Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2016/2090 E. 2019/623 K. 28.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2016/2090
KARAR NO : 2019/623
KARAR TARİHİ : 28.05.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 2. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.05.2014 tarihli ve 2013/745 E., 2014/259 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 24.11.2015 tarihli ve 2014/19374 E., 2015/31433 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek, davalı işyerinden onbeş yıllık süre ve 3600 gün prim ödeme süresini tamamlaması sebebi ile kendi isteği ile işten ayrıldığını beyanla, kıdem tazminatı ile fazla mesai alacağını istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının gerçek iradesinin emeklilik yönünde olmadığını bankadan kıdem tazminatı alarak haksız kazanç elde etmek istediğini, bordrolarda ihtirazı kayıtsız ücretlerini alan davacının fazla çalışma talebinde bulunamayacağını beyanla davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, kıdem tazminatı alacaklarının belirsiz alacak davası türünde talep edilmesi için gerekli şartların varlığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre,
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir.
6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneği bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarının taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlenmesi objektif olarak mümkün, ancak belirlyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde ispatı (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Belirsiz alacak davası, bu davaya ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak belirlenmesi gerekir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirim yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanun’un 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 sayılı Kanun’un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanun’un 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmî dava için söz konusudur.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında eldeki davaya konu somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirsiz alacak davası yönünden yapılan değerlendirmede;
Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Uyuşmazlık konusu kıdem tazminatı alacağı bakımından, talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını belirleyebilmektedir. Tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri de belirleyebilecek durumdadır. Bu halde kıdem tazminatı alacağı, belirsiz alacak değildir. Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirlenebilir alacak olmaları ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan kıdem tazminatı talebinin reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
3-Taraflar arasında davacının fazla çalışma alacağına hak kazanıp kazanmadığı hususu tartışmalıdır.
Somut olayda, mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının 2008, 2009, 2010, yılları için haftanın beş günü 08:00-20:00 arasında birbuçuk saat ara dinlenme ile çalışarak haftalık yedibuçuk saat fazla çalışma yaptığı kabul edilmiştir. Belirtilen hesaplama dosya içeriği ve tanık beyanları ile tam olarak örtüşmemektedir. Dairemiz temyiz incelemesinden geçen davacının da tanık olarak dinlendiği emsal nitelikteki Kayseri 4. İş Mahkemesi 2013/578 esas, ve 2014/559 karar sayılı dosyası, Kayseri 3. İş Mahkemesinin 2014/262 esas ve 2014/732 karar sayılı dosyası ve benzeri ilamlarda çalışma saatleri 2008-2009 ve 2010 yılları için haftanın beş günü bir saat ara dinlenme ile 08:30-19:30 saatleri arası olarak kabul edilmiştir. Mahkemece, davacının 2008-2009-2010 yıllarındaki fazla mesai alacağı buna göre hesaplanmalı ve önceki karardaki takdiri indirim oranı ile hüküm altına alınmalıdır.
Ayrıca, davacının 2011-2012-2013 yıllarında haftanın beş günü 09:00-19:30 saatleri arasında bir saat ara dinlenme ile haftalık ikibuçuk saat fazla çalışma yaptığı anlaşılmakla, haftalık fazla mesainin beş saat olarak kabul edilmesi de isabetsizdir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait iş yerinde 15.10.1996-11.11.2013 tarihleri arasında çalıştığını, 15 yıl sigortalılık süresi ve 3600 gün prim ödeme süresini tamamlaması nedeniyle kendi isteğiyle iş yerinden ayrıldığını, Kayseri Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü’ne şikayette bulunulması üzerine yapılan incelemede, müvekkilinin günlük brüt ücretin 5.100,00TL olduğu ve kıdem tazminatının ödenmesi gerektiğinin tespit edildiğini, fazla çalışma alacağının da ödenmediğini ileri sürerek, belirsiz alacak davasının kabulü ile kıdem tazminatı ve fazla çalışma ücreti alacaklarının davalından tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı HSBC A.Ş. (Banka) vekili, fazla çalışma ile ilgili taleplere karşı zamanaşımı definde bulunduklarını, davacının müvekkili nezdinde 15.10.1996 tarihinden iş sözleşmesini emeklilik nedeni ile istifa ederek sona erdirdiği 11.11.2013 tarihine kadar çalıştığını, son aylık brüt ücretinin 5.100,00TL olduğunu, alacağının bulunmadığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davacının kıdem tazminatı almaya hak kazandığı ve fazla çalışma alacağının bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, üç numaralı bozma sebebine uyulmasına, iki numaralı bozma sebebine ilişkin olarak ise HMK’nın 107’nci maddesine ilişkin açıklamalara yer verilerek, resmi kayıtlar ve işverenin bildirdiği rakamların çelişkili ücret rakamları ortaya koyduğu, işverenin uzman görevlileri hariç bu hesapların ancak bilirkişilerce yapılabildiği, bozma kararının kendi içinde çelişkilerle dolu olduğu, bilirkişinin zorunlu mu değil mi anlaşılamadığı, iş mahkemesi dosyalarının neredeyse tamamında bilirkişiye başvurulduğu, fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili alacakları tanık anlatımlarına dayanıyor ise takdiri indirim yapıldığından anılan alacakların belirsiz olabileceği kabul edilirken, iş yeri kayıtlarına dayanılması ve takdiri indirim yapılması hâlinde belirsiz olamayacağı anlamının çıktığı, çoğu iş yerinde işçilerin kıdem ve ihbar tazminatlarını belirleyecek ücretlerini bilemediği, vekillerin dahi ellerinde yeterli bilgi ve belge bulunmadığından tam eda davası açabilecek durumda olmadıkları, hemen her davada çalışma sürelerinin belirsiz olduğu, sigortasız çalıştırılan dönemler, sigortaya geç başlatılması durumu, eksik yatan primler, girdi-çıktı, fiili çıkma, ihtar, devamsızlık ve sigorta priminin çıkış sonrası daha fazla yatırılması sebepleriyle işe başlama, devam ve işten çıkış tarihlerinin taraflar arasında belirsiz bir hâl aldığı, işverenin davayı kabul ettiği durumlar hariç işçilik alacağı davalarında belirsizlik söz konusu olduğu, açılan dava ile bilirkişi hesabı arasında fark çıktığında bazen işçi alacağından daha fazla yargılama gideri ve vekalet ücreti çıkacağı, bu durumda işçinin mağdur olacağı, işverenin düşük prim ödemek için Sosyal Güvenlik Kurumu’na düşük bildirimde bulunmasının bile tüm alacaklar ücrete göre hesap edildiğinden, işçilik alacakları davalarının belirsiz olarak kabul edilmesi için tek başına yeterli olduğu, davacının kısmi dava engelinin kaldırılması ile tercihen belirsiz dava açmasında faiz ve zamanaşımı yönü ile faydasının olduğunun aşikar olduğu, HMK’nın 114/1-h bendi uyarınca hukuki yararın olmadığından söz edilmesinin mümkün olmadığı, alacağı olduğunu düşünen davacının hukuki yararı olduğu, usule yönelik kabullerin hukuki yararı kaldıramayacağı, Hukuk Genel Kurulunda her davanın kendine has özellikleri dikkate alınarak belirsiz dava açılabileceği yönündeki kararlarının da göz önünde bulundurulması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını taraf vekilleri temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda kıdem tazminatı alacağının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukuki niteliği ile tam eda davasından bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107’nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107’nci maddesinde yer alan,
“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmaması ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hallerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak-arama özgürlüğünün (…m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.
Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
1-Davacının kendisinden beklenememesi,
2-Bunun olanaksız olması,
3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
Usul hukukunun maddi hukuk içinde gerçekleşen hakkın talep edilebilirliğini, tespitini belirli kurallara bağlayan hukuk dalı olması nedeniyle maddi hukuk için araç olduğu unutulmamalıdır. O nedenle iş yargılaması kuralları ve bu anlamda Hukuk Muhakemeleri Kanunu kurallarının iş ve sosyal güvenlik hukukuna hizmet ederken, bu hukukun ilkelerini de göz ardı etmemesi gerekecektir.
İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kıstası ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kıstasının birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.
Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 8’inci maddesinin 3’üncü fıkrası ile işverene yazılı sözleşme yapılmayan hâllerde en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih halinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye verme yükümlülüğü getirilmiştir.
Kanunun 32/2’nci maddesi ile ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın kural olarak Türk parası ile iş yerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödeneceği, çalıştırdığı işçilerin söz konusu alacaklarını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişilerin özel olarak açılan banka hesapları dışında bu alacakları ödeyemeyeceği belirtilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 37’nci maddesi ile işverene iş yerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya iş yerinin özel işaretini taşıyan bir pusula verme yükümlülüğü hükme bağlanmıştır. Söz konusu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.
Kanunun 67’nci maddesinde, günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatlerinin iş yerlerinde işçilere duyurulacağı; 75’inci maddesinde ise işverene çalıştırdığı her işçi için işçinin kimlik bilgilerinin yanında, İş Kanunu’nun ve diğer kanunlar uyarınca düzenlemek zorunda olduğu her türlü belge ve kayıtları saklamak ve bunları istendiği zaman yetkili memur ve mercilere göstermek zorunda olduğu bir özlük dosyası düzenlemesi gerektiği yükümlülükleri getirilmiştir.
Söz konusu düzenlemelere bakıldığında işçi işveren arasındaki iş ilişkisinde belgeye bağlama görev ve yetkisinin işçide değil, işverende olduğu görülmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K.; 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K.; 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24 sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay’ın iş davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile “İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı” yönünde karar verilmiştir.
Bilindiği üzere, belirsiz alacak davasının amaçlarından birisi, davanın başında talep sonucunu tam olarak belirleyemeyen davacının yüksek yargılama giderlerine mahkûm olma riskinin giderilmesidir. Dava açarken alacak miktarını tam olarak bilemeyen ve bu nedenle talep sonucunu tam olarak yazamayan davacı, talep sonucunu yüksek tutarsa alacağının kabul edilmeyen bölümü için, davada haksız çıkmış olacak ve bu miktar için yüksek bir yargılama giderine mahkûm olabilecektir. Belirsiz alacak davası, davacının alacağını tahkikat aşamasında belirlenmesinden sonra, belirlemesi ve talep etmesine imkan tanıyarak bu riski ortadan kaldırmaktadır (Pekcanıtez, H./Özekes, M./Akkan, M./Taş Korkmaz, H.: Medeni Usul Hukuku, Cilt II, 15. Bası, İstanbul 2017, s. 1020).
Belirsiz alacak davası, mahkemeden istenen hukuki korunmaya göre kural olarak bir tür eda davasıdır. Çünkü bu davalarda da davacı bir şeyin verilmesini, yani davalının bir edaya mahkûm edilmesini istemektedir. Eda davasından farkı ise dava dilekçesinde talep sonucunun asgari bir miktar dışında kesin olarak belirlenmemesidir. Bu dava ile davacı dava açarken miktarını belirleyemediği bir alacağın ödenmesini talep eder (Pekcanıtez/Özekes/Akkan/Taş Korkmaz, s. 1025, 1026). Bu noktada ifade etmek gerekir ki, belirsiz alacak davası, tam eda davasından farklı olarak alacağın tutarı dava açıldığı anda tam olarak belirlenemediği için özel olarak düzenlenmiştir (Simil, C.: Belirsiz Alacak Davası, İstanbul 2013, s. 95)
6100 sayılı HMK’nın “Dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119/1-ğ bendinden hareketle, davacı, dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde karar verilmesini istediği hususu açık bir şekilde yazıp belirtmelidir.
Talep sonucunun açık bir şekilde belirtilmesi uyuşmazlığın çözümünde hâkimin de karar vermesini kolaylaştıracaktır. Bu husus, mahkemece dava türünün saptanması, davanın kabulü hâlinde talep sonucunun aynen hüküm fıkrası olarak yazılabilmesi ve talep edilenden fazlasına karar verilmemesi (HMK m. 26/1) bakımından önemlidir. Bu nedenle, davacı hüküm altına alınmasını istediği hususları açık ve eksiksiz şekilde talep sonucu (netice-i talep) bölümünde göstermelidir.
Diğer taraftan, belirli bir alacak için açılan dava, salt davacının dava dilekçesinde onu belirsiz alacak olarak nitelendirmesi ile belirsiz alacak davası hâline gelemez. Önemli olan belirsiz alacak davasının kanunda öngörülen koşullarının gerçeklemiş olmasıdır. Ayrıca, gerçekten belirsiz alacak davası şeklinde açılması mümkün olan bir davanın, tam eda davası şeklinde açılmasına da bir engel yoktur. Davacının davayı bu gibi hallerde tam eda davası şeklinde açması hâlinde, mahkeme de bu davayı belirsiz alacak davası olarak nitelendiremez (Aslan, K. /Akyol Aslan L./Kiraz, T. Ö.: “Koşulları Oluşmadan Açılan Belirsiz Alacak Davasında Mahkemece Verilecek Karar”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014 (Basım Yılı:2015), Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez’e Armağan, s. 996).
Somut uyuşmazlıkta, davacı vekili, müvekkilinin 15.10.1996-11.11.2013 tarihleri arasında davalı Banka nezdinde çalıştığını, Kayseri Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü tarafından yapılan incelemede, günlük brüt ücretinin 5.100,00TL olarak tespit edildiğini, 55.550,00TL kıdem tazminatı alacağının belirsiz alacak olarak kabulü ile fazla çalışma alacağının da ödenmediğini ileri sürerek tahsilini talep etmiş, davalı vekili ise davacının 15.10.1996-11.11.2013 tarihleri arasında ve en son aylık brüt 5.100,00TL ücret ile çalıştığını, alacağının bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Davacı vekili tarafından dava dilekçesi ekinde dosyaya sunulan, Kayseri Bölge Çalışma Müdürlüğünün 26.11.2013 tarihli yazı ekinde yer alan tutanakta, davalı işveren tarafından sunulan kayıt ve belgelere göre davacının 15.10.1996-11.11.2013 tarihleri arasında ve ücret bordroları uyarınca brüt 5.100,00TL ücret ile çalıştığı belirtilmiş, yine davacı vekili tarafından sunulan bordroda davacının brüt ücretinin 5.100,00TL olduğu görülmüştür.
Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının davalı işveren nezdinde 15.10.1996-11.11.2013 tarihleri arasında ve brüt 5.100,00TL ücret ile çalıştığı kabul edilmiş ancak davacının ücreti kıdem tazminatı tavanını aştığından, kıdem tazminatı tavanı olan 3.254,44TL üzerinden yapılan hesaplama ile 55.557,30TL kıdem tazminatı hesaplanmış ve davacı vekilince kıdem tazminatı yönünden talep arttırılmadığından, davacının talebi gibi 55.550,00TL kıdem tazminatı hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesi koşulunun gerçekleşmediği açıktır.
Dava dilekçesinin talep sonucuna göre, kıdem tazminatı tavanı göz önüne alınmakla, alacağın tamamına yakını belirlenerek talepte bulunulmuştur. Bir başka deyişle, banka çalışanı olan davacı elinde bulunan belgeler uyarınca kıdem tazminatı alacağını belirlemek suretiyle dava açmıştır. Bu anlamda olmak üzere, dava dilekçesinin içeriği, dilekçe ekinde sunulan belgeler, dosya kapsamı ve hüküm altına alınan alacak miktarı birlikte değerlendirildiğinde, davacının davasını tam eda davası olarak açtığı sonucuna ulaşılmıştır. Dava dilekçesinde alacağın belirsiz alacak olarak nitelendirilmesi sonuca etkili değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, dava dilekçesine göre davanın açıkça belirsiz alacak davası olarak açıldığı, bu hususta Özel Daire ile Mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmadığı, davacının ücretini 5.100,00TL brüt ve çalışma süresini 15.10.1996-11.11.2013 olarak belirterek 55.550,00TL kıdem tazminatı alacağı talep ettiği, belirsiz alacak davasının koşullarının bulunmadığı, açıklanan nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
O hâlde kıdem tazminatına ilişkin direnme kararı yerinde olup açıklanan bu değişik gerekçeye göre onanmalıdır.
Ne var ki, hüküm altına alınan kıdem tazminatı ile uyulan bozma kararı doğrultusunda hesaplanan fazla çalışma alacağının miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan değişik gerekçeye göre direnme uygun bulunduğundan; davalı vekilinin hüküm altına alınan kıdem tazminatı ile taraf vekillerinin fazla çalışma alacağının miktarlarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.05.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Alacağın miktarının açıkça belirli olduğu, taraflarca kolayca belirlenebilir olduğu durumlarda ne kısmi dava ne de belirsiz alacak veya tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunduğundan söz edilemez. Belirsiz alacak davasının şartlarından ilki, alacağın miktarının belirlenmesinin imkânsız olması veya bunun davacıdan beklenememesidir. Dava şartları kamu düzenine ilişkindir. Mahkeme dava şartlarını kendiliğinden araştırır.
Yargıtay, istikrar bulmuş olan kararlarında, tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmayan davacıya, davasını eda davasına dönüştürme imkanı vermeden tespit davasının usûlden reddine karar verilmesi gerektiğini kabul etmektedir. Hukuki yararın tamamlanabilir bir dava şartı olduğu kabul edilirse “artık eda davası açılabilecek hallerde tespit davası açılmasında hukuki yarar yoktur, davanın usulden reddi gerekir ” içtihadı tarihe karışacaktır. Artık 106. maddede belirtilen “güncel hukuki yarar” şartının da hiç bir önemi kalmayacaktır. Bugüne kadar, bir davayı başka bir davaya dönüştürmek için süre verilmesi yargı kararlarında benimsenmemiştir. Bunun tipik örneği, eda davası açılabilecek durumlarda tespit davası açılması halinde davanın reddidir. Unutmamak gerekir ki, belirsiz alacak davası farklı özel bir dava türüdür; onu başka bîr davaya dönüştürecek süre vermek yukarıda söylenenleri de gözden geçirmek anlamına gelir.
Belirsiz alacak davası koşulları bulunmadığı hâlde açılan davada, hukuki yararın sonradan tamamlanacak dava şartlarından olduğu görüşüne göre davacıya davasını kısmi davaya veya tam eda davasına dönüştürmesi için 6100 sayılı …m. 115/2’ye göre bir haftalık kesin süre verilecek ve böylece davacı talep sonucunu değiştirebilecektir. Bu ise iddiayı değiştirme veya genişletme yasağının acık ihlalidir. Bu görüşe katılmak mümkün değildir. Gerçekten bu görüşe göre herkes her türlü davayı belirsiz alacak davası olarak açabilecek, şartları yoksa, hâkim tarafından verilecek sürede davanın türü değiştirilebilecektir. Oysa …m. 119 dikkate alındığında, hâkim ancak dilekçedeki eksiklikleri tamamlattırabilir. Dava dilekçesinde açıkça belirsiz alacak davası açıldığı belirtilmişse, bu açıdan dava dilekçesinde eksiklik bulunduğu söylenemeyecektir. Belirtmek gerekir ki, …115/2 ve 119. maddelerine göre hâkim eksiklikleri tamamlattırabilir. Ancak yanlış olanı doğruya çevirtemez; eksiği tamamlayamaz, yol gösteremez. Hâkimin böyle bir yetkisi yoktur. Bu tasasrruf ilkesine de, taraflarca getirilme ilkesine de tamamen aykırıdır. Bu nedenle hakim davacıya “yanlış dava açtın, sana süre veriyorum, talep sonucunu doğru dava için düzelt” diyemez. Aksi hâlde tarafa yol göstermiş olur ki, bu durum hâkimin tarafsızlığına hâlel getirir. Yanlış dava açılmakla artık karşı tarafın hak alanına giren, lehine bir durum oluşmuştur. Yanlış dava açan sonuçlarına katlanmalıdır. Dava şartı yokluğu sebebiyle dava usulden reddedilmelidir.
Hukuk Genel Kurulu 25.12.2013 tarih ve 2013/10-436 E. 2013/1748 sayılı karan ile davacının tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığına karar vermiştir. Kararda belirtildiği üzere “…Davacının tespit davası ile istediği hukuki koruma diğer dava çeşitlerinden birisi ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. Bu şartların bulunmaması hâlinde tespit davası dinlenmez, davanın usulden (dava şartı yokluğundan) reddi gerekir”. Aynı kararda “…Davacı eda davası açmış olsa idi, eda davası sonunda verilecek hükmün tespite ilişkin bölümü ile bu dava sonucunda verilecek tespit hükmünün aynı olacağı, kesin hüküm etkisi bakımından da hiçbir fark bulunmayacağı açık olup, dava dilekçesindeki istem sonucunun, açılacak eda davası ile elde edilmesi mümkün olduğundan, davacının bu tespit davasını açmada hukukî yararı bulunmamaktadır…” Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.2013 tarih ve 2013/22-1712 E. 2013/865 K. sayılı kararında da aynı şekilde “… iş ilişkisinden kaynaklanan üç aylık ödenmeyen ücret alacaklarının ödenmesi istemiyle dava (eda davası) açma olanağı varken, tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığının kabulü gerekir…” denilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nun 17.06.2015 tarih ve 2015/22-1052 E. 2015/1612 K. sayılı kararında “Davacı vekili, dava dilekçesinin sonuç kısmında talep ettiği her alacak için bir miktar yazdıktan sonra parantez içinde “belirsiz” ibaresini kullanarak işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Ayrıca yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna göre alacak miktarının artırılması talepli dilekçesinde ise “belirsiz alacak davasındaki” taleplerini artırdığını belirterek davasının belirsiz alacak davası olduğunu açıkça beyan etmiştir. Davacı vekilinin talebinin açıkça belirsiz alacak davası olduğu halde mahkemece davanın kısmi dava kabul edilerek karar verilmesi doğru değildir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede, dava dilekçesinde talep sonucunda kısmi miktar belirtilip yanına parantez içinde belirsiz kelimesinin yazılmasının tahsil amaçlı belirsiz alacak davası açıldığı anlamına gelmeyeceği, davacının belirleyebileceği kadar miktarı belirlemediği ve kalan miktarı belirlediğinde artırım dilekçesi vereceğinin dava dilekçesinde açıklanmadığı, talep sonucuna göre de belirsiz alacak davası türlerinden olan kısmi eda külli tespit davası olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı için talep sonucuna göre kısmi dava olduğu anlaşılan davanın mahkemece baştan itibaren kısmi dava olarak görülmesi ve sonuçlandırılmasının doğru olduğu gerekçesi ile yerel mahkeme kararının onanması görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler kurul çoğunluğu tarafından belirtilen nedenlerle kabul edilmemiştir.” şeklindeki kararıyla da davacının dava dilekçesinde davasının belirsiz alacak davası olduğunu belirtmişse, davanın belirsiz alacak olduğunun kabulü gerektiğine karar verilmiştir.
Yine Hukuk Genel Kurulu’nun 28.03.2018 tarih ve 2015/22-175 E. 2018/558 K. sayılı kararında “ Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 gün, 2015/22-1052 E., 2015/1612 K. sayılı kararında da davacı vekilinin talebinin açıkça belirsiz alacak davası olduğu hâlde mahkemece davanın kısmi dava kabul edilerek karar verilmesinin doğru olmadığı” gerekçesi vurgulanmıştır.
Yine Hukuk Genel Kurulu’nun 02.11.2016 tarih ve 2015/22-1078 E. 2016/1010 K. sayılı kararında “Davacı vekili dava dilekçesinin sonuç kısmında talep ettiği her alacak için bir miktar yazdıktan sonra parantez içinde “belirsiz” ibaresini kullanarak işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Ayrıca yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna göre alacak miktarının artırılması talepli dilekçesinde ise “belirsiz alacak davasındaki” taleplerini artırdığını belirterek davasının belirsiz alacak davası olduğun açıkça beyan etmiştir. Davacı vekilinin talebinin açıkça belirsiz alacak davası olduğu halde mahkemece davanın kısmi dava kabul edilerek karar verilmesi doğru değildir.” gerekçesiyle belirsiz alacak davası şeklinde açılan davanın kısmi dava olarak kabul edilerek karar verilemeyeceğine hükmetmiştir.
Somut olayda davacı, dava dilekçesinde davalı işyerinde 15.10.1996 – 11.11.2013 tarihleri arasında aylık brüt ücretinin 5.100,00TL olduğunu iddia ederek ve dava dilekçesinde açıkça kıdem tazminatı alacağının belirsiz alacak davası olarak açtığını da belirterek kıdem tazminatı ile birlikte fazla mesai alacağı taleplerini dava etmiştir. Davacı dava dilekçesinde kıdem tazminatıyla birlikte fazla mesai ücreti alacağı talep etmiş ve dava dilekçesinde özellikle kıdem tazminatı alacağının belirsiz alacak olarak kabulünü istemiştir. Mahkemenin bozmaya konu kararında kıdem tazminatı alacağının belirsiz alacak olarak değerlendirilip değerlendirilmediği yönünde herhangi bir gerekçe oluşturulmamıştır. Yerel Mahkeme kararının temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 24.11.2015 günlü 2014/19374 Esas ve 2015/31433 Karar sayılı ilamıyla dava konusu taleplerden kıdem tazminatı talebinin belirsiz alacak olmadığı gerekçesiyle bozmuştur. Yerel Mahkeme ise davacının dava konusu taleplerini belirsiz alacak davası olarak açabileceği gerekçesiyle direnmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık “Somut olayda dava konusu kıdem tazminatı alacağının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası olarak eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı” noktasında toplanmaktadır. Hemen belirtelim ki Özel Daire ile Mahkeme arasında davanın belirsiz alacak şeklinde açıldığı noktasında bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sonucunda davacının davasını tam eda davası olarak açtığının kabulü ile yerel Mahkemenin direnme kararının bu değişik gerekçeyle onamıştır.
Davacı dava dilekçesinde çok açık ve net olarak kıdem tazminatına ilişkin talebini “belirsiz alacak talebinin kabulüyle, 55.550,00TL kıdem tazminatı alacağının belirsiz alacak olarak kabulüyle” demek suretiyle belirsiz alacak davası olarak açtığını belirttiği halde davanın tam eda davası olarak açılmış olduğunun kabulü açık yasal düzenleme ve yukarıda açıklanan yerleşik istikrarlı Hukuk Genel Kurulu kararlarına göre de yerinde değildir. Belirsiz alacak davasının şartları bulunmadığına göre yapılacak iş davanın usulden reddine karar vermekten ibarettir. Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmadığının kabulü davacının dava dilekçesinde açıkça belirttiği iradesine de aykırıdır. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin bozma ilamı yerinde olup, davacının davasını kıdem tazminatı yönünden tam eda davası olarak açtığının kabul edilmesi gerektiği gerekçesiyle bu değişik gerekçeyle yerel Mahkeme kararının onanmasına ilişkin saygı değer çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.