Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/2051 E. 2019/19 K. 17.01.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/2051
KARAR NO : 2019/19
KARAR TARİHİ : 17.01.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tasarrufun iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Salihli 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın hak düşürücü süre yönünden reddine dair verilen 11.01.2013 tarihli ve 2012/433 E., 2013/17 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 22.09.2014 tarihli ve 2013/4567 E., 2014/12334 K. sayılı kararı ile;
(…Davacı … vekili, davalı borçlu …..aleyhine icra takibi yaptıklarını, borcu karşılayacak malı bulunamadığını ileri sürerek borçlunun, dava konusu taşınmazını davalı yeğeni ….’e satışına ilişkin tasarrufun iptalini talep etmiştir.
Davalı … vekili ile davalı … davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı taraf, dava dilekçesinde her ne kadar aciz vesikasından söz etmiş ise de olayların açıklanması kısmında İİK hükümlerinin benzetme yoluyla uygulanmasını istemiş ve hukuki sebepler bölümünde de BK 18 vd maddelerine dayanmıştır. 20/07/2012 tarihli cevaba cevap dilekçesinde dahi davanın Borçlar Kanunu kapsamında açılmış olduğunu sarih olarak belirtmiştir. Hal böyle iken davanın, BK 18. (TBK 19.) maddesi kapsamında değerlendirilip buna istinaden taraf delillerinin toplanıp sonucuna göre bir karar verilmesi yerine yazılı gerekçelerle davanın İİK m. 277 vd maddelerine mümas olduğundan bahis ile hak düşürücü süre yönünden reddi isabetli değildir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, mahkemece yapılan nitelendirmeye göre İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK.) 277 vd. maddelerine göre açılan tasarrufun iptali ist….e ilişkindir.
Davacı vekili; davalılardan …’in müvekkiline 12.12.2005 tanzim, 12.12.2006 vade tarihli bonodan kaynaklı borcunun 16.000,00TL’lik kısmını ödemediğini, borçlu Aşir Yüksel hakkında Salihli 2. İcra Müdürlüğünün 2007/456 esas sayılı dosyası ile icra takibi yapıldığını ve borçlunun borcunu karşılayacak taşınır veya taşınmaz mal varlıkları bulunamadığından bahisle İcra Müdürlüğünce 38.034,00TL alacak için 12.03.2012 tarihli geçici aciz belgesi düzenlendiğini, ancak yapılan araştırmada borçlunun oturmakta olduğu 150.000,00TL değerindeki dubleks 5 nolu bağımsız dairesini icra takibine konu alacağın doğumundan sonra ve borç muaccel hâle gelmeden 3 ay önce 21.09.2006 tarihinde, diğer davalı aynı zamanda yeğeni olan …’e 32.100,00TL’ ye satmış gibi göstererek muvazaalı satış işlemi ile alacaklı davacıdan mal kaçırmış olduğunun öğrenildiğini, davalıların üçüncü derece akraba olduklarını, davalı …’in de hâlen muvazaalı satış yaptığı dubleks dairede ikamet ettiğini ileri sürerek, dava konusu taşınmazın 21.09.2006 tarihli ve 4391 yevmiye numaralı satış işl….in muvazaalı olduğunun tespiti ile müvekkili bakımından iptaline ve dava konusu taşınmaz üzerinde müvekkiline cebri icra yapabilme yetkisi tanınmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı …; İİK.’nın 284. maddesine göre iptal davası açma hakkının tasarrufun vukuu tarihinden itibaren 5 sene geçmekle düştüğünü, satışın gerçek satış olduğunu, davaya konu evde mülk sahibi olarak değil kiracı olarak oturduğunu belirterek davanın reddinin doğru olacağını ifade etmiştir.
Davalı …; davanın İİK. hükümlerine göre çözüme bağlanması gereken iptal davası olduğunu, Kanun’un 284. maddesi gereğince taşınmazı satın aldığı tarih olan 21.09.2006 tarihinden itibaren beş senelik sürenin dolduğunu ve dava açma hakkının düştüğünü belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece; İİK’nın 284. maddesi dayanak gösterilerek 20.06.2012 tarihinde açılan tasarrufun iptali davasına konu taşınmazın davalı … tarafından 21.09.2006 tarihinde diğer davalı …’e satıldığı, 5 yıllık süre geçtiği gerekçesiyle davanın hak düşürücü süre yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle, dava dilekçesi içeriğinden de anlaşılacağı üzere davacı vekilinin muvazaa iddiasıyla vurgulanmak istenenin “davalıların alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla danışıklı olarak satış işl….i gerçekleştirdikleri” olduğu, İİK’nın 277. maddesinde belirtilen iptal davasının koşullarından birinin de iptali talep edilen tasarrufun alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla yapılıp yapılmadığının mahkemece araştırılması olduğu, başka bir ifadeyle borçluların alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla yaptıkları şüpheli tasarrufların iptali davasının konusunu oluşturması nedeniyle İİK. 277 vd. maddeleri gereğince bu hususun zaten araştırılmasının gerektiği, davacı tarafça dava açılmadan önce izlenen prosedür ve yapılan tasarrufun davacı alacaklıdan mal kaçırmaya yönelik muvazaalı işlem olduğunun ileri sürülerek davacının aciz hâlinde olduğunun belirtilmesi karşısında eldeki davanın İİK’nın 277. maddesinde yer alan iptal davası hukuksal olgusuna dayandığı, bir an için davanın Borçlar Kanunu’nun (BK) 18 vd. maddelerinde belirtilen muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığının kabul edilmesi hâlinde dahi davalıların alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla söz konusu satış işl….i gerçekleştirip gerçekleştirmediklerinin araştırılmasının gerektiği, bu koşulun araştırılmasının zaten iptal davasının şartlarından birisi olduğu, bu hâlde Yargıtay bozma ilamında belirtildiği gibi muvazaa olgusunun varlığının BK’nın 18 vd maddeleri gereğince araştırılarak, muvazaanın kanıtlanması hâlinde İİK 279 vd maddelerin benzetme yoluyla uygulanması suretiyle hüküm oluşturulmasının hukuka uygun olmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenen biçimi ile dava konusu işl…. danışıklı (muvazaalı) yapıldığı iddiasına dayalı tasarrufun iptali ist….e mi yoksa İİK’nın 277 vd . maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali ist….e mi ilişkin olduğu, burada varılacak sonuca göre mahkemece davanın hak düşürücü süre yönünden reddine dair verilen kararın yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Konunun aydınlatılması bakımından genel olarak mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.maddesinde (yeni 6098 s.TBK 19.m) düzenlenen genel muvazaa ile 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarına değinilmesinde yarar bulunmaktadır:
818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 18.maddesinde; (Yeni 6098 sayılı TBK 19.madde) “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.” hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir.
Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 Tarih, 8/7 Sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.”
Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için; a)Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk, b) üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti, c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır.
Muvazaa davası, yani yapılan işl…. muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan dava ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Tasarrufun iptali davası, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz belgesi bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ne var ki, tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerin davacı bakımından hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı hâlde, muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işl….in gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Yani yapılan işl…. geçersizliği ileri sürülür.
Tasarrufun iptali davası, ayni nitelikte olmayıp kişisel (şahsi) bir dava olduğu hâlde, muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması hâlinde dava konusu mal, borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının da borçlu adına tesciline karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği hâlde, iptal davasının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK. m.284.).
İİK.’nın 277.vd. maddelerine dayalı olarak açılmış iptal davasının amacı, alacaklının davaya konu mal üzerinde, cebri icra yolu ile alacağı miktarla sınırlı olarak hakkını almasını sağlamaktır.
Kural olarak iptal davasına konu edilen tasarruflar, muvazaalı akitlerden farklı olarak hukuken geçerlidir. Başka bir ifade ile muvazaalı akitlerde, görülen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu hâlde, İcra ve İflas Kanunu’nun 277. ve bunu izleyen maddelerinde düzenlenen tasarruflar özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle, alacaklının gerçek alacak ve ayrıntılarına yetecek miktardaki tasarrufun iptaline, bunun dışında kalan kısmı geçerliliğini koruyacağından, olduğu gibi bırakılmasına karar verilmesi gerekmektedir. Kanun koyucu bu özelliği gözeterek “iptal davasının sübutu hâlinde davaya konu teşkil eden mal üzerinde icra kovuşturması yapılabileceğini, davanın konusu taşınmaz mal olduğu takdirde ise, üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmeksizin taşınmazın haciz ve satışının istenebileceğini” öngörmüştür. (İİK. m.283)
Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2000 tarihli ve 2000/4-823 E., 2000/851 K., 25.05.2011 tarihli ve 2011/4-149 E., 2011/346 K., 02.04.2014 tarihli ve 2013/4-1016 E., 2014/436 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava dilekçesinde davalıların davacı alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla danışıklı satış işlemi yaptıkları, dava konusu taşınmazın davalı …’in mal varlığından hiç çıkmadığı, satış işl….in yok hükmünde olduğu bu nedenle de satış işl….in muvazaalı olduğunun tespit edilmesi ile tapunun iptali ile davalı … adına tescili gerekir ise de, konuya ilişkin Yargıtay içtihatlarında davacının amacının alacağını tahsil etmek olduğundan, satış işl….de danışık bulunup bulunmadığının araştırılması, davalıların danışıklı bir davranış içinde bulundukları sonucuna varılması durumunda, alacak tutarı ile sınırlı olmak üzere, İİK’nın konuya ilişkin hükümleri (İİK.279 ve devamı maddeleri) benzetme yoluyla uygulanarak, tapunun iptaline gerek olmadan davacının alacağını alabilmesine olanak sağlayacak biçimde, dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde karar verilmesi gerektiğinin belirtildiği vurgulanarak, satış işl….in muvazaalı olduğunun tespiti ile müvekkil bakımından iptali ve dava konusu taşınmaz üzerinde müvekkile cebri icra yapabilme yetkisinin tanınması talep edilmiştir. Dava dilekçesinin hukuki sebepler bölümünde davanın dayanağının BK’nın 18. maddesi olduğu da açıkça belirtilmiştir.
Yukarıda yer verilen bilgilere göre, davanın mülga BK 18. maddesinde düzenlenen genel muvazaaya dayalı bir dava olduğu açıktır. Muvazaa iddiasına dayalı tasarrufun iptali davaları her zaman açılabilir. Çünkü muvazaa iddialarında “hak düşürücü süre” ya da “zamanaşımı süresi” söz konusu olmaz. Üçüncü kişiler muvazaa nedeniyle haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek tarafı bulunmadıkları tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü muvazaa onlara karşı işlenmiş haksız eylem niteliğindedir. Muvazaalı işl…. hiçbir hüküm doğurmayacağı, muvazaa sebebinin ortadan kalkması veya bir zaman geçmesiyle görünüşteki işl…. geçerli hâle gelmeyeceği kuşkusuz bulunduğundan muvazaa iddialarında zamanaşımı da söz konusu olmayacaktır.
O hâlde mahkemece davalılar arasında yapılan satış işl….in danışıklı (muvazaalı) olup olmadığı araştırılarak ortaya çıkacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, her iki Kanun’un birbirinden farklı olduğu ve İİK.’ndaki hükümler gereği zaten muvazaa olgusunun araştırılacağı gözetildiğinde yerel mahkeme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
Açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan, direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma neden ve şekline göre davacılar vekilinin vekâlet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440.maddesi uyarınca hükmün tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 17.01.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.