Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2016/1514 E. 2018/493 K. 21.03.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2016/1514
KARAR NO : 2018/493
KARAR TARİHİ : 21.03.2018

MAHKEMESİ : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (İlk Derece)

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince;
“DAVA: Dava dilekçesinde, vekalet ücreti alacağı nedeniyle dava dışı tüzel kişi aleyhine açılan davada davacı lehine kararlar verildiği; ancak, temyiz incelemesi sırasında iki kez bozma hükmü oluşturulduğu; bozma kararlarının, yasa hükümleri ile içtihatlara aykırı olduğu ve ihbar olunanların sorumluluğunu gerektirdiği; bu nedenle maddi kayba uğranıldığı ileri sürülerek; 10.074 gram altının parasal karşılığı talep edilmiş ve yargılama aşamasında, 1.011.731,82-TL olarak açıklama yapılmak suretiyle ödetilmesi istenilmiştir.
CEVAP: Cevap dilekçesinde, davanın süresinde açılmadığı ve sorumluluk koşullarının oluşmadığı savunulmuştur.
GEREKÇE: Dava, hakimlerin hukuki sorumluluğu hükümlerine dayalı olarak maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı asil hakkında özgürlüğü bağlayıcı ceza nedeniyle kısıtlama kararı bulunduğu; diğer yandan, vekil sıfatıyla yargılamaya katılan Av. …’nın vekaletnamesinde özel yetkinin olmadığı görülmüştür.
Davacı asilin yargılamalara bizzat katılması karşısında, kısıtlılık halinin sona erdiği (TMK m.471); aynı şekilde, vekaletnamedeki eksikliğin de asilin yargılamadaki muvafakati nedeniyle giderildiği (HMK m.74) benimsenmiş ve işin esası incelenmiştir.
Hakimlerin yargısal faaliyetleri nedeniyle sorumlulukları,HMK’nun 46-49. maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır.Yasa’da da gösterilen sorumluluk nedenleri, örnek niteliğinde olmayıp; sınırlı ve sayılı durumları ifade etmektedir.
Somut olayda, sorumluluğa dayanak yapılan olgular; temyiz incelemesi sırasında verilen bozma kararları nedeniyle zarara uğranılmış bulunmasıdır.
Dava ile ilgili dosyalar getirtilip incelenmiştir.
Avukatlık ücretinden kaynaklanan alacak davasında mahkemece verilen kararların, eksik inceleme ve hukuki değerlendirme bakımından bozma konusu yapıldığı; bozma ilamları doğrultusunda yapılan inceleme sonucu karar verildiği ve kesinleştiği görülmüştür.
Tazminat istemi, temyiz incelemesi sırasında bozma kararları verilmiş olmasının yasa ve içtihatlara açık aykırılık oluşturduğu savına dayalıdır.
Gerek ilk derece mahkemesinin kararları ve gerekse de temyiz incelemesi sonucunda verilen kararlar; nispi birer değer yargısı niteliğindedir. Yargısal işlemlerin özünde mevcut bulunan farklı kabul ve yorumlar olağan sayılmalıdır. Hukuki süreç bu şekilde tamamlanmaktadır. Sınırlı ve sayılı hukuki sorumluluk nedenlerinden hiç birisi mevcut değildir. Şu durumda, davanın reddine karar verilmesi gerekir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca, davanın esastan reddi halinde disiplin para cezasının takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir. Bu konuda, para cezasında yeniden değerleme oranında yapılması gereken arttırım miktarı ile dava konusu olayın gelişim biçimi ve dosyaya yansıyan olgular göz önünde tutulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-HMK.’nun 46. maddesindeki koşullar oluşmadığından davanın ESASTAN REDDİNE,
2-HMK.’nun 49. maddesine göre takdiren 700,00-TL disiplin para cezasının davacıdan tahsiline,
3-Alınması gereken maktu 29,20-TL maktu karar ve ilam harcından peşin alınan 27,70-TL harcın düşümü ile kalan 1,50-TL’nin davacıdan tahsiline,
4-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca hesaplanan 54.301,93-TL nispi avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,”
dair oybirliği ile verilen 08.03.2016 gün ve 2015/31 E., 2016/18 K. sayılı karar davacı vekili ve davacı asil tarafından temyiz edilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm belgelerin okunmasından sonra gereği düşünüldü:
Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 46.maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekâletini üstlendiği Toprak Bank A.Ş. tarafından avukatlık görevinden haksız yere azledilmesi nedeniyle adı geçen şirket aleyhine Mersin 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde 09.10.2000 tarihinde ve Şişli 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde 23.05.2002 tarihinde tazminat davaları açtığını, bu davaların yargılamasının 13 yıl sürdüğünü, İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.09.2011 tarih 2009/664 E. -2011/484 K. sayılı kararının kesinleşmesi üzerine 06.06.2013 gününde tahsil ettiği 571.000,00 TL ile T.C. Merkez Bankasından 7.005 gram külçe altın satın alınabildiğini, Yargıtay 13. Hukuk Dairesince davanın kabul edilen 154.994,61 TL’lik kısmının onanması gerekirken davanın tamamı hakkında bozma kararı verilmiş olması nedeni ile 10.074 gram külçe altın tutarında zararı oluştuğunu ileri sürerek 10.074 gram külçe altının T.C. Merkez Bankasındaki fiili satış tarihindeki TL karşılığının faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, yargılama sırasındaki beyanında istenilen tazminat miktarının 1.011.731,82 TL olduğu şeklinde açıklama yapmıştır.
Davalı vekili talep miktarının belli olmadığını, HMK’nın 46. maddesindeki koşulların oluşmadığını, ayrıca HMK’nın 48. maddesine göre dayanılan sorumluluk nedenlerini ispata yarayacak yeterli delil sunulmadığını, istenilen tazminatın soyut olup varsayıma dayandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İhbar olunan hâkimler, yargılamaya katılmamışlar ve beyanda bulunmamışlardır.
Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili ve davacı asil temyiz etmiş ve incelemenin duruşmalı yapılmasını istemişlerdir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce öncelikle, davacı vekili ve davacı asilin temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına yönelik istemi ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
Ön sorun ile ilgili hususların açıklığa kavuşturulması açısından temyiz incelemesinde duruşma yapılmasına ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesi ve konunun adil yargılanma hakkı kapsamında irdelenmesi gereklidir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
hükmü yer almaktadır.
Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Anılan maddeye göre, “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir”.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin birinci fıkrası ise:
“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.”
şeklindedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesinde, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı ve bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı düzenlenmiştir.
1086 sayılı mülga Kanun’un 5236 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki 438. maddesi şöyledir:
“(Değişik fıkra: 26/02/1985 – 3156/21 md.) Yargıtay temyiz incelemesini dosya üzerinde yapar. Ancak tüzelkişiliğin feshine veya genel kurul kararlarının iptaline, evlenmenin butlanına veya feshine, boşanma veya ayrılığa, velayete, nesebe ve kısıtlamaya ilişkin davalarla miktar veya değeri onmilyar lirayı aşan alacak ve ayın davalarında taraflardan biri temyiz dilekçesi veya cevap dilekçesinde duruşma yapılmasını istemiş ise, Yargıtayca bir gün belli edilerek taraflara usulen tebligat yapılır. Tebliğ tarihi ile duruşma günü arasında en az onbeş gün bulunması gerekir; taraflar gelmişlerse bu süreye bakılmaz. Tebligat gideri verilmemişse duruşma isteği dikkate alınmaz.
(Değişik fıkra: 16/07/1981 – 2494/30 md.) Görevsizlik, yetkisizlik hakimin reddi, dava veya karşılık davanın açılmamış sayılması, davaların birleştirilmesi ile direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılmaz.
Yargıtay, birinci fıkra hükmü ile bağlı olmaksızın bilgi almak üzere kendiliğinden de duruşma yapılmasına karar verebilir.
Duruşma günü belli edilen hallerde Yargıtay, tarafları veya gelen tarafı dinledikten sonra ve taraflardan hiç biri gelmemiş ise dosya üzerinde inceleme yaparak kararını o gün tefhim eder.
…”
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle anılan ilke hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. Ancak “duruşmalı yargılama hakkı”, her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez ( Anayasa Mahkemesi, Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17.11.2016, § 36; Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18.02.2016, § 80; Kırmızı GAA İnşaat Turizm Gıda Sanayi ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2013/2370, 11.12.2014, § 23; Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17.9.2013, § 32).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “aleni yargılama” hakkının tanınması, zorunlu olarak “sözlü yargılama” hakkını da içerir. Bununla birlikte Sözleşme’nin bu maddesinde yer alan söz konusu yükümlülük mutlak değildir (Anayasa Mahkemesi, Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 07.01.2016, § 44). Yargılamada, tarafların şüpheye yer vermeyecek şekilde bu haklarından vazgeçmesi ve kamu yararının sözlü yargılama yapılmasını gerekli kıldığı bir durumun bulunmaması hâlinde duruşma yapılmayabilir. Vazgeçmenin, açıkça veya zımnen yapılması mümkündür. Duruşma yapılmasına ilişkin talebin sürdürülmemesi ya da hiç ileri sürülmemesi, zımnen vazgeçmeye örnek gösterilebilir. Bunun yanında dava dosyası ve tarafların yazılı görüşleri temelinde yeterince çözülemeyen hukuki ve olgusal herhangi bir sorunla karşılaşılmaması örneğinde olduğu gibi yargılamanın istisnai koşulları da duruşma yapılmasını gerektirmeyebilir ( Anayasa Mahkemesi, Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 07.01.2016, § 46). (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Blom/İsveç, B. No:28338/95, 14.3.2000; Eksert Turizm Taşımacılık Tekstil Gıda San ve Tic. Ltd. Şti/Türkiye ve diğer 7 başvuru, B. No:40988/06, 2.7.2013).
AİHM ayrıca, özellikle inandırıcılık sorunu taşımayan, karmaşık olmayan veya olaylarla ilgili hiçbir tartışmanın bulunmadığı, oldukça teknik davalar ile mahkemelerin tarafların sunduğu görüşlere ve diğer belgelere dayanarak, adil ve makul bir biçimde karar verebilecekleri davalar için duruşma yapılmasının gerekli olmayabileceğini belirtmiştir (Jussila/Finlandiya, § 41, Döry/İsveç, B. No:28394/95, 12.11.2002, § 37, Mehmet Emin Şimşek/Türkiye, B. No: 5488/05, 28.2.2012, § 30). ( Anayasa Mahkemesi, Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 07.01.2016, § 47).
Temyiz yolu ilk derece mahkemesi kararlarına karşı başvurulabilen, ilk derece mahkemeleri önüne taşınmış vakaların, bu mahkemelerce usulüne uygun olarak incelenip incelenmediğinin ve özellikle ilgili vakalara kanunların doğru uygulanıp uygulanmadığının kontrol edildiği olağan kanun yoludur. 1086 sayılı Kanun’un ilgili hükümleri de temyiz yoluna müracaatlarda kural olarak incelemenin dosya üzerinden yapılacağını, istisnai durumlarda ise duruşmalı olarak incelemenin zorunlu bir usul olduğunu kurala bağlamıştır (Anayasa Mahkemesi, Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17.11.2016, § 40; Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18.2.2016, § 88).
1086 sayılı mülga Kanun’un temyiz ile ilgili hükümlerinde, taraflarca sınırlı durumlarda temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasının talep edebileceği, duruşma için belirlenen günde Yargıtay’ın gelenleri dinleyeceği, taraflardan hiçbiri gelmemiş ise dosya üzerinden inceleme yaparak karar vereceği düzenlenmiştir (Anayasa Mahkemesi, Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17/11/2016, § 41; Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18/2/2016, § 89) .
Nitekim Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuru yoluyla önüne gelen davalarda verdiği, Mehmet Soysal ve diğerleri, B. No: 2014/2678, 17.11.2016; Cengiz Topel Çelikoğlu, B. No: 2013/8049, 18.02.2016; Adnan Altın, B. No: 2013/9748, 07.01.2016; Kırmızı GAA İnşaat Turizm Gıda Sanayi ve Tic. Ltd. Şti, B. No: 2013/2370, 11.12.2014; Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17.9.2013 kararlarında, başvurucuların duruşma talepleri bulunmasına rağmen dosya üzerinden inceleme yapılmasının adil yargılanma hakkının ve bu kapsamda aleni yargılama hakkının ihlali niteliğinde olduğu yönündeki başvurularının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.
Hukuk Genel Kurulunun çalışma düzeni gereği ağırlıklı işini oluşturan direnme kararlarının temyizinin duruşmalı yapılması önceleri olanaklı iken, Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/2. maddesinde 16.07.1981 gün ve 2494 Sayılı Kanunun 30. maddesi ile değişiklik yapılarak en az 47 kişi ile toplanabilen ve karar verebilen Kurulun çalışma düzenine duruşmanın uygun olmaması ve işlerin sürüncemede kalmaması amacıyla, direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı hükmü getirilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın Geçici 3. maddesi gereğince 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar açısından bu hüküm hâlen uygulanmaktadır.
Somut olayda dava, 6100 sayılı HMK’nın 46.maddesine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, karmaşık bir dava türü olmadığı gibi, verilen karara karşı temyiz istemleri için taraflara başvuru olanağı tanınmış, temyiz dilekçesinin bir örneği cevap hakkı için karşı tarafa tebliğ edilmiştir.
Hâkimlerin sorumluluğunu düzenleyen ve eldeki davanın dayanağı olan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı maddeleri gereğince, dairelerin ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verdiği ve temyiz incelemesini Hukuk Genel Kurulunun yaptığı işlerde duruşmalı olarak temyiz incelemesi yapılacağı konusunda açık bir düzenleme yer almamaktadır. Ayrıca Yargıtay Kanunu’nda da bu işlerin temyizinin duruşmalı olarak inceleneceği konusunda açık bir hükme yer verilmemiştir.
Şu durumda, Hukuk Genel Kurulunun ağırlıklı işini oluşturan direnme kararlarının dahi temyiz incelemelerinin açıklanan nedenlerle duruşmalı yapılamayacağı öngörülmüşken, diğer işlerinin duruşmalı yapılacağını kabule olanak verecek yasal bir düzenleme ve gereklilik bulunmadığı açıktır. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunun incelemesine tabi işlerde ayrık ve açık bir düzenleme olmadığı sürece duruşmalı inceleme yapılması olanaklı görülmemektedir. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 24.01.2007 gün ve 2007/9-22 E., 2007/18 K., 30.03.2016 gün ve 2014/13-1661 E., 2016/423 K., 22.11.2017 gün ve 2016/11-1239 E., 2017/1398 K. ve 22.11.2017 gün ve 2016/8-2835 E., 2017/1399 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda ön sorun açısından yapılan görüşmeler sırasında, uyuşmazlığa ilgili hukuk dairesi tarafından ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakıldığı, karar tarihinin 20.07.2016 tarihinden önce olduğu, bu nedenle temyiz mercii olan Hukuk Genel Kurulunda HUMK’nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanması gerektiği, temyize konu karar tarihi itibariyle dava değerinin temyizde duruşma yapılmasına ilişkin parasal sınırın üzerinde olduğu, HUMK’nın 438. maddesindeki düzenlemenin emredici mahiyette olup, yargılamanın duruşmalı yapılmasının taraflar açısından bir güvence olduğu, ilgilileri bu güvenceden yoksun bırakarak temyiz incelemesinin dosya üzerinden yapılmasının T.C. Anayasası’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesinde güvence altına alınan “adil yargılanma ilkesi”nin ve “hukuki dinlenilme hakkı”nın ihlali niteliğinde olduğu kanaatiyle temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Bu nedenle davacı tarafın duruşma isteğinin reddine oy çokluğuyla karar verildikten sonra işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
İşin esasının incelenmesinde; dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin ve davacı asilin temyiz itirazlarının reddi ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.03.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.