Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2016/2339 E. 2020/266 K. 10.03.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2016/2339
KARAR NO : 2020/266
KARAR TARİHİ : 10.03.2020

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bakırköy 7. İş Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 28.11.2012 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin 0844899668 Bağ-Kur sicil numarası ile Kurum nezdinde kayıtlı olduğunu, ancak Kurum tarafından 11.10.2012 tarihli yazı ile tescilinin bulunmadığının bildirildiğini, müvekkilinin yıllarca belirtilen sicil numarasına prim ödediğini ve oda-sicil kaydının da mevcut olduğunu ileri sürerek 02.12.1996 tarihi itibariyle Bağ-Kur sigortalılığının başladığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı … vekili 21.12.2012 havale tarihli cevap dilekçesinde; davacının Kurum nezdinde kaydının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Kararı:
6. Bakırköy 7. İş Mahkemesinin 10.12.2013 tarihli ve 2012/638 E., 2013/643 K. sayılı kararı ile; davacı tarafından 30.09.1997-29.01.1999 tarihleri arasında 0844….. Bağ-Kur numarasına prim ödendiğine ilişkin banka dekontlarının sunulduğu, davacının 02.12.1996 tarihi itibariyle ilgili meslek kuruluşuna kayıtlı olduğu, 08.03.2000 tarihi itibariyle sicil kaydının yapıldığı gerekçesiyle Bağ-Kur sigortalılık başlangıç tarihinin 02.12.1996 olarak tespitine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Bozma Kararı:
7. Bakırköy 7. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı … vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 10. Hukuk Dairesince 25.06.2015 tarihli ve 2014/17137 E., 2015/12834 K. sayılı kararı ile; “1479 sayılı Kanun’da 506 sayılı Kanun’dan farklı olarak, “sigortalılık başlangıç tarihi” kavramının yer almadığı, sigortalı hak ve yükümlülüklerinde (1479 sayılı Kanun’un 35, 29, 21. ve geçici 10. maddesi) primi ödenmiş gün sayısının geçerli kabul edildiği, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31. maddesine göre davacıya dava konusu istem açıklatılarak taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan dönemin tereddütsüz belirlenmesi ve ihtilaf konusu olan döneme yönelik yapılacak araştırma sonucuna göre karar verilmesi” gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Bakırköy 7. İş Mahkemesinin 26.11.2015 tarihli ve 2015/445 E., 2015/448 K. sayılı kararı ile; davacının 30.09.1997-29.01.1999 tarihleri arasında 0844….Bağ-Kur numarasına prim ödediğinin banka dekontuyla da sabit olduğu ve 02.12.1996 tarihinde meslek kuruluşuna, 08.03.2000 tarihinde esnaf ve sanatkarlar siciline kaydının yapıldığı ve bu durumda Bağ-Kur sigortalılık başlangıç tarihinin oda kayıt başlangıç tarihi olan 02.12.1996 olarak tescili gerektiği, davacının talebinin bir günlük olup, 1 günün de bir dönem olarak yorumlanabileceği, işi terk tarihi olan 05.09.2012 tarihine kadar ki bütün dönemde zaten sigortalılığının devam ettiği, bu durumda Bağ-Kur sigortalılık başlangıç tarihinin 02.12.1996 tarihi olarak tespit edilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK:
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından 1479 sayılı Kanun (Esnaf Bağ-Kur) kapsamında 02.12.1996 olan oda kayıt başlangıç tarihinin davacı yönünden sigorta başlangıcı sayılıp sayılmayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için hukuki yarar ve sigortalılık başlangıcı kavramlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
13. Öncelikle hukuk yargılamasının amacı ve davada menfaat (hukuki yarar) kavramları hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
14. Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.
15. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Hanağası, E.; Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).
16. Hukuk Genel Kurulunun 24.06.1992 tarihli ve 1992/1-347 E., 1992/396 K., 30.05.2001 tarihli ve 2001/14-443 E., 2001/458 K., 22.10.2019 tarihli ve 2017/8-1854 E., 2019/1096 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir. Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
17. Öte yandan, bu hukuksal yararın, “hukuki ve meşru”, “doğrudan ve kişisel”, “doğmuş ve güncel” olması gerekir (Hanağası, s. 135).
18. Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönem içinde öğreti ve yargısal kararlar, dava açarken hukuki yararın bulunması gereğini, “dava şartı” olarak kabul etmiştir. Bu şart, “dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri” olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan “olumlu dava şartları” arasında sayılmaktadır.
19. Nitekim aynı görüş Hukuk Genel Kurulunun 24.11.1982 tarihli ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 05.06.1996 tarihli ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 tarihli ve 1999/1-937 E.-946 K. ve 25.05.2011 tarihli ve 2011/11-186 E. 2011/352 K., 01.02.2012 tarihli ve 2011/10-642 E.-38 K., 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1360 E., 2015/1651 K., 26.11.2019 tarihli ve 2019/10-454 E., 2019/1212 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
20. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
21. Bir davada hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
22. Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının mahkemece taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)’nin 6. maddesi ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesinde düzenlenen “hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.
23. Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar, dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada hâlen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H./ Atalay, O./Özekes, M.; Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 297).
24. Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesi gerekir.
25. Bilindiği üzere mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.
26. Eda davalarında, bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.
27. Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
28. Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır: 1) Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; 2) Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; 3) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır.
29. Davacının tespit davası ile istediği hukuki korunma, diğer dava çeşitlerinden biri ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının o konuda tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur.
30. Uyuşmazlığa esas tespit istemi 1479 sayılı Kanun kapsamında sigorta başlangıcı kavramına dayalı olup, istemde hukuki yarar bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması yönünden bu konuya kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.
31. Sigortalılık başlangıç tarihi, talep eden açısından Kanun kapsamında sigortalı sayılmasını gerektirecek biçimde ilk defa çalışmaya başladığı tarih olmakla birlikte, sigortalı açısından önemi “sigortalılık süresi” yönünden taşıdığı değerdir.
32. Sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti davası bir (1) günlük çalışmanın tespiti niteliğinde olduğundan hizmet tespiti davasının bir türüdür. Bu dava türleri hizmet tespiti davaları gibi kamu düzenine ilişkindir.
33. 01.03.1965 tarihinde yürürlüğe giren 17.07.1964 tarihli 506 sayılı Kanun’da uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 108. maddede “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir.
Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir.” şeklinde düzenlenmiştir.
34. Ayrıca 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’da uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 38. maddede “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, mülga 2/6/1949 tarihli ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanununa, mülga 4/2/1957 tarihli ve 6900 sayılı Malûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Hakkında Kanuna, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır.
Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.
Aylık bağlama işlemlerinde dikkate alınan sigortalılık süreleri, sigortalılığın başlangıç tarihi ile sigortalının aylık bağlanması için yazılı istekte bulunduğu, aylık bağlanması için istekte bulunmayan sigortalılar için ise ölüm tarihi arasında geçen süredir. 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar bakımından sigortalılık süresi; sigortalılığın başlangıç tarihi ile 48 inci maddeye göre yetkili makamdan emekliye sevk onayının alınarak görevi ile ilişiğinin kesildiği ayın son günü arasında geçen süredir.
Vazife malûllüğü aylığı almakta iken, çalışmaya başlamaları nedeniyle haklarında uzun vadeli sigorta hükümleri uygulananlar için malûllük, yaşlılık ve ölüm aylığı bağlanmasında veya toptan ödeme yapılmasında esas alınacak sigortalılık süresi, prim ödeme gün sayısı ve prime esas kazancın hesaplanmasında, vazife malûllüğü aylığı bağlandığı tarihten önceki süreler dikkate alınmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
35. 506 sayılı Kanun’un 108. maddesi ve 5510 sayılı Kanun’un 38. maddesi değerlendirildiğinde sigorta başlangıcının yaşlılık aylığından yararlanma şartları arasında olan “sigortalılık süresini” doğrudan etkilediği görülmektedir. Ne var ki 02.09.1971 tarihli 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ve 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında sigorta başlangıcının talep eden açısından hukuki sonucu olarak “sigortalılık süresini” belirlemesi için etkisi bulunmamaktadır. Çünkü her iki kanun kapsamında da yaşlılık aylığına hak kazanmak için sigortalılık süresi değil primi ödenmiş günler asıldır. Somut olay bakımından davacının 1479 sayılı Kanun kapsamında talep ettiği bir günlük hizmet tespitinin yaşlılık aylığı bağlanırken herhangi bir katkısı olmayacağından hukuki yararı bulunmamaktadır.
36. Açıklanan tüm bu yasal düzenleme ve ilkeler kapsamında mahkemece yapılacak iş, davacının 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalılık başlangıcı talebi yönünden hukuki yararı bulunmadığı göz önüne alınarak; talebinin, 1479 sayılı Kanun kapsamında bir döneme dair olup olmadığı açıklattırılarak çıkacak sonuca göre karar vermekten ibarettir.
37. Hâl böyle olunca, yerel mahkemece verilen direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekir.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 10.03.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.