Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2016/257 E. 2017/926 K. 10.05.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2016/257
KARAR NO : 2017/926
KARAR TARİHİ : 10.05.2017

MAHKEMESİ : Yargıtay 9. Hukuk Dairesi (İlk Derece)
İ
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Hukuk Dairesince;
“Davacı asil dava dilekçesinde özetle;
Davacı vekili olarak görev yaptığı İstanbul 4. İş Mahkemesi’nin 2013/274 esas sayılı dosyasının 09.04.2014 tarihli celsesinde Mahkeme Hakimi … tarafından ara karar verilmek üzere “gereği düşünüldü” denildiğinde ayağa kalkmaması nedeni ile yaşanan usul tartışmasından sonra salonun mübaşir vasıtası ile boşaltıldığını, oturmaması için sadece kendisinin ve müvekkilinin oturabileceği davacı masası tarafında olan sandalyelerin salonun başka bir tarafına alındığını, olayın müvekkilinin önünde gerçekleştiğini, Hakim …’in yargılama faaliyeti esnasında kin ve düşmanlık sebebi ile bu şekilde hukuka aykırı karar vermesine neyin neden olduğunun, avukatlık mesleğine ve şahsına neden bu şekilde bir üslup takındığının anlaşılamadığını,
Mevzuata göre ara karar yazdırılırken tarafların ayağa kalkmasının gerekmediğini, yargılama esnasında hangi hallerde ayağa kalkılacağının mevzuatta açıkça bir şekilde belirtildiğini, bunların “yemin” ve “hükmün tefhimi” olduğunu, o celse tanık yeminleri sırasında norma riayet ederek ayağa kalktığını, “yemin” ve “hükmün tefhimi” sırasında ayağa kalkmanın yasal zorunluluk olduğunu, bunun dışında kalan durumlarda, örneğin ara karar okunurken, taraflar ve vekilleri beyanda bulunurken ayağa kalkılmasının mecburi olmayıp, kişilerin tercihine bırakıldığını, hakimin duruşma salonunu boşaltmasının haklı ve makul bir sebebi olmadığını, hakimin kişisel ve keyfi davranarak duruşma salonunu boşalttığını, bu esnada davacı vekili olarak oturduğu sandalyeyi/koltuğu salonun diğer tarafına aldırdığını, Mahkeme hakiminin adalet hizmetinin yürütülmesi sırasında müvekkilinin önünde gerek şahsına, gerekse mesleğine karşı onur kırıcı davranışta bulunduğunu, bu davranışını devam ettirerek kötü muamele boyutuna vardırdığını, gerek ceza yargılamasında ve gerekse hukuk yargılamasında adalet hizmeti yerine getirilirken adil ve sağlıklı bir yargılama yapılması için hakim, savcı ve avukatın işbirliği içinde çalışmakla yükümlü olup, yargının her üç kolunun da kişisel davranış ve duygularla hareket ederek bu çalışma düzeni ve barışını bozmaması gerektiğini, mahkeme hakiminin şahsına ve mesleğine yönelik hukuki dayanaktan yoksun davranışları nedeni ile dava açtığını belirterek, 10.000 TL. manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Hazine Vekili, cevap dilekçesinde özetle;
Hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı hangi hallerde Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceğinin HMK.nun 46. Maddesinde belirtildiğini, somut olayda HMK.nun 46. Maddesinde belirtilen hiçbir halin olmadığını, Hakimin duruşma sırasında agresif tavırlar içerisine girdiğinin, yüksek sesle ve gergin bir ses tonu ile hitap ettiğinin iddia edildiğini, iddia edilen bu davranışın yargısal faaliyet ile ilgili olmadığını, kişisel kusur olarak ele alınabileceğini, bu nedenle Maliye Bakanlığının bu davada hasım mevkiinde olamayacağını, manevi tazminatın koşullarının oluşmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İhbar olunan … dilekçesinde özetle;
Davacının manevi tazminat talebinin haksız olduğunu, davalı tanıklarının dinlendiği duruşmada ara kararı yazdırılırken daha kıdemli olan davalı vekilinin ayağa kalktığını, ancak davacı vekilinin ayağa kalkmadığını, dalgınlıkla kalkmadığı düşünüldüğünden nazikçe uyarıldığını, ancak davacı vekilinin usulde hüküm olmadığını belirterek kalkmayı reddettiğini, bu olayın mahkeme salonunda taraf vekilleri, tanıklar ve duruşma sırası bekleyen başka avukatlar varken yaşandığını, usul kanununun incelenmesi için duruşmaya ara verildiğini ve salon boşaltıldıktan sonra usul kanununda tarafların oturabileceği koltuk bulunacağına dair de hüküm bulunmadığından davacı vekilinin bulunduğu taraftaki koltukların salonun diğer tarafına alındığını, taraflar tekrar çağrılarak ara kararına devam edildiğini, yaşanan olayın zapta aynen yazıldığını, Mahkemece yada davacı vekili tarafından hakaret olarak kabul edilecek bir davranış yada söz söylenmediğini, davacının tek dayanağının HMK.nun 294/5. Maddesinin mefhumu muhalifi olup, davacının nihai karar olmayan ara kararın yazımı sırasında ayağa kalkılacağına dair hüküm olmadığından kalkması gerekmediği ve kalkmayabileceği düşüncesi ile hareket ettiğini, bu düşüncenin kabul edilemeyeceğini, aksi halde usul kanunlarında yazmayan her şeyin yapılabileceği gibi bir sonucun ortaya çıkacağını, örneğin duruşma salonunda çay içilmez, tost yenmez diye de yazılmadığını, yazmadığına göre bunların yenilip, içilebileceğinin söylenemeyeceğini, duruşma salonunda kimin, nasıl davranacağına, nelerin yapılıp, yapılamayacağına dair hüküm konulmamasının kanunda boşluk sayılamayacağını, Kanun koyucunun çok geniş olan bu alanı bilinçli düzenlemediğini, bu konuda tek bir düzenleme yapıldığını, HMK.nun 32. Maddesinde “yargılamayı hakim sevk ve idare eder, yargılama düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü tedbiri alacağının “ belirtildiğini, bu alanda kanunda boşluk olmayıp, bu alanın hakime bırakıldığını, hakimin düzeni sağlamakla görevli olduğunu, bir an kanunda boşluk olduğu düşünülürse MK.nun 1. Maddesi gereğince kanundaki boşluğu doldurma görevinin hakime ait olduğunu, medeni yargılama hukuk tarihi boyunca uygulana gelen bir davranış biçiminin sürdürülmesini istemekte hukuka aykırılık bulunmadığını, davacının vekil olarak açtığı davanın makul sürede bitirildiğini, yaşanan tartışmanın kesinlikle yargılama sürecine ve karara yansımadığını, ara kararı sırasında avukatın ayağa kalkması gerektiği düşüncesinin kişisel bir tavrı olmadığını, kanunun bu yetkiyi hakime tanıdığını, aksini düşünen davacının ayağa kalkma ricasını katı bir tavır ile reddetmesinin sürecin bu şekilde yaşanmasına sebebiyet verdiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili Av…. ön inceleme duruşmasında dava dilekçesini tekrarlamış, yemin ve nihai hüküm dışında ayağa kalkma zorunluluğu olmadığını, ön inceleme duruşmasında naip üye’nin avukatın diyeceklerini kendisinin yazdırmasına izin verilmesinin olumlu olduğunu, HMK.nun 154. Maddesinin tarafların ilgililerin ve vekillerin kendi sözleri ile tutanağa yazdırılmasının asıl olduğunu, istisnai hallerde gerekçesi açıklanmak suretiyle özetleme hakkının tanındığını, ancak Türk yargısının tutanak düzeni gibi tıpkı duruşma inzibatı kültürü gibi, tıpkı duruşma salonu mimarisi gibi usul yasalarında düzenlenmeyen hukuki hurafelerden ve ezberlerden ibaret olduğunu, kendisinin de mesleki refleks olarak mesleki tutarlılık olarak müvekkilinin haklı davasını talebini ve eylemini sürdürmek ve onunla bu anlamda bütünleşmek için oturarak konuşmak, gereği düşünüldü kısmında kısa kararın tefhimini oturarak dinlemek istediğini, ancak tıpkı hakimler, savcılar, katip ve mübaşirler gibi sayısız öğretilmiş çaresizliklerinin bütünü olduğunu, ezberletilen, dayatılan çokta sorgulamadığı avukat rolü ile bulunduğunu, oturarak konuştuğunda mahkemenin buna karşı tutumunu davranışını görebilmeyi arzuladığını, bu tür olayların başka mahkemelerde de gündeme geldiğini, ancak bazı mahkemelerin aksine davrandığını, hatta duruşma salonunun kapılarına, tarafların oturdukları masalara ayağa kalkma zorunluluğu olmadığına ilişkin yazılar yazdıklarını, amaçlarının para olmadığını, olayın davacının müvekkilinin ve diğer avukatların huzurunda geçtiğini, davacının o ortamda rencide edildiğini, onurunun kırıldığını, davacının müvekkili ile aynı durumda olan 8 işçinin davasını alamadığını, mahkemelerin insanı, insan onurunu, yaşamını, mal varlığını, ailesini, mal varlığını, manevi değerlerini ve insana tahsis edilmiş her şeyi korumakla yükümlü olduğunu, bu davanın insan onurunun korunması davası olduğunu, Türk hukuk sisteminin yolu yargıya düşen herkesin hakkını teslim etse bile onurunu çiğnediğini, en çok da avukatların onurunu çiğnediğini, avukatın yargının tek sivil bileşeni olduğunu, bu uygulamalarla avukatlık cılız kaldığı için Türk hukukunun bir adım öne gidemediğini, amaçlarının maddi çıkar sağlamak olmadığını beyan etmiştir.

Duruşmaya yetki belgesi ile katılan davacı vekili Av. Zafer GÖKDEMİR de benzer beyanlarda bulunmuşlardır.
Duruşmalara katılan davacı vekili Av…. ön inceleme duruşmasında Mahkemeye hitapları sırasında ayakta konuşmuş, tahkikat duruşmasında ise aynen “müvekkilin talimatı doğrultusunda ayağa kalkmadan konuşacağım. Hukuk yargılaması olduğu için müvekkilin talimatıyla bağlıyım yaklaşık 20 yıllık avukatım. Duruşma salonunda toplantı masasında duruşma yapıyoruz. Bunu olumlu görüyoruz “ şeklinde beyanda bulanarak duruşma boyunca söz verildiğinde oturarak konuşmuştur.
Davacı asil ön inceleme duruşmasında ve tahkikat duruşmasında oturarak konuşmuş, ara kararı kurulurken de ayağa kalkmamış, son sözü sorulduğunda “ davaya konu duruşmada ayağa kalkmamasının bir tercih olduğunubelirtmiştir.
Duruşmaya yetki belgesi ile katılan davacı vekili Av. Zafer GÖKDEMİR ise diğer beyanlarının yanı sıra “ Bende oturarak konuşacağım. Bu benim tercihimdir. Yargılama yargılamanın sac ayağından biri olan avukatı hizaya getirme aracı değildir. “ şeklinde beyan da bulunmuştur.
Hem ön inceleme duruşmasında, hem de tahkikat duruşmasında davacı vekilleri ile davacının davaya sebebiyet veren davranışı ile aynı olan bu tavırları Mahkememizce yeni bir usul tartışmasına yol açmamak için dikkate alınmamıştır.
Davacı ve vekilleri ile davalı hazine vekilleri hüküm tefhimini ayakta dinlemişlerdir.
Davaya esas İstanbul 4. İş Mahkemesinin 2013/274 E. 2014/ 339 K. Sayılı dava dosyası incelendiğinde;
Davaya konu İstanbul 4. İş Mahkemesinin 2013/274 E. 2014/ 339 K. sayılı dava dosyasının 09.04.2014 tarihli duruşmasının 1 numaralı kararı aynen “Emsal ücretler için yazılan yazılara cevap gelmediğinden (Bu sırada Gereği Düşünüldü denilmesine rağmen davacı vekili usül hükümlerine aykırı olduğu itirazlarında bulunarak ayağa kalkmayı reddetti, salon mübaşir vasıtasıyla boşaltıldı, davacı vekilinin oturabileceği koltuklar salonun diğer bölmesine alındı, taraflar tekrar huzura alındı.) şeklindedir.
Yerel mahkemede yargılama ön inceleme dahil 4 duruşmada sona ermiştir. Bu duruşmalardan ilk üçüne dosyamızın davacısı … davacı vekili sıfatı ile katılmış, ilk iki oturumda “ayağa kalkma/kalkmama“ konusunda bir sorun, bir tartışma olmamış, 09.04.2014 tarihli üçüncü oturumda ara kararı yazdırılırken davacının “ tercihimdir “ şeklinde açıkladığı bir nedenle ayağa kalkmaması üzerine yukarıda belirtilen tartışma ve hakimin davacı taraftaki koltukları salonun diğer tarafına taşıtması olayı yaşanmıştır.
Bu olanlar sırasında duruşma hakiminin yada Av. …’in birbirlerine karşı hakaretamiz sözlerinin olmadığı tartışmasızdır.
Davacı ara kararının yazdırılması sırasında ayağa kalkmadığını, bunun üzerine hakimin oturduğu koltukları karşı tarafa aldırdığını, bu davranış nedeni ile müvekkili ve diğer avukatların huzurunda onurunun kırıldığını, hakimin keyfi davrandığını iddia ederek manevi tazminat talep etmiştir.
Davaya sebep olan davranış İstanbul 4. İş Mahkemesinin 2013/274 esas sayılı dosyasının 09.04.2014 tarihli duruşmasının ara kararı sırasında davacı vekili olarak görev yapan, dosyamız davacısı Avukat …’in duruşma hakiminin uyarısına rağmen “ usülde bu konuda bir hüküm yok “ gerekçesi ile ayağa kalkmaması ve bununüzerine duruşma hakiminin davacının ve vekilinin oturduğu koltukları karşı tarafa geçirmesinin onur kırıcı ve tazminat gerektiren bir hal oluşturup, oluşturmadığıdır.
Davanın değerlendirilebilmesi için bazı kavramların ortaya konulması ve tartışılması gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ nın 9. Maddesinde “Yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağını “ hüküm altına almıştır.
Hakim; yargılamayı usul yasalarına uygun şekilde yürütmekle, tarafların adil yargılanma haklarını sağlayıp,iddia ve savunmayı değerlendirip, Türk Milleti adına karar vermekle görevlidir.
İstanbul 4. İş Mahkemesi Hakimi …’ inTürk Milleti adına yargı yetkisini kullandığı tartışmasızdır.
Avukatlığa ilişkin temel hükümler 1136 Sayılı Avukatlık Kanununda düzenlenmiştir. Bu kanuna göre;
Avukatlığın mahiyeti:
Madde 1 – Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. (Değişik : 2/5/2001 – 4667/1 md.) Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder.
Avukatlığın amacı:
Madde 2 – (Değişik birinci fıkra : 2/5/2001 – 4667/2 md.) Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.
Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.
(Değişik: 2/5/2001 – 4667/2 md.) Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür.
Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir.
Avukatın Hak ve Ödevleri;
Genel olarak: Madde 34 – (Değişik : 2/5/2001 – 4667/21 md.) Avukatlar, yüklendiği görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.
Avukatlık mesleğinin yargının üç ayağından biri olduğu tartışmasızdır. Avukat ceza yargılamasında iddia makamının yanında müşteki/müdahil vekili olabileceği gibi sanık vekili de olabilmektedir. Özel hukuk yargılamasında ise davacının yada davalının vekili olarak görev yapmaktadır.
Avukat; Avukatlık Kanunu’ nun 34. maddesinde açıkça belirtildiği üzere “ yüklen diği görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler. “
Davacı …’ in 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’na tabi olarak avukatlık mesleğini icra ettiği de tartışmasızdır.
Hem ceza, hem de özel hukuka ilişkin usul yasalarımızda ayağa kalkma “ yemin “ ve “ hüküm tefhimi” için düzenlenmiş ise de, bu düzenlemeler duruşmada bulunan herkes için olup, sadece taraflara hasredilmiş değildir. Diğer bir ifade ile sadece tarafları ilgilendiren durumlar bakımından ayrı bir yasal düzenleme yapılmamıştır.
6100 Sayılı HMK. nun 32. Maddesi “Yargılamayı, hâkim sevk ve idare eder; yargılama düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü tedbiri alır. “şeklindedir.
Yasa Koyucu duruşma sırasında kimin nasıl davranacağını yada nasıl davranmayacağını özel olarak düzenlememiştir.
Bunu düzenlemeye gerek görülmemesinin temel nedenin bu alanın çok geniş olması ile birlikte Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan mahkemelerde herkesin asgari nezaket ve saygı çerçevesinde davranacağının ön görülmesidir. Mahkemeye saygı hem duruşmada, hem yazılanlarda, hem de duruşma dışında gözetilmelidir.
Ayağa kalkmak ;
Ayağa kalkmak, tüm dünyada ve tüm kültürlerde, toplumsal yaşamda“… tanımanın “ , “ …saygı göstermenin “ bir şeklidir.
Usul yasalarımızda duruşma sırasında mahkemeye hitap ederken, yada ara kararı oluşturulurken ayağa kalkma ile ilgili düzenleme yok ise de, tüm dünya da olduğu gibi Türk yargılamasında da yüz yıllar önce oluşan ve devam eden teamül mahkemeye hitap ederken, yada ara kararı oluşturulurken ayağa kalkmak şeklindedir. Bu ülkemizde olduğu gibi tüm diğer ülkelerde de böyle süre gelmiştir.
Mahkemeye hitap ederken, yada ara kararı oluşturulurken ayağa kalkmak mahkemeyi tanımanın ve mahkemeye saygının bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Mahkemenin saygınlığını korumak, öncelikle mahkeme hakiminin ve yargının kurucu unsuru olduğu kabul edilen avukatların görevidir. Bu konuda mutlaka bir yasal düzenleme yapılmasına gerek yoktur. Tüm dünyada bu yönde uygulana gelen teamüller vardır.
Ülkemizde öncelikle ceza yargılamasında iddia makamı ile savunmanın aynı konumda olduğuna ve bu nedenle cumhuriyet savcısının duruşma kürsüsünde oturmaması gerektiğine ilişkin tartışmalar çıkmış, ancak bu husus bir yasal düzenlemeye bağlanmamıştır.
Bu tartışmalar özel hukuk yargılamalarına kimi mahkemelerde “Avukatın mahkemeye hitap ederken, yada ara kararı oluşturulurken ayağa kalkmaması“ şeklinde yansımış, butür davranışlara kimi mahkeme hakimleri önemsemediklerinden, kimi mahkeme hakimleri polemiğe girmemek için müdahale etmemiş, bazı mahkeme hakimleri fiili durumu Türkiye Barolar Birliğine bildirmiş, bazı mahkeme hakimleri ise somut davamızda olduğu gibi müdahalede bulunmuştur. Bu tür olaylar avukatların duruşmaya katılırken ki kıyafetleri ile de gündeme gelmiştir.
Mahkemelerin duruşmada ayağa kalkmama halinde yaptığı bildirimler Türkiye Barolar Birliği tarafından “ avukatın mahkemeye hitap ederken, yada ara kararı oluşturulurken ayağa kalkmasını zorunlu kılan bir yasal düzenleme olmadığı“ gerekçesi ile disiplin yaptırımına gerek olmadığı şeklinde değerlendirilmiştir.
Davacı, avukat sıfatı ile bulunduğu yargılama sırasında ilk iki duruşmada ayağa kalktığı halde üçüncü duruşmada mahkeme hakiminin ayağa kalkması için yaptığı uyarıyı “usulde bu konuda hüküm yok, tercihimdir “ gerekçesi ile reddetmiştir.
Dava dilekçesinde “gerek ceza yargılamasında ve gerekse hukuk yargılamasında adalet hizmeti yerine getirilirken adil ve sağlıklı bir yargılama yapılması için hakim, savcı ve avukatın işbirliği içinde çalışmakla yükümlü olup, yargının her üç kolu da kişisel davranış ve duygularla hareket ederek bu çalışma düzeni ve barışını bozmaması gerektiğini“ yazan davacı, ayağa kalkmaması üzerine hakimin bulunduğu taraftaki koltukların kaldırtmasını onur kırıcı olarak nitelemiş, ancak her gün onlarca duruşma yapan, kendi duruşmasından sonra da duruşma yapmaya devam edecek olan hakimin ayağa kalkması yolundaki uyarısını “usulde bu konuda hüküm yok, tercihimdir“ gerekçesi ile reddetmesinin mahkeme hakimini duruşma salonunda bulunan diğer avukatlar, vatandaşlar, katip ve mübaşir nezdinde düşüreceği konumu hiç değerlendirmemiştir.
Davacı vekilinin duruşma salonunda bulunan diğer avukatlar, vatandaşlar, katip ve mübaşir nezdinde mahkemeyi zor durumda bırakacak şekildeki davranışı üzerine duruşma hakiminin davacı taraftaki koltukları salonun diğer bir tarafına kaldırtması da maksadı aşanbir davranıştır. Hakim duruşmada meydana gelen her türlü olayı soğukkanlılıkla karşılamalıdır. Hakimin davranışı da avukatın davranışına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Davacının dava dilekçesinde belirttiği üzere “gerek ceza yargılamasında ve gerekse hukuk yargılamasında adalet hizmeti yerine getirilirken adil ve sağlıklı bir yargılama yapılması için hakim, savcı ve avukatın işbirliği içinde çalışmakla yükümlü olup, yargının her üç kolu da kişisel davranış ve duygularla hareket ederek bu çalışma düzeni ve barışını bozmaması gerektiği“ görüşüne mahkememizde aynen katılmaktadır.
Davacı ve vekilleri ayağa kalkmama tavırlarını İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Hukuk Dairesinde de sürdürmüşler, Yargıtay’ın bir dairesi olup, ilk derece mahkemesi sıfatıyla görev yapan mahkememizce mahkemeyi bir anlamda zorlayan, aynı kısır tartışmaya çekecek bu davranışlara karşı her hangi bir müdahalede bulunulmamıştır.
Mahkemelerin bu tür ayağa kalkma talepleri/uyarıları “Avukatlık mesleğine karşı bir tavır“ olarak algılanmaktadır.
Bu algı gibi, davacı vekilinin mahkememizin tahkikat duruşmasında söylediği “Türk hukuk sisteminin yolu yargıya düşen herkesin hakkını teslim etse bile onurunu çiğnediğine, en çok da avukatların onurunu çiğnediğine,” ilişkin algısı ve düşüncesi detamamen yanlış bir algı ve düşünce olup, hem Türk Hukuk Sistemine, bu sistemi oluşturan Yargı görevlileri ile hukuk sisteminin doğrudan bir parçası olan avukatlara haksızlıktır.
Mahkemelere karşı son yıllarda ortaya çıkan ve nahoş olaylara sebebiyet veren bu davranışların sebebi mahkememizce anlaşılamamaktadır. Ancak ortada olan, bu tür nahoş olaylara son vermek için acil yasal düzenleme yapılması gerektiğidir.
Dava ve yargısal faaliyet sırasında meydana gelen olay 6100 Sayılı HMK.nun 46. Maddesinin unsurları açısından değerlendirildiğinde;
6100 sayılı HMK.nun Devletin sorumluluğu ve rücu başlıklı 46/1. maddesinde Hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davasının sebepleri sayılmıştır.
Bu sebepler;
“ a) Kayırma veya taraf tutma yahut taraflardan birine olan kin veya düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
b) Sağlanan veya vaat edilen bir menfaat sebebiyle kanuna aykırı bir hüküm veya karar verilmiş olması.
c) Farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar veya hüküm verilmiş olması.
ç) Duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verilmiş olması.
d) Duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş yahut tahrif edilmiş veya söylenmeyen bir sözün hüküm ya da karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterilmiş ve buna dayanılarak hüküm verilmiş olması.
e) Hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmış olması”dır.
Dava konusu olay yargısal faaliyet sırasında cereyan etmiş olup, HMK.nun 46. maddesinde yer alan nedenlerden bir ya da bir kaçının bulunmadığı, hakimin onur kırıcı olduğu ileri sürülen davranışının Avukatın kişilik haklarına yada, avukatlık mesleğine hakaret amacıyla yapılmadığı, avukatın davranışına karşı, mahkemeye gösterilmesi gereken saygıyı tesise yönelik olmakla birlikte maksadı aşan bir davranış olduğu anlaşılmıştır.
Sonuç olarak davada sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiç birisi bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1- Somut olayda HMK.nın 46. Maddesi koşulları oluşmadığından davanın REDDİNE,
2- Davalı vekil ile temsil edildiğinden karar tarihindeki AAÜT uyarınca belirlenen 1500 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalı hazineye verilmesine,
3- 6100 sayılı HMK.nın 49. Maddesi uyarınca belirlenen 1000 TL. disiplin para cezasının davacıdan alınarak hazineye irat kaydına
4- Davacının yaptığı yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına
5- Red harcının mahsubuyla fazla yatırılan 113,17 TL. peşin harcın karar kesinleştiğindeve isteği halinde davacıya iadesine,
6- Avanstan artan kısım olur ise karar kesinleştiğinde ve talep halinde ilgililere iadesine,”
dair oybirliği ile verilen 23.10.2015 gün ve 2015/1 E., 2015/2 K. sayılı karar davacı asil ve davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:
Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46.maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Davacı İstanbul 4. İş Mahkemesinin 2013/274 Esas sayılı dosyasında davacı işçi vekili olarak görev yaptığını, davanın 09.04.2014 tarihli 4. celsesinde mahkeme hakimi … tarafından ara karar verilmek üzere “gereği düşünüldü” denildiğinde ayağa kalkmaması nedeniyle yaşanan usul tartışmasından sonra salonun mübaşir vasıtasıyla boşaltıldığını, oturmaması için sadece davacı masası tarafında olan sandalyelerin salonun başka tarafına alındığını, mevzuata göre ara karar yazdırılırken tarafların ayağa kalkmasının gerekmediğini, hakimin yargılama faaliyeti esnasında kişisel ve keyfi davrandığını ve avukatların duruşma salonundan çıkarılamayacağını belirten HMK’nın 151. maddesini fiilen ihlal ettiğini, gerek şahsına, gerekse mesleğine karşı onur kırıcı davranışta bulunduğunu ileri sürerek manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Davalı vekili HMK’nın 46. maddesinin gerekçesi ve madde hakkındaki Adalet Komisyonu Raporu da dikkate alındığında hakimin salt yargılama yetkisini kullanmış olması nedeniyle Devletin sorumlu tutulmasının mümkün olmadığını, davacının hakimin duruşma sırasında agresif tavırları, yüksek sesle ve gergin bir ses tonuyla hitap etmesi şeklindeki iddiaların yargılama faaliyetine ilişkin olmadığını, Borçlar Kanununun haksız fiil hükümleri kapsamında kişisel kusur olarak ele alınabileceğini, bu nedenle Hazinenin bu davada hasım mevkiinde olamayacağını, manevi tazminatın koşullarının oluşmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İhbar olunan hakim davacının manevi tazminat talebinin haksız olduğunu, tek dayanağının HMK’nın 294/5. maddesinin mefhumu muhalifinden hareketle, ara kararın yazımı sırasında ayağa kalkılacağına dair hüküm olmadığından kalkması gerekmediği ve kalkmayabileceği düşüncesi olduğunu, bu düşüncenin kabul edilemeyeceğini, HMK’nın 32. maddesi gereğince hakimin duruşmanın ve salonun idaresi ile düzenini sağlamakla görevli olduğunu, ara kararı sırasında avukatın ayağa kalkması gerektiği düşüncesinin kişisel bir tavır olmadığını, kanunun bu yetkiyi hakime tanıdığını, aksini düşünen davacının ayağa kalkma ricasını katı bir tavır ile reddetmesinin bu sürecin yaşanmasına sebep olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı asilin ve davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 10.05.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.