Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1769 E. 2019/1056 K. 10.10.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1769
KARAR NO : 2019/1056
KARAR TARİHİ : 10.10.2019

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.12.2009 tarihli ve 2007/337 E., 2009/439 K. sayılı karar davalı … ve davalı … vekillerinin temyizi üzerine,Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin15.06.2010 tarihli ve 2010/5730 E., 2010/10631 K. sayılı kararı ile:
“…Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkilinin, Antalya İli Kızıltoprakmahallesi 4742 ada, 7 parsel sayılı taşınmaz üzerinde evi ve dükkânının bulunduğunu; yasal süresi içinde gerekli masrafları yatıramadığından, imar uygulaması sonrasında tapuda paydaş olamadığını; taşınmazla ilgili, paydaşlardan… tarafından ortaklığın giderilmesi davası açıldığını ve satış işlemleri için yapılan kıymet takdiri sırasında müvekkiline ait kargir evin ve dükkânın da değerinin tesbit edildiğini, taraflarca bu rapora itiraz olunmadığını; muhdesatlar müvekkiline ait olmasına rağmen satış sonrasında pay verilmediğini, müvekkiline ait olan ev ve dükkânının taşınmazın satış bedeline değer kattığını ve davalıların haksız olarak zenginleştiğini iddia ederek; paydaşların pay durumuna göre (fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydıyla) toplam:16.000 TL’nin, işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … cevap dilekçesinde; öncelikle, muhdesatların kendisine ait olduğunu davacının ispat etmesi gerektiğini; kaldı ki, davacının iddiası doğru olsa bile, satış bedeline davacıya ait muhdesatların bedelinin dahil edilmediğini; bu nedenle, davacının muhdesat bedelini satış sonrasında bu yeri muhdesatlarla birlikte satın alan M.Kozak’tan talep etmesi gerektiğini savunarak; davanın reddini istemiştir.
Davalı… vekili ise; muhdesatların satış bedeline değer kattığı iddiasının doğru olmadığını belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, “Malik olmayan davacının muhdesatları satış sırasında dikkate alınmamış ise de; taşınmaz, üzerinde bulunan davacının muhdesatları ile birlikte satıldığından; taşınmaza artı değer kattığından, kattığı değer oranında satış bedelinin yükselmiş olduğunun kabulü gerektiği, gerekçesiyle” davanın kısmen kabulüne; 15.10.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte 2.432.73 TL’nin…’tan 2.902,73 TL’nin davalı … Belediyesinden, 832,39 TL’nin …’tan alınıp davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı Mehmet Ak vekili ile davalı … vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
1-Davalı … vekilinin temyiz itirazları yönünden,
Uyuşmazlığa konu alacak miktarı 1.400 TL’yi geçmemektedir.
HUMK.’nun 21.07.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5219 Sayılı Yasa ile değişik 427.maddesi uyarınca bu gibi kararlara karşı temyiz yoluna başvurulamayacağından, 1.6.1990 gün ve 1989/3 E-1990/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca temyiz isteminin REDDİNE,
2-Davalı … Belediyesi bakımından;
Davaya konu taşınmaz, ortaklığın giderilmesi davası sonucunda; üzerindeki muhdesatlarlabirlikte satılmıştır. Taşınmazın satışı ile ilgili yapılan ihalede; ihale bedeline davacıya ait muhdesatların bedelinin katılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, taşınmazın satışı nedeniyle sadece; ihale bedeli içinde yer almayan muhdesatlarla birlikte taşınmazı satın alan davalı… (davacıya ait bu muhdesatlardan dolayı) sebepsiz zenginleşmiş durumdadır. Mahkemece; somut olayda, davalı belediyenin bir zenginleşmenin bulunmadığı gözetilmeden, hissesi oranında zenginleşme miktarından sorumlu tutulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin Antalya ili Kızıltoprak Mahallesi 4742 ada, 7 parsel sayılı taşınmaz üzerinde evi ve dükkânının bulunduğunu, yasal süresi içinde gerekli masrafları yatıramadığından imar uygulaması sonrasında taşınmazda paydaş olamadığını, taşınmazla ilgili paydaşlardan davalı… tarafından ortaklığın giderilmesi davası açıldığını ve satış işlemleri için yapılan kıymet takdiri raporunda müvekkiline ait kargir evin ve dükkânın müvekkiline ait olduğunun tespit edildiğini ve taraflarca bu rapora itiraz olunmadığını, muhdesat müvekkiline ait olmasına rağmen satış sonrasında pay verilmediğini, müvekkiline ait olan ev ve dükkânın (muhtesat) taşınmazın satış bedeline değer kattığını ve davalıların haksız olarak zenginleştiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davalıların taşınmazdaki pay durumlarına göre davalı…’tan 6.210,90TL, davalı Belediyeden 7.606.03TL, davalı …’tan 2.183,07TL olmak üzere toplam 16.000TL’nin yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili, davacının muhdesatların kendisine ait olduğunu ispat etmesi gerektiğini, iddiası doğru olsa bile, satış bedeline davacıya ait muhdesatların bedelinin dâhil edilmediğini, dolayısıyla muhdesat bedelini satış sonrasında bu yeri muhdesatlarla birlikte satın alan …’tan talep etmesi gerektiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı… vekili, muhdesatların satış bedeline değer kattığı iddiasının doğru olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili, kıymet takdiri yapılan muhtesatlar içinde davaya konu taşınmazların bulunmadığını, bundan dolayı bir bedelin müvekkiline ödenmediğini, bu binaların terk edilmiş binalar olup müvekkilinden talepte bulunulmasının yerinde olmadığını ve müvekkilinin sebepsiz zenginleşmediğini beyan ederek davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece, davacının muhdesatları satış sırasında dikkate alınmamış ise de ihaleye konu taşınmaz üzerinde bulunan davacı muhdesatları ile birlikte satıldığından, bu muhtesatlar taşınmaza artı değer kattığından ve kattığı değer oranında satış bedelinin yükselmiş olduğunun kabulü gerektiği, bilirkişi raporunda belirtilen miktarlarda davalıların sebepsiz zenginleştiği gerekçesiyle her bir davalı yönünden ayrı ayrı davanın kısmen kabulü ile 2.432,73TL’nin davalı…’tan, 2.902,73TL’nin davalı … Belediyesinden, 832,39TL’nin davalı …’tan 15.10.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline, davacının fazlaya ilişkin taleplerinin reddine karar verilmiştir.
Davalı … ve davalı … vekillerinin temyizi üzerine karar, yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle ilk hükümde direnilmiş, direnme kararı davalı … vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 7 parsel sayılı taşınmazın satışı ile ilgili yapılan ihalede, ihale bedeline davacıya ait muhdesat bedelinin katılmadığı uyuşmazlık dışı olan eldeki davada, muhdesatın taşınmaza artı değer kattığı ve kattığı değer oranında satış bedelinin yükseldiğinin kabulünün gerekip gerekmediği, buradan varılacak sonuca göre davalı … Başkanlığının yapılan satış nedeniyle sebepsiz olarak zenginleşip zenginleşmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
Dava konusu taşınmazın satış tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda, “Borçların teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (md.1–40) ile haksız fiilden doğan borçlar (md.41–60) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak, haksız (sebepsiz) iktisaba (md.61–66) yer verilmiştir.
Bunların dışında, ne hukuki bir işlemde açıklanan bir iradeye, ne de hukuka aykırı bir eyleme dayanan, kanundan doğan borçlar bulunmaktadır.
Özetle, hukukumuzda borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz iktisap ya da bir kanun hükmü olarak kabul edilmiştir.
Borçlar Kanununda sorumluluğun kaynaklarından biri olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için, bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
Öte yandan, “sebepsiz zenginleşmeden doğan borç ilişkileri” 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 77 ve devamı maddelerinde de düzenlenmiş olup, TBK’nın 77. madde hükmüne göre “Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.
Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.”
Hükmünü haizdir.
Özellikle belirtilmelidir ki, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 35. maddesinde mülkiyet hakkı;
“ Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” şeklindeki hükümle korunmuş ve sınırlandırılmıştır.
Her hukuk düzeninde olduğu gibi, bizim hukuk sistemimizde de, madde içeriğinden de açıkça anlaşılacağı üzere, mülkiyet hakkı korunmaya değer kutsal bir hak olarak tanımlanmış ancak, kamu yararının gerekli kıldığı zorunlu durumlarda, yalnızca kanunla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Bunun dışında mülkiyet hakkına dokunulmasına izin verilmemiştir. Herkes mülkiyet hakkını bu sınırlar içerisinde dilediği gibi kullanmakta serbesttir ve hiç kimse bu hakkın kullanılmasına engel olamaz.
Hemen belirtmek gerekir ki; mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin, 1926 yılında yürürlüğe girmesiyle çifte mülkiyet (zemin ayrı, muhdesat ya da üst ayrı) rejimine son verilmiş; paylı mülkiyette taşınmaz üzerinde bulunan bina zeminin bütünleyici parçası (mütemmim cüz’ü) sayılmış, zemin bir kimseye ait iken, üzerindeki yapının başkasına ait olması şeklinde çifte mülkiyete imkân verilmemiştir. 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 684, 718 ve 722. maddelerinde de “üst toprağa bağlıdır” kuralına sadık kalınmıştır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun, “Mülkiyet Hakkının İçeriği” başlıklı 683. maddesi;
“Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere bu madde ile Anayasa’nın 35. maddesine benzer bir düzenleme öngörülmüş, mülkiyet hakkını daha belirgin hâle getirmiştir. Ayrıca buna ek olarak bu hakkın nasıl korunacağına dair dava hakkını da açıkça düzenlemiştir.
Aynı Kanun’un, 684. maddesi hükmü uyarınca bütünleyici parça yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parça; 685. maddesine göre ise ağaç vb. şeyler, doğal ürün durumundadır. Anılan hükümlere göre bir şeye malik olan kimse o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur ve doğal ürünler asıl şeyden ayrılıncaya dek bütünleyici parça niteliğindedir.
Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olaya gelindiğinde, davaya konu taşınmazda davacının paydaş olmadığı, taşınmazın sadece davalıların paylı mülkiyetinde iken açılan ortaklığın giderilmesi davası sonucunda davalı…’a ihale edildiği, ancak ihale bedeline davacıya ait olan muhdesat bedelinin dâhil edilmediği Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında uyuşmazlık konusu değildir.
Kural olarak davacı, davalılara ait taşınmaz üzerine inşa ettiği muhtesat nedeniyle taşınmazın satış bedelinde bir artış meydana gelmiş ise bu miktarı sebepsiz zenginleşme kuralları gereğince isteyebilir ise de somut olayda ihale bedeline davacıya ait muhtesat bedelinin dâhil edilmediği ve ihale alıcısının muhtesat için bir bedel ödemediği sabittir.
O hâlde; taşınmazın satışı nedeniyle davacıya ait muhtesat karşılığında bir bedel almayan davalı … Başkanlığının sebepsiz olarak zenginleştiğinden söz edilemez.
Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, HUMK’nın 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 10.10.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.