Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1492 E. 2018/1740 K. 20.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1492
KARAR NO : 2018/1740
KARAR TARİHİ : 20.11.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Akhisar 2. Asliye Hukuk Mahkemesince asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 27.11.2012 tarihli ve 2012/114 E. 2012/654 K. sayılı kararı davalı- karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.01.2014 tarihli ve 2013/4268 E., 2014/582 K. sayılı kararı ile,
“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı-karşılık davacının, karşılık davaya ilişkin temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davalı-karşı davacının asıl davaya yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava ve karşılık dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Mahkemece, karşılık davanın reddine; asıl davanın ise kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı-karşılık davacı tarafından temyiz olunmuştur.
Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış, BK.nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlemiştir.
Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olayda, dava dışı şirket adına kayıtlı bulunan ve davalının zilyetliğinde olan aracın, davacı tarafından gece geç saatlerde yedek anahtar ile davalının konutu önünden alınarak götürüldüğü; bunun üzerine şikayette bulunulduğu ve araçta bir kısım şahsi eşyanın da olduğunun ileri sürüldüğü; soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Dava konusu olayın açıklanan gelişim biçimi göz önünde tutulduğunda, davalının şikayet hakkını kullanması bakımından yeterli emarenin varlığı söz konusudur. Yukarıda belirtilen ilkeler ve saptanan olgular ışığında, davalı yönünden hukuka uygunluk nedeninin gerçekleştiği kabul edilmelidir. Mahkemece, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek davanın reddi yerine; istemin kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki bilgi ve belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, haksız şikâyet nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece davalının şikâyet hakkını kötüye kullandığı, şikâyet üzerine hakkında ceza soruşturması açılan davacının kişilik haklarının saldırıya uğradığı gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulüne, davalıda bulunan aracın yedek anahtar ile davacı tarafından alınıp götürülmesi sonucu uğranılan üzüntünün manevi zarar kapsamda kalmadığı gerekçesiyle karşı davanın reddine karar verilmiştir.
Davalı-karşı davacı vekilinin temyizi üzerine, karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı- karşı davacı vekili temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, yerel mahkemenin bozulan ilk kararında asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmiş iken, davalı-karşı davacının temyiz istemi üzerine Özel Dairece karşı davaya ilişkin temyiz itirazlarının reddine, asıl davaya yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün asıl dava yönünden bozulmasına karar verilmesinden sonra yerel mahkemece verilen direnme kararında “… karşı dava kesinleştiğinden bu hususta yeniden hüküm kurulmamış ve aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.” gerekçesiyle karşı dava hakkında yeniden hüküm kurulmaksızın asıl dava yönünden direnme kararı verilmiş olmasının usul ve yasaya uygun olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı HMK) 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümler, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
HMK’nın 294. maddesinin 3. fıkrasında ise “Hükmün tefhimi herhalde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur.” hükmüne yer verilmiştir. Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hâl, yeni tereddüt ve ihtilaflar oluşturur. Hatta giderek denilebilir ki, dava içinden davalar doğar, hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Öte yandan; direnme kararları yapıları gereği, kanunun hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı Yargıtay dairesinin denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi, direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.
Nitekim, aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2008 tarihli ve 2008/15-278 esas, 2008/254 karar; 21.10.2009 tarihli ve 2009/9-397 esas, 2009/453 karar; 07.05.2014 tarihli ve 2013/4-1121 esas, 2014/626 karar sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya gelince; yerel mahkemenin bozulan ilk kararında asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmiş iken, davalı- karşı davacının temyiz istemi üzerine Özel Dairece karşı davaya ilişkin temyiz itirazlarının reddine, asıl davaya yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün asıl dava yönünden bozulmasına karar verilmesinden sonra yerel mahkemece verilen direnme kararının gerekçe kısmında “… karşı dava kesinleştiğinden bu hususta yeniden hüküm kurulmamış ve aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.” ifadelerine yer verilmesine rağmen, hem kısa kararın hem de gerekçeli kararın hüküm fıkrasında karşı dava hakkında yeniden hüküm kurulmaksızın asıl dava yönünden direnme kararı verilmiş olması yukarıda açıklanan kurallara uygun değildir.
Hâl böyle olunca, bozulan ilk karar ile direnme kararı arasında farklılık bulunduğundan yerel mahkemece usulüne uygun direnme hükmü kurulması için işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin kararın usulden bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Davalı-karşı davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, kararın tebliği tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 20.11.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.