Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1762 E. 2018/1434 K. 16.10.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1762
KARAR NO : 2018/1434
KARAR TARİHİ : 16.10.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasında görülen “elatmanın önlenmesi ve kal” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Beykoz 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 12.11.2013 tarihli ve 2012/249 E. ve 2013/575 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 21.05.2014 tarihli ve 2014/2753 E. ve 2014/6680 K. sayılı kararı ile:
“…Dava yola elatmanın önlenmesi ve kal istemine ilişkindir.
Davacılar, 4 parsel sayılı taşınmazlarına bitişik kadastral yolun davalı tarafından garaj yapılmak suretiyle işgal edildiğini ileri sürerek yola elatmanın önlenmesi ve garajın kaldırılmasını talep etmişlerdir.
Davalı, garaj yaptığı yerin annesine ait olup, kendisi tarafından kullanıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu edilen yola bir elatmanın söz konusu olup olmadığı mahallinde keşif yapılarak kadastro pafta ve krokileri zemine uygulanarak tespit edilebilir. Mahmece yapılan keşif sonucunda harita kadastro mühendisi bilirkişi tarafından düzenlenen 18.03.2013 tarihli raporda elatıldığı ileri sürülen bölümün kadastral yolda kalıp kalmadığı belirtilmemiş, krokide davalı tarafından yaptırılan garajın yola tecavüzünün olup olmadığı gösterilmemiştir.
Bu durumda mahkemece bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle elatmanın vaki olup olmadığının düzenlenecek krokide gösterilmesinin istenmesi, daha sonra varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan inceleme ve araştırmayla yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir. …”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava el atmanın önlenmesi istemine ilişkindir.
Davacı … ile müdahil … en az kırk yıldır kullandıkları Burcu Çıkmazı Sokak altında yirmi haneye ait su boruları ve doğalgaz boru hattı bulunduğu hâlde davalı tarafından yolun üzerine geçişlerini engelleyecek şekilde demir kapılı garaj yapıldığını ve tüm uyarılarına rağmen garajın kaldırılmadığını ileri sürerek yola elatmanın önlenmesi ve garajın kaldırılmasını talep ve dava etmişlerdir.
Davalı … vekili dava konusu taşınmazın annesi Fahriye Uzun adına kayıtlı olduğunu ve dava konusu evde annesi ile birlikte yaşadığını, kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, davacı ile aynı sokakta oturmadıklarını, annesine ait taşınmazın yanında davacının kardeşi …’ın oturduğunu bu nedenle davayı açmakta hukuki yararının ve ehliyetinin bulunmadığını, garaj inşa edilen yerin yol olmadığını annesine ait taşınmazın tapu kayıt kapsamında kaldığını arsa sahiplerinin izniyle geçiş yapıldığını, davacının aynı konu ile ilgili Kaymakamlığa yaptığı başvurunun reddolunduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece dava konusu taşınmazda davalının annesi adına 6/1152 kayıtlı paya isabet eden yerin 386.60 m2 olduğu, davalının demir kapılı garaj inşa ettiği yerin eskiden beri kullanılan çıkmaz yol olduğu, davalının belediyeden ruhsat almadan garajı inşa ettiği gibi annesine isabet eden yerden fazla yeri kullanamayacağı gerekçeleriyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece “…taşınmazın paylı mülkiyete tabi olduğu, davalı …’un annesi Fahriye Uzun’un kayden 6/1152 payının bulunduğu, davacı …’ın ise 125/48000 payının olduğu, taraflar arasında özel parselasyon yapılmadığı, paydaşlar arasında fiili kullanım oluştuğu, paylı mülkiyette her bir paydaş diğer paydaşın payını kullanmasına engel olmamak kaydıyla kendi payı kadar yer kullanabileceği, davalının annesi Fahriye Uzun’a 386.60 m² yer düşmesine rağmen, davalının davaya konu yapmış olduğu garajla birlikte toplam 447.42 m² yer kullandığı, davaya konu garajın 34 m² olduğu, keşifte dinlenen tanık beyanlarından garajın yapıldığı yerin eskiden beri mahalle sakinlerinin gelip geçtiği Burcu Çıkmazı yolu olarak kullanıldığı, davacının iki yıl önce yol olarak kullanılan ve haritada da Burcu Çıkmazı olarak gözüken yere demir kapılı bir garaj yaptığı, taşınmazın bulunduğu yerde İmar Kanunu’nun 18. maddesi uygulaması yapılmadığı, TMK’nın 683. maddesi gereğince el atmanın önlenmesi davası açılması için kadastral yol olmasına gerek olmadığı, eskiden beri fiilen kullanılan yola da yapılan tecavüzün giderilmesinin istenebileceği davalının, paylı mülkiyete tabi olan taşınmazda annesinin payına düşen 386.60 m²’lik yerden fazla yere demir kapılı garaj yaparak tecavüz etmiş olduğu…” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu yerin yol olup olmadığı konusunda bilirkişi tarafından düzenlenen 18.03.2013 tarihli raporun yeterli olup olmadığı; kadastro paftasında yol olarak işaretlenmemiş olsa bile eskiden beri fiilen yol olarak kullanılan yere elatmanıın önlenmesinin talep edilip edilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle mülkiyet hakkına dayalı elatmanın önlenmesi davaları ile yola elatmanın önlenmesi davaları hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır.
Öncelikle belirtilmelidir ki mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli, kendine özgü bir haktır.
1982 Anayasası, mülkiyet hakkını 1961 Anayasasına göre daha da güçlendirerek, temel hak ve ödevler kısmına almıştır. 1982 Anayasasının 35. maddesinde; “herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz “ düzenlemesine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, mülkiyet hakkı ancak kamu yararı ve kamu düzeni amacı ile kanunla sınırlandırılabilecektir.
Malik, mülkiyet hakkının sağladığı yetkileri, hukuk düzeninin çizdiği sınırlar içinde dilediği gibi kullanabilir. Eşya üzerindeki egemenliğin üçüncü kişilere karşı korunması için malike verilen bu yetkilerin yaptırımı olan davalar, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesinde belirlenmiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Mülkiyet Hakkının İçeriği” başlıklı 683. maddesi (Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 618. madde);
“Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir” hükmünü içermektedir.
Mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin malik tarafından gereği gibi kullanılmasını önleyen ve üçüncü kişilerden gelen etkilere karşı korunma aracı olarak haksız elatmanın önlenmesi, taşkınlığın giderilmesi, durdurulması için, elatmanın önlenmesi davası hakkı tanınmıştır.
Burada önemle vurgulanmalıdır ki, kanun hükmünde “haksız elatmadan” söz edilmiş olması karşısında, bütün bu müdahalelerin haksız olması, davalının bir hakka dayanmaması gerekli ve yeterlidir.
Bununla birlikte paylı mülkiyette taşınmazdan yararlanamayan paydaş, engel olan öteki paydaş veya paydaşlardan payına vaki elatmanın önlenilmesini her zaman isteyebilir. Hatta elbirliği mülkiyetinde dahi paydaşlardan biri öteki paydaşların olurlarını almadan veya miras şirketine temsilci atanmadan tek başına ortak taşınmazdan yararlanmasına engel olan ortaklar aleyhine elatmanın önlenmesi davası açabilir. Ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir kısım yer varsa, açacağı elatmanın önlenmesi davasının dinlenme olanağı yoktur. Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarına ve aynı doğrultudaki bilimsel görüşlere göre, payından az yer kullandığını ileri süren paydaşın sorununu elatmanın önlenmesi davası ile değil, kesin sonuç getiren taksim veya ortaklığın satış yoluyla giderilmesi davası açmak suretiyle çözümlemesi gerekmektedir.
Öte yandan, yurdumuzda sosyal ve ekonomik nedenlerle kırsal kesimlerden kentlere aşırı akım, nüfus çoğalması, büyük mesken ve iş yeri ihtiyacı nedeniyle izinsiz, ruhsatsız, resmî kayıtlara bağlanmayan büyük yerleşim alanları oluştuğu, bu arada paylı taşınmazların tapuda resmî ifrazları yapılmadan paydaşlar arasında haricen veya fiilen taksim edilip üzerlerine büyük mahalleler hatta beldeler yapıldığı bir gerçektir.
Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 706., 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237, 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 26. maddeleri hilafına tapulu taşınmazlarda harici veya fiili taksim ile payların mülkiyeti ana taşınmazdan ayrılamaz. Ne var ki, taşınmazın kullanma biçimi tüm paydaşlar arasında varılan bir anlaşma ile belirlenmiş ya da fiili bir kullanma biçimi oluşmuş, uzun süre paydaşlar bu durumu benimsemişlerse kayıtta paylı, eylemsel olarak (fiilen) bağımsız bu oluşumun tapuda yapılacak resmî taksime veya ortaklığın satış suretiyle giderilmesine yahut o yerde bir imar uygulaması yapılmasına kadar korunması, “ahde vefa” kuralının yanında TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının da bir gereğidir. Aksi hâlde, pek çok kimse zarar görecek toplum düzeni ve barışı bozulacaktır.
Bu durumda, paydaşlar arasındaki elatmanın önlenilmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon planının olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı üzerinde özenle durulmalı, varsa çekişmeli yerin kimin kullanımına terk edildiği saptanılmalı, harici veya fiili taksim yoksa uyuşmazlık yukarıda değinildiği gibi, TMK’nın müşterek mülkiyet hükümlerine göre çözümlenmelidir.
Genel yollar, meydanlar, köprüler, köy boşlukları, ırmak, dere, göl yatakları ise devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olup, özel mülkiyete konu teşkil etmezler. Bu gibi yerlerin denetim ve gözetim hakkı da devletindir. Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bu tür yerlere haksız elatıldığı takdirde hazinenin her zaman elatmanın önlenmesi davası açmak hakkı vardır.
Bu taşınmazlardan bir kısmının yararlanma hakkı doğrudan kamuya terk edilmiştir. Bir başka ifade ile bir kısmı doğrudan kamu tarafından kullanılmaktadır. Örneğin genel yollar, köprüler, meydanlar gibi devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlardan yararlanma hakkı doğrudan kamuya bırakılanlara haksız elatma hâlinde bunlardan yararlanma hakkı çiğnenen herhangi bir kimse, yararlanma hakkına dayanarak elatmanın önlenmesi davası açabilir. Zira gerçek kişilerin kadastro paftasında veya imar planında yol olarak bırakılan yerlerde genel yararlanmadan kaynaklı kişisel hakları bulunmaktadır. Bu nedenle genel yararlanma hakkına dayalı olarak yola yönelik elatmanın önlenmesi istemini içerir dava açmakta hukuki yararı mevcut olup, haklı ve geçerli bir sebep olmaksızın elatanlar hakkında dava açabileceği kabul edilmelidir.
Bu genel açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece dava konusu yerin niteliği tam olarak belirlenmeden hem mülkiyet hakkına dayalı paydaşlar arasında elatmanın önlenmesi hem de yola vaki elatmanın önlenmesi davalarına ait ilkeler gerekçe yapılmak suretiyle direnme kararı verilmesi doğru değildir.
Zira yukarıda açıklanan ilkelerde, mülkiyet hakkına dayalı elatmanın önlenmesi davası üçüncü kişiye karşı açılması durumunda farklı, paydaşa karşı açılması durumunda farklı araştırma ve incelemeye tabi tutulması gerektiği ortaya konulduğu gibi, mülkiyet hakkı dışında yararlanma hakkına dayalı olarak istifadesi kamuya bırakılmış olan “yola” vaki elatmanının önlenmesinin talep edilmesi durumunda incelenmesi gereken hususların ayrı olduğu açıkça vurgulanmıştır.
O hâlde, doğru sonuca ulaşılabilmek için mahkemece somut olaya uygulanması gereken hukuk kurallarının ve esaslarının tespit edilmesi amacıyla dava konusu alanın niteliğinin çaplı taşınmaz içinde kalan yer mi; yoksa yasal düzenlemeler gereği ‘yol’ vasfında sayılan yer mi olduğu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde belirlenip, iddia ve savunma doğrultusunda toplanan tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, açıklanan bu hususlar göz ardı edilerek hüküm kurulması doğru değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen sebeplerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda belirtilen değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.10.2018 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.