Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1463 E. 2020/991 K. 02.12.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1463
KARAR NO : 2020/991
KARAR TARİHİ : 02.12.2020

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı … (Sendika) vekili 10.01.2013 tarihli dava dilekçesinde; Anadolu Ajansı T.A.Ş. (Anadolu Ajansı)’nın yürütme anlamında Başbakan Yardımcısı davalı …’a bağlı olduğunu, 44 yıldır Anadolu Ajansı personelinin özlük haklarının imzaladıkları toplu iş sözleşmeleri ile belirlendiğini, 24. Dönem Toplu İş Sözleşmesinin 01.10.2012 tarihi itibariyle sona erdiğini, Anadolu Ajansının yönlendirmesi ve açık desteği ile Medya İş Sendikası kurulduğunu, Başbakan Yardımcısı davalı …’ın 5 Haziran 2012 tarihinde gazetelerde yer alan açıklamasında “……Biz inşallah yeni toplu iş sözleşmemizi daha ileri haklar noktasında Medya- iş ‘le yaparsak bu bizi çok mutlu edecektir. İdeolojik sendika olmamak lazım. Ücret sendikacılığı artık geçti. Evet, ücret baştadır; insanlar her gün gelirlerinin artmasını isterler ama bir sosyal sendikacılığa da ihtiyacımız var. Sadece işverenle kavga etmek, çatışmak onu her alanda kötülemek, kendi ideolojisine karşı olduğu için onu reddetmek durumunda değiliz. Böyle bir sendikacılık dünyada da Türkiye’de de kalmadı. O yüzden görüyoruz ki Anadolu Ajansı yıllar sonra kendi içinde fevkalade iyi bir gelişmeyi, iyi bir noktayı yakalamış durumda…..”şeklinde beyanları ile Medya- İş Sendikası yönünden tarafgirliğini açıkça ortaya koyduğunu, müvekkili Sendikayı “ideolojik” olmakla suçladığını, yine 17 Ekim 2012 tarihli açıklamasında ise “….Bugün basın çalışanları açısından en güçlü sendika Medya- İş. Bunun bir tek sebebi var, gerçekten tek işi medyada çalışanların haklarını gözetmek. İdeolojik bir sapkınlığı yok. Herhangi bir şekilde vatanseverliğini, yurtseverliğini sorgulatacak sırtında bir kamburu yok….”şeklinde beyanları ile de müvekkili Sendikayı “suç anlamında ideolojik sendikacılık” yapmakla itham ettiğini, davalının yeni sendikayı desteklediğini dile getirirken müvekkili Sendikaya da hakaret ettiğini, bu söylemlerin Sendikanın manevi şahsiyetine yönelik ağır saldırı oluşturduğunu belirterek 20.000,00TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 31.01.2013 tarihli cevap dilekçesinde; müvekkilinin yaptığı açıklamaların davacı Sendikanın tüzel kişiliğine hakarete ve manevi zarara neden olacak bir ifade içermediğini, kişisel görüşlerini belirttiğini, kullandığı sözlerin yanında davacının adının geçmediğini ve imalı bir ifade kullanılmadığını, talep edilen manevi tazminat miktarının da fahiş olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.06.2013 tarihli ve 2013/39 E., 2013/415 K. sayılı kararı ile; davalının başbakan yardımcısı olarak hem davacının hem de davada taraf olmayan Medya-İş Sendikasının haklarını aynı derecede gözetmesi gerektiği, sözlerinin rakip sendika mensupları tarafından söylenmesi ile başbakan yardımcısı tarafından söylenmesi arasında çok büyük fark olduğu, bu ülke hukukuna göre kurulmuş, rakipleri ile eşit haklara sahip olan davacı Sendikanın; başbakan yardımcısı tarafından aşağılanmasının şahsiyet haklarının ihlali niteliği taşıdığı, manevi tazminatı gerektirir koşulların oluştuğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 10.000,00TL manevi tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 03.12.2014 tarihli ve 2014/369 E., 2014/16473 K. sayılı kararı ile; “Uyuşmazlık, siyasi bir kişilik olan davalının açıklamalarının ifade özgürlüğü ve eleştiri kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Davalı, milletvekili ve aynı zamanda Başbakan Yardımcısı olup, siyasi kimliği ile basına açıklamalarda bulunmuştur. Hükümette görevli olup, görevi gereği sendikacılık ile ilgili açıklamalarda bulunan davalının sözlerinde davacı sendikanın ismi de geçmemektedir. Açıklamaların tamamı bir bütün halinde değerlendirildiğinde, sendikacılık faaliyetleri ile ilgili eleştiri ve düşünce açıklaması mahiyetinde olduğu görülmektedir.
Şu halde, davanın tümden reddi gerekirken, istemin kısmen kabulü doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.04.2015 tarihli ve 2015/124 E., 2015/166 K. sayılı kararı ile; davalının konuşmalarının tamamı değerlendirildiğinde dava konusu sözlerde davacı Sendikayı kastettiğinin belli olduğu, matufiyet unsurunun gerçekleştiği, davalının yürütme organı olarak idari görev ve yetkilerini kullanırken her türlü teşekkülün varlığına tahammül etmesinin beklendiği, davalının iki sendikadan birini desteklerken diğerinin ideolojik sapkınlık ve yurtseverliği sorgulatacak kambur taşıdığını belirtmesinin kamu gücünün kullanılmasında eşitliği bozduğu, davalının görevi, yetkileri ve gücü ile davacının konumu kıyaslandığında davacı için tahammülü zor ifadeler ve ithamlar taşıyan sözlerin üzüntüye yol açtığı, hoşgörü sınırları dışında kaldığı gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.

Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının siyasi kişiliği göz önüne alındığında, davaya konu açıklamalarının ifade özgürlüğü ve eleştiri kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, varılacak sonuca göre davacı sendikanın kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. ve 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. TMK’nın 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
17. Dava konusu 04.06.2012 tarihli ilk açıklamanın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” düzenlemesi yer almaktadır.
18. Dava konusu 17.10.2012 tarihli ikinci açıklamanın yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın 58. maddesinde ise;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” hükümleri yer almaktadır.
19. TMK’nın 24, BK’nın 49. ve TBK’nın 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
20. Görüldüğü üzere BK’nın 49. ve TBK’nın 58. maddeleri gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
21. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
22. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
23. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme’nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
24. AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
25. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49).
26. AİHS’nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
27. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
28. AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlâl edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “…bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O./ Nalbant, A.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
29. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 09.04.2019 tarihli ve 2017/4-1687 E., 2019/427 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
30. Somut olayda; Anadolu Ajansının kuruluşundan 01.10.2012 tarihine kadar Anadolu Ajansı işverenliği ile imzalanan toplu iş sözleşmeleri ile personelin özlük haklarını davacı Sendikanın belirlediği, 09.03.2012 tarihinde davacı Sendikanın yanında ikinci bir sendika olarak Medya- İş Sendikası’nın kurulduğu, davalının dava dışı Medya-İş Sendikası Yönetim Kurulu üyelerini makamına kabulü sırasında yaptığı açıklamalarında dava konusu ifadeleri (paragraf 4) kullandığı anlaşılmaktadır.
31. Bu durumda yukarıda yapılan açıklamalara, somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre davalı tarafından yapılan açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; davalının Medya- İş Sendikasının Genel Başkanı ile Yönetim Kurulu üyelerini kabulü sırasında sendikacılık faaliyetleri ile ilgili genel açıklamalarda bulunduğu, sendikacılık faaliyetlerinin nasıl yapılması gerektiğini belirterek sendikacılık faaliyetlerini genel olarak eleştirdiği, ifadeleri sırasında davacı Sendikanın isminin geçmediği, ayrıca davalının kullandığı ifadelerin katlanılması gerekilen eleştiri sınırlarını aşmadığı, açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı ve bu nedenle de davacının kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği sonucuna varılmıştır.
32. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
33. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen geçici 3. maddeye göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesinin III/1. bendine göre karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 02.12.2020 tarihinde oy birliği ile ve kesin olarak karar verildi.