcısı her zaman anlaşmak suretiyle ipotek alacaklısını zararlandırabilecektir. Dolayısıyla olayın niteliği gereği tarafların anlaşma suretiyle, hileli işlemle üçüncü kişi konumunda bulunan ipotek alacaklısını zararlandırdığı kabul edilmelidir.
Bu olgu kabul edildikten sonra 1086 sayılı HUMK 446. ve HMK nın 376.maddesindeki özel şartın bulunduğu kabul edilerek yargılamanın iadesi talebinin kabul edilmesi, bu nedenle direnme kararının Özel Daire kararı gibi bozulması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyorum.

KARŞI OY

HMK 24/2. maddede tasarruf ilkesi düzenlenmiş olup buna göre; Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. Bu ilkenin de sonucu olarak davacının davalı olarak gösterip aleyhine husumet yöneltmediği kimsenin bir dosyada davalı sıfatı bulunduğundan söz edilemez.
Davalı sıfatının edinilmesi yönünden HMK’daki diğer düzenlemeler de tasarruf ilkesine uygun niteliktedir. HMK 124. madde gereğince yapılacak taraf değişikliğinde de davacının taraf değiştirme yönünde bir istek ve iradesinin olması gerekir. Mecburi dava arkadaşlığında tüm mecburi dava arkadaşlarına birlikte husumet yöneltilmesi zorunlu olup bu hâlde dahi davacıya diğer mecburi arkadaşlarını davaya dahil etmesi için süre verilmesi, davaya dahil edilirse tüm mecburi dava arkadaşlarının huzuruyla davanın görülmesi, verilen süreye rağmen davaya dahil edilmemiş ise eksik hasımla dava görülemeyeceğinden davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir. İhtiyari dava arkadaşlarının ise davaya dahil etme yoluyla davalı sıfatı kazanması mümkün değildir.
Görüldüğü gibi istisnai açık bir kanun hükmü bulunmadığı takdirde; davacının bir kimseyi davalı olarak gösterme konusunda bir iradesi ve işlemi olmadıkça o kimsenin kendiliğinden davalı sıfatı kazanması mümkün değildir. Davalı olarak yer alması zorunlu bir kimse olsa bile mahkemenin kendiliğinden tebligat göndermek suretiyle bir kimseyi taraf hâline getirmesi mümkün olmayıp ancak davacının davaya dahil etmek suretiyle davalı olarak husumet yöneltme iradesini göstermesi hâlinde tebliğ yapılabilecek ve ancak bu şekilde davalı konumuna gelinebilecektir.
Somut olayda yargılamanın yenilenmesi davasında davalı olarak gösterilen davalılar arasında görülen önalım nedeniyle tapu iptali ve tescil davasında ipotek alacaklısı olarak davaya dahil edilmesi gereken Birlik Mensucat Ticaret A.Ş. yargılama sırasında hasım olarak gösterilmediği ve sonrasında da mecburi dava arkadaşı olarak davaya dahil edilmediği için davalı sıfatını kazanmamıştır. Davada taraf hâline gelmeyen bir kimsenin, davanın tarafları bakımından kesinleşen bir hükmü daha sonra temyiz edebileceğinden söz edilemez.
Kaldı ki davacı temyiz iradesi göstermemiş ve bu kapsamda bir dilekçe de vermemiştir. Talebi temyiz olmayıp yargılamanın yenilenmesidir. Ne mahkeme, ne de özel daire davacı talebini temyiz olarak da değerlendirmemiştir. Davacının temyiz talebi bulunmadığına göre açıtığı yargılamının yenilenmesi davasının temyiz talebi olarak değerlendirilip incelenmesi de mümkün değildir.
Davada taraf hâline gelmediği hâlde lehine ipotek konulan taşınmaza ilişkin ipotek hakkını da etkiler biçimde, mahkemece hüküm verildiği ve kesinleştiği için davacının gidebileceği yol ancak yargılamanın yenilenmesi yoludur. Dayanabileceği yargılamanın yenilenmesi sebebi ise HUMK 446. (HMK 376.) madde olmayıp HUMK 445/8. (HMK 375/1-c) maddedir. Bu maddede vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzuruyla davanın görülmüş olması ve karara bağlanmış olması yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak gösterilmiştir. Kanunda gerçek temsilci ya da gerçek vekilin yer almaması yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak düzenlendiğine göre bu maddenin; vekil veya temsilciye göre daha önemli konumda olan asılın da davada yer almamasını yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak gördüğünü kabul etmek gerekir. Maddenin içerik ruhu bu sonucu gerektirir. Kaldı ki taşınmaz maliki, taşınmazdaki ipotek alacaklısının temsilcisi veya vekili olmadığı hâlde taşınmaz malikine husumet yöneltilmekle yetinilip ipotek alacaklısının davaya dahil edilmesi için süre verilmeyerek eksik hasımla davanın görülmüş olması da bu maddeye dayanılabileceğini göstermektedir.
Davacı ipotek hakkını da etkiler biçimde hüküm verilen dosya için sadece HUMK 446 (HMK 376.) maddeye dayanabilecek üçüncü kişi durumunda değildir. Bu maddelerde hilenin ispatlanması hâlinde yargılamanın yenilenmesi mümkün olup dosyada zorunlu olduğu hâlde davalı olarak gösterilmeyen kişinin haklarının bu madde kapsamında korunabilmesi mümkün değildir. Çünkü hile sabit olmaz ise üçüncü kişilerin açtığı yargılamanın yenilenmesi davasının reddi gerekecektir.
Somut olayda davacının talebi yargılamanın yenilenmesi olup HMK 33. maddenin sonucu olarak hukuki sebebin yanlış gösterilmesi halinde hakimin doğru hukuki sebebi belirleyerek buna göre uyuşmazlığı çözmesi gerektiği de gözetildiğinde; HUMK 445/8. (HMK 375/1-c) madde kapsamında yargılamanın yenilenmesi koşulları vardır. Direnme kararının daire gerekçesinden farklı olarak bu gerekçelerle bozulması gerekirken talebin temyiz olarak incelenmesi gerektiği yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.