Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1472 E. 2018/1715 K. 15.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1472
KARAR NO : 2018/1715
KARAR TARİHİ : 15.11.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 1. Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.03.2014 tarihli ve 2014/22 E., 2014/101 K. sayılı karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 10.11.2014 tarihli ve 2014/8862 E., 2014/14890 K. sayılı kararı ile;
“…1-)Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-)Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince;
Dava, kişilik haklarına haksız saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunu, davalının 13/12/2010 tarihli T.B.M.M. Meclis Plan ve Bütçe görüşmelerinde ve devamında 14/12/2010 tarihli basın toplantısındaki beyanlarında, Kayseri Büyükşehir Belediyesinde on yedi kişilik bir rüşvet çetesinin bulunduğunu ileri sürdüğünü, kendisinin de belediye çalışanı olduğunu ve adının davacının beyanlarına dayanak gösterdiği dava dışı Hacı Ali Hamurcu’nun savcılık ifadesinde geçtiğini hakkında soruşturma yürütüldüğünü ancak savcılık tarafından kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, davacının kesinleşen bu karara ve aradan geçen zamana rağmen davaya konu açıklamalarda bulunduğunu bu durumun kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu beyanla uğranılan manevi zararın davalıdan tazminini talep etmiştir.
Davalı, beyanlarında davacının isim veya sıfatı gibi tanımlayıcı ibarelere yer verilmediğini, doğrudan davacının şahsına yönelik beyan, düşünce, yorumlarda bulunulmadığını, davacının haklarına doğrudan bir müdahale olmadığından matufiyetin oluşmadığını beyanla açılan davanın reddini savunmuştur.
Kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir. Hakim manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceği Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Davaya konu olan olayda; mahkeme davacı lehine 25.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiş, yerel mahkeme kararı dairemiz 02/07/2013 tarih 2012/18215 Esas ve 2013/12709 Karar sayılı ilamı ile hükmedilen tazminat miktarının fazla olduğu gerekçesiyle daha alt düzeyde tazminata hükmedilmek üzere bozulmuştur.
Yerel mahkemece, dairemiz bozma ilamına uyulmuş bu defa 12.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine yönelik karar verilmiştir. Olay tarihi, olayın oluş şekli ve gelişimi ve yukarıdaki ilkeler göz önüne alındığında, hükmedilen manevi tazminat fazla olup, daha alt düzeyde manevi tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir…”
gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunu, CHP Genel Başkanı olan davalının 13.12.2010 günü TBMM Genel Kurulu’nda 2011 yılı bütçe görüşmeleri sırasında söz aldığını ve bu konuşmasında davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde, şeref ve haysiyetine yönelik ithamlarda bulunduğunu, sonraki açıklamalarında da söylemlerini tekrar ettiğini, davalının konuşmalarında davacının Kayseri Büyükşehir Belediyesinde oluşturulan 17 kişilik bir çetenin üyesi olduğunu, çetenin belediyenin işleri ile ilgili olarak rüşvet topladığını, bu olayın da Hacı Ali Hamurcu’nun ihbarı ile ortaya çıktığını, Hacı Ali Hamurcu’nun emniyet müdürlüğünde alınan ifadesinin 26 sayfa olduğunu, daha sonra bu ifadenin 16 sayfaya düşürüldüğünü, saklanan diğer sayfalarda … hakkındaki suç iddialarının bulunduğunu, ancak bu olayların belediye başkanlığı, Cumhuriyet başsavcılığı ve emniyet müdürlüğünde kapatıldığını iddia ettiğini, davalının iddialarını düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğü kapsamında yer alan eleştiri hakkı olarak nitelemenin mümkün olmadığını, bu iddiaların hukukun himaye etmeyeceği derecede ağır ve haksız bir saldırı olduğunu ileri sürerek 100.000,00TL manevi tazminatın haksız fiil tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; davacının iddialarının yasal düzenlemeler ve yerleşmiş yargısal içtihatlar karşısında kabul edilemez nitelikte olduğunu, müvekkilinin bahsi geçen açıklamalarının ve konuşmalarının içeriği bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davalının, davacının kişilik haklarını ihlal etmek amacıyla hareket etmediğinin anlaşılacağını, ana muhalefet partisinin genel başkanı olan davalının şüpheli konular hakkında yorum yapmasının ve bu hususların araştırılmasını istemesinin, dolayısıyla iddiaları kamuoyuna duyurmasının siyasi, hukuki ve ahlaki bir görev niteliğinde bulunduğunu, kaldı ki dava dilekçesinde aktarılan ve dava konusu edilen sözlerin davacının ismi veya sıfatı gibi tanımlayıcı ibarelere yer verilmeden, davacının şahsına yönelik beyan düşünce ve yorumlarda bulunulmadan dile getirildiğini, bu nedenle ortalama mâkul bir zekaya sahip şahsın bu söylemlerden doğrudan davacının kastedildiğini algılamasının mümkün olmadığını, ayrıca talep edilen manevi tazminat miktarının yüksek olduğunu belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece 11.09.2012 tarihli ilk kararda; davanın dayanağını davalının TBMM’de 13.12.2010 tarihinde 2011 yılı bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı konuşmanın oluşturduğu, söz konusu konuşma metni incelendiğinde davalının Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığındaki yolsuzluk iddiaları ile ilgili olarak açıklamalarda bulunduğu, bu açıklamalarda açıkça davacıya yönelik bir isnatta bulunmamış olsa da, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı içerisinde gerçekleştiği iddia edilen yolsuzluklarla ilgili yapılacak beyan ve açıklamalarda muhatabın Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunun orta zekadaki her insan tarafından anlaşılabileceği ve konuşmanın kimi yerinde de davacının isminin geçtiği, bu itibarla matufiyet unsurunun varlığının kabulünün gerektiği, konuşma metni değerlendirildiğinde, o tarihlerde Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığında görev yapan Hacı Ali Hamurcu isimli kişinin belediye başkanlığındaki rüşvet çarkının nasıl döndüğünü ayrıntıları ile emniyet mensuplarına anlattığı, bunun üzerine davacı ve diğer belediye çalışanları hakkında soruşturma başlatıldığı, yapılan inceleme sonucu isnat edilen suçun TCK’nın 252. maddesi kapsamına girdiği ve rüşvet suçunu oluşturduğu belirtilerek 3628 sayılı Kanun’un 17. maddesi uyarınca işlem yapılmasının talep edildiği ve akabinde de olayların gelişiminin anlatıldığı, davalının yaptığı konuşmalarda ve açıklamalarda Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığındaki rüşvet olaylarının nasıl gerçekleştiğini anlatan kişi olarak ismini verdiği Hacı Ali Hamurcu’nun Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/279 E., 2008/289 K. sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinin 1. fıkrası gereğince mahkûmiyetine karar verildiği, kararın Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nce onanarak ve kesinleştiği, yine konuşmada belirtilen eylemlerle ilgili olarak Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/24740 soruşturma ve 2008/3088 karar sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığı yönünde karar verildiği, söz konusu bu kararda davacının isminin de şüpheli olarak yer aldığı, kararın itiraz edilmeksizin kesinleştiği, kararın içeriği incelendiğinde de ismi geçen Hacı Ali Hamurcu’nun iddiaları ile ilgili olarak herhangi bir delilin elde edilemediğinin belirtildiği, davalının 2011 yılı bütçe görüşmeleri sırasında Mecliste yaptığı konuşmada anlattığı eylemlerle ilgili olarak iki ayrı yargı kararının ve Kayseri vali yardımcısı tarafından hazırlanan muhakkik raporunun bulunduğu, söz konusu bu yargı kararlarından ilkinin Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığındaki yolsuzlukları ortaya çıkaran kişi olarak gösterilen Hacı Ali Hamurcu hakkında 2. Ağır Ceza Mahkemesince dolandırıcılık suçundan dolayı verilen mahkûmiyet kararı, ikinci yargı kararının ise açıklamalara konu eylemler sebebiyle Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen karar olduğu, Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına yönelik bu kararında iddiaları ortaya atan kişi olarak belirtilen Hacı Ali Hamurcu’nun ifadelerinin çelişkili olduğunun ve sonradan bu kişinin iddialarından rücu ettiğinin, yapılan idari soruşturmadan ise hiçbir delilin elde edilemediğinin vurgulandığı, vali yardımcısı tarafından yapılan soruşturma sonucu hazırlanan 03.12.2007 tarihli raporda da iddiaların soyut olduğu ve soruşturma açılmasına gerek olmadığı kanaatinin bildirildiği, buna rağmen davalının bütçe görüşmeleri sırasında bu konuyu dile getirilerek geniş kitlelere ulaşmasını sağlamış olmasının eleştiri sınırlarını aştığı ve davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu, dolayısıyla söylenen sözlerin ve iddiaların ağırlığı, bu durumun davacı üzerindeki etkisi, talep miktarı, tarafların siyasi kişiliği, konuşmanın Mecliste yapılması, ülke gündemini uzun süre işgal etmesi gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesinin yerinde olacağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne (25.000,00TL) karar verilmiştir.
Hükmün davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece davacının tüm, davalının diğer temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra; kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimsenin manevi tazminata hükmedilmesini isteyebileceği, hakimin manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumları da dikkate almasının gerektiği, miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hâl ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenlerin karar yerinde objektif olarak göstermesinin doğru olacağı, çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hâkimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceğinin Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde belirtildiği, hükmedilecek bu paranın, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşıdığı, bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmediği, o hâlde bu tazminatın sınırının onun amacına göre belirlenmesinin ve takdir edilecek miktarın, mevcut hâlde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmasının gerektiği, davaya konu olan olayda isteme esas fiilin oluş tarihi, gelişim şekli ve ilkeler gözönüne alındığında, hükmedilen manevi tazminat miktarının fazla olduğu ve daha alt düzeyde manevi tazminata hükmedilmesinin gerektiği gerekçesiyle kararın bozulmasına 02.07.2013 tarihinde oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Yerel mahkemece Özel Dairenin bozma kararına uyulmuş ve yapılan yargılama neticesinde 18.03.2014 tarihli ikinci kararda davacının kişilik haklarına saldırı eyleminin sabit olduğu belirtilerek ve önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek davanın kısmen kabulüne (12.000,00TL) karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle ikinci kez bozulmuştur.
Yerel mahkemece 06.10.2015 tarihli kararda; manevi tazminat miktarının tespiti sırasında 22.06.1966 tarihli ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında gösterilen ilkelerden yararlanıldığı, bu kararda manevi tazminata hükmedilebilmesi için BK’nın 47. maddesinden doğan özel şartlarla birlikte genel şartların mevcut olmasının gerektiğinin, genel şartların mevcudiyetinden sonra BK’nın 47. maddesinden doğan özel şartların varlığının aranacağının açıklandığı, aynı kararda özel şartların her olaya göre değişebileceği vurgulandıktan sonra, bu şartların başında manevi zararın önemli olmasının, yani gerçekten manevi bir tatmin ihtiyacının doğmuş bulunmasının, olayın oluş şeklinin nazara alınması gerektiğinin ve tarafların içtimai mevkilerinin tahsil ve iktisadi durumlarının gözönünde tutulması gerektiğinin belirtildiği, eldeki davada davalı tarafından bütçe görüşmeleri sırasında dile getirilen söylemlerin geniş kitlelere ulaştığı, bu bağlamda da eleştiri sınırlarının aşıldığı ve kişilik haklarına saldırının gerçekleştiği, manevi tazminat miktarının tayini için öncelikle davacının talep ettiği miktarın değerlendirildiği, tazminat miktarının belirlenmesinde söylenen sözlerin çok geniş bir kitleye ulaşması, bu nedenle siyasi kişiliği bulunan davacı üzerindeki etkisinin daha fazla olması, tarafların sosyal ekonomik durumu ve talep edilen tazminat miktarı yanında aynı taraflar arasında görülen ve davalının 27.12.2010 tarihli Star TV Arena Programında söylediği aynı sözler sebebiyle mahkemenin 2011/31 E., 2012/475 K. sayılı kararı ile verilen 12.000,00TL manevi tazminatın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından onanmasının da etkili olduğu, daha fazla veya daha az miktarda bir manevi tazminata hükmedilmesi durumunda birbirine çok yakın tarihlerde gerçekleştirilen aynı eylem nedeniyle farklı miktarlarda verilen manevi tazminatın adalet anlayışına da uygun olmayacağı, kaldı ki daha az miktarda tazminatın davacının manevi zararlarının karşılığı olarak kabul edilemeyeceği belirtilerek ve önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının 13.12.2010 günü TBMM Genel Kurulu’nda 2011 yılı bütçe görüşmeleri sırasında kullandığı ifadeler nedeniyle davacı yararına takdir edilen manevi tazminat miktarının fazla olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır:
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
hükmü yer almaktadır.
Dava konusu haksız eylemin gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Şahsi Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
düzenlemesine yer verilmiştir.
İlk karar tarihinden önce 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde de:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”
şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nun 24. ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.58) maddeleri ile koruma altına alınan kişilik hakları, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
Görüldüğü üzere, BK’nın 49. (6098 sayılı TBK m.58) maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir.
Burada kural olarak doğrudan doğruya zarar görme koşulu aranmaktadır. Ancak kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir. BK’nın 49. maddesi genel bir düzenleme olup, öngördüğü koşullar gerçekleştiğinde, ruhsal uyum dengesi sarsılanın, kişilik değerlerine saldırı nedeniyle manevi tazminat isteyebilmesi olanağı vardır.
Manevi tazminat isteminin temelinde, davalının haksız eylemi yatmaktadır. Bilindiği üzere haksız eylemin unsurları hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve fiil ile zarar arasında illiyet bağı bulunmasıdır.
Öte yandan, kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir ise de, hâkimin özel hâlleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı, adalete uygun olmalıdır. Hâkim manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumları da dikkate almalıdır.
22.06.1966 tarihli ve 1966/7 E., 1966/7 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel durum ve koşullar da açıkça gösterilmiştir. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hâl ve şartların bulunacağı da gözetilerek hâkim, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hukuka ve hakkaniyete göre hüküm vereceği Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu tutar, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Manevi tazminat bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O hâlde bu tazminatın sınırı, onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut durumda elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Ayrıca AİHM kararlarında da ifade özgürlüğüne getirilecek sınırlamanın; kanuni olması, meşru amaca dayanması ve demokratik toplumda gerekli olmasının yanı sıra orantılı olması gerektiği belirtilmiştir. İfade özgürlüğünün esas, sınırlamanın ise istisna olması nedeniyle getirilecek sınırlama (somut olayda tazminat miktarı) kişilik haklarına yapılan saldırı ile orantılı olmalıdır. Aksi hâlde sınırlama, AİHS’nin 10. maddesine aykırılık teşkil edecektir (AİHM 35839/97 Başvuru numaralı Pakdemirli/Türkiye kararı).
Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde;
Davalının 13.12.2010 günü TBMM Genel Kurulu’nda 2011 yılı bütçe görüşmelerinin yapılması sırasında söz aldığı ve konuşmasında Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığında gerçekleştiği iddia edilen yolsuzluklara ilişkin değerlendirme yaptığı, söz konusu bu konuşmada 17.07.2007 tarihinde Hacı Ali Hamurcu isimli vatandaşın Emniyet Müdürlüğüne giderek çalıştığı Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığında rüşvet ilişkisinin nasıl doğduğunu anlattığı, ifadenin 26 sayfadan oluştuğu, rüşveti toplayanın ifadeyi veren Hacı Ali Hamurcu olduğu, ancak 26 sayfalık ifadenin 16 sayfaya düşürüldüğü hususları ile ifadenin neden 16 sayfaya indirildiği ve ifadenin içerisinden Kayseri Ana Kent Belediye Başkanının rüşvet olayları ile ilgili bölümlerinin çıkarılıp çıkarılmadığı sorularının konu edildiği anlaşılmaktadır.
Konuşmada ismi geçen Hacı Ali Hamurcu hakkında kamu kurum ve kuruluşları vb tüzel kişiliklerin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarını işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı, bu davaya Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığının müdahil olarak katıldığı ve yapılan yargılama neticesinde Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/253 esas, 2008/3 karar sayılı kararı ile Hacı Ali Hamurcu’nun dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçundan ceza aldığı,
Davacı hakkında Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/24740 soruşturma, 2008/3088 karar sayılı dosyasında rüşvet almak ve rüşvet vermek, dava dışı Hacı Ali Hamurcu hakkında ise rüşvet almak, rüşvet vermek ve iftira suçunu işledikleri iddiasıyla yapılan soruşturma neticesinde şüphelilerin müsnet suçları işledikleri yönünde soyut iddia dışında hiçbir delil ve emare elde edilemediği belirtilerek, yine iftira suçunun ise manevi unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği,
Davaya konu konuşma üzerine davacı hakkında Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/1493 soruşturma, 2011/15569 karar sayılı dosyasında rüşvet almak, yine dava dışı Hacı Ali Hamurcu hakkında rüşvet almak ve iftira suçlarını işledikleri iddiasıyla yapılan soruşturma neticesinde şüphelilerin müsnet suçları işledikleri yönünde kamu davası açılmasını haklı kılacak yeterlilikte ve kuvvette delil, iz, eser ve emarenin bulunmadığı ifade edilerek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği görülmektedir.
Eldeki davada davalı tarafından davacı hakkında kullanılan ifadelerin ifade özgürlüğü kapsamında kalmadığı, kamunun bilgilendirilmesi sınırlarını aştığı ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eden bir nitelik taşıdığı hususunda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Öte yandan davacı lehine hükmedilen manevi tazminat miktarına bakıldığında olay tarihi, taraflar arasındaki olayların gelişim şekli, konuşmanın bütünü içerisinde kullanılan ifadeler, tarafların ekonomik ve sosyal durumları ile taraflar arasında görülen ve davalının 27.12.2010 tarihli Star TV Arena Programında söylediği aynı sözler nedeniyle mahkemenin 2011/31 E., 2012/475 K. sayılı kararı ile hükmedilen 12.000,00TL manevi tazminatın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından onandığı ve kararın bu şekli ile kesinleştiği dikkate alındığında, farklı miktarda bir manevi tazminata hükmedilmesi durumunda birbirine çok yakın tarihlerde gerçekleşen aynı eylemler nedeniyle hükmedilen tazminat miktarları arasında çelişkinin ortaya çıkacağı anlaşılmakla somut olayda hükmedilen 12.000TL manevi tazminat miktarının fazla olmadığı kanaatine varılmıştır.
Hâl böyle olunca yerel mahkemenin manevi tazminatın miktarının fazla olmadığı gerekçesiyle verdiği direnme kararı yerindedir.
Açıklanan nedenlerle direnme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (614,79TL) harcın temyiz eden davalıdan alınmasına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 15.11.2018 gününde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.