YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2211
KARAR NO : 2021/797
KARAR TARİHİ : 17.06.2021
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “vakıf şerhi nedeniyle ödenen taviz bedelinin istirdadı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Susurluk Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 05.09.2005 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin Balıkesir ili, Susurluk ilçesinde sahip olduğu 85 ada, 71 parsel sayılı taşınmazın satın alınması sırasında taşınmaz üzerinde haksız şekilde tesis edilmiş olan İnebeyn Vakfı şerhinin kaldırılması için 10.279TL taviz bedeli ödemek zorunda kaldığını, bunun hukukî dayanağı bulunmadığını ileri sürerek haksız tahsilatın ödeme gününden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan istirdadına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili; istirdat istemine konu bedelin ödendiği tarihten itibaren bir yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra davanın açıldığını, talebin zamanaşımına uğradığını, davaya konu taşınmazın 2762 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra mukataa ve icarateyne bağlanmış olmadığını, taşınmazın geldi kaydında bulunan vakıf şerhinin son tapu kaydına taşındığını, vakıf şerhinin taviz bedeli ödenmedikçe tapu kaydından terkin edilemeyeceğini, bu nedenle davacının tahsilatın hukukî dayanaktan yoksun olduğu yönündeki iddiasının yerinde olmadığını, dava öncesinde temerrüt gerçekleşmediğinden ödeme tarihinden itibaren faiz istenmesinin de haksız olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Susurluk Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.11.2005 tarihli ve 2005/253 E., 2005/437 K. sayılı kararı ile; davaya konu taşınmazdaki “İnebeyn” vakıf şerhinin 22.06.1995 tarihinde konulup 10.03.2005 tarihinde terkin edildiği, kadastro tutanaklarının ise 23.05.1983 tarihinde kesinleştiği, on yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra konulan vakıf şerhinin haksız olduğu, bu nedenle taviz bedeli istenemeyeceği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesince 10.04.2006 tarihli ve 2006/3278 E., 2006/3931 K. sayılı karar ile;
“Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2.4.2004 tarih ve 2003\1-2004\1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi ya da tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12\3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerekir. Ne var ki, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararından sonra 3402 sayılı Kadastro Kanununa 5304 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle ek 1. madde eklenmiş ve bu maddenin 2. fıkrası ile ” Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12. maddenin 3. fıkra hükümleri uygulanmaz” hükmü getirilmiştir. 5304 sayılı Kanun 3.3. 2005 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak, yayımına ilişkin 15. maddesi hükmü uyarınca aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Eldeki dava bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonraki tarihte açılmış bulunmaktadır.
Somut olayda, dava 5304 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 3.3.2005 tarihinden sonra açıldığından dava tarihinde olaya uygulanacak mevzuat 2.4.2004 tarih 1-1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı değil, 5304 sayılı Yasanın ek 1. maddesidir. Bu hüküm gereğince tapu kayıtlarında vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12. maddenin 3. fıkra hükümleri uygulanamayacağından mahkemece davanın hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle kabulü doğru olmamıştır. Böyle olunca mahkemenin vakıf türüne göre tavize tabi olup olmama yönünden araştırma ve inceleme yapması zorunlu olmaktadır.
Yargıtay’ın Yerleşmiş İçtihatlarına göre, taşınmazdaki vakıf şerhine dayanılarak taviz bedeli istenebilmesi; ilgili vakfın sahih vakıflardan olması koşuluna bağlıdır. Gayri sahih vakıflar yönünden taviz bedeli isteminin hukuksal bir dayanağı bulunmamaktadır. Mahkemece, bu yönde herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadan, vakfın türü belirlenmeden, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
Mahkemece yapılacak iş; kök tapu kaydı ve belgeleri getirtilip, vakfiye örneği dosyaya alınmalı, sonra bu konuda uzmanlığı bulunan bilirkişi aracılığı ile vakfiye incelenmeli ve varsa tarafların bu konudaki tüm delilleri toplandıktan sonra deliller değerlendirilmeli, böylece şerhe konu vakfın sahih vakıflardan olup olmadığı saptanmalı, sahih nitelikte ise taviz bedeline tabi bulunduğu gözetilip davanın reddine karar verilmelidir. Aksi takdirde, gayri sahih vakıf olduğu anlaşılırsa, taviz bedeli istenemeyeceği gerekçesi ile ödenen taviz bedelinin iadesine karar verilmelidir.
Kabule göre de; davalı idare davadan önce temerrüde düşürülmediği halde dava tarihi yerine, ödeme tarihinden itibaren faiz hükmedilmiş olması doğru değildir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Mahkemece 30.01.2007 tarihli ve 2006/333 E., 2007/31 K. sayılı karar ile ilk karar gerekçeleri yanında, eldeki davada kadastro tespitinin kesinleşmesinin üzerinden on yıl geçtikten sonra yürürlüğe giren kanun değişikliğinin bu değişiklik öncesi kesinleşmiş haklar yönünden uygulanmasının mümkün olmadığı, aksi yöndeki kabulün hukuk güvenliği ilkesi ile bağdaşmayacağı, bu hususta Hukuk Genel Kurulunca da benzer kararlar verildiği belirtilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; vakıf şerhi nedeniyle ödenen taviz bedelinin haksız olduğu iddiasıyla açılan davada, kadastro öncesi tesis edildiği belirtilen vakıf şerhinin kadastro tutanağının kesinleşmesinden on yıl geçtikten sonra tapuya işlenmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre dava konusu şerhin vakıf türüne göre tavize tabi olup olmadığı yönünde araştırma yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. 21.06.1987 tarihli ve 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin birinci fıkrasında “30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir”; üçüncü fıkrası da “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz” hükmü bulunmaktadır.
13. 02.04.2004 tarihli ve 2003/1 E., 2004/1 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi ya da tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.
14. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararından sonra 03.03.2005 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 22.02.2005 tarih ve 5304 sayılı Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 11. maddesiyle, 3402 sayılı Kanun’a “…Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12 nci maddenin 3 üncü fıkra hükümleri uygulanmaz” şeklinde madde (Ek Madde 1) eklenmiştir.
15. Bilindiği üzere; kanunların zaman bakımından yürürlüğü konusundaki kural, geleceğe etkililiktir. Eş söyleyişle, kural olarak kanunlar geçmişe etkili olarak uygulanmazlar. Bu kuralın istısnalarından biri, geçmişe etkililik konusunda ilgili kanunda açık bir hükmün bulunması; başka bir ifadeyle, kanunun geçmişe etkili olarak uygulanacağına dair açık bir hükmü bizzat içermesidir. Öğreti ve uygulamada, kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar ile yargılama hukukunu düzenleyen kanunların geçmişe etkili olacakları, dolayısıyla, anılan kuralın istisnaları arasında bulundukları kabul edilmektedir.
16. Yargıtayın konuya ilişkin kararlılık kazanmış uygulamasında, yukarıda açıklanan kuraldan ve istisnalarından hareketle; 5304 sayılı Kanun’un geçmişe yürürlülük konusunda açık bir hüküm taşımaması ve belirtilen diğer istisnalardan herhangi birinin de söz konusu olmaması karşısında, 5304 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (bu maddeyle 3402 sayılı Kanun’a eklenen Ek 1. maddenin) geçmişe etkili olmayacağı kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 14.03.2007 tarihli ve 2007/3-121 E., 2007/28 K.; 05.12.2007 tarihli ve 2007/3-921 E., 2007/939 K.; 06.02.2008 tarihli ve 2008/3-60 E., 2008/94 K. sayılı kararları).
17. Görülmekte olan davada Özel Daire bozma kararından ve Mahkemenin direnme kararından sonra yürürlüğe giren 20.02.2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 18. maddesinde konuyla ilgili olarak farklı bir düzenleme getirilmiş ve bu yeni düzenlemenin devam etmekte olan davaları da kapsayacak şekilde geçmişe etkili olacağı Geçici 5. maddede belirtilmiştir.
18. Anılan Kanun’un 18. maddesi aynen “Tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilir. Ancak miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tâbi değildir.
Taviz bedelinin hesaplanmasında; ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satılanlarda satış bedeli, kamulaştırmalarda ise kamulaştırma bedeli esas alınır.
Bu Kanun hükümleri gereğince taviz bedelinin tamamı vakfı adına ödenmedikçe, taşınmaz üzerindeki temliki tasarruflar tapu dairelerince tescil olunmaz.
Vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler uygulanmaz” şeklindedir.
19. Geçici 5. madde ise “Vakıf şerhleri ile ilgili devam etmekte olan davalarda; diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler bu Kanun açısından uygulanmaz.” hükmünü taşımaktadır.
20. Görüldüğü üzere, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu, hem 18. maddesiyle dava konusu uyuşmazlığın özünü oluşturan taviz bedeli konusunda yürürlükten kaldırdığı 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’ndaki düzenlemeden farklı ve yeni bir düzenleme getirmiş hem de vakıf şerhleri ile ilgili olarak diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümlerin uygulanmayacağını öngörmüştür. Dahası, Geçici 5. maddeyle, bu düzenleme devam etmekte olan davalarda da uygulanacak şekilde geçmişe yürütülmüştür.
21. Belirtilmelidir ki; Geçici 5. maddede yer alan “Vakıf şerhleri ile ilgili devam etmekte olan davalar” ifadesi, sadece vakıf şerhinin konulması veya silinmesi talebiyle açılan davaları değil; somut olayda olduğu gibi, taviz bedelinin alınmasına dayanak oluşturan vakıf şerhinin hukuka aykırı şekilde konulduğu iddiasına dayalı olarak açılmış olan ve ödenen taviz bedelinin istirdadı istemini içeren davaları da kapsamaktadır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 04.05.2011 tarihli, 2011/14-187 E., 2011/284 K. sayılı kararında da aynı hususlara işaret edilmiştir.
22. Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde; Mahkemece uyuşmazlığın bozma ve direnme kararlarından sonra yürürlüğe giren ve içerikleri yukarıda belirtilen Kanun hükümlerinin ortaya koyduğu yeni hukuksal durum çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmesi; bu kapsamda öncelikle kadastro tespitine esas alınan tapu kayıtlarının ilk tesisinden itibaren bütün intikalleriyle birlikte vakfiye durumlarını gösterir kayıt ve belgeler getirtilerek Vakıflar Genel Müdürlüğünden vakfın türü hakkında bilgi alınması, vakfın niteliği, dava konusu taşınmazın vakıf malı olup olmadığı araştırılarak taşınmaz başında tapu kaydı ve varsa vakfiye kaydı uygulanarak keşif yapılması, vakfın sahih vakıf mı gayrisahih vakıf mı olduğunun uzman bilirkişi raporu ile saptanması ve gayrisahih vakıf ise ödenen bedelin iadesine karar verilmesi gerekir.
23. Direnmeye ilişkin gerekçeli kararın başlık kısmında dava tarihinin 05.09.2005 olması gerekirken 08.11.2006 olarak gösterilmesinin mahallinde her zaman düzeltilebilir maddi hata teşkil ettiği değerlendirilerek bozma nedeni yapılmadığı belirtilmelidir.
24. Hâl böyle olunca direnme kararının Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenler ve yukarıda açıklanan ilave gerekçelerle direnme kararının bozulması gerekir.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanunun 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 17.06.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.