Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1513 E. 2019/1182 K. 14.11.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1513
KARAR NO : 2019/1182
KARAR TARİHİ : 14.11.2019

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

Taraflar arasındaki “nafaka” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 13. Aile Mahkemesince asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine dair verilen 23.09.2014 tarihli ve 2013/787 E. ve 2014/608 K. sayılı karar davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 22.06.2015 tarihli ve 2014/22084 E., 2015/11488 K. sayılı kararı ile:
“…Davacı vekili, dava dilekçesi ile tarafların anlaşmalı olarak boşandıklarını, davacının o dönemde 10.000.-TL (brüt) maaş aldığını, iş sözleşmesinin ikale yolu ile sona erdiğini, kendi işini kurmak üzere girişimlerde bulunduğunu, davacının yeniden evlendiğini, nafakayı da eşinden aldığı borç ile ödeyebildiğini, şartlarının değiştiğini, geçim sıkıntısı çektiğini ileri sürerek iştirak nafakasının aylık 3.500.00.- TL den aylık 1.500.00.- TL ye indirilmesine ve % 20 artış oranının değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, cevap dilekçesi ile davanın reddini istemiş, bu dava ile birleştirilen dava dilekçesi ile de iştirak nafakasının 1.500.00.- TL daha artırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne, iştirak nafakasının aylık 2.000.00.- TL ye indirilmesine, nafakanın her yıl tefe ve tüfe ortalaması oranında artırılmasına, birleşen davanın reddine karar verilmiş, hüküm davalı-birleşen davanın davacısı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.
TMK.nun 182. maddesine göre; boşanma kararı ile velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.
TMK.nun 330.maddesindeki düzenleme ise; nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçlerine göre belirlenir, şeklindedir.
TMK’nun 331.maddesi uyarınca da; durumun değişmesi halinde hakim, nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırabilir.
Nafaka iradı, tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile, indirilebileceği gibi tamamen de kaldırılabilir. Ancak, sözleşme ile kararlaştırılmış ve hakim tarafından onaylanmış olan iradın, yasada aranan şartlar gerçekleşmeden tamamen kaldırılmasını ya da indirilmesini istemek hakkın kötüye kullanılması mahiyetini arzeder. Bunun gibi, sırf boşanmayı sağlayabilmek için, bilerek ve isteyerek mali gücünün üzerinde bir yükümlülüğü üstlenen ya da karşı tarafın mali durumunun iyi olduğunu ve geçinmek için nafakaya ihtiyacı olmadığını bilen kişinin, sonradan bu yükümlülüğün kaldırılması veya azaltılması yönünde talepte bulunması da iyiniyet ve sözleşmeye bağlılık ilkeleri ile bağdaşmaz.
Ancak, TBK’nun 26, 27.maddelerine(Borçlar Kanununun 19 ve 20. maddelerine) aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmelerde, edimler arasındaki denge, umulmadık gelişmeler yüzünden sonradan bozulacak olursa, sözleşme koşulları değişen koşullara uyarlanır. Buna göre, sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca, beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet, yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla bağlı kalmaları beklenemiyorsa, sözleşmeye hakimin müdahalesi gerekebilir.
Somut olayda; tarafların, 05/01/2012 tarihinde açılan dava ile anlaşmalı olarak 02/02/2012 tarihli karar ile boşandıkları ,boşanma protokolünde velayetin anneye bırakıldığı, 3.500.00.- TL iştirak nafakası ve her yıl % 20 artış oranı uygulanmasının kabul edildiği ,kararın 27/02/2012 tarihinde kesinleştiği; ortak çocuğun, 11/11/2008 doğumlu olduğu; ekonomik sosyal durum araştırma yazılarına verilen cevaplardan, annenin su altı sporları federasyonu dış ilişkiler şefi olduğu, 2.500.00.- TL maaş aldığı, 1.100.00.- TL kira ödediği, babanın ise 01/02/2013 tarihinde işvereni ile ikale sözleşmesi yaparak kendi isteği ile iş sözleşmesini sonlandırdığı, 17.916.66.- TL toplu ödeme aldığı, halen serbest danışmanlık yaptığı, evlendiği, eşinin yakınının evinde kaldığı, paylı dairesinin olduğu,ortak çocuğun özel okula gittiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, mahkemece; yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde olay değerlendirilip; boşanma kararından sonra davacının mal varlığında ve gelirinde bir azalma olmadığı, kendi isteği ile işvereni ile ikale sözleşmesi imzalayarak iş sözleşmesine son verdiği, kendi işini kurduğu, protokol ile belirlenen iştirak nafakasının azaltılması için yasal bir neden bulunmadığı gibi hakkaniyetin de bunu gerektirmediği, başlangıçtaki dengenin gözetilmesi gerektiği sonucuna varılarak, davanın reddine karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçeler ile, iştirak nafakasının azaltılmasına dair karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava, iştirak nafakasının azaltılması ve artış oranının indirilmesi; birleşen dava ise iştirak nafakasının arttırılması istemlerine ilişkindir.
Davacı-birleşen davada davalı vekili, tarafların anlaşmalı olarak boşandıklarını, protokolde 3.500TL iştirak nafakasının ödenmesi ve nafaka bedelinin bir sonraki yıl aynı tarihte başlatılmak üzere her yıl için %20 oranında zam uygulanarak arttırılacağının kararlaştırıldığını, müvekkilinin o dönemde 10.000TL (brüt) maaş aldığını, iş sözleşmesinin ikale yolu ile sona erdirdiğini ve kendi işini kurmak üzere girişimlerde bulunduğunu, ayrıca müvekkilinin yeniden evlendiğini ve nafakayı eşinden aldığı borç ile ödeyebildiğini, şartlar değiştiğinden müvekkilinin geçim sıkıntısı çektiğini ileri sürerek, iştirak nafakasının hâlen aylık 4.200TL’den 1.500TL’ye indirilmesine ve protokolde öngörülen %20 artış oranının TEFE+ÜFE oranı olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş; birleşen davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı-birleşen davada davacı vekili, taraflar arasında imzalanan protokol esas alındığında iştirak nafakasının indirilmesinin istenemeyeceğini savunarak asıl davanın reddine karar verilmesini istemiş; birleşen davada ise protokolde öngörülen iştirak nafakasının 1.500TL daha artırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Yerel mahkemece, protokoldeki nafaka ve artış oranı ile ilgili küçüğün ihtiyaçları ile TMK’nın 182. maddesindeki eşlerin birlikte katkıda bulunmaları ile ilgili düzenleme değerlendirildiğinde, 11.11.2008 doğumlu çocuğun yıllığı 15.000TL olan okul giderlerinin dışında diğer ihtiyaçları da göz önüne alındığında, yıllık 50.000TL civarında tutan nafaka miktarının hakkaniyete uygun olmadığı, protokolde her ne kadar nafaka ile ilgili değişiklik hakkında dava açılamayacağı kararlaştırılmış ise de, doğmamış bir dava hakkından feragatin hukuken sonuç doğurmayacağı gerekçesiyle, dava tarihinden geçerli olmak üzere iştirak nafakasının aylık 2.000TL’ye indirilmesine, kararın kesinleştiği tarih dönem başlangıç tarihi kabul edilerek nafakanın her yıl TÜİK tarafından açıklanan ve davacının talebinde belirttiği (TEFE+ÜFE) ortalaması oranında artırılmasına, nafaka indiriminin 01.02.2013 tarihinden geçerli olmasına dair talep ile birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyizi üzerine karar, yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, önceki gerekçeler yanında, her ne kadar nafaka borçlusu baba işinden kendi isteği ile ayrılmış ise de, daha sonraki işinde hesap edilen muhtemel nafaka rakamlarını ödeyebileceğine dair mali durumunda bir düzelme görülmediği, işten ayrılma ile alınan toplu paranın 17.916.66TL olduğu, ekonomik koşullar ve iş dünyasındaki konjonktürel değişimlerin aylık gelirlerde değişkenliğin kabulünü gerektirdiği, 2012 yılındaki kabul edilen rakam dava tarihi itibariyle nafaka borçlusunu ekonomik açıdan zorlamayacağı, yıllık %20 artışlar ile nafakanın gelecek yıllar için çekilmez hâle geleceğinin kabulünün gerektiği ve davacının bu artışları karşılayabilecek gücü olduğunun kabulünü gerektirir bir delilin bulunmadığı, nafaka çekilmez hâle geldiği gibi yalnızca %20’lik artış oranının ilerde davacının ekonomik mahvına sebebiyet verebileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı-birleşen davada davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, asıl dava bakımından taraflar arasında imzalanan boşanma protokolünde belirlenen iştirak nafakasının ve artırım oranının azaltılması şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının ayrı ayrı ele alınmasında yarar vardır.
I) İştirak nafakasının azaltılmasına ilişkin temyiz itirazları bakımından:
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 182/2. maddesi ile velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılması esası kabul edilmiş; 327. maddesinde de çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderlerin ana ve baba tarafından karşılanacağı öngörülmüştür.
Anılan Kanun’un 328. maddesinde ise ana ve babanın bakım borcunun, çocuğun ergin olmasına kadar devam edeceği, çocuk ergin olduğu hâlde eğitimi devam ediyorsa, ana ve babanın durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlü oldukları düzenlemesine yer verilmiştir.
Ana babanın bakım yükümünün doğal sonucu olan iştirak nafakası ise, çocuğun korunmasına yönelik olup, kamu düzenine ilişkindir ve hâkim talep bulunmasa dahi kendiliğinden iştirak nafakasına hükmetmelidir.
İştirak nafakasının miktarının nasıl belirleneceği ise 4721 sayılı Kanun’un “Nafaka miktarının takdiri” başlıklı 330. maddesinde;
“Nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenir. Nafaka miktarının belirlenmesinde çocuğun gelirleri de göz önünde bulundurulur.
Nafaka her ay peşin olarak ödenir.
Hakim istem halinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir”
Şeklinde düzenlenmiştir.
Bunun yanında iştirak nafakası miktarının yeniden belirlenmesi de mümkündür.
Nitekim TMK’nın “Durumun değişmesi” başlıklı 331. maddesi;
“Durumun değişmesi halinde hakim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır”.
Hükmünü taşımaktadır.
Buna göre hâkim ana baba veya çocuğun durumlarının değişmesine bağlı olarak iştirak nafakasının miktarını artırabilir, azaltabilir veya kaldırabilir.
Görüldüğü üzere, iştirak nafakası miktarının çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri; diğer bir ifade ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları gözetilerek belirlenmesi gerekmektedir.
Nafaka, tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile indirilebileceği gibi tamamen de kaldırılabilir. Ancak, sözleşme ile kararlaştırılmış ve hâkim tarafından onaylanmış olan nafakanın yasada aranan şartlar gerçekleşmeden tamamen kaldırılmasını ya da indirilmesini istemek hakkın kötüye kullanılması mahiyetini arz eder.
Ayrıca, Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 19. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) 26) ve 20. (TBK 27.) maddelerine aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmelerde, edimler arasındaki denge umulmadık gelişmeler yüzünden bozulacak olursa sözleşme koşulları değişen koşullara uyarlanır. Buna göre, sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırmış koşullarla bağlı kalmaları beklenmiyorsa, sözleşmeye hâkimin müdahalesi gündeme gelir.
Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olaya gelindiğinde, davacı genel müdür yardımcısı olarak görev yaptığı şirketten kendi iradesiyle iş sözleşmesini 01.02.2013 tarihi itibariyle sona erdirip, kendi işini kurduğu ve mali durumunda bir bozulma olmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumları, nafakanın niteliği ve özellikle küçüğün yaşı ile eğitim düzeyi gözetildiğinde müşterek çocuk için hâlen ödenmekte olan 4.200TL iştirak nafakası uygundur.
Diğer taraftan, gerekçeli karar başlığında dava tarihi 25.10.2013 olduğu hâlde 10.03.2016 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir nitelikte bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
II) İştirak nafakasının gelecek yıllardaki artış oranına ilişkin karara yönelik temyiz itirazları bakımından:
Nafaka, nafaka yükümlüsünü cezalandırıcı bir nitelik taşımamalıdır. Taraflar arasında düzenlenen boşanma protokolünde kararlaştırılan iştirak nafakasının her yıl %20 oranında artırılmasına ilişkin hüküm; bir tarafın zenginleşmesine, diğer tarafın ise fakirleşmesine yol açacak niteliktedir. “Hâkim; insana, tabiata, gerçeğe, olağana sırt çevirmeden ve katı kalıplar içinde sıkışıp kalmadan uyuşmazlığa insan kokusu taşıyan bir çözüm getirmek zorunluluğundadır” (Yargıtay 1.H.D. 31.12.1976 tarih ve 1976/9370 E- 13138 K. sayılı ilamı ). Bu sebeple, dava tarihinden sonraki dönemler için yıllık artış oranının ÜFE-TEFE’ye göre belirlenmesi, 4721 sayılı TMK’nın 4. maddesi gereğince hakkaniyete daha uygundur.
Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: 1-Yukarıda (I) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
2-Yukarıda (II) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, aynı Kanun’un 440. maddesine göre kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.11.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.