Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1368 E. 2018/1327 K. 19.09.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1368
KARAR NO : 2018/1327
KARAR TARİHİ : 19.09.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 24.05.2012 tarihli ve 2011/210 E., 2012/149 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 11.11.2013 tarihli ve 2013/13931 E., 2013/17419 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, istemin kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı; Star Gazetesi’nin 09/06/2010 tarihli nüshasının birinci sayfasında “Tarafsız Yargı” başlığı altında yapılan ve iç sayfada devam eden haberlerde, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar; dava konusu haberin o tarihte gündemde olan olaylara ilişkin olup kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla yapıldığını, emniyet kaynaklarından edinilen teknik takip bilgileri çerçevesinde haber yapıldığını belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.
Yerel mahkemece; dava konusu haberde kullanılan kimi ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu kabul edilerek, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Dosya incelendiğinde; kamuoyunda Ergenekon adı ile bilinen dosyada tutuklu olarak yargılanan sanık Mehmet Haberal’ın tahliye edilmesine yönelik yasa dışı girişimlerden dolayı, aralarında eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ve Av. Tülay …’ın da bulunduğu kimi şahıslar hakkında, “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçundan soruşturma başlatıldığı, dava konusu haberin de bu soruşturma kapsamında yapılan teknik takipten elde edilen telefon görüşme kayıtlarına dayanarak yapıldığı anlaşılmaktadır.
Mahkeme kararı ile yapılan bu dinlemeler sırasında, Türkiye’nin gündemini sarsan ve halen de gündemi meşgul etmeye devam eden Ergenekon davasına bakmakla görevli davacı hakimin, bu davayı yönlendirmek isteyen ve haklarında soruşturma başlatılan kişilerce etkilenmek istendiğine dair içerik arzeden görüşme kayıtları ele geçirilmiştir. Bu derece önemli bir olayın, yukarıda açıklanan basın özgürlüğü çerçevesinde davalı gazetede yayınlanmasından daha doğal bir şey olamaz. Diğer yandan; haberde, görüşme kayıtlarının davacının direkt özel hayatı ile ilgili gizli ve kanunen korunması gereken kısımları açıklanmamış, daha çok davacının hakim olarak görev yaptığı davada, yönlendirme amaçlı yapılan baskı ve etkileme teşebbüslerine dair içerikler yayınlanmıştır. Haber bir bütün olarak değerlendirildiğinde, yargılamanın dışarıdan etkilenmek sureti ile sanıklar lehine bir kısım kararlar alınmasının sağlanması çabalarına ilişkin ele geçirilen delillerin ortaya konulmasına yöneliktir. Kaldı ki, haberde bahsi geçen hususlar sonradan “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” suçundan açılan ceza davasına da konu olmuştur. Şu halde, güncelliği de bulunan böyle bir olayın habere konu edilmesinde hukuka aykırılık yoktur. Yapılan değerlendirmeler sırasında kullanılan sözler de olayın gösterdiği özelliklere ve anlatılmak istenen amaca uygundur.
Yerel mahkemece, olay tarihinde beliren görünür gerçeğe uygun olup genel anlamda eleştiri sınırları içerisinde kalan dava konusu haberin hukuka uygun olduğu gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olmaları usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; davalılardan Star Medya Yayıncılık A.Ş.’nin sahibi olduğu Star Gazetesinin 09.06.2010 tarihli nüshasının 1. sayfasındaki “Tarafsız Yargı” başlığı ile 14. sayfasında “Oktay ve Özbek’le Dedeman’da buluşmuşlar” ve “Yargıtay için kulis yaptım” başlıklı haber içeriğinde, CMK’nın 250. maddesi ile görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/857 soruşturma numaralı, suç tarihi itibariyle derdest olan ve gizlilik kararı verilen soruşturma dosyasında, dosyanın şüphelilerinin suçlu olarak damgalanmasını sağlayacak şekilde fotoğraflarının ve dosyada mevcut iletişim tespit tutanaklarının içeriğinin yayınlanması suretiyle gizlilik kararının ihlal edildiğini, davacının mahkeme başkanı olarak görev yaptığı ve kamuoyunda “Ergenekon davası” olarak bilinen CMK’nın 250. maddesi ile görevli İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/209 E. sayılı dosyasında sanıklar hakkında lehe karar vermesi için Av. Tülay … tarafından kendisine cinsel şantajla baskı yapıldığına dair haber ve yorumlara yer verildiğini, müvekkilinin mesleki kişiliğine, onuruna, şeref ve saygınlığına saldırıda bulunulduğunu, davalıların haksız ve ağır kusurlu hareketleri nedeniyle davacının büyük üzüntü duyduğunu, çevresindeki saygınlığının ve onurunun rencide edildiğini, haberin gerçek dışı olduğunu, objektiflik ve ölçülülük unsurlarının da bulunmadığını belirterek 20.000 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili; dava konusu haberin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/857 soruşturma sayılı dosyasında bulunan ifade tutanaklarındaki bilgilere ve emniyet tarafından gerçekleştirilen teknik takibe dayalı olduğunu, haber incelendiğinde davacının doğrudan veya dolaylı olarak hedef alınmadığını, aksine tutanakta adı geçen bazı kişilerin davacıya karşı komplo girişimi içinde olduklarının dile getirildiğinin anlaşılacağını, habere konu olayların “Ergenekon” adı verilen örgüt ile ilgili önemli hususlara ilişkin olduğunu, haberde kamuoyu menfaatinin ağır bastığını, haberin kamuoyuna ilk aksettiriliş anında mevcut olan duruma ve iddialara uygun olduğunu, talep edilen tazminatın da fahiş olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; haberle ilgili ceza mahkemesinde suçun kanuni unsurlarının oluşmadığı gerekçesi ile beraat kararı verilmiş ise de; açılan manevi tazminat davasında Borçlar Kanunu’nun 41. maddesinde belirtilen haksız fiil sorumluluğunun tüm unsurlarının gerçekleştiği, gizlilik kararı verilen ve gerçekliği ispatlanmamış olayların yayın konusu yapılmasının ve evraka ekli tapelere göre yorum yapılarak davacı hâkim ile dava dışı üçüncü şahıs avukat arasında ilişkinin bulunmadığı belirtilirken bile özel hayata ait bu bilgiyi okuyucuya bir kez daha çarpıcı başlıkla sunarak okuyucuda şüphe uyandıracak şekilde sunulmasının hâkimlik meslek ve onurunu koruma gayretinde olan davacı hâkimin kişilik haklarını ihlal edici nitelikte olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 8.000 TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiştir.
Davalılar vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki karardaki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davaya konu yayın bir bütün olarak değerlendirildiğinde, içeriğinin görünür gerçekliğe uygun olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının kişilik haklarına saldırının bulunup bulunmadığı; diğer bir deyişle, davacı yararına manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın niteliği gözetilerek öncelikle, basın özgürlüğü kavramına ilişkin şu açıklama ve saptamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır:
Anayasa’nın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi, basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”
hükmü yer almaktadır.
Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
Bunun gereği olarak basın, haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal ödevleridir.
Yine basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda düşünce ve kanaat (m. 25); düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
Kısaca, basın özgürlüğü, demokrasinin “olmazsa, olmaz” koşuludur.
Doğaldır ki, basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda, gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli; olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi, hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de, hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaçla, kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon amaçlı yayım yapmak, hukuka aykırıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun başta 09.10.1985 gün ve 1985/4-96-790 sayılı kararı olmak üzere bir çok kararında bu ilkeler vurgulanmıştır.
Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki;
Basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için, haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden, özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi, ancak, açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayım, bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa, hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır.
Basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması, yayım tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
Önemle vurgulanmalıdır ki, yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda, manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan “hukuka aykırılık” gerçekleşmeyeceğinden, basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayınlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
Diğer taraftan; haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku oluşturacak, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule olanak kılar.
Anayasa ve yasaların güvencesi altında bulunan basın özgürlüğü ile kişiyi insan yapan kişilik haklarının çatışması hâlinde, birinin diğerine üstün tutularak sonuca ulaşılması mümkün değildir.
Her olay, kendine özgü koşullar içerisinde değerlendirilerek, çözüme bağlanmalıdır.
Bu bağlamda, gerek devamlılık kazanan yargısal kararlarda ve gerekse doktrinde ifade edilen görüşlerden hareketle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen ilkelere göre; yayın yoluyla yapılan eylemin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığının saptanmasında, “gerçeğe uygunluk”, “kamusal ilgi ve toplumsal yarar”, “güncellik” ve “şekle uygunluk” unsurlarının bulunup bulunmadığının araştırılması zorunludur.
En önemlisi basın, objektiflikten ayrılıp, haber sınırını aşarak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunarak, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanır, dürüstlük kuralına aykırı davranır ve kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayın yaparsa ve amaç ile kişilik haklarına saldırı arasında açık bir oransızlık varsa bu hukuka aykırı olur ve sonuçta da haberde özle biçim arasındaki dengenin bozulması hâlinde bu durum tazminatı gerektirir.
Öte yandan, adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar (benzer bir karar için bkz. Saday/Türkiye, B. No: 32458/96, 30.03.2006). Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkim ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir (Anayasa Mahkemesi, Emin Aydın, B. No: 2013/3178, 25.06.2015).
Yargının işleyişine ilişkin meseleler kamu yararına ilişkin tartışmalar alanındadır. Bu çerçevede yargının toplum için özel görevini hesaba katmak gerekir. Yargı görevlilerinin halka güven telkin etmesi gereken rolleri göz önüne alındığında hakaret içeren ve küçük düşürücü sözlerden korunmaları gerekir. Özellikle hâkim ve savcıların konumları gereği bunlara cevap verememesi de dikkate alındığında bu husus önem kazanmaktadır (Morice/Fransa, B. No: 29369/10, 23.04.2015).
Hâkimlerin eleştirilmemesinin savunulması elbette mümkün değildir. Böyle bir savunma ayrıcalıklı bir kesimi oluşturur ki, bu hukuk sistemi tarafından kabul edilemez. Elbette dayanaksız iddialar ortaya atmadan ve hâkime şahsen saldırmadan da eleştiri getirilebilir (Barfod/Danimarka,11508/85, §33). Ayrıca seçilen yargılama usulü ve verilen karar sert bir şekilde eleştirilebilir ki, hâkimler bunu hoşgörü ile karşılamalıdır (Nikula/Finlandiya, 31611/96). Şu unutulmamalıdır ki, yargı görevlilerine karşı kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sıradan bir vatandaşa göre daha geniş olduğu tartışmasızdır. Ancak bu durum yargı görevlilerinin davranışlarının tıpkı politikacılar gibi sürekli denetim altında olacağı ve bu nedenle her türlü eleştiriye göğüs germeleri gerektiği anlamına gelmemektedir. Aksine görev başındaki bu kişilerin sözlü hakaret mahiyetindeki saldırılara, toplum nazarında tarafsızlığını zedeleyecek soyut iddialara karşı korunması gereklidir.
Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; manevi tazminat isteminin dayandırıldığı Star Gazetesinin 09.06.2010 günlü nüshasının 1. sayfasında “Tarafsız Yargı”, 14. sayfasında “Oktay ve Özbek’le Dedeman’da buluşmuşlar” ve “Yargıtay için kulis yaptım” başlıklı haber/yazıda gerekli, yararlı ve ilgili olmayan başlık kullanılarak ve davacıyla röportaj yapılmadığı hâlde yapılmış gibi bir izlenim bırakarak adı geçen gazete nüshasının 1. sayfasında davacının Avukat Tülay …’ın kendisine cinsel şantajla baskı yaptığı iddialarını reddettiği, Seyfi Oktay ve ekibinin tüm icraatlarını itiraf ettiği, Yargıtay üyeliğine aday olduğu, Seyfi Oktay’ın kendisine Özbek’ten randevu aldığı ve kulis yaptığı ifadelerine yer verildiği, 14. sayfasında ise “Kadınlığını kullanarak sizi etki altına almaya çalıştığı iddia edilen Avukat Tülay … ile görüştünüz mü?” sorusuna davacının “Tülay Hanım’ı tanıyorum. Tutuklanan avukatları tanırım. Telefon ederler, konuşulur. Bunlar normal şeyler.” şeklinde, yine “Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile görüştünüz mü?” sorusuna “Çok sevdiğim saydığım bakandır. İstanbul’a geldiğinde yemek verdim. Görüşmelerden biri Ramazan yemeğiydi, diğeri de Yargıtay üyeliği içindi.” şeklinde cevap vermiş gibi ifadeler yazılmak suretiyle verilen haberin içeriğine uygun düşmeyen bir üslubun kullanıldığı, böylece haber sınırları aşılarak öz ile biçim arasındaki dengenin bozulduğu anlaşılmakla hukuka aykırılık unsurunun gerçekleştiği sonucuna varılmıştır. Yayında kullanılan bu sözler amacı ne olursa olsun başlı başına kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşturduğundan manevi tazminata hükmedilmesi gereklidir.
Gazetenin 1. sayfasındaki başlık “Tarafsız Yargı” olmasına karşın, 14. sayfasında “Kadınlığını kullanarak sizi etki altına almaya çalıştığı iddia edilen Avukat Tülay … ile görüştünüz mü?” şeklindeki sorunun 1. sayfada atılan başlık ile ilgisi kurulamayan ancak ilgilinin şeref ve itibarını sarsmaya yönelik olduğu kuşkusuzdur.
Her ne kadar haberde kullanılan ifadeler ve başlık çarpıcı olabilir ise de, yukarıdaki ilkelerden ayrılmaması ve başlık ile haberin içeriği arasında düşünsel irtibat bulunması zorunludur. Haberde kullanılan ifadelerle bu sınır aşılmış ve davacıyı Av. Tülay … ile ilişkisi varmış gibi göstermek suretiyle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmuştur.
Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında gazetedeki haberde davacının görev yapmış olduğu davalarda etkilenmeye çalışıldığının belirtildiği, fiziksel ve teknik takip sonucunda elde edilen bilgiler göz önüne alındığında haberin görünür gerçekliğe uygun olduğu, haberin geçtiği dönem düşünüldüğünde toplumun ilgisinin bulunduğu, belirtilen ifadelerin basın özgürlüğü çevresinde değerlendirmesi gerektiği ve davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı, bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin kişilik haklarına saldırının varlığını kabul eden direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarı yönünden inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda yazılı gerekçelerle yerel mahkemenin direnme kararı yerinde bulunduğundan, tazminat miktarı yönünden mahkemenin kurduğu hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 19.09.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.