Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1236 E. 2018/1568 K. 25.10.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1236
KARAR NO : 2018/1568
KARAR TARİHİ : 25.10.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “taşınmaza el atmanın önlenmesi ve ecrimisil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Sarıveliler Asliye Hukuk Mahkemesince davanın görev nedeniyle usulden reddine dair verilen 29.05.2015 tarihli ve 2015/2 E., 2015/37 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 20.10.2015 tarihli ve 2015/14164 E., 2015/12177 K. sayılı kararı ile:
“…Dava, mülkiyet hakkına dayalı el atmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, kira ilişkisinden söz edilmek ve davanın sulh hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği belirtilmek suretiyle görevsizlik kararı verilmiştir.
Ne var ki, eldeki dava, davalıların çekişme konusu taşınmazı fuzulen işgal ettiklerinden bahisle açıldığına göre; anılan isteğin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerinden kaynaklandığı ve uyuşmazlığın çözümünün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 2/1. maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemesinin görevinde bulunduğu kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, işin esasının incelenmesi, taraflar arasında hukuken geçerli bir kira ilişkisinin varlığının saptanması halinde davanın reddedilmesi, aksi halde el atmanın önlenmesi ve ecrimisil istekleri yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, taşınmaza el atmanın önlenmesi ve ecrimisil isteği ile açılmıştır.
Davacı vekili, dava konusu 26 parsel sayılı taşınmazın müvekkili vakfa ait olmasına karşın kadastro sırasında davalı … adına tespit ve tescil edildiğini, açılan dava sonucunda tapu kaydının iptali ile davacı vakıf adına tesciline karar verildiğini, kararın onanarak 07.05.2014 tarihinde kesinleştiğini, ancak davalı Belediyenin hakkı olmadığı hâlde taşınmazı 17.02.2014 tarihinde diğer davalıya kiraya verdiğini, davalıların fuzuli şagil durumunda olduklarını, taşınmaza müdahalenin hâlen devam ettiğini ileri sürerek, el atmanın önlenmesi ile 07.05.2014 tarihinden itibaren aylık 2000 TL ecrimisil bedelinin yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı şirket vekili, taşınmazın davalı belediyenin mülkiyetinde iken 17.02.2014 tarihli yazılı sözleşme ile kiralandığını, müvekkilinin malik olarak belediyeyi bildiğini ve bu güvene dayalı olarak sözleşme yaptığını, sonradan mahkeme kararı ile malik değişmiş ise de kira sözleşmesinin yapıldığı tarih itibariyle taşınmazın maliki ile imzalanan sözleşmenin geçerli olduğunu ve sözleşmeden kaynaklanan şahsi hakkına dayanan müvekkilinin haksız işgalci olmadığını, kaldı ki başkasına ait bir taşınmazın kiraya verilebileceğini, bu durumda mülkiyet hakkı sahibinin kira sözleşmesine icazet verip vermediğinin önemli olduğunu, davacının taşınmazın yeni maliki olmakla sözleşmenin tarafı durumuna geldiğini, bu nedenle el atmanın önlenmesi değil ancak Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre tahliye davası açabileceğini, ecrimisil talep edilebilmesi için de zilyedin kötü niyetli olması gerektiğini, kiracı olan müvekkilinin davacı taraf ile davalı … arasındaki davadan haberdar olmadığını, kira sözleşmesine güvenerek taşınmazı kullandığını ve ecrimisilden sorumlu tutulamayacağını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, davacının açtığı tapu iptali ve tescil davası sonrasında tapuda malik değişikliğinin 04.08.2014 gerçekleştiği, ancak taşınmazın davalı … adına kayıtlı iken 17.02.2014 tarihinde diğer davalıya kiraya verildiği, davalılar arasındaki kira ilişkisinin devam ettiği, mülkiyet değişikliği ve halefiyet prensibi gereğince davacının kira sözleşmesinin tarafı durumuna geldiği, her ne kadar el atmanın önlenmesi ve ecrimisil istemiyle dava açılmış ise de tüm dosya kapsamına göre istemin kiralananın tahliyesi ve kira alacağının tahsiline ilişkin olduğu, kira ilişkisinden kaynaklanan davalarda ise sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görev nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçeyle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle ilk hükümde direnilmiş, direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davadaki istemin mülkiyet hakkına dayalı olarak taşınmaza el atmanın önlenmesi ve ecrimisile mi, yoksa kiralananın tahliyesi ile kira alacağının tahsiline mi ilişkin olduğu, buradan varılacak sonuca göre görevli mahkemenin sulh hukuk mahkemesi mi yoksa asliye hukuk mahkemesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
Hemen belirtmek gerekir ki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 683. maddesi uyarınca bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.
Ecrimisil ise gerek öğretide ve gerekse yargısal uygulamalarda ifade edildiği üzere hak sahibinin kötü niyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 08.03.1950 tarih ve 22/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında; fuzuli işgalin tarafların karşılıklı ve birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır. Ecrimisil, haksız işgal nedeniyle tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en azı kira bedeli, en fazlası mahrum kalınan gelir kaybı karşılığı zarardır. Bu nedenle, haksız işgalden doğan normal kullanma sonucu eskime şeklinde oluşan ve kullanmadan kaynaklanan olumlu zarar ile malik ya da zilyedin yoksun kaldığı fayda (olumsuz zarar) ecrimisilin kapsamını belirler.
Nitekim TMK’nın 995. maddesinin birinci fıkrasında, iyi niyetli olmayan zilyedin geri vermekle yükümlü olduğu şeyi haksız alıkoymuş olması yüzünden hak sahibine verdiği zararlar ve elde ettiği veya elde etmeyi ihmal eylediği ürünler karşılığında tazminat ödemek zorunda olduğu hüküm altına alınmıştır.
Kira sözleşmesi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 299. maddesinde, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır.

Kira sözleşmesi, tam iki tarafa borç yükleyen rızaî bir sözleşme olup, kira sözleşmesinin meydana gelmesi için kiraya veren ile kiracının sözleşmenin esaslı noktaları üzerinde anlaşmaları, irade beyanlarının karşılıklı ve birbirine uygun olması gerekir. Sözleşmede bir şeyin kullanılmasını devretmeyi üstlenen kişiye kiraya veren, buna karşılık bir bedel ödemeyi üstlenen kişiye de kiracı denir. Kiraya veren, kiralanan şeyin maliki olabileceği gibi o şey üzerinde sınırlı bir aynî hak sahibi veya kiracı da olabilir.
Görüleceği üzere ecrimisilde; bir malın hak sahibinin izni ve rızası dışında kötü niyetli olarak işgal ve kullanımı söz konusu iken, kira ilişkisinde kiralayan ile kiracının karşılıklı anlaşması ve belli bir bedel karşılığında malın kullanımı söz konusudur. 
Ayrıca medeni usul hukuku alanında yıllar boyunca süren uygulamalar neticesinde doğru ve adil bir yargılama için bazı temel ilkeler kabul edilmiştir. Bir davanın gerek tarafları gerekse mahkeme için bağlayıcı olan ve yargılamaya yön veren bu ilkeler, mahkemelerde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesini sağlayan en temel unsurlardır. Bu kuralların yargılamanın her kesitinde gözetilmesi, hatta usul hükümleri yorumlanırken bu ilkelere aykırı ve onlarla çelişkili olacak şekilde yorum yapılmaması gerekir.
Medeni yargılama hukukuna hakim olan ilkelerin bir bölümü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) açık olarak düzenlenmiş ve 24. maddesinde “tasarruf ilkesi”ne, 25. maddesinde “taraflarca getirilme ilkesi”ne, 26. maddesinde ise “taleple bağlılık ilkesi”ne yer verilmiştir.
Özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Özel hukuktan kaynaklanan tasarruf yetkisi, uyuşmazlıktan önce başlayıp uyuşmazlığın yargı organına intikal ettiği ve onun önünde görüldüğü anda da devam eder. Hak sahibi, uyuşmazlık konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açtığı davadan feragat etmekte serbesttir. Taraflar uyuşmazlığı başlatmak, uyuşmazlık konusunu belirlemek ve uyuşmazlığı sürdürmek veya sona erdirmek hakkına sahiptirler (Pekcanıtez/Atalay/Özekes.: Medeni Usul Hukuku, İstanbul, Mart 2017, C.I, s. 783). HMK’nın 24. maddesinde düzenlenen “tasarruf ilkesi” kapsamında; dava açma konusundaki inisiyatif davacıya ait olduğu gibi taraflar dava üzerinde tümüyle tasarruf edebilme, dava konusunu (müddeabihi) belirleme, dilekçeler vermek suretiyle davaya etki etme ve mahkemenin karar vermesine gerek kalmadan davayı sona erdiren işlemleri yapabilme yetkisine sahiplerdir. Tasarruf ilkesi nedeniyle hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe, kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz (HMK m. 24/2).
Tasarruf ilkesi gereğince davacının davasını açarken talep ettiği hukuki korumanın ne olduğunu açıkça ifade etmesi gerektiği gibi HMK’nın “dava dilekçesinin içeriği” ile ilgili düzenleme içeren 119/1-d maddesi uyarınca da “dava konusu”nun dava dilekçesinde gösterilmesi gerekmektedir. Aynı maddenin (e) bendinde “davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”, (g) bendinde “dayanılan hukuki sebepler” ve (ğ) bendinde ise “açık bir şekilde talep sonucu” dava dilekçesinde yer alması gereken diğer unsurlar arasında sayılmıştır.
Taraflarca getirilme ilkesinin bir sonucu olarak davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaları dava dilekçesinde bildirmesi gerekir. Bu şekilde somutlaştırma yükü (HMK. m.194) yerine getirileceği gibi davalı da bu vakıalara göre savunmasını yapacaktır. Dayanılan vakıalara uygulanacak hukuki sebeplerde dava dilekçesinin zorunlu olmayan unsurları arasında sayılmıştır. Türk hukukunu resen uygulamakla görevli olan hâkim (HMK. m. 33) için gösterilen hukuki sebepler bağlayıcı değilse de vakıalara uygun hukuki nitelendirmenin doğru yapılmasının uyuşmazlığın çözümünü kolaylaştıracağı açıktır. Talep sonucu kısmında ise talebin ne olduğu açık bir şekilde belirtilmelidir. Çünkü, taleple bağlılık ilkesi gereğince hâkim talep sonucuyla bağlı olup, ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Bu ilke uyarınca davacının talep etmediği bir şey hakkında karar verilemez. Dava sonucunda kurulacak hükmün sınırını, tarafların karara bağlanmasını istediği talep sonucu belirler. Bu nedenle talep sonucu yeterince açık değilse hâkimin davayı aydınlatma ödevi (HMK. m. 31) kapsamında açık olmayan talep sonucunu açıklatması gerekir.
Açıklanan tüm bu yasal düzenleme ve ilkeler çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde, dava dilekçesinde çekişme konusu taşınmazın öteden beri davacı vakfa ait iken kadastro tespiti sırasında davalı … adına tespit ve tescil edildiği, açılan dava sonucunda tapu kaydının iptali ile davacı vakıf adına tesciline karar verildiği hâlde hükmün kesinleşmesinden kısa bir süre önce taşınmazda bir hakkı olmayan davalı belediyenin taşınmazı diğer davalıya kiraya verdiği, bu durumda her iki davalının da fuzuli şagil durumunda oldukları ileri sürülerek taşınmaza el atmanın önlenmesi ve ecrimisil isteminde bulunulmuş, talep sonucu kısmında da bu istem tekrar edilmiştir. Görüleceği üzere dava dilekçesinde açıklanan maddi vakıalar, davalılar arasındaki kira sözleşmesinin davacı yönünden bağlayıcı olmadığı iddiasını da içermekte olup, hukuki nitelendirme de davacı tarafından bu iddiaya (maddi vakıaya) uygun olarak yapılmış ve açık bir şekilde TMK’nın 683 ve 995. maddeleri uyarınca taşınmaza el atmanın önlenmesi ile ecrimisil istenilmiştir. Az yukarıda açıklandığı üzere kira sözleşmesi 6098 sayılı TBK’nda düzenlenmiş olup, davalılar arasında yapılan kira sözleşmesinin kendisi yönünden bağlayıcı olmadığını ileri süren davacı bakımından açtığı davanın, farklı yasa ve koşullara tabi bulunan kiralananın tahliyesi ve kira alacağı istemine ilişkin olduğunu kabul etmek mümkün değildir.
Bu durumda, anılan bu isteğin 4721 sayılı TMK hükümlerinden kaynaklandığı ve uyuşmazlığın çözümünün 6100 sayılı HMK’nın 2/1. maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemesinin görevinde bulunduğu açıktır.
Hâl böyle olunca, mahkemece işin esasının incelenerek davalılar arasında yapılan kira sözleşmesinin davacı vakıf bakımından da geçerli ve bağlayıcı olup olmadığının tartışılması, hukuken geçerli bir kira ilişkisinin varlığının saptanması hâlinde işgal ve kötü niyetli bir kullanım durumu olmayacağından davanın reddedilmesi, aksi hâlde ise el atmanın önlenmesi ve ecrimisil istekleri yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde görev nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi doğru değildir.
Mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440/III-3. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 25.10.2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.