Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2017/105 E. 2018/1936 K. 13.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/105
KARAR NO : 2018/1936
KARAR TARİHİ : 13.12.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Muğla 1. Asliye Hukuk (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 19.03.2012 tarihli ve 2010/364 E. 2012/205 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 08.05.2013 tarihli ve 2012/10126 E. 2013/9344 K. sayılı kararı ile:
“…Davacı vekili, davalıların müvekkil şirketin yönetim ve denetim kurulu üyeleri olduklarını, hiçbir mal varlığı olmayan, müflis durumdaki dava dışı Tuyda Tur. Ltd. Firmasının % 50 payını 200.000 TL ödeyerek devir aldıklarını, şirketi zarara uğrattıklarını ileri sürerek, şimdilik 10.000 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiş, sonradan talebini ıslah ederek artırmıştır.
Davalı … Sürek vekili, yönetim kurulunda kısa süre yer aldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Diğer davalılar, yönetim ve denetim kurulunun faaliyetlerinin ibra edildiğini, görevlerini yerine getirdiklerini, zarardan sorumlu olmadıklarını savunarak, davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, yönetimin ibra edildiği, davacı tarafın davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, TTK’nın 309’uncu maddesi uyarınca açılmış tazminat davası olup, mahkemece yönetim ve denetim kurulunun ibra edildiği, davacının davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, ibra hukuki niteliği itibariyle menfi bir borç ikrarıdır. İbra edilen işlemler hakkında sonradan maddi bir hataya dayanılmadan ibradan dönülerek ibraya konu işlemler hakkında dava açılması mümkün değildir. Ancak, ibranın borçtan kurtarıcı sonucu doğurabilmesi ibraya konu işlemlerin açıkça ortaya konulması, bilinmesi ve tartışılmasına bağlıdır. Somut olayda ise mahkemece hükme dayanak yapılan genel kurullarda alınan ibra kararlarının, davaya konu işlemlerin açıkça görüşülerek, tartışılarak alınıp alınmadığı hususu üzerinde durulmamıştır.
Ayrıca, anonim şirketlerde yönetim ve denetim kurulu üyelerinin görevleri sırasında sebep oldukları zarardan sorumlu olması için öncelikli koşul, zararın olmasıdır. Zarar gören, bu zararının varlığını kanıtlamalıdır. Zararın varlığı sabit ise, yönetim ve denetim kurulu üyelerinin zarardan sorumlu olduğu karine olarak kabul edilir. TTK 338 ve 359’uncu maddeleri uyarınca yönetim ve denetim kurulu üyeleri, ancak kendilerine bir kusur izafe edilemeyeceğini kanıtlayarak bu sorumluluktan kurtulabilirler.
Somut olayda, üç mali müşavirden alınan bilirkişi raporunda davalıların hisse devrini almaya karar verdikleri şirketin hukuken iflas durumunda bulunduğu, davacı şirketin hisse devri nedeniyle zarara uğradığı belirlenmiş ise de, alınan rapor somut uyuşmazlığın çözümü noktasında yetersizdir.
Bu itibarla, mahkemece oluşturulacak bir bilirkişi heyetinden dava dışı şirketin hisselerinin satın alınması işleminin davacı şirket açısından zararlandırıcı bir işlem olup olmadığının değerlendirildiği yeni bir rapor alınarak, şirketin hisse devri nedeniyle zarara uğrayıp uğramadığı belirlenerek, aksini ispat yükünün davalılarda olduğu nazara alınarak, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda ibranın da borçtan kurtarıcı bir işlem niteliğinde olup olmadığı tartışılarak, neticesine göre bir karar vermek gerekirken, yanılgılı değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.…”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDENLER: Davacı vekili ve davalı …

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, anonim şirket yönetim kurulu üyeleri ile denetçinin sorumluluğuna dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; davalılardan …’un Ak-Tur Turizm Endüstri A.Ş’nin önceki denetim kurulu üyesi olduğunu, diğer davalıların ise şirketin önceki yönetim kurulu başkan ve üyeleri olduklarını, davalıların 2009 yılında yapılan şirket genel kurulunda istifa nedeniyle görevlerinin sona erdiğini, yeni yönetim kurulu üyelerinin şirket kayıtları üzerinde yaptıkları incelemeler sonucunda elde ettikleri bilgiler ışığında önceki yönetim ve denetim kurulu üyelerinin usulsüz işlemlerini 6762 sayılı TTK’nın 341. maddesi gereğince denetim kuruluna bildirdiklerini, davalı yönetim kurulu üyelerinin kuruluş sermayesini kaybeden ve hiçbir mal varlığı olmayan Tuyda Turizm İşletme İnşaat Sanayi ve Ticaret Ltd.Şti.’nin 1/2 hissesini 200.000,00TL ödeyerek şirket adına satın alınmasına karar verdiklerini, yasal olarak müflis durumda bulunan şirketin 1/2 hissesinin alınması nedeniyle verilen zararın sürekli arttığını, davalı denetçinin ise bu konudaki görevini yerine getirmediğini ve genel kurulu bilgilendirmediğini, bu nedenle şirket zararından dolayı davalıların sorumlu olduklarını ileri sürerek fazlaya ait hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000TL’nin avans faiziyle ile birlikte davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsili ile şirkete verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında talebini 438.151,61TL olarak ıslah etmiştir.
Davalılar; yönetim kurulunun ve denetim kurulunun diğer üyelerine dava açılmadığını, davacıların kötü niyetli olduklarını, ayrıca yönetim ve denetim kurulunun ibra edildiğini ve bu nedenle dava açılamayacağını savunarak davanın reddini istemişlerdir.
Yerel mahkemece; önceki yönetimin ibra edildiği, davacı tarafın davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık kısmında yer alan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili ve davalı … temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı yönetim ve denetim kurulu üyelerinin davaya konu işlemler için ibra edilip edilmedikleri noktasında toplanmaktadır.
I) Davalı …’un temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Bilindiği üzere hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır.
Mahkemece verilen ilk kararı temyiz etmeyen davalı …’un direnme kararını temyizde hukuki yararı bulunmamaktadır.
O hâlde davalı …’un direnme hükmüne yönelik temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.
II) Davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Öncelikle dava tarihi itibariyle anonim şirket yönetim kurulu ve denetim kurulu üyeleri hakkında sorumluluk davası açılmasına ilişkin yasal düzenlenmelerin incelenmesi gerekir.
Sorumluluk konusunun “şirket namına açılacak dava” başlığı altında düzenlendiği 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun (6762 sayılı TTK) 341/1. maddesi “Umumi heyet; idare meclisi azaları aleyhine dava açılmasına karar verirse yahut dava açılmamasına karar verilip de esas sermayenin en az onda birini temsil eden pay sahipleri dava açılması reyinde bulunursa, şirket, bu karar veya talep tarihinden itibaren bir ay içinde dava açmaya mecburdur. Bu müddet geçirilmesiyle dava hakkı düşmez. Murakıpların ve alacaklıların vekilinin mesuliyeti hakkındaki hükümler mahfuzdur.” hükmünü içermektedir. Yine 6762 sayılı TTK’nın 359. maddesinde de denetçilerin, kanun veya esas mukavele ile kendilerine yükletilen vazifelerini hiç veya gereği gibi yapmamalarından doğan zararlardan dolayı kusursuz olduklarını ispat etmedikçe müteselsilen sorumlu oldukları düzenlenmiş, denetim kurulu üyelerinin sorumluluğu hakkında da 309. ve 341. madde hükümlerinin tatbik olunacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla somut uyuşmazlıkta davalı denetim kurulu üyelerinin sorumluluklarının da bu maddeye göre incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekecektir. Buna göre anonim şirket yönetim ve denetim kurulu aleyhine sorumluluk davası açılması ancak genel kurulun bu yönde vereceği kararın varlığına bağlıdır (6762 sayılı TTK m. 341/1).
6762 sayılı TTK’nın 341/2. maddesinde yöneticilerinin neden olduğu zararların tazmini istemine ilişkin davanın, şirket namına denetçiler tarafından açılması gerektiğine dair düzenleme bulunmakta ise de, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda (6102 sayılı TTK) bu düzenlemeden farklı olarak anonim şirketin zorunlu organlarının genel kurul ve yönetim kurulu olduğunu belirtmesine rağmen, denetimin şirket organı olup olmadığı konusunda açık bir hükme yer verilmeyerek, dolaylı olarak denetimin organ niteliğine son verilmiştir. Diğer taraftan 6102 sayılı TTK’nın 397. ve devamı maddelerinde denetleme işlemlerinin bağımsız denetçiler tarafından yürütülmesi hususunda düzenleme yapılmış ve sorumluluk davalarının da artık yönetim kurulunca açılacağı hükme bağlanmıştır.
Bu itibarla, 6762 sayılı TTK’nın 341. maddesine göre sorumluluk davasının açılabilmesi için, bu yönde alınmış bir genel kurul kararı bulunması gerekmektedir. Bu husus sorumluluk davası bakımından dava şartı niteliğinde ise de bu eksikliğin sonradan giderilmesi mümkündür. Sorumluluk davası açılmasına dair genel kurul kararının bulunmaması ve davanın denetçilerce açılmamış olması hâllerinde mahkemece davacı tarafa dava tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (1086 sayılı HUMK) 39. ve 40. (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (6100 sayılı HMK) 54. ve 115/2.) maddeleri gereğince uygun bir süre verilerek, davalılar hakkında sorumluluk davası açılmasına ya da açılan bu davaya muvafakat verilmesine ilişkin bir genel kurul kararı ibrazına olanak tanınması ile verilen süre içerisinde bu koşullar yerine getirilemez ise anılan yasal düzenleme çerçevesinde davanın reddine karar verilmesi gerekir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davalılar aleyhine sorumluluk davası açılmasına ilişkin davacı şirketin 31.07.2009 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan kararların iptali istemi ile açılan davada, Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.05.2013 tarihli ve 2008/594 E., 2013/387 K. sayılı kararı ile davanın kabulüne karar verildiği ve kararın temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 07.02.2014 tarihli ve 2013/17426 E., 2014/12747 K. sayılı kararı ile onandığı ve kararın kesinleştiği, bu durumda dava tarihinde yürürlükte bulunan yasal düzenlemeler karşısında davalılar aleyhine sorumluluk davası açılması için gerekli olan dava şartının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hâl böyle olunca mahkemece, genel kurulda davalılar hakkında dava açılması yönünde alınmış bir karar var ise ibrazının sağlanması, yoksa anılan eksikliğin giderilmesi için davacı tarafa 6100 sayılı HMK’nın 54. ve 115/2. maddeleri gereğince uygun süre verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; sorumluluk davasına esas genel kurul kararının mahkemece iptal edilerek ortadan kalktığı ve davanın temelinin kalmadığı, dava şartına vücut veren genel kurul kararının mahkemece kaldırılması karşısında bu dava şartının sonradan tamamlanamayacağı, bu nedenle sonucu itibariyle doğru olan red kararının bu değişik gerekçe ile onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
O hâlde, yerel mahkeme direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usulden bozulmasına, bozma nedenine göre davacı vekilinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle hukuki yarar yokluğundan davalı …’un temyiz isteminin oy birliği ile REDDİNE, (II) numaralı bentte açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince oy çokluğu ile usulden BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, bozma nedenine göre davacı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, aynı Kanunun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.12.2018 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY

Dava tarihi itibariyle tüzel kişilerde yönetim ve denetim kurulu üyelerinin sorumluluk davalarının açılma şartları 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu 341. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre sorumluluk davası için genel kurulda karar alınması ve davanın denetçi tarafından açılmasıdır. Anılan kanuni düzenlemeye uygun açılan davada, mahkemece aleyhlerine dava açılanlar hakkında alınmış ibra kararı bulunduğundan bahisle dava reddolunmuş, temyiz incelemesinde de bilirkişi incelemesinde eksiklik bulunduğu gözetilerek hüküm bozulmuş, mahkemece bozma kararına direnilmiştir.
Bu arada mahkeme kararında tartışılmayan, temyiz incelemesine de getirilmeyen, başka bir mahkemede yargılama konusu olan sorumluluk davasına esas genel kurul kararının mahkemece ortadan kaldırılmış olmasının eldeki davaya etkisini Hukuk Genel Kurulu hadise şeklinde inceleyecektir.
Gerçekten Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.05.2013 tarih 2008/594 E. – 2013/387 K. sayılı ilamıyla 31.07.2009 tarihli genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunun tespiti ile iptaline karar verilmiş, temyiz incelemesini yapan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 02.07.2014 tarih ve 17426 – 12747 sayılı ilamıyla usul ve yasaya uygun bulduğu mahkeme kararını onamıştır.
Başlangıçta tazmin sorumluluğuna ilişkin davada, sorumluluk kararına esas genel kurul hakkında iptal davası açılmış olduğu bildirilse idi, mahkeme bunu bekletici mesele yapması gerekirdi. Bildirilmiş de mahkemece bekletici mesele yapılmamış ise Özel Dairece temyiz incelemesi sırasında karar öncelikle bu eksiklikten ötürü bozulurdu. Bütün bu aşamalar geçtikten sonra sorumluluk davasına esas genel kurul kararının mahkeme tarafından kaldırılmış olması, direnme kararı sonrası hadise şeklinde Hukuk Genel Kurulu önüne gelmiştir.
Hadise yargılaması olduğu için, ne mahkeme kararı ne de bozma kararı isabeti tartışılmayacak, başka bir mahkemede görülen sorumluluk kararına esas genel kurul kararının mahkemece kaldırılmış olmasının, eldeki somut davaya etkisi tartışılacaktır.
Dava tarihinde sorumluluk davası şartlarını düzenleyen 6762 sayılı kanun yerine 01.07.2012 tarihinde 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kabul edilip yürürlüğe konulmuş, önceki Kanunun 341. maddesindeki dava şartı düzenlemesine uygun bir düzenlemeye yeni kabul edilen Kanunda yer verilmemiştir.
Gelinen bu aşamada 6762 sayılı kanun döneminde olduğu gibi tazmin sorumluluğu davası açmak için genel kurul kararı aranır diyen görüşler olduğu gibi, artık yeni dönemde tazmin sorumluluğu için genel kurul kararı alınmadan dava açılabilir diyenler de vardır. Ancak somut uyuşmazlık bakımından bu farklı görüşlerin pek önemli olmadığı kanısındayım.
Tüzel kişilerde en önemli karar organı genel kuruldur. Sorumluluk davasına esas 31.07.2009 tarihli genel kurul kararının yok hükmünde olduğunun tespitine mahkemece karar verilmiş ve temyiz incelemesinden de geçmiştir. Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava red ile sonuçlansa idi sadece davacı için hüküm ifade ederdi. Dava kabulle sonuçlandığı için herkes için yani bu eldeki dava için de hüküm ifade eder. Butlanı tespit eden mahkeme kararı makable şamildir (Bkz. E. Moroğlu, Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü, Altıncı Baskı, İstanbul 2012, s. 131, 162-163). Dava şartına vücud veren genel kurul kararı mahkemece kaldırıldığından, kanuni düzenleme değişmiş olsa bile tüzel kişiliğin en üst karar olan genel kurulda aldığı karar mahkemece kaldırıldığından, bu mahkeme kararına istinaden dava şartının dayanağının ortadan kalkmış olduğunu kabul etmek gerekecektir.
Geçmiş yargı uygulamasında, sorumluluk kararı alınmadan açılan davada bunun daha sonra tamamlanma imkânı kabul görmekteydi. Ancak burada tüzel kişiliğin en üst karar organı olan genel kurulun aldığı sorumluluk davası açılma kararı mahkemece kaldırılmıştır. Anılan karar sonrası önceki uygulamaya benzer şekilde yeni bir imkân verilmesi, mahkeme kararı ile ortaya çıkan hukuki durumun örselenmesi olur endişesini taşımaktayım.
Hâl böyle olunca, öncelikle incelenen sorumluluk davasına esas genel kurul kararı ortadan kalkmış bulunduğundan, hadise yargılaması esasa ilişkin yargılamanın önüne geçtiğinden, davalılar hakkındaki ibra kararının tazmin sorumluluğunu kaldırıp kaldırmadığı ya da eksik inceleme bulunup bulunmadığı tartışılmadan, sorumluluk davası açılmasıyla ilgili genel kurul kararı mahemece kaldırıldığından, dava temeli kalmadığından, bu değişik gerekçe ile sonucu itibariyle doğru olan red kararının onanması görüşündeyim.
Belirttiğim sebeplerle aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.