Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1609 E. 2017/965 K. 24.05.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1609
KARAR NO : 2017/965
KARAR TARİHİ : 24.05.2017

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

Taraflar arasındaki “ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 4. Aile Mahkemesince “davanın kabulüne” dair verilen 19/12/2013 gün ve 2011/850 E., 2013/982 K. sayılı karar, davalı …vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 24/03/2015 gün ve 2014/9016 E., 2015/5407 K. sayılı kararı ile;
“…Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır (TMK m. 194/1). Bu rıza alınmadan konutla ilgili yapılan tasarruf işlemi geçersizdir. Bu geçersizliği, rızası gereken eş, konutun bu vasfını devam ettirmesi koşuluyla ancak evlilik birliği süresince ileri sürebilir. Evlilik ölümle veya boşanma yahut da iptal kararıyla sona ermiş ise, Türk Medeni Kanunun 194. maddesinin “aile konutuna” sağladığı koruma da sona erer ve rıza alınmadan yapılan tasarruf işlemi yapıldığı andan itibaren geçerlilik kazanır. Davacı ile aile konutu üzerinde ipotek tesis ettiren eşi İbrahim’in evliliği, İbrahim’in yargılama devam ederken 31.05.2012 tarihinde ölümü ile sona ermiştir. Evlilik ölüm ile sona erdiğine göre dava konusu taşınmaz aile konutu olma niteliğini kaybetmiştir. Diğer bir ifadeyle evliliğin sonlanmasıyla aile konutu ile kira sözleşmesini feshetme, devretme ve üzerindeki hakları sınırlandırmaya ilişkin kısıtlama “kendiliğinden” ortadan kalkar. Bu husus gözetilerek konusuz kalan dava hakkında “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi gerekirken, Türk Medeni Kanununun 194. maddesine dayanılmak suretiyle yazılı şekilde “ipoteğin kaldırılmasına” karar verilmesi doğru görülmemiştir.…”
gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulması istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin rızası dışında aile konutu üzerine ipotek konulduğunu, bu durumun Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesine aykırı olduğunu iddia ederek ipoteğin kaldırılması ve aile konutu şerhi konulmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı … davaya cevap vermemiştir.
Davalı banka vekili davaya konu ipoteğin bizzat davacının yazılı muvafakatına istinaden tesis edildiğini, davacının söz konusu ipotek işleminden haberdar olmadığını iddia etmesinin de haksız ve kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı …’ın vefatı üzerine dava mirasçılarına yöneltilmiş, davalı … mirasçıları davaya cevap vermemiştir.
Yerel mahkemece davaya konu taşınmazın davacı ile davalı …’in aile konutu olduğu ancak davacı ile davalı … arasındaki evliliğin davalı …’in davanın devamı sırasında 31/05/2012 tarihinde vefat etmesiyle sona erdiği, ölümle sona eren evlilik nedeniyle de davaya konu taşınmazın aile konutu özelliğini kaybettiği, davacının aile konutu şerhi konulması hususundaki davasının konusuz kaldığı, ancak davaya konu taşınmaz üzerine ipotek tesis edilirken davacının haberinin olmadığı ve açık rızasının alınmadığı, tacir olan davalı şirketin de ipotek tesis edilirken taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği, banka tarafından davacının rızasının alındığı iddia edilen muvafakatnamenin de HMK’nın 206. maddesinde öngörülen şartları taşımadığından resmi belge niteliğinde olmadığı gerekçesiyle ipoteğin kaldırılması talebinin kabulüne karar verilmiştir.
Davalı banka vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle oyçokluğuyla bozulmuştur.
Yerel Mahkemece ipotek tesis işlemi sırasında davacı eşten muvafakatname almak isteyen davalı bankanın taşınmazın aile konutu olduğunu bildiği halde taşınmaz üzerine ipotek tesis ettirdiği, davacı eşin davanın devamı sırasında vefat eden kocasının mirasçısı konumunda olduğu ve davacı eşin bu davadaki hukuki yararının devam ettiği, davanın reddedilmesi halinde icra takibinin sonunda taşınmazın satılacağı ve davacı eşin aile konutundan kaynaklanan yasal haklarını kullanabilme olanaklarından yoksun kalacağı belirtilerek ipoteğin kaldırılması talebinin kabulüne ilişkin önceki hükümde direnilmiştir.
Direnme hükmü davalı banka vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, aile konutu niteliğini haiz taşınmazda ipotek tesis eden davalı eşin ölümü üzerine davacı eşin Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesinde sağlanan korumadan yararlanıp yararlanmayacağı, burada varılacak sonuca göre ipoteğin kaldırılması talebinin konusuz kalıp kalmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında TMK’nın 194.maddesinde tanınan aile konutu korumasının evliliğin ölüm ile sona ermesi durumunda da devam edeceği, sözü edilen hükmün sadece evliliğin korunması için getirilmiş bir hüküm olmadığı, aksi halde malik olmayan eşin TMK’nın 240, 279 ve 652. maddelerinde yer alan haklarını kullanamayacağı, davacının bu davayı açmakta hukuki yararının devam ettiği gerekçesiyle direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı …’ın ölümü nedeniyle konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm tesisi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı …vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 24.05.2017 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Davacı, eşi adına kayıtlı olan dava konusu taşınmazın aile konutu olduğunu, açık rızası alınmadan, davalı banka lehine ipotek tesis edildiğini, davalı bankanın ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile icra takibi başlattığını belirterek, eşi ve lehine ipotek tesis edilen banka aleyhine, ipoteğin kaldırılması ve taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulması için dava açmıştır.
Yargılamanın devamı sırasında davalı eş ölmüş, mirasçıları davaya dahil edilmiş, yargılama sonunda, ipoteğin kaldırılmasına, davalı eşin ölümü sebebiyle aile konutu şerhi konulması davası konusuz kaldığından, bu konuda karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiş olup, karar davalı banka tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay Yüksek İkinci Hukuk Dairesi, temyiz edilen hükmü bozmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme hükmünün temyizi ve Özel Daire’nin direnme hükmünün yerinde olmadığını içerir gönderme kararı üzerine, dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’umuzun önüne gelmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ nun değerli çoğunluğu ile aramızdaki uyuşmazlık; Özel Daire’nin bozma ilamında belirtildiği gibi, yargılama sırasında davalı eşin(malik eşin) ölümü nedeniyle, aile konutuna tanınan korumanın sona erip ermeyeceği, rıza alınmadan yapılan tasarruf işleminin yapıldığı andan itibaren geçerlilik kazanıp kazanmayacağı, aile konutu niteliğinin devam edip etmeyeceği ve sonuçta davanın konusuz kalıp kalmayacağına ilişkindir.
Türk Medeni Kanununun 194. maddesi uyarınca “Aile Konutu”; eşlerin varsa çocuklarının bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdikleri, acı ve tatlı günlerin içinde yaşandığı anılarını taşıyan konuttur ( Y.2.HD,07.10.2013 gün ve 2013/4648 E, 2013/22991 K).
Yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı üzere, aile konutu, sıradan bir mal olmayıp, aile konutunun, her iki eş ve varsa çocuklar için maddi değerinin yanında, manevi değeri bulunmaktadır. Eşlerden birinin ölümü halinde dahi, sağ kalan eş ve varsa çocuklar için aile konutunun bu değeri ortadan kalkmaz, aksine yaşanmış ortak anılardan dolayı özellikle manevi değeri daha da artar.
Aile konutunun öneminden dolayı, kanun koyucu Türk Medeni Kanunu’ nda, aile konutu ile ilgili önemli düzenlemelere yer vermiştir.
Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili  kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz (TMK m.194/1).
Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi konulmuş olmasa da eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyecği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak ” belirli olan” bir işlem için verilebilir( YHGK.nun 15.04.2015 gün ve 2013/2-2056 E.2015/1201 K. sayılı kararı ).
Türk Medeni Kanunu’ nun 194. madesinde , malik eş sağ iken malik olmayan eş yararına, aile konutu ile ilgili olarak koruma getirilmiştir. Malik eşin ölümünden sonra ise yasal mal rejimi (TMK m.240) ve seçimlik mal rejimlerinin (TMK m.255, 279) tasfiyesine ilişkin düzenlemeler ile miras hukukuna ilişkin düzenlemeler(TMK m. 652) içerisinde, sağ kalan eş yararına, aile konutu ile ilgili korumalar (öncelikli haklar) getirilmiş durumdadır.
Burada özellikle, yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi (TMK m. 240) ve miras hukukuyla (TMK m. 652) ilgili düzenlemeler konumuzu yakından ilgilendirdiğinden, bu düzenlemelerin üzerinde ayrıntılı olarak durmak gerekecektir.
“Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir; mal rejimi sözleşmesiyle kabul edilen başka düzenlemeler saklıdır.
Haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya ölen eşin yasal mirasçılarının istemiyle intifa veya oturma hakkı yerine, konut üzerinde mülkiyet hakkı tanınabilir”(TMK m.240/1,3).
“Eşlerden birinin ölümü hâlinde tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.
Haklı sebeplerin varlığı hâlinde, sağ kalan eşin veya mirasbırakanın diğer yasal mirasçılarından birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınmasına da karar verilebilir”(TMK m.652/1,2).
Evliliğin, ölümle sona ermesi ile boşanma ve iptal kararı ile sona ermesinin hukuki sonuçları farklıdır. Çünkü, evliliğin ölümle sona ermesi halinde sağ kalan eş, ölen eşe mirasçı konumundadır. Diğer hallerde mirasçı olamaz.
“Yeni 4721 sayılı TMK.nun eşi korumak için getirdiği hukuki kurumlardan biri de TMK.194 maddesinde yer alan “aile konutudur”. İşte TMK 652. maddesi de bu korumayı mirasbırakanın ölümünün ötesine taşımaktadır”(Prof.Dr.Ali Naim İnan-Prof.Dr.Şeref Ertaş-Yrd.Doç.Dr. Hakan Albaş, Türk Medeni Hukuku Miras Hukuku, 6.Bası, sayfa 564).
Sağ kalan eşin, bu düzenlemelerde yer alan haklarını kullanması için, varsa diğer mirasçılara karşı dava açması zorunlu değildir. Çünkü, sağ kalan eş ve varsa diğer mirasçılar, dava açılmadan, yasal düzenlemeye uygun şekilde mirası taksim edebilirler. Rızaya dayalı miras taksimi olmaz ise sağ kalan eş, haklarını (TMK m.240,652) kullanmak için her zaman diğer mirasçılara karşı da ayrı bir dava açabilir.
Açıkça görülüyor ki kanun koyucu, aile konutunun maliki olmayan eş yararına, aile konutu ile ilgili, aile konutunun maliki olan eşin sağlığında başlayıp(TMK m.194) ve ölümünden sonra da devam eden(TMK m.240,652) adeta bir koruma zinciri oluşturmuştur. Bu sebeple, aile konutunun maliki olan eşin ölümünden sonra da sağ kalan eş açısından, ortak konutun aile konutu niteliği sürmektedir.
Somut olayda davacı(sağ eş), evlilik birliği sürerken aile konutunun üzerine tesis edilen ipotekle ilgili, açık rızasının alınmadığını(TMK m.194/1) iddia ederek, eşi sağ iken bu davayı açmış, yargılama devam ederken malik eş(davalı) ölmüştür. Dolayısıyla davacı, evlilik birliğinin devamı sırasında, ipotek sözleşmesinin geçersizliğini ileri sürmüştür. Bu durumda, şayet, açık rıza alınmadan ipotek tesis edilmiş ise, ipotek ile ilgili işlem hükümsüz demektir.
Hükümsüz bir işleme imza atan eşin ölümüyle de o işlem geçerli hale gelemez. Yani ölü olan bir işlem diriltilemez.
Aksi düşünce kabul edilirse, kanunda aile konutu ile ilgili yapılan koruma zinciri kopacak, sağ kalan eş kanundan kaynaklanan (TMK m. 240 ve TMK m.652) haklarından yararlanamayacaktır.
Olayımızda taşınmaz halen ipotekli şekilde murisin terekesinde durmaktadır. Ancak, ipotek alacaklısı banka, ipoteğin paraya çevrilmesi için icra takibi başlatmıştır. Aile konutu, icra yoluyla satılma tehdidi altındadır. Dava konusuz kalmamıştır. Davacının, yargılamaya devam edilerek, delil durumuna göre, davanın esası ile ilgili karar verilmesini istemesi yönünde hukuki yararı bulunmaktadır. Çünkü, tüm delillerin değerlendirilmesi sonucunda, şayet ipotek işleminin hükümsüzlüğü belirlenirse, ipotek kaldırılacaktır. Oysa, davanın konusuz kaldığından bahisle, esasa girilmeden, “davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına” karar verilecek olursa, davacının elinden, ipotek işleminin hükümsüzlüğünü kanıtlama hakkı alınacak, hükümsüz ipotek işlemine dayanılarak başlatılan icra takibi devam edecek, aile konutu cebren satılacaktır. Aile konutunun satılması halinde ise, davacı, kendisine kanunun tanıdığı haklarını (TMK.m.240 ve 652)kullanamayacak ve adeta sokağa atılmış olacaktır. Böylesi bir durum ise, davacı eş açısından ağır hak ihlali sonucunu doğuracaktır.
Diğer bir anlatımla; konusu devam eden davanın, konusuz kaldığından bahisle, yargılamanın usulden sonlandırılması halinde(yargılamaya devam edilmeyerek davanın esası hakkında bir karar verilmemesi halinde), davacının, hukuki dinlenilme (HMK m. 27), hak arama hürriyeti ve adil yargılanma (Anayasa m.36, AİHS m.6) haklarına yasal olamayan bir müdahale söz konusu olacaktır.
O hale, evlilik ölümle sona ermekle birlikte, davacının davadaki hukuki yararı sürmektedir. Dava konusuz kalmamıştır. Davacının, yargılamanın sürüdürülerek davasını kanıtlama ve mahkemeden davanın esası ile ilgili bir hüküm alma hakkı vardır.
Yukarıda açıklanan sebeplerle, ilk derece mahkemesinin direnme hükmünün usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek, işin esasının incelenmesi için, dosyanın, daha evvel hükmü usulden bozan Yargıtay Yüksek İkinci Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine karar verilmesi gerektiğinden, sayın çoğunluğun aksi yöndeki bozma kararına katılmıyoruz.