Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2016/2083 E. 2019/867 K. 04.07.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2016/2083
KARAR NO : 2019/867
KARAR TARİHİ : 04.07.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karaman İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 21.04.2015 tarihli ve 2014/9 E., 2015/130 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 10.09.2015 tarihli ve 2015/18806 E., 2015/24800 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davanın belirsiz alacak davası olduğunu, davacının iş sözleşmesini haklı sebeple feshettiğini belirterek kıdem tazminatı, ücret, fazla mesai, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret alacaklarını istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, kıdem tazminatı alacağı bakımından davanın kabulüne ,fazla mesai, hafta tatili, ulusal bayram genel tatil ücreti ve ödenmeyen ücret alacağı bakımından davanın belirsiz alacak davası olarak açılması nedeniyle dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usûlden reddine karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı taraflar temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, belirsiz alacak davasının ıslah yolu ile kısmi yada tam eda davasına dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği noktasında toplanmaktadır. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre,
“(1)Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2)Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3)Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukuki yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukuki yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmi davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hallerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır. Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirim yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, şahit anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirlenebilir olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 sayılı Kanun’un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
Somut olayda, dava her ne kadar belirsiz alacak davası olarak açılmış ise de, davanın tamamen ıslahı suretiyle yeni bir dava dilekçesi verilerek dava türü tam eda davası olarak değiştirilmiştir. Bu itibarla, mahkemece ücret alacağı bakımından işin esasınına girilip incelenmesi gerekirken, hukuki yarar yokluğundan ret kararı verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
3-Dava her ne kadar belirsiz alacak davası olarak açılmış ise de, davanın tamamen ıslahı suretiyle yeni bir dava dilekçesi verilerek dava türü tam eda davası olarak değiştirilmiştir. Kaldı ki fazla mesai, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret alacaklarının miktarının belirlenmesi karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geldiğinden bu alacaklar belirsiz kabul edilmektedir. Bu sebeple fazla mesai, genel tatil ve hafta tatili ücreti bakımından işin esasına girilip oluşacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken davanın yazılı gerekçe ile fazla mesai, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret alacakları bakımından hukuki yarar yokluğundan reddedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
4-Mahkemece, fazla mesai ücreti ile diğer alacak taleplerinin ve davacının iş şartlarının davalı işveren tarafından ağırlaştırılıp ağırlaştırılmadığı hususlarının değerlendirilmesi sonrasında davacı işçinin feshinin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı tespit edilmeli ve sonucuna göre kıdem tazminatı talebi bakımından bir karar verilmelidir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda kısmen direnilmiştir.

TEMYİZ EDENLER: Taraf vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki bilgi ve belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait iş yerinde 13.08.2009-12.07.2013 tarihleri arasında kesintisiz çalıştığını, sağlık nedenleriyle ve ağır işlerde geceli gündüzlü 12 saatten fazla çalıştırılıp işçilik ücretlerinin ihtarlara rağmen eksik ödenmesi nedenleriyle iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiği hâlde hiçbir ödeme yapılmadığını, iş yerinde servis ve yemek yardımının sağlandığını, en son net ücretinin 1.200,00TL olduğunu ileri sürerek, kıdem tazminatı, ücret, fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacaklarının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının 13.08.2009 tarihinden 12.07.2013 tarihine kadar çalıştığını, iş sözleşmesini davacının feshettiğini ancak davacının almış olduğu sağlık raporunun feshe gerekçe olamayacağını, davacının fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil ücretlerinin çalışılması halinde ödendiğini, davacının çalışma süresinin kanun hükümlerine uygun olduğunu, bu nedenle davacının yaptığı feshin haklı nedene dayanmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, tüm dosya kapsamının yorumundan davanın tüm alacak kalemleri bakımından belirsiz alacak davası olarak açıldığı, davacı vekilinin 27.01.2015 havale tarihli beyan dilekçesi ile davanın yüksek yargı kararlarındaki belirsizlik nedeniyle kısmi alacak davası olarak yorumlanmasını talep ettiği, ancak anılan beyan dilekçesinin tam ıslah dilekçesi olarak yorumlanmasının usulen mümkün olmadığı, dava konusu alacak kalemlerinin tamamının dava dilekçesinde belirsiz alacak davasına konu edildiği belirtilerek fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil ile ücret alacakları yönünden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114/1-h ve 115/2 maddeleri uyarınca bu alacak kalemleri bakımından dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddine, kıdem tazminatı yönünden ise davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün taraf vekilleri tarafından temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık kısmında belirtilen nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacakları yönünden bozma kararının 3 nolu bendine uyularak fazla çalışma alacağının kabulüne, hafta tatili ve genel tatil alacaklarının ise ispatlanamadığından reddine, bozma kararının 2 ve 4 nolu bentlerine karşı direnilerek ücret alacağının belirsiz alacak davasına konu olamayacağından bahisle bu alacak yönünden hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddine, davacı işçi iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğinden kıdem tazminatının kabulüne dair önceki kararda kısmen direnilmiştir.
Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, işçilik alacakları istemli eldeki davada;
1-Belirsiz alacak davası olarak açılan eldeki davanın ıslah suretiyle kısmi davaya dönüştürülmesinin mümkün olup olmadığı ile davacı vekilinin 08.12.2014 havale tarihli dilekçesi ve 27.01.2015 havale tarihli dilekçeleri dikkate alınarak eldeki davanın kısmi davaya dönüştürülüp dönüştürülmediği, burada varılacak sonuca göre ücret alacağı yönünden işin esasına girilmesinin mümkün olup olmadığı,
2-Davacı işçi tarafından yapılan feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususlarında mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı noktalarında toplanmaktadır.
I- Davanın kısmi davaya dönüştürülüp dönüştürülmediği yönünden;
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davası ile kısmi davanın hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 107’nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun’un 107’nci maddesinde yer alan;
“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde; “Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukuki korumanın ötesine geçilerek “etkin hukuki koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukuki ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgari olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukuki ilişki ile asgari bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin var olduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak-arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde var olan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kriterler kabul edilmiştir.
Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
1-Davacının kendisinden beklenememesi,
2-Bunun olanaksız olması,
3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
İşçilik alacakları bakımından, dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.
Kural olarak kişinin alacağını belirleyebilmesi için aynı zamanda belgeye bağlama yetkisinin olması veya bu konuda belge düzenlenip kendisine verilmesi gerekir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 8’inci maddesinin üçüncü fıkrası ile işverene yazılı sözleşme yapılmayan hâllerde en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih hâlinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belgeyi işçiye verme yükümlülüğü getirilmiştir.
Kanunun 32/2’nci maddesi ile ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın kural olarak Türk parası ile iş yerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödeneceği, çalıştırdığı işçilerin söz konusu alacaklarını özel olarak açılan banka hesapları vasıtasıyla ödeme zorunluluğuna tabi tutulan işverenler veya üçüncü kişilerin özel olarak açılan banka hesapları dışında bu alacakları ödeyemeyeceği belirtilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 37’nci maddesi ile işverene iş yerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya iş yerinin özel işaretini taşıyan bir pusula verme yükümlülüğü hükme bağlanmıştır. Söz konusu pusulada ödemenin günü ve ilişkin olduğu dönem ile fazla çalışma, hafta tatili, bayram ve genel tatil ücretleri gibi asıl ücrete yapılan her çeşit eklemeler tutarının ve vergi, sigorta primi, avans mahsubu, nafaka ve icra gibi her çeşit kesintilerin ayrı ayrı gösterilmesi zorunluluğu hüküm altına alınmıştır.
Kanunun 67’nci maddesinde, günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatlerinin iş yerlerinde işçilere duyurulacağı; 75’inci maddesinde ise işverene çalıştırdığı her işçi için işçinin kimlik bilgilerinin yanında, İş Kanunu’nun ve diğer kanunlar uyarınca düzenlemek zorunda olduğu her türlü belge ve kayıtları saklamak ve bunları istendiği zaman yetkili memur ve mercilere göstermek zorunda olduğu bir özlük dosyası düzenlemesi gerektiği yükümlülükleri getirilmiştir.
Söz konusu düzenlemelere bakıldığında işçi işveren arasındaki iş ilişkisinde belgeye bağlama görev ve yetkisinin işçide değil, işverende olduğu görülmektedir.
İş sözleşmesinde iş görme edimini yerine getiren ve belge düzenleme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmayan işçinin, alacaklarını belirleyebilmesi için işveren tarafından düzenlenen kanuna uygun belgelere ihtiyacı vardır. Diğer yandan iş ilişkisindeki alacak kalemlerinin hesaplanmasında çıplak ücret ya da giydirilmiş ücrete göre hesaplanan farklı alacak türleri bulunmaktadır. Örneğin kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, hafta tatili, yıllık ücretli izin alacakları gibi) çıplak ücretten hesaplanmaktadır.
Giydirilmiş ücrete, işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatler de dâhil edilmektedir. Özellikle ücrete dâhil edilecek menfaatlerin iş yerinde süreklilik arz edip arz etmediği de çoğunlukla taraflar arasında tartışma konusu edilmektedir. Bu nedenle eğitim düzeyi ve sosyal durumları birbirinden farklı olan işçilerin alacağını tam ve kesin olarak belirleyebilmelerini beklemek mümkün değildir. Bunun için yukarda bahsedilen iki kriter birlikte değerlendirilerek, dava konusu edilen işçilik alacağının belirli olup olmadığına karar verilmesi gerekmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 tarihli ve 2012/9-838 E., 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu nedenle talep konusu işçilik alacaklarının belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 tarihli ve 2015/22-1156 E., 2015/1598 K., 22.06.2016 tarihli ve 2016/22-874 E., 2016/824 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2177 E., 2018/29 K., 17.01.2018 tarihli ve 2016/22-2181 E., 2018/24 K, 07.03.2018 tarihli ve 2014/22-2350 E., 2018/439 K., 14.03.2018 tarihli ve 2015/22-186 E., 2018/479 K., 28.03.2018 tarihli ve 2015/22-127 E., 2018/559 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.
Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay’ın iş davalarına bakan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 tarihli ve 2016/6 E., 2017/5 K. sayılı kararı ile “İşçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağından, içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı” ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı yönünde karar verilmiştir.
Kısmi dava ise, alacağın yalnızca bir bölümü için açılan dava olarak tanımlanmaktadır. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen alacağın bir kesimi için açılan davaya kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez (Kuru, B.: -İstinaf Sistemine Göre Yazılmış- Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2016, s.219). Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” demesi, kural olarak yeterlidir (HGK’nın 02.04.2003 tarihli ve 2003/4-260 E., 2003/271 K. sayılı kararı; ayrıca bkz., Pekcanıtez; H./Atalay, M./Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, 12. bası, s.320; Kuru, B./Arslan, R./Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku, 22. bası, s. 286).
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda açıkça kısmi dava düzenlenmediği halde, söz konusu Kanunun yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ise ayrıntılı olarak düzenlenmiştir (m.109). Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği; ikinci fıkrasında ise talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte ikinci fıkra 01.04.2015 tarihli ve 6644 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi ile yürürlükten kaldırılarak alacağın taraflar arasında tartışmasız ve belirli olup olmadığına bakılmaksızın kısmi dava açılması olanağı sağlanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, dava dilekçesinde dava değeri kısmında aynen, “Alacak belirlenebilir olmadığından alacak miktarı belirlendikten sonra gerekli harçları tamamlama ve gerekirse ek dava açma hakkımız saklı kalmak üzere harca tabi değer şimdilik 60TL” olarak belirtilmiş, vakıalar kısmında ise hizmet süresi, iş sözleşmesinin feshi süreci ile çalışma şekli ve süresi belirtildikten ve işveren tarafından yemek ve servis hizmeti sağlandığı, net ücretin 1.200,00TL olduğu ifade edildikten sonra, aynı dilekçesinin sonuç ve istem bölümünde aynen “Yukarıda arz ve izah olunan nedenlerle, haklı davanın kabulü ile alacak belirlenebilir olmayıp müvekkilinin tüm kayıtlarının işverence tutulduğundan delillerimiz toplanıp alacak miktarı belirlendikten sonra harcı tamamlama ve gerekirse ek dava açma hakkımız saklı kalmak üzere…” denilerek talep konusu fark kıdem tazminatı, fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil ve eksik ödenen ücret alacaklarının tahsili talep edilmiştir.
Görüldüğü üzere dava dilekçesinin içeriği ve özellikle de alacağın belirlenebilir olmayıp tüm kayıtların işveren tarafından tutulması nedeniyle deliller toplanıp alacak miktarı belirlendikten sonra harcın tamamlanacağına yönelik açıklamalar karşısında eldeki davanın kısmi dava olarak değil, belirsiz alacak davası olarak açıldığı sonucuna varılmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası olduğunun tespiti karşısında, bilirkişi raporu uyarınca alacak miktarlarının artırıldığı 08.12.2014 tarihli dilekçesinin kısmi ıslah dilekçesi olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp, anılan dilekçesinin belirsiz alacak davasına özgü talep artırım dilekçesi olarak kabulü gerekmektedir. Davacı vekilinin bu dilekçede davanın ıslah edildiğinden söz etmesi ve Mahkemece ıslah harcı alınması sonucu değiştirmemektedir.
Bununla birlikte davacı vekili 27.01.2015 havale tarihli dilekçesi ile, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının belirlenip belirlenemeyeceği hususunda Yargıtay kararlarında farklılık olduğunu, müvekkilinin maddi açıdan zor durumda olması ve hak kaybına uğramaması açısından davanın “kısmi alacak” davası olarak değerlendirilmesini talep etmiştir. Ne var ki anılan dilekçenin tam ıslah dilekçesi olarak kabulü mümkün olmayıp, Mahkemece verilen ara karar gereğince davayla ilgili beyanları içermektedir.
Bu nedenle belirsiz alacak davası olarak açılan eldeki davanın gerek 08.12.2014 tarihli dilekçe gerekse 27.01.2015 tarihli dilekçe ile tam ıslah suretiyle kısmi davaya dönüştürüldüğünden söz etmek mümkün değildir.
O hâlde Özel Dairenin bozma kararının 2 nolu bendinde belirtilen, davanın tamamen ıslahı suretiyle yeni bir dava dilekçesi verilerek dava türünün tam eda davası olarak değiştirildiği yönündeki tespiti yerinde değildir.
Somut olayda açılan davanın belirsiz alacak davası olduğu ve kısmi davaya dönüştürülmediği anlaşılmakla uyuşmazlık konusu olan eksik ücret alacağı yönünden işin esasına girilmesinin mümkün olup olmadığı üzerinde de durulmalıdır.
Davacı vekili, dava dilekçesinde eksik ödenen ücret alacağı talep etmiş ancak bu alacağın hangi aya ya da aylara ilişkin eksik ödenen ücret/ücretler olduğunu belirtmemiştir.
Dosyaya 2009 yılı Ağustos ayından 2013 yılı Temmuz ayına kadar olan bordrolar ile davacının banka hesap ekstreleri sunulmuş olup, bilirkişi raporu da alınmıştır.
Bilirkişi raporunda, ücret bordroları ile banka hesap ekstreleri karşılaştırılmış olup, davacıya ait ücret bordrolarında tahakkuk ettirilen ücretler ile bankaya yatırılan ücretlerin tamamının birebir uyumlu olduğu, her ay ücret bordrolarında tahakkuk ettirilen ücretlerin tam olarak banka hesabına yatırıldığı tespit edilmekle davacının eksik ödenen ücret alacağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bilirkişi raporu davacı tarafa tebliğ edilmiş, ancak davacı vekilince bu rapora itiraz edilmemiştir. Raporun tebliği üzerine 08.12.2014 havale tarihli dilekçe ile sadece kıdem tazminatı ve fazla çalışma alacağı tutarları artırılmıştır.
Dolayısıyla Mahkemece eksik ücret alacağının belirsiz alacak davasına konu olamayacağı belirtilerek bu alacak yönünden davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmiş ise de, somut olayda davacı vekilinin bu alacak talebini somutlaştırmadığı gibi dosya kapsamından davacıya eksik ödenen ücret alacağının varlığı da tespit edilemediğinden, sonucu itibariyle doğru olan direnmenin bu değişik gerekçe ile onanması gerekmektedir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı ve açılan bu davanın kısmi dava olarak değerlendirilemeyeceği hususunun ihtilaf dışı olduğu ancak eksik ödenen ücret alacağının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı yönünden değerlendirildiğinde ise davacının ücretlerinin tamamının bordrolara yansıtılarak, bordrodaki miktar kadar da davacının banka hesabına yatırıldığı, bordrolarla banka hesaplarının uyumlu olduğu, davacının eksik fark ücret alacağının bulunmadığının sabit olduğu, davacının kendisine ait banka hesabındaki hesap hareketlerinden veya bordrolardan ücretini ve ödemelerin eksik olup olmadığını, eksik ödeme varsa ne kadar eksik olduğunu bilebilecek durumda olduğu, bu nedenle davacının ücret alacağı talebi yönünden davasını belirsiz alacak davası olarak açmış olmasının yasanın açık hükmüne aykırı bulunduğu, Mahkemenin ücret alacağının belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin direnme kararının isabetli olduğu, Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın, ücret alacağının belirlenebilip belirlenemeyeceği ve davacının ücret alacağını belirsiz alacak davası olarak açıp açamayacağına ilişkin olup, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın da bu noktada toplandığı, davacının davaya konu ettiği ücret farkı alacaklarının hangi aylara ilişkin ve ne kadar olduğu yönündeki talebini somutlaştırmamasının ihtilaf konusu olmadığı, somut olayda ücret alacağı yönünden 10,00TL eksik ödenen ücret alacağı bulunduğu belirtilerek talepte bulunulduğu, bu durumda mahkemenin sırf bu nedenle yani davasını somutlaştırmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermemesi yerinde bir karar olup, davacının dava dilekçesinde ücret alacağını somutlaştırmamasının gerek taraflar arasında gerekse Mahkeme ile Özel Daire arasında ihtilaf konusu olmadığı görüşü dile getirilmiş ise de, yukarıda açıklanan nedenlerle bu görüş çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.
O hâlde, Mahkemece eksik ödenen ücret alacağının reddine ilişkin karar, sonucu itibariyle doğru olduğundan yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile direnme onanmalıdır.
II- İş sözleşmesinin feshi yönünden;
Fesih, iş sözleşmesini sona erdiren en önemli sebeplerden biri olup sürekli (belirli ya da belirsiz süreli) bir iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, tek taraflı ve karşı tarafa ulaşması gerekli bozucu yenilik doğuran bir haktır. Bu özelliği nedeniyle fesih karşı tarafa ulaştığı andan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuran, karşı tarafın kabulünü gerektirmeyen bir irade açıklamasıdır (Senyen Kaplan, E. Tuncay: Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Haksız Feshinin Hüküm ve Sonuçları, Sicil İş Hukuku Dergisi, Yıl 2016, Sayı 36, s.23).
İş sözleşmesi, işçi ile işveren arasında kurulan ve her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olup, işçi ile işveren arasında karşılıklı güvene dayanan kişisel ve sürekli bir ilişki yaratması nedeniyle sözleşmenin taraflarından birinin davranışları ile bu güveni sarsması hâlinde güveni sarsılan tarafın objektif iyi niyet kurallarına göre artık bu ilişkiyi sürdürmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlarda iş sözleşmesi ile bağlı kalamayacağı gerçeğinden hareket eden kanun koyucu yaptığı düzenleme ile taraflara iş sözleşmesini haklı nedenle tazminatsız fesih hakkı tanımıştır.
Somut olayda davacı işçi 12.07.2013 tarihli noter ihtarı ile, sağlık nedenleriyle ve işçilik haklarının kanuna ve sözleşmeye uygun şekilde ödenmemesi gerekçeleriyle iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini davalı işverene bildirmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama neticesinde puantaj kayıtları, tanık beyanları ve bilirkişi raporundaki tespitler ile tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, davacının fazla çalışma yaptığı ve fazla çalışma ücretlerinin eksik ödendiği sabit olup, iş sözleşmesinin bu gerekçelerle davacı tarafından haklı nedenle feshedildiği sonucuna varılmıştır.
O hâlde, iş sözleşmesinin davacı işçi tarafından haklı nedenle feshedilmesi karşısında davacının kıdem tazminatına hak kazandığı anlaşılmakla, Mahkemenin bu yöne ilişkin direnmesi yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre kıdem tazminatının miktarı ve tarafların uyularak verilen yeni hükme yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç: 1- Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle bozma kararının 2 nolu bendine yönelik direnme sonucu itibariyle doğru olduğundan yukarıda belirtilen değişik gerekçe ile ONANMASINA oy çokluğuyla,
2- Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle bozma kararının 4 nolu bendine yönelik direnme uygun bulunduğundan davalı vekilinin kıdem tazminatının miktarına; taraf vekillerinin ise uyularak verilen yeni hükme yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE oy birliğiyle,
karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 04.07.2019 gününde kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, eksik ödenen ücret alacağı talebinin belirsiz alacak davası şeklinde açılıp açılmayacağı noktasında toplanmaktadır. Davacı dava dilekçesinde açıkça davasını belirsiz alacak davası olarak açtığını belirtmiş olup bu husus ihtilaf dışıdır. Yine davacının 27.01.2015 havale tarihli dilekçesiyle davanın kısmi alacak davası olarak değerlendirilmesini talep ettiği halde davanın kısmi dava olarak değerlendirilemeyeceği bu dilekçe ile baştan belirsiz alacak davası olarak açılan davanın kısmi dava olarak değerlendirilemeyeceği de ihtilaf konusu değildir.
Dava konusu taleplerden biri de ücret farkı alacağına ilişkindir. Yapılan yargılama sırasında alınan 24.11.2014 havale tarihli bilirkişi raporunda “ücret bordrolarıyla banka maaş hesabı karşılaştırılmış olup davacıya ait ücret bordrolarında tahakkuk ettirilen ücretler ile bankaya yatırılan ücretlerin tamamının birebir uyumlu olduğu, her ay ücret bordrolarında tahakkuk ettirilen ücretlerin tam olarak banka hesabına yatırıldığı” tespiti yapılarak davacının ücret farkı alacağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Mahkemece ücret alacağının belirsiz alacak davasına konu olamayacağından bahisle dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi ise “somut olayda dava her ne kadar belirsiz alacak davası olarak açılmış ise de davanın tamamen ıslah suretiyle yeni bir dava dilekçesi verilerek dava türü tam eda davası olarak değiştirildiği, bu itibarla Mahkemece ücret alacağı bakımından işin esasına girilip incelenmesi gerekirken hukuki yarar yokluğundan red kararı verilmesi hatalı olduğu” gerekçesiyle Mahkeme kararı bozulmuş olup, Mahkemece ücret alacağının belirsiz alacak davasına konu olamayacağı gerekçesiyle önceki kararında direnilmiştir.
Davacının ücretlerinin tamamının bordrolara yansıtılarak, bordrodaki miktar kadar da davacının banka hesabına yatırıldığı, bordrolarla banka hesaplarının uyumlu olduğu, davacının eksik ödenen fark ücret alacağının bulunmadığı sabittir. Davacı kendisine ait banka hesabındaki hesap hareketlerinden veya bordrolardan ücretini ve ödemelerin eksik olup olmadığını, eksik ödeme varsa ne kadar eksik olduğunu bilebilecek durumdadır. Bu nedenlerle davacının ücret alacağı bakımından davasını belirsiz alacak davası olarak açmış olması yasanın açık düzenlemesine aykırıdır. Mahkemenin, ücret alacağının belirsiz alacak davası olarak açılamayacağına ilişkin direnme kararı bu nedenle yerindedir.
Mahkemeyle Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, ücret alacağının belirlenebilip belirlenemeyeceği ve davacının ücret alacağını belirsiz alacak davası olarak açıp açamayacağına ilişkindir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlıkta bu noktada toplanmaktadır. Davacının davaya konu ettiği ücret farkı alacaklarının hangi aylara ilişkin ve ne kadar olduğu yönündeki talebini somutlaştırmaması ihtilaf konusu değildir. Davacının dava dilekçesindeki ücret alacağı talebini somutlaştırmaması, dava dilekçesinin usulden reddini gerektirmez. Talep sonucunun açık olmaması halinde de doğrudan davanın reddine karar verilmez. Talep sonucu açık değilse hakim davacıya süre verir ve yine talep sonucu açıklanmazsa bunun üzerine hakim davanın açılmamış sayılmasına karar verir. Somut olayda ise ücret alacağı yönünden 10,00TL eksik ödenen ücret alacağı bulunduğu belirtilerek talepte bulunuldu. Bu durumda mahkemenin sırf bu nedenle yani davasını somutlaştırmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermemesi yerinde bir karardır. Davacının dava dilekçesinde ücret alacağını somutlaştırmaması, gerek taraflar arasında, gerek Mahkeme ile Özel Daire arasında ihtilaf konusu değildir ve hiçbir aşamada temyiz konusu da yapılmamıştır. Mahkeme, belirlenebilir olan ücret farkı alacağının belirsiz alacak davası olarak açılması nedeniyle bu talebi usulden reddetmiştir. Hukuk Genel Kurulunun çözmesi gereken ihtilaf, ücret alacağının belirlenebilir olup olmadığı iken, ihtilaf konusu olmayan ücret alacağının dava dilekçesinde somutlaştırılmaması gerekçesiyle sonuç itibariyle doğru olan mahkeme kararının onanmasına ilişkin saygıdeğer çoğunluğun gerekçesine katılmamaktayım.