Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/1231 E. 2018/1549 K. 23.10.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1231
KARAR NO : 2018/1549
KARAR TARİHİ : 23.10.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Malatya 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.04.2013 tarihli ve 2012/471 E., 2013/159 K. sayılı karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 29.01.2014 tarihli ve 2013/14291 E., 2014/1436 K. sayılı kararı ile,
“…Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, ikrah nedenine dayalı açılan davanın kanıtlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; miras bırakan Şaban Düz’ün maliki olduğu 8 parsel sayılı taşınmazı 14.11.1995 tarihinde, 2 parseli 1.4.1998 tarihinde davalı …’a satış suretiyle temlik ettiği, Hacı Ahmet’in de 15.1.1999 tarihli resmi akitle 2 parseli diğer davalı …’e aynı şekilde satış göstermik suretiyle devrettiği, murisin 30.12.2002 tarihinde ölümü ile mirasçı olarak çocukları davacı ve davalı … ile dava dışı iki çocuğunun kaldığı, davalı …’in ise Alaaddin’in damadı olduğu anlaşılmaktadır.
Davacı, davalıların miras bırakanı etkileyerek 2 ve 8 parsel sayılı taşınmazları önce davalı …’e, ondan da davalı …’e satış yoluyla temlik ettirdiklerini, yapılan işlemlerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek miras payı oranında tapu iptal ve tescil isteğiyle eldeki dava açmış, yargılama sırasındaki tüm aşamalarda muvazaa iddiasını ve asıl amacın davalı …’e devir olduğunu tekrarlamış; davalı ise murisin mirasçılar arasında denkleştirme iradesi ile hareket ettiğini, tüm mirasçılarına taşınmazlarını paylaştırdığını savunmuş, bazı tanıklarda bu savunmayı doğrulamışlardır.
6100 sayılı HMK 33. (1086 sayılı HUMK 76.) maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak mahkemeye aittir.
İddianın ileri sürülüş biçimi ve dava dilekçesinin içeriği birlikte değerlendirildiğinde, davacının açıkça muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğinde bulunduğu açıktır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (nitelikli-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 s. Türk Medeni Kanununun 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanununun 237 (818 s. Borçlar Kanunun 213) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki kişisel ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince; mahkemece, muvazaa yönünden inceleme ve araştırma yapılmadan dava dilekçesinde bildirilen maddi olaylara göre, hukuki nitelendirme yanlış yapılmak suretiyle ikrah iddiasının kanıtlanamadığı gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Hal böyle olunca, mahkemece muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteği yönünden yukarıda değinilen ilkeler uyarınca yöntemine uygun şekilde inceleme yapılarak miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve haklar araştırılmalı, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgeler mercilerinden getirtilmeli, her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınmalı, böylece yukarıda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması isabetli değildir …”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı, miras bırakan babası Şaban Düz’ün 30.12.2002 tarihinde vefat ettiğini, murisin adına kayıtlı olan 269 ada 8 parsel sayılı taşınmazı 14.11.1995 tarihinde, 254 ada 2 parsel sayılı taşınmazı ise 01.04.1995 tarihinde davalı oğlu Alaettin Düz’ün damadı olan davalı …’a satış yoluyla temlik ettiğini, murisin memur emeklisi olup sabit gelirinin yanında mülklerinden de gelir elde ettiğini, taşınmazlarının satışını gerektirecek bir borcunun bulunmadığını, davalı abisi ile kız kardeşinin yaşı ilerlemiş bakıma muhtaç babasını etkileyerek tapu devri yaptırdıklarını, bu nedenle yapılan temlik işleminin muvazaalı olduğunu ileri sürerek taşınmazların davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescili isteminde bulunmuştur.
Davalılar vekili öncelikle harcın eksik yatırılması nedeniyle tamamlanması gerektiğini, muris Şaban Düz’ün ölümü üzerinden uzun bir zaman geçmesi nedeniyle artık davacının muvazaa iddiasında bulunamayacağını, TMK’nın 561. maddesi uyarınca tenkis talep edebileceğini, tenkis davasının da ancak saklı payın zarara uğratıldığını öğrenmeden itibaren bir yıl içinde açılabileceği dikkate alındığında davacının davasını süresinde açmadığını, murisin sağlığında tüm mallarını satarak veya bedelsiz devir yaparak elden çıkardığını, davalı … Güney’in de malların yabancıya gitmesini önlemek amacıyla taşınmazları satın aldığını, murisin bir kısım mallarını paylaştırdığını ve davacının hakkını fazlasıyla aldığını, davacının bizzat yer aldığı işlemlerin muvazaalı olduğunu ileri sürmesinin dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağını beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davacının, davalıların elbirliği ile hareket ederek yatalak haldeki murisin iradesini fesada uğratıp devir yapılmasını sağladıklarına ilişkin iddiasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda gösterilen gerekçe ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece aynı gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı ve katılma yolu ile davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının talebinin muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemi mi yoksa miras bırakanın iradesinin ikrah yolu ile fesada uğratılması nedeni ile tapu iptal ve tescil istemi mi olduğu noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada muris muvazaası ve ikrah kavramları üzerinde durmakta yarar vardır.
İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 19. maddesinde düzenlenmiştir. TBK’nın 19. maddesinde “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır (Benzer hüküm 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 18. maddesinde de yer almaktaydı.).
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür.
“Muris muvazaası”, dayanağını 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı İçtihadı Birleştirme Kararından alır.
01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılıİçtihadı Birleştirme Kararı’nda da değinildiği gibi, bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin TBK’nın 19. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri kabul edilmektedir.
Korkutma (ikrah) ise 6098 sayılı TBK’nın 37. (BK’nun 29.) maddesinde düzenlenmiştir. TBK’nın 37. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; bir kimse, karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin kendisi veya yakınlarının maddi veya manevi varlığına yönelik hukuka aykırı ve esaslı korkutması sonucu yaptığı sözleşme ile bağlı sayılamaz. TBK’nın 38. (BK’nın 30.) maddesinde belirtildiği üzere korkutmadan (ikrahtan) söz edilebilmesi için tehdidin, sözleşmeyi yapan kimsenin veya yakınlarının kişilik haklarına veya mal varlıklarına yönelik olması, korkutmaya maruz kalanın sübjektif durumuna göre ağır ve derhal meydana gelebilecek nitelik taşıması, haksız (hukuka aykırı) sayılması, illiyet bağının bulunması, yani sözleşmenin tehdidin yarattığı korku sonucu yapılması zorunludur. Bu koşulların varlığı hâlinde iradesi sakatlanan taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir.
Hemen belirtmek gerekir ki, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Korkunun kalktığı tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı sarih ve zımnî bir irade açıklaması ile feshedilebileceği gibi def’i veya dava yoluyla da kullanılabilir (TBK m. 39). Sözleşme iptal edilmekle yapıldığı andan itibaren ortadan kalkacağı için, yerine getirilen edim istihkak davası (tapulu taşınmazlarda iptal ve tescil davası), bunun mümkün olmadığı hâllerde sebepsiz zenginleşme davası ile geri istenebilir.
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında; davacı dava dilekçesinin 1. paragrafında “…yaşı ilerlemiş bakıma muhtaç babamı köşeye sıkıştırıp abim ve kızkardeşim….babamı etkileyerek yakın tanıdıkları adına cüz’i fiyatla mülklerinin satışını yaptırmışlar daha sonra da adlarına almayı planlayıp amaçlarına ulaşmışlar…”, ikinci paragrafında “…babamın yaşı gereğince teşkilatlı hastane raporlu satışın yapılması gerekirken babamı zorlayıp bu işlem muvazaalı olup mirasçılardan yani benden mal kaçırmaya yönelik gizli bir anlaşmadır…” şeklinde beyanda bulunmuştur. Bu ifadeler bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde “muris muvazaası” hukuksal nedenine dayanıldığı açık bir biçimde görülmektedir. Diğer taraftan davacı vekilince yargılama aşamasında verilen 10.04.2012 tarihli dilekçede ve özellikle 26.04.2013 tarihli celsede açıkça “…taşınmazın muvazaalı olarak devredildiğine…” dair beyanda bulunduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde davada çok açık bir biçimde, muvazaa hukuksal nedenine dayanıldığı tartışmasızdır.
Kaldı ki davalı taraf da davanın “muris muvazaası” hukuksal nedenine dayalı olduğu şeklinde yorumlamış ve cevap dilekçesinde muvazaanın olmadığı, murisin vefatından on yıl sonra muvazaa hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası açılamayacağına dair savunma yapmıştır.
Bu noktada belirtmek gerekir ki olayları ortaya koymak tarafların, uygulanacak kanun hükmünü bulmak, diğer bir anlatımla olayların hukuki sebebini tayin etmek, kanunları kendiliğinden (resen) uygulamakla görevli olan hâkimin görevi olup, hukuki nitelendirmenin hâkim tarafından yapılacağı konusunda tartışma bulunmamaktadır. Buna göre hâkim, tarafların sunduğu vakıaları, talep ve cevap sonuçlarını incelemeli fakat dava ya da şikâyetin vasıflandırılmasında onların beyanlarına bakmayıp, açık bir nitelendirme yoksa bu belirlemeyi kendisi yapmalıdır.
Hâl böyle olunca gerek dava dilekçesindeki anlatımların, gerekse tüm dosya kapsamının, davanın gerçek sebebi ve temelinin muris muvazaasına dayalı olduğu sonucuna ulaşan ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalılar vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 23.10.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.