YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1942
KARAR NO : 2021/297
KARAR TARİHİ : 18.03.2021
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “karşılıklı boşanma ve ziynet alacağı” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, Malatya 1. Aile Mahkemesince verilen karşılıklı boşanma davalarının kabulü, ziynet alacağı davasının reddine ilişkin karar, davalı-karşı davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı-karşı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı-Karşı Davalı İstemi:
4. Davacı-karşı davalı vekili 16.07.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 16.03.2005 tarihinde evlendiklerini, davalıdan kaynaklı nedenlerle tarafların cinsel ilişkiye giremediklerini, müvekkilinin bu durumu anlayışla karşılayıp sabrettiğini, tedavi ettirmeye çalıştığını, eşi tarafından sürekli hakarete maruz kaldığını, konuda uzman olduğu düşünülen …’e dahi gittiklerini, bu yönde servet denilecek kadar masraf yapıldığını, sonuç alınamadığı gibi karşı tarafın müvekkiline erkek olmadığına dair iftira attıklarını ileri sürerek tarafların boşanmalarına ve müvekkili yararına 20.000,00TL maddi, 20.000,00TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı-Karşı Davacı İstemi:
5. Davalı-karşı davacı vekili 31.10.2013 tarihli karşı dava dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, taraflar arasında cinsel ilişki yaşandığını, ancak davacının sperm sayısının az olması nedeni ile çocuk sahibi olamadıklarını, geçimsizliğin asıl nedeninin karşı tarafın anne ve kız kardeşi ile birlikte müvekkiline yapılan hakaret ve şiddet eylemlerinden kaynaklandığını, sağlık masraflarının sürekli müvekkilinin başına kakıldığını, evlenirken takılan 60 gram ağırlığındaki setin müvekkilinin elinden zorla alındığını ve iade edilmediğini ileri sürerek asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına 300,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 50.000,00TL maddi, 50.000,00TL manevi tazminat ve ayrıca ziynet eşyasının aynen iadesine olmadığı takdirde 4.800,00TL bedelinin davacıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Malatya 1. Aile Mahkemesinin 02.10.2014 tarihli ve 2013/478 E., 2014/736 K. sayılı kararı ile; tarafların evliliğin ilk altı ayında cinsel ilişkiyi gerçekleştiremedikleri, bu nedenle tedavi gördükleri, tedavi ile birkaç kez ilişkiye girdikleri, ancak tekrar aynı sorunların yaşandığı, kadın eşin vajinismus denilen rahatsızlığının bulunduğu, tedaviden kaçınmadıkları ancak bu rahatsızlığın tarafların cinsel ilişki yaşamalarına engel olması nedeniyle evlilikten beklenen amaçlardan biri olan cinselliğin taraflar arasında yaşanmadığı, tarafların oturdukları evin manevi bağımsızlığının bulunmadığı belirtilerek boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu oldukları gerekçesiyle her iki davanın da kabulüne, tarafların boşanmalarına, eşit kusur nedeniyle tarafların tazminat taleplerinin reddine, kadın eş yararına 180,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ödenmesine ziynet alacağı davasına yönelik yapılan yargılamada ise davanın ispatlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 08.10.2015 tarihli ve 2015/2911 E., 2015/17881 K. sayılı kararı ile;
“…Hüküm davalı-karşı davacı kadın tarafından kocanın davasının kabulü, kusur belirlemesi, tazminat ve ziynet eşyası alacağı taleplerinin reddi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Toplanan delillerden, dava konusu edilen ziynetlerin tarafların tedavisi için davacı-karşı davalı … tarafından bozdurularak harcandığı ve bu ziynetlerin kocaya iade edilmemek üzere verildiği hususunun da kanıtlanamadığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında dava konusu ziynetlerin dava tarihi itibarıyla değerlerinin belirlenerek, davacı-davalı kocadan tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
8. Malatya 1. Aile Mahkemesinin 18.02.2016 tarihli ve 2015/1089 E., 2016/151 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; ziynet eşyasının kadına ait olup kişisel eşya niteliğinde olduğu, aile içerisinde ihtiyaç duyulması hâlinde bu tür eşyaların bozdurulmasının olağan olduğu gibi elinde bulunduran eş için bir yükümlülük olduğu, bu nedenle somut olayda ispat yükünün kadın eşe ait olduğu, kendisine ait ziynet eşyalarının rızası dışında ve iade şartıyla elinden alınarak bozdurulduğunu ispat etmesi gerektiği, eldeki davada ise kadın eşin ziynet eşyasının rızası dışında veya iade şartıyla elinden alınarak bozdurulduğunu ispat edemediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
9. Direnme kararı yasal süresi içinde davalı-karşı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kadın eşin ziynet eşyası talebine yönelik davasında ispat yükünün yer değiştirip değiştirmediği, burada varılacak sonuca göre davacının davasını ispatlayıp ispatlayamadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ispat hukuku yönünden geçerli kurallara değinmekte yarar vardır.
12. Ziynet; altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılmış olup; insanlar tarafından takılan süs eşyası olarak tanımlanmaktadır ( Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Ankara 2011, s. 1529). Takı olarak adlandırılan süs eşyalarının kadın tarafından takılması ve kullanılması açık ve belirgin olmasından dolayı ister kadın tarafından doğrudan evlilik birliğine getirilsin, isterse evlenme nedeniyle erkek tarafından kadına hediye edilmiş veya bağışlanmış olsun artık bu eşyanın kadının malı olduğunun kabulü zorunludur.
13. Karine, belli bir vakıadan, belli olmayan diğer bir vakıa için çıkarılan sonuçtur. Karine söz konusu olduğunda karine temeli ile karine sonucunu birbirinden ayırt etmek gerekir. Karineye dayanan taraf, sadece karine sonucunu ispat yükünden kurtulmuş olur, ancak karine temelini ispat etmek yükü altındadır. Maddi hukukta karineler, kanuni ve fiili karineler olmak üzere ikiye ayrılır. Karineler ispat yükü bakımından önemlidirler. Yaşam deneyi kuralları sonucu oluşan fiili karineyle; ziynet eşyaları; eşler arasında aksine bir anlaşma veya bu konuda yerel bir adet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 05.05.2004 tarihli ve 2004/4-249 E., 2004/247 K.; 04.03.2020 tarihli ve 2017/3-1040 E., 2020/240 K.; 04.11.2020 tarihli ve 2017/3-1512 E., 2020/835 K.; sayılı kararlarında da aynı ilke benimsenmiştir.
14. Bu noktada kişisel mal kavramının yasal olarak nasıl düzenlendiği üzerinde durulmalıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Kişisel mallar” başlıklı (TMK) 220. maddesine göre “Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, 2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri, 3. Manevi tazminat alacakları, 4. Kişisel mallar yerine geçen değerler.” şeklinde düzenleme altına hükümle kişisel mallar sayılmıştır.
15. Aynı Kanun’un 222/1. maddesi ile de “Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür” hükmü düzenleme altına alınarak, ispat yükünün kime ait olduğu hususu belirlenmiştir.
16. İspat genel anlamda bir iddianın doğru ve gerçek olup olmadığı konusunda hâkimi inandırma faaliyetidir. İspat, kelime olarak tespit etme, belirleme, sabitleme anlamına gelmektedir. Anayasal dayanağı hukuki dinlenilme hakkına dayanan ispat hakkı ancak kanunla sınırlanabilir. Hukuki anlamda ispat faaliyetinde amaç; taraflar arasındaki uyuşmazlığa ilişkin dava tarihinden önce gerçekleşen vakıaların, gerçek olup olmadığı konusunda mahkemeyi ikna etmektir. Dava konusu yapılan hakkın gerçekten var olup olmadığının anlaşılması, maddi hukukun o hakkın doğumunu veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların doğru olup olmadığının tespit edilmesi sonucunda mümkün olur. Başka bir anlatımla ispat; gösterilen delillerle, hâkimin dışında geçmiş dış âlemde gerçekleştiği iddia edilen olay ve olguların, gerçekte var olup olmadığı hakkında, hâkimde uyandırılan kanaat vasıtasıyla maddi gerçeğin adli gerçeğe dönüştürülmesidir.
17. İspatın konusunu; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 187/1. maddesine göre, tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve taraflarca bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.
18. Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.
19. İşte dava konusu hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların doğru olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanat verilmesi işlemine ispat denir. Bir taraf, ancak dayandığı vakıaların doğru olduğunu veya karşı tarafın dayandığı vakaların doğru olmadığını ispat ederek, davayı kazanır veya davanın reddini sağlayabilir. Davacı davasında ne kadar haklı olursa olsun, davasını dayandırdığı vakıaları ispat edemez veya ispat eder de davalı bunların aksini ispat ederse davayı kaybeder. HMK ile düzenleme altına alınan emredici hükümlere göre; davacı iddiasının, davalı ise savunmasının dayanağı olan vakıaları ve bu vakıaların hangi delillerle ispat edileceğini dilekçelerinde (m. 119,1/e-f; m. 129,1/d-e) bildirirler. Hâkim ön inceleme aşamasında, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder (m. 140).
20. Hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz, davada her bir taraf, iddiasını veya savunmasını dayandırdığı vakıayı ispat etmek durumundadır. Bir davada her iki tarafın da delillerini sunması ve dayandıkları vakıaları ispat etmek için yargılamanın sonuna kadar faaliyet göstermeleri durumunda her hangi bir sorun çıkmayacaktır. Buna karşılık; gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemesi hâlinde veya tarafların kendiliğinden ispat faaliyetinde bulunmayarak ispat yükünün diğer tarafa ait olduğunu ileri sürmeleri durumunda ispat yükünü taşıyan tarafın mahkemece tespit edilmesi önem arz edecektir. Zira hâkim davanın esası hakkında bir karar vermekle yükümlüdür. Hâkim bu hâllerde; ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü tespit edecek ve uyuşmazlık konusu vakıayı ispat etmesini isteyecektir. Bu açıdan ispat yükü doktrinde; iddia konusu bir vakıanın gerçekleşmiş olup olmadığının anlaşılamaması sonucunda, vakıanın ispatsız kalması yüzünden, mahkemenin aleyhte kararıyla karşılaşma tehlikesi olarak tanımlanmaktadır.
21. İspat yükü hakkında genel kural; TMK’nın 6. maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” ve HMK’nın 190. maddesinde de, “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” şeklinde iki düzenleme ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre ispat yükü; kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Her iki düzenlemede birbirleri ile paralel olup, HMK m.190/1 hükmü, TMK’nın 6. maddesine göre daha açık ve daha ayrıntılı bir hükümdür.
22. Yukarı bentte bahsedilen genel düzenlemeden hareketle, kanun koyucu “…kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça,…” deyimiyle ispat yükünde genel kuralın bazı istisnalarının bulunduğunu belirtmiştir. İşte bu istisnalardan birisi de normal durumun aksini iddia eden tarafın iddiasını ispatla yükümlü olması hâlidir. Normal bir duruma dayanan tarafın bu iddiasını ispat etmesi gerekmez; bilakis, ispat yükü bu normal durumun aksini ispat eden diğer bir ifadeyle hayatın olağan akışına aykırı iddiada bulunan tarafa düşer.
23. Uyuşmazlık konusu ziynet eşyaları; rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen türden eşyalardan olduğu için ziynet eşyalarında olağan olan, bu eşyaların kadın eşin himayesinde bulunmasıdır. Kaldı ki; hayat deneyimlerine göre de olağan olan bu çeşit eşyanın kadının üzerinde olması ya da evde saklanarak muhafaza edilmesidir. Bunların erkeğin zilyetlik ve korunmasına terk edilmesi olağan durumla bağdaşmaz. Bunun aksini iddia eden kadın eş iddiasını ispatla mükelleftir.
24. Ziynet eşyası davalarında, ispat hukuku yönünden öncelikli kural; davacı kadın eş tarafından dava konusu edilen ziynet eşyalarının, cins, sayı, nitelik ve miktar olarak varlığının kanıtlanmış olması gerekliliğine ilişkindir. Ziynetlerin varlığını bu şekilde ispatlayan kadın eşin ikinci olarak ispatlaması gereken husus ise; bu ziynetlerin evlilik birliği içinde kendisinden alındığını ve tekrar iade edilmediğini veya bu şekilde elinden alındığına dair bir iddiası yoksa evden ayrılırken bu eşyaları yanında götürmesinin mümkün olmadığını ispat yükü altındadır. Diğer bir ifadeyle ziynet alacağı hakkı olduğunu iddia eden kadın eş, varlığını kanıtladığı dava konusu ziynetlerin kendinde olmadığını şüpheye yer vermeyecek şekilde kanıtlanmakla yükümlüdür. İşte bu anda; kadın eş, fiili karineyle kişisel malı niteliğinde kabul edilen ziynet eşyalarının kendi himayesinden çıkarak, erkek eşin himayesine girdiğini şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatlamış ise artık, erkek eş; kadın eşe ait olan ziynet eşyalarının iadesiyle yükümlü olmadığı hususunu ispat yükü altındadır. Borçlar hukuku genel hükümleri uyarınca; asıl olan borçlunun aldığı şeyi geri vermekle yükümlü olduğu kuralıdır. İade edilmemek üzere alındığı hususunda ispat yükü ise yukarıda da açıkça vurgulandığı gibi, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa ait olduğuna göre, erkek eş himayesine girdiğini kabul ettiği bu ziynetleri iade etmemek üzere aldığını ispatlamalıdır.
25. HMK’nın “Karşı ispat” başlıklı 191. maddesine göre “Diğer taraf, ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir. Karşı ispat faaliyeti için delil sunan taraf, ispat yükünü üzerine almış sayılmaz.” Buradan hareketle; ispat yükü kendisine düşen tarafın yerine getireceği ispat faaliyeti, bu açıdan asıl ispat olarak adlandırılmalıdır. Kendisine asıl ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, asıl ispatla yükümlü olmayan karşı tarafın iddiasının aksini ispat etmesine gerek kalmayacak ve o vakıa ispat edilmemiş sayılacaktır. Ancak anılan maddeye göre; asıl ispatla yükümlü olmayan taraf, karşı tarafın iddiasını ispat etmesini bekleyebileceği gibi karşı tarafın iddiasının aksini ispat için delil de gösterebilir. Bu delile ise karşı delil denilir. Burada üzerinde dikkat edilmesi gereken husus; karşı delil sunan tarafın, karşı delil göstermekle ispat yükünü üzerine almış sayılmayacağı hususudur. Asıl ispat yükü kendinde olmayan taraf karşı delil göstermekle sadece, diğer tarafın iddiasını çürütmeye çalışır ve böylece karşı tarafın iddiasını ispat etmesini güçleştirir. Sonuç olarak asıl ispat yükünü taşıyan taraf; iddiasını kendi delilleriyle ispat edememesi hâlinde, sırf karşı delile dayanılmış olması nedeniyle kendi lehine hak çıkarılmasını isteyemez. Tüm bu açıklamalar ışığı altında; ispat yükü kendine düşmeyen tarafın gösterdiği delile karşı delil denir. İspat yükü kendine düşen taraf bir vakıayı ispat ettikten sonra, artık ispat yükü diğer tarafa geçer. Bunun üzerine diğer tarafın o vakıanın doğru olmadığını veya başka bir nedenle geçersiz kaldığını ispat etmesi gerekecektir. Aksi hâlde davayı kaybedecektir. İşte bu hâlde, asıl ispat yükü başlangıçta kendisine düşen tarafın ispat ettiği vakıanın aksini ispat için gösterdiği delil 191. madde kapsamında karşı delil değildir, zira asıl ispat yükü kendisine düşen taraf iddiasını kanıtlamış ve “silahların eşitliği” ilkesi gereğince o vakıanın çürütülmesine yönelik ispat yükü diğer tarafa geçmiştir.
26. Tüm bu genel açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; uyuşmazlık konusu altın set takımının evlilik birliği içerisinde erkek eş tarafından bozdurularak harcandığı, erkek eşin bu durum karşısında kadının kişisel malı niteliğindeki bu eşyayı iade ettiği veya iade edilmemek üzere aldığı hususunda ispatla yükümlü olduğu, ne var ki dosyada toplanan delilerden erkek eşin set takımını iade etmediği gibi iade edilmemek üzere aldığını ispatlayamadığı anlaşılmıştır.
27. Hâl böyle olunca: mahkemece, anlatılan hususlar gözetilmeksizin davanın ispatlanamadığı gerekçesi ile reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; dava konusu edilen bir adet set takımının erkek eş tarafından bozdurularak harcandığı beyanının delil ikamesi olduğu, delil ikamesi niteliğinde ki bu beyanla ispat yükünün yer değiştirmediği, direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda açıklanan nedenlerle benimsenmemiştir.
29. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
30. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı-karşı davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 18.03.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.