Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1439 E. 2021/1388 K. 11.11.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1439
KARAR NO : 2021/1388
KARAR TARİHİ : 11.11.2021

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalıların müvekkilinin fazladan harcırah aldığı iddiasıyla yaptıkları şikâyetler nedeniyle başlatılan soruşturma sonucunda üyesi bulunduğu TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odasında disiplin kovuşturması açılmasına yer olmadığına dair karar verildiğini, yapılan asılsız şikâyetin müvekkilinde derin üzüntüye sebebiyet verdiğini, manevi tazminat isteme koşullarının oluştuğunu ileri sürerek 7.500TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı … cevap dilekçesinde; açılan davayı kabul etmediğini, Anayasa ile güvence altına alınan şikâyet hakkını kullandığını, şikâyet ve beyanlarında davacının kişilik haklarını ihlal eder herhangi bir beyanının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; açılan davayı kabul etmediklerini, şikâyet dilekçesinde davacının kişilik haklarını ihlal eder bir ifadelerinin bulunmadığını, Anayasal şikâyet hakkının kullanıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
7. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 05.11.2014 tarihli ve 2014/65 E., 2014/714 K. sayılı kararı ile; davalı tarafından yapılan şikâyetlerin Anayasa ile güvence altına alınan hak arama özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığı, yapılan şikâyetlerde doğrudan davacının kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan bir beyan bulunmadığı, dolayısıyla olayda manevi tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25.02.2016 tarihli ve 2015/4347 E., 2016/2425 K. sayılı kararı ile;
‘‘…Şikâyet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.
Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmış, 25. maddesinde kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı ifade edilmiş, TBK’nun 58. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir.
Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikâyet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
Somut olaya gelince; davalıların ayrı ayrı imzalarını taşıyan 11.06.2013 tarihli şikâyet dilekçelerinde “09.08.2011 tarihli JFMO yönetim kurulu toplantısında alınan 13 Ağustos 2011 Cumartesi akşamı Kocaeli Şube Başkanlığı tarafından verilecek iftar yemeğine Yönetim Kurulu II. Başkanı … ve Yönetim Kurulu üyesi yazman …’in katılmasına ve zorunlu masraflarının karşılanması kararı alınmıştır. 13.08.2011 tarihinde Yönetim Kurulu üyesi Sayın … ve … birlikte otobüs ile Kocaeli’ne gitmiştir. Aynı gün akşam aynı araç ile ben, … ve yazman … ile birlikte gece Ankara’ya dönülmüştür. Söz konusu katılımla ilgili şahsım bir gün yol harcırahı almama rağmen üye …’in 3 gün yol harcırahı aldığı bilinmektedir. Konunun araştırılarak oda bütçesinden fazla alınan yol harcırahı ile ilgili gerekli işlemlerin yapılmasını; arz ve talep etmekteyim. Şahitler … – …” yazılı olduğu görülmüştür.
Taraflar TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odasının üyeleridir. Davalıların dava konusu edilen şikâyetlerinin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturup oluşturmayacağının tartışılması, bu yapılırken de tarafların sıfatları ve konumları, şikâyetin içeriği, delilleri, tarihi ve sonuçları gibi hususların değerlendirilmesi gereklidir. Davacı ile davalılardan …, odanın yönetiminde birlikte görev yapmakta olup, 2011 yılı Ağustos ayında, Kocaeli Şubesi tarafından düzenlenen iftar yemeğine katılmak üzere yönetim kurulu tarafından görevlendirilmişlerdir. Yemeğe her ikisi de katılmıştır. Aradan iki yıla yakın bir zaman geçtikten sonra tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere odanın yönetim seçimlerine az bir zaman kala davalılar ayrı ayrı oda yönetim kuruluna verdikleri ancak kelimesi kelimesine aynı dilekçeleri ile “iftar yemeğine katılan üyelere bir günlük harcırah verildiği halde …’in üç günlük harcırah alması nedeniyle oda bütçesinden fazladan alınan harcırah ile ilgili gerekli işlemlerin yapılmasını” istemişlerdir. Davalılar davacının fazla harcırah aldığı konusundaki şikâyetlerini bu yöndeki duyumlarına dayandırmışlardır. Yönetim kurulunun 27.07.2013 günlü kararı ile şikâyet konusu hakkında soruşturmacı tayin edilmiş, yapılan soruşturma sonunda 25.10.2013 tarihli rapor ile “iftar yemeğine katılan …’e diğer katılımcılar gibi ( …, …, …) iki günlük yol harcırahı ödendiği konu ile ilgili iddialar yanlış olup disiplin kovuşturması açılmasına yer olmadığı” belirtilmiş, yönetimin 28.12.2013 günlü toplantısında da şikâyet ile ilgili kovuşturma açılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Şu durumda; davalıların, iki yıl öncesine ait bir organizasyon için davacıya soruşturma raporundan anlaşıldığı üzere 29 TL tutarında fazla harcırah ödendiği konusunda oda seçimlerine az bir zaman kala özellikle davalı …’in kendisinin de iki günlük harcırah almasına ve katılımcıların tümüne ikişer günlük harcırah ödendiğini bilebilecek durumda olmasına karşın salt bu yöndeki duyumlarını gerekçe göstererek kendisinin bir günlük, davacının ise üç günlük harcırah aldığı yönünde şikâyetçi olmasında, diğer davalı …’ın da davalı …’e ait şikâyet dilekçenin aynısının altına salt duyuma dayalı şüphesi nedeniyle imza atarak şikâyetçi olmasında hak arama özgürlüğü sınırlarının aşıldığı ve hakkın kötüye kullanıldığı sonucuna varılmıştır. Davacının on yılı aşkın süredir oda yönetiminde görevli olması nedeniyle oda içinde var olan itibarının söz konusu şikayet nedeniyle zedelenmiş olduğunun kabulü ile kişilik haklarına saldırıdan dolayı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmek gerekirken davanın tümden reddine karar verilmiş olması isabetli olmamış gösterilen nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir’’gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.07.2016 tarihli ve 2016/307 E., 2016/383 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalıların şikâyet hakkının yasal sınırlar içerisinde kullanılıp kullanılmadığı, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulmayacakları noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
13. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
14. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
15. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
16. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
17. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır” düzenlemesi mevcuttur.
18. Dava konusu şikâyet dilekçelerinin verildiği tarihte yürürlükte bulunan TBK’nın 58. maddesinde ise;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” hükümleri yer almaktadır.
19. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
20. Görüldüğü üzere TBK’nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
21. Bu aşamada “hak arama hürriyeti” ve “iddia ve savunma dokunulmazlığı” kavramlarına değinmekte fayda bulunmaktadır.
22. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa), “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesine göre;
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” düzenlemesi mevcuttur.
23. Anayasa’nın 36. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez” şeklindeki 128. maddesi ile iddia ve savunma dokunulmazlığı anayasal ve yasal teminat altına alınmıştır. Her hakta olduğu gibi iddia ve savunma dokunulmazlığı da sınırsız olmayıp, madde devamında, “Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği” bildirilmiştir.
24. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir. Yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının Anayasa’nın 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdırlar (Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19.02.2019, § 45-46).
25. Anayasa’nın ve TCK’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvurular ile bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, başvuru veya dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak başvuru veya dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan iddialarda bulunulmasında veya yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış olur.
26. Hak arama özgürlüğünün kullanım şekillerinden biri olan şikâyet, yanlışları tartışmanın ve bunlara olası çözümler bulabilmenin bir yolu olduğuna göre serbestçe dile getirilebilmelidir. Hak arama özgürlüğü bağlamında ele alınacak olan şikâyet hakkı, meşru bir amaç için kullanılırken, içeriğine konu bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Olgular kanıtlanabilir, oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konamaz. Kanaatler bir olay ya da durum konusunda bir bakış açısını veya kişisel bir değerlendirmeyi dile getirir; bunların doğru ya da yanlış olduklarının kanıtlanması olanaksızdır. Fakat kanaatin temelini oluşturan olguların doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkündür.
27. Şikâyet, kullanılması bir hak olmasının yanında, kişiye sorumluluk da yüklemektedir. Şikâyet hakkının kötüye kullanılmış olup olmadığının tespitinde bakılacak unsur şikâyet hakkının amaca uygun olarak kullanılmış olmasıdır. Amaca uygunluk öz çıkarın korunması ile mümkündür. İlgili makamlara yapılan şikâyet ve ihbar, açılan ceza davaları, bu hakkın koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmışsa amaca uygun bir davranış olarak hukuka da uygundur. Ancak bu hak öz çıkarın korunması yerine başkasını zarara uğratmak için kullanılmışsa artık hukuka uygunluktan söz edilemeyecektir. Başkasını zarara uğratmak için bir hakkın kullanımı iyiniyet kurallarına aykırıdır.
28. Şikâyet hakkı amaca uygun olmak yanında uygun araçlarla da kullanılmalı, hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar gerçek olmayan şikâyet veya ihbar hukuka aykırı davranış niteliğindedir.
29. Şikâyet hakkının kötüye kullanıldığından söz edebilmek için ihbar veya şikâyetin karşı tarafın suçsuzluğunu bilerek zarara uğratmak veya küçük düşürmek amacıyla yapılması yahut şikâyet konusu hakkında delil ve emare olmadığı hâlde şikâyetin yapılmış olması gerekir.
30. Bu nedenle ihbar veya şikâyetin temelini oluşturan maddi olguların ciddi ve inandırıcı deliller ile desteklenmesi gereklidir. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli delil olması zorunlu değildir.
31. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği, diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikâyet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi hâlde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikâyet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.
32. Hak arama hürriyeti ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
33. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davacı ile davalıların TMMOB Jeofizik Mühendisler Odasının üyeleri oldukları, 09.08.2011 tarihli yönetim kurulu kararı ile davacı ile dava dışı …’ın 13.08.2011 tarihinde Kocaeli Şube Başkanlığı tarafından düzenlenen iftar yemeğine katılmalarına ve zorunlu masrafların karşılanması yönünde karar alındığı, katılımcıların tamamına iki günlük harcırah ödendiği, davalıların davacının bu organizasyon için fazladan harcırah aldığı iddiasıyla 11.06.2013 tarihli ayrı ayrı şikâyet dilekçesi verdikleri, bunun üzerine şikâyet konusu olayı araştırmak için soruşturmacı tayin edildiği, soruşturma sonucu düzenlenen 25.10.2013 tarihli raporda ise iftar yemeğine katılan davacıya da diğer katılımcılar gibi iki günlük yol harcırahı ödendiği, konu ile ilgili iddiaların yanlış olduğu ve disiplin kovuşturması açılmasına yer olmadığına ilişkin karar verildiği anlaşılmaktadır.
34. Şu durumda, odanın yönetim kurulu seçimlerine az bir süre kala şikâyet dilekçelerinin verilmesi, iftar yemeğinin düzenlendiği tarih ile şikâyet dilekçelerinin verildiği tarih arasında yaklaşık bir yıl on ay gibi uzun bir sürenin bulunması, davalılardan …’in iftar yemeğine katılmasından dolayı diğer katılımcılara iki günlük harcırah ödendiğini bilebilecek durumda olması, davalıların sırf duyumlara dayalı hareket ederek ve olayı araştırmadan davacıyı şikâyet ettikleri hususları gözetildiğinde; davalıların sırf davacıya zarar vermek kastıyla şikâyette bulundukları, böylece hak arama özgürlüğü sınırlarının aşıldığı, şikâyetin hukuken korunması gereken bazı emarelere dayanmadığı ve yasal sınırlar içinde kalmadığı, bu nedenlerle davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği sonucuna varılmaktadır.
35. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
36. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca miktar yönünden karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 11.11.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.