Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1620 E. 2021/841 K. 24.06.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1620
KARAR NO : 2021/841
KARAR TARİHİ : 24.06.2021

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin dava dışı S.S. … Konut Yapı Kooperatifi’nin üyesi olduğunu, kooperatife karşı üzerine düşen tüm sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getiren müvekkiline A Blok 9 nolu bağımsız bölümün verileceğinin bildirilmesine rağmen dairesinin tapusunun verilmediğini, dava konusu bağımsız bölümün davalı kooperatif başkanı … ve yardımcısı …’nın talimatı ile arsa sahibi …tarafından davalı …’ya devredildiğini, kooperatif kayıtlarında ve karar defterinde üyeliğine rastlanmadığı hâlde haksız olarak daireyi devralan …’nın borcundan dolayı dairenin cebri icra yolu ile satıldığını ve müvekkilinin mağdur olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dairenin bedeli için şimdilik 20.000TL ile müvekkilinin uğradığı manevi zararlarının giderilmesi için 25.000TL olmak üzere toplam 45.000TL tazminatın zararın meydana geldiği satış tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5.1. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; yurt dışında yaşayan davacının tüm işlerini eniştesi olan davalı …’nın yürüttüğünü, kooperatifin tapu dağıtımı sırasında davacıya ulaşılamadığını, arsa sahibi Salih Çatal’ın borçlarından dolayı kooperatifin binalarına haciz konulmasını önlemek amacıyla tapunun davalı …’ya devredildiğini, müvekkilinin ya da kooperatifin bu satıştan dolayı para almadığını, sadece güvene dayalı olarak tapunun arsa sahibi tarafından davalı …’a devredilmesi için karar alındığını, …’nın borçlanıp icra yoluyla daireleri elinden alınınca, eniştesinden bir şey alamayacağını anlayan davacının bu davayı açtığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
5.2. Davalı … 16.12.2011 tarihli duruşmada alınan beyanında; kooperatifte bir süre başkan yardımcılığı yaptığını, kooperatif başkanı …’dan duyduğuna göre davacı ve kardeşine ait tapuların kaldığını, davacıya bu durumun telefonla haber verildiğini, bildiği kadarıyla davacı tarafından tapunun devri hususunda bir vekâletname gönderildiğini, ancak söz konusu vekâletnamenin davacının vatandaşlığında sorun olması nedeniyle kabul edilmediğini, daha sonra davacının bilgisi doğrultusunda kooperatif başkanının …’ya devir talimatı verdiğini, söz konusu devirde kendisinin hiçbir kusuru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
5.3. Davalı … davaya cevap vermemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. … 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.03.2013 tarihli ve 2011/329 E., 2013/118 K. sayılı kararı ile; davanın sebebini oluşturan satış işleminin tapuda 17.05.2007 tarihinde yapıldığı, söz konusu tarihte arsa sahibi …adına vekâleten … tarafından davacıya ait A Blok 9 nolu bağımsız bölüm ile davacının kardeşine ait D Blok 4 nolu bağımsız bölümün tapu kaydının davalı …’ya devredildiği, devir işleminin kooperatif başkanının talimatı üzerine yapıldığı, dairenin …’ya devredildiği 17.05.2007 tarihinden …’un borçları nedeni ile icrada satışının yapılarak tapuda devrinin gerçekleştirildiği 27.03.2009 (doğrusu 08.11.2010) tarihine kadar davacı tarafından dava dışı kooperatiften herhangi bir talepte bulunulmadığı, mevcut davanın da cebri satıştan sonra 20.05.2011 (doğrusu 12.05.2011) tarihinde açıldığı, davacının tapuda devrin yapıldığı 17.05.2007 tarihinden yaklaşık bir ay önce 18.04.2007 tarihinde davalı … adına gayrimenkul alım satımına dair vekâletname verdiği, ancak söz konusu vekâletnamenin davacının Türk Vatandaşlığından çıkması nedeni ile tapuda işleme mahal vermediği, arsa sahibi …’ın haciz baskısı altında davacıya ait taşınmazla birlikte on dört adet taşınmazı daha tapuda aynı tarih ve yevmiye işlemi ile devrettiği göz önüne alındığında söz konusu satış işleminin davacının bilgisi dahilinde yapıldığı, kooperatif yöneticilerinin ve …’nın mevcut satış işleminde davacıyı zarara uğratmaya yönelik herhangi bir kasıt ve ihmallerinin olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesinin 20.05.2014 tarihli ve 2014/212 E., 2014/3938 K. sayılı kararı ile;
‘‘…Dava, kooperatif eski yöneticilerinin haksız eylemlerine dayanan maddi ve manevi tazminatın tahsili istemine ilişkindir.
1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 98. maddesi yollaması ile TTK’nın 336. maddesi uyarınca, genel olarak yönetim kurulu üyeleri kooperatif adına yapmış oldukları sözleşme ve işlerden dolayı şahsen sorumlu değildir. Aynı maddede beş bent halinde sayılan durumlar, bu genel ilkenin istisnaları olarak gösterilmiştir. Anılan istisnalardan olan 5. bent ”idare meclisi azaları şirket namına gerek kanunun gerek esas mukavelelerinin kendilerine yüklediği sair vazifelerin kasden ve ihmal neticesi olarak yapılmamasından gerek şirkete, gerek münferit pay sahiplerine ve şirket alacaklılarına karşı müteselsilen mesuldürler” hükmünü içermektedir. Kural, 336/1. maddesi uyarınca yöneticiler arasında müteselsil sorumluluk olup, BK’nın 142/1. maddesi uyarınca alacaklı müteselsil sorumlulardan birinden ya da tamamından zararın tazminini istemek hakkını haizdir. TTK’nın 336/son maddesi uyarınca, yetki ve sorumluluk alanlarının ayrılması halinde, sorumluluğun buna göre belirlenmesi gerekir. Kural olarak, yönetim kurulu üyeleri şirket adına yaptıkları işlemlerden dolayı kişisel olarak sorumlu tutulamazlar, ancak, öğretideki baskın görüşe göre, TTK’nın 336. maddesinde belirtilen hallerde ortaklığa ve ortaklık alacaklılarına karşı kusursuz olduklarını ispat etmedikçe müteselsilen sorumlu olurlar. 818 sayılı BK’nın 41, 50 ve 51. madde hükümleri ile yukarıda anılan maddeler birlikte değerlendirildiğinde, yöneticilerin ve temsile yetkili şahısların zarar doğuran eyleminden dolayı, yöneticiler ve kooperatif müteselsilen sorumludurlar. Anasözleşmesinin 48. maddesi de bu hükümlere paralel hükümler içermektedir. Yönetim kurulu üyelerinin görevlerini ifaları sırasında bir zarar oluşmuşsa, bu zararın üyelerin kusurlu eylemi sonucu meydana geldiğinin kabulü gerekmektedir. Başka bir deyişle, Türk Ticaret Kanunu yönetim kurulu üyeleri için kusur esasına dayanan bir sorumluluk öngörmüş ve yönetim kurulu üyeleri aleyhine kusur karinesi kabul edilmiştir. TTK’nın 338. maddesi uyarınca kusursuz olduklarını kanıtlayamamaları halinde zarardan sorumludurlar. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 59/3 maddesinde; “Yönetime veya temsile yetkili şahısların kooperatife ait görevlerini yürütmeleri esnasında meydana getirdikleri haksız fiillerden doğan zararlardan kooperatif sorumludur” hükmüne yer verilmiş, 62/1. maddesinde ise yönetim kurulu üyelerinin görevleri belirtilmiş, yönetim kurulunun, kooperatif amaçlarının gerçekleşmesi ve ortakların çıkarlarının korunması ile ilgili olarak yasalara, anasözleşme hükümlerine ve genel kurul kararlarına göre işleri titizlikle yürütecekleri ve kooperatifin başarısı ve gelişmesi yolunda gereken çabayı göstermekle görevli oldukları açıklanmıştır. 62/3 maddesinde ise; “Yönetim Kurulu üyeleri ve kooperatif memurları, kendi kusurlarından ileri gelen zararlardan sorumludurlar” hükmüne yer verilmiştir. Bu sorumluluklarının saptanması için doğrudan Yönetim kurulu üyelerine husumet yöneltilmesi mümkündür. Kooperatif yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğunu gerektiren eylemin varlığının tespiti gerekir. Anılan hükme göre yönetim kurulu üyelerinin sorumlu tutulabilmeleri için;
Meydana gelmiş bir zarar bulunmalıdır. Burada zararın varlığını kanıtlamak, zarara uğradığını iddia eden davacı ortağa düşmektedir. Yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu için davacının zararının gerçekleşmesi gerekir.
Bu zarar, yönetim kurulu üyelerinin kendi kusurlarından ileri gelmiş olmalıdır. Kusurun, kasıt veya ihmal sonucu meydana gelmesi önemli değildir, yani kusurda kasıt aranmamaktadır. Kusursuz olduklarını ve yükümlülüklere aykırı hareket etmediklerini kanıtlama yükümlülüğü yönetim kurulu üyelerine aittir (TTK m. 338). İlgililerin hukuki sorumluluğuna gidebilmek için yukarıdaki iki şartın aynı anda tahakkuk etmesi gerekir. Bu şartın herhangi biri tahakkuk etmediği takdirde hukuki sorumluluk da doğmaz.
Anasözleşmenin 48. maddesinin son fıkrasına göre, görevi sona eren yönetim kurulu üyelerinin iş gördüğü zamana ait sorumlulukları, ayrılış tarihinden itibaren beş yıl devam etmekte, bu sürenin dolmasıyla sorumlulukları ortadan kalkmaktadır.
Yönetim kurulu üyeleri;
a) Kusur olmadığının ispat edilmesi, b) Yönetim kurulu kararında imzalarının bulunmaması ya da ret oyu vermiş olmaları, c) Mazereti dolayısıyla toplantıda hazır bulunmamaları, ç) Genel kurulda TTK’nın 380. maddesi kapsamında açık ve seçik biçimde aklanmaları (ibra), d) Sorumlulukta zamanaşımı hallerinde hukuki sorumluluktan kurtulabilirler.Somut olayda, bu hallerden a bendi koşulları tartışılmalıdır.
Somut olayda, davacıya ait A blok 9 no’lu bağımsız bölümün davalı kooperatif başkanı … ve başkan yardımcısı … tarafından davacının herhangi bir vekaletnamesi ya da yazılı talimatı olmaksızın 17.05.2007 tarihinde davalı … adına tapuda tescil edilmiş olduğu mahkemece isabetli olarak tespit edilmiş olduğu halde, davanın, davaya konu taşınmazın cebri icra yoluyla satılmasından sonra açılmış olması gerekçe gösterilerek ve diğer soyut değerlendirmelere de dayanılarak, sadece bu nedenlerle söz konusu satış işleminin davacının bilgisi dahilinde yapıldığı sonucuna ulaşılması doğru olmamıştır.
Öte yandan, dosya kapsamından kooperatif yöneticileri … ve … hakkında … 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2012/159 Esas sayılı dosyası ile dava açıldığı anlaşılmaktadır. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “ceza hukuku ile medeni hukuk arasında münasebet” başlıklı 53. maddesi: “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin failinin temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” hükmünü içermektedir. Karar tarihinden önce yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesinde de benzer düzenlemeye yer verilmiştir. Görülmektedir ki, ceza mahkemesinin “delil yetersizliğine dayanan beraat kararının” hukuk hakimini bağlamayacağı ancak beraat kararı bir maddi olguyu tespit ediyorsa, diğer anlatımla beraat kararı suçun sanıklar tarafından işlenmediğinin kesin olarak tespiti olgusuna dayanıyorsa, bu kararın hukuk hakimini de bağlayacağı, ceza davasında hükme dayanak yapılan maddi olgularla ve özellikle eylemin hukuka aykırılığını ve failini belirleyen, mahkumiyet kararının bu yönlerinin hukuk hakimini bağlayacağı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayini hususundaki kararın hukuk hakimini bağlamayacağı hususları doktrinde ve Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarında kabul edilmektedir. Bunun yanında, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (YHGK’nın 23.01.1985 gün ve 1983/10-372 esas, 1985/21 karar sayılı ilamı). Bilindiği gibi ceza mahkemesinin, uyuşmazlık konusu olayın tespitine; diğer bir söyleyişle, olayın varlığına ve sanık tarafından işlendiğine ilişkin maddi olgular hakkındaki kesinleşmiş saptaması, aynı konudaki hukuk mahkemesinde de kesin hüküm oluşturur. Bunun nedeni, ceza yargılamasındaki ispat araçları bakımından ceza hakiminin hukuk hakiminden çok daha elverişli bir konumda olmasıdır. (Mustafa Çemberci, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, 1965, s. 22 vd; Turgut Uygur, Borçlar Kanunu Şerhi, C. 1, S. 844; YHGK’nın 28.03.2012 gün ve 19-24 esas, 243 karar sayılı ilamı). Böylece, kural olarak hukuk hakimi ceza yasasındaki hükümlerle ve ceza hakiminin kararıyla bağlı tutulmamış; BK’nın 53. maddesi ile bağımsızlık ilkesi benimsenmiştir.
Bu itibarla, mahkemece öncelikle … 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2012/159 esas sayılı dosyası ile davalılar hakkında açılan kamu davasına konu eylem ve işlemler ile işbu davaya konu eylem ve işlemlerin kısmen veya tamamen aynı olup olmadığı araştırılıp 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi (TMK’nın 74. m.) kapsamında bir değerlendime yapılmak suretiyle, ceza yargılaması sonuçlanmamış ise heriki davaya konu eylem ve işlemlerin kısmen veya tamamen aynı olduğunun tespiti halinde ilgili ceza mahkemesi kararının işbu davanın sonucunu etkileme olasılığı bulunduğundan kesinleşmesi beklenmelidir. Karar verilmiş ise de ceza dosyası ve kesinleşmiş ilamı getirtilerek, aynı kapsamda inceleme yapılmalı, yukarıda açıklanan ilkelere göre, ceza yargılaması sonunda hukuk mahkemesini bağlayıcı nitelikte bir kararın ortaya çıktığı inancına varıldığı takdirde, orada saptanan hususlar doğrultusunda bir karar verilmeli, aksi halde, yani hukuk mahkemesini bağlayıcı nitelikte bir hükme varılmaması halinde ise, taşınmazın devrinin davalı …’ya davacının bilgisi dahilinde yapıldığı hususunun ispat edilemediği, cebri satış ile dava tarihi arasındaki sürenin davacının satış işlemine icazet verdiğini gösterdiğinin kabulü için yeterli bir süre olmadığı hususları gözardı edilmemelidir. Açıklanan nedenlerle, eksik incelemeye, soyut değerlendirmelere dayalı olarak yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. … 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.06.2015 tarihli ve 2015/129 E., 2015/379 K. sayılı kararı ile; … 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/159 E., 2015/71 K. sayılı kararının getirtilip incelendiği, ceza mahkemesinde yapılan yargılama sonucu sanıkların üzerlerine atılı suçlardan beraat ettikleri, dosyanın temyiz edildiği ve henüz kesinleşmediği, davacının satış tarihinden otuz gün önce eniştesi olan davalı …’ya vekâletname verdiği, dava konusu taşınmazın tapuda satışının yapıldığı 17.05.2007 tarihinden cebri satış tarihi olan 08.11.2010 tarihine kadar geçen sürenin tapunun talep edilebilmesi için makul bir süre olduğu, davacı tarafından … Cumhuriyet Başsavcılığına davalılar hakkında yapılan şikâyetin icrada satış yapıldıktan, hukuk mahkemesinde dava açıldıktan ve makul süre geçtikten sonra yapıldığı, 17.05.2007 tarihinde yapılan satış işleminin davacının bilgisi ve isteği doğrultusunda gerçekleştiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın 17.05.2007 tarihinde davalı …’ya satılarak tapuda devredilmesinin davacının bilgisi ve isteği doğrultusunda yapılıp yapılmadığı; cebri satış ile dava tarihi arasında geçen sürenin davacının satış işlemine icazet verdiğinin kabulü için yeterli bir süre olup olmadığı; davalı kooperatif yöneticilerinin ve …’nın, davacıyı zarara uğratmaya yönelik eylemlerinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce; mahkemece direnme olarak adlandırılan kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı ve kararın temyiz incelemesinin Özel Daire tarafından mı yoksa Hukuk Genel Kurulunca mı yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

IV. GEREKÇE
13. Bilindiği üzere, direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkemece bozma kararından esinlenilerek yeni herhangi bir delil toplanmadan önceki deliller çerçevesinde karar verilmeli; kararın gerekçesi, önceki karara göre genişletilebilirse de değiştirilmemelidir.
14. Başka bir anlatımla, mahkemenin yeni bir delile dayanarak veya bozmadan esinlenerek gerekçesini değiştirerek ya da daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek bir karar vermiş olması hâlinde, direnme kararının varlığından söz edilemez.
15. Yargıtayın istikrar kazanmış içtihatlarına göre; mahkemece direnme kararı verilse dahi bozma kararında tartışılması gereken hususları tartışmak, bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme veya toplanan yeni delillere dayanmak, önceki kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak suretiyle verilen karar direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucunda verilen yeni hüküm olarak kabul edilir.
16. Somut olayda; mahkemece ceza mahkemesinin kararına değinilmeksizin oluşturulan gerekçe ile davanın reddine dair verilen kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece … 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/159 Esasında kayıtlı olup, davalılar hakkında açılan kamu davasına konu eylem ve işlemler ile bu dava konusu eylem ve işlemlerin kısmen veya tamamen aynı olup olmadığının araştırılması, her iki davanın konusu eylem ve işlemlerin kısmen veya tamamen aynı olduğunun tespiti hâlinde ilgili ceza mahkemesi kararının bu davanın sonucunu etkileme olasılığı bulunduğundan kesinleşmesinin beklenmesi, ceza yargılaması sonunda hukuk mahkemesini bağlayıcı nitelikte bir kararın ortaya çıktığı inancına varılırsa orada saptanan hususlar doğrultusunda bir karar verilmesi, hukuk mahkemesini bağlayıcı nitelikte bir hükme varılmaması hâlinde ise taşınmazın davacının bilgisi dahilinde davalı …’ya devredildiğinin ispatlanamadığı, cebri satış ile dava tarihi arasında geçen sürenin davacının satış işlemine icazet verdiğinin kabulü için yeterli bir süre olmadığı göz ardı edilerek eksik inceleme ile soyut kanaate ve varsayıma dayalı olarak hüküm kurulmasının doğru olmadığı gerekçesiyle bozulduğu; mahkemece bozma kararı sonrasında … 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/159 E., 2015/71 K. sayılı kararının getirtilip incelendiği, ceza mahkemesinde yapılan yargılamada sanıkların beraat ettikleri, dosyanın temyiz edildiği ve henüz kesinleşmediği, davacının … Cumhuriyet Başsavcılığına davalılar hakkında yaptığı şikâyetin icrada satış yapıldıktan, hukuk mahkemesine dava açıldıktan ve makul süre geçtikten sonra yapıldığı gerekçesiyle direnme kararı verildiği anlaşılmaktadır.
17. Şu hâlde “direnme” olarak adlandırılan kararın, usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı, bozma konusu ile ilgili bozma kararı sonrası ortaya çıkan yeni delil ve olguya dayalı olarak oluşturulan yeni hüküm niteliğinde olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
18. Hâl böyle olunca, kurulan bu yeni hükmün temyiz incelemesini yapma görevi Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel Daireye ait olup; yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın bozma kararını veren Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
19. Diğer taraftan her ne kadar dava tarihi 12.05.2011 olmasına rağmen, direnmeye esas gerekçeli karar başlığında 20.05.2011 olarak hatalı gösterilmiş ise de, bu husus mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğindedir.

V. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Yargıtay 15. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 24.06.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.