Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/3901 E. 2019/1006 K. 08.10.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/3901
KARAR NO : 2019/1006
KARAR TARİHİ : 08.10.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Sakarya 2. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.11.2014 tarihli ve 2012/129 E., 2014/1178 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 13.04.2015 tarihli ve 2015/2464 E., 2015/7115 K. sayılı kararı ile:
“…Dava, 01.12.1981-05.12.1981 tarihleri arasında Kurumca re’sen tescil edilen üç günlük çalışmanın davacıya ait olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir.
Davanın yasal dayanağı, mülga 506 sayılı Kanunun 79. maddesidir. Anılan Kanunun 6. maddesinde ifade edildiği üzere, “sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve vazgeçilemez.” Anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin davalar, kamu düzenine ilişkin olduğundan, özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi zorunludur. Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Eldeki davada, 15.02.1982 varide tarihli 01.12.1981 işe başlama tarihli, 11 942 057 sigorta sicil numaralı, …, baba adı; Cemal ve doğum tarihi; 1964 kimlik bilgilerinin yer aldığı ayrıca üzerinde, işçinin işten ayrıldığı için, doğum yeri, nüfusa kayıtlı olduğu yer, cilt, sayfa numaralarının alınamadığı ve müfettiş raporuna istinaden düzenlendiğine ilişkin notun yer aldığı işe giriş bildirgesinin bulunduğu, davacıya ait, 11942057 ve 15032592 sigorta sicil numaralarının varlığı karşısında, Kurum içi 1982 yılına ait iç yazışmalarda, 11942057 sigorta sicil numaralı …’ın bildirgesinin üzerine konulan notta, müfettiş raporuna istinaden düzenlendiği için sigortalının künyesine erişilemeyeceği bilgisinin yer aldığı, yine Kurum içi 1988 yılına ait iç yazışmada, davacıya ait 2 sigorta sicil numarasından 01.12.1981 tarihli işe giriş bildirgesinde yer alan 11942057 sigorta sicil numarasına geçerlilik verilmesi üzerine davacının kullandığı diğer sigorta sicil numarasının iptal edildiği bilgisinin yer aldığı ve hizmet cetvelinde, 01.12.1981 tarihinden itibaren hizmetlerinin görüldüğü anlaşılmaktadır. Davalı işveren ise, davacıyı tanımadığını beyan ettiği gibi 01.12.1981 tarihli işe giriş bildirgesinde sigortalı imzası bulunmadığı ve işveren imzasının da yapılan imza incelemesinde davalı işverene ait çıkmadığı belirgindir. Kurum ise, davalı işverene ait 22574 sicil numaralı kahvehane işyerinin 01.12.1981 – 31.12.1981 tarihleri arasında kapsamda olan işyeri dosyasının imha olduğu gerekçesiyle müfettiş raporuna erişilemediğini belirtmiştir. 13.08.2012 tarihli tutanak ile komşu işyeri tespit olunamadığı gibi davacı dışında davalı işverene ait işyerinden bildirim yapılmamıştır. Mahkemece, yazılı gerekçelerle davanın reddine dair hüküm tesis edilmiştir. Mahkemenin kabulü eksik inceleme ve araştırmaya dayalıdır.
Mahkemece, yapılacak iş, öncelikle, işe giriş bildirgesinin davacının, işyerinde bulunmadığı bir tarihte düzenlendiği, kimlik bilgilerinin yetersiz olduğu bu haliyle davacıya aidiyetini gösterir bilginin bulunmadığı gibi Kurum iç yazışmalarında sigortalı künyesinin tespit edilemeyeceği bilgisinin yer aldığı, davalı işverenin beyanı ayrıca imzanın işverene ait çıkmaması gibi hususlarda dikkate alınarak, çevrede işyeri olan işveren ya da bu işverenlerin çalıştırdığı kişiler re’sen araştırma ilkesi doğrultusunda gerek Kurum gerekse emniyet ve zabıta aracı kılınarak detaylı bir şekilde araştırılmalı ve davacının, dava konusu dönemde davalı işveren nezdinde çalışmadığını iddia etmesi karşısında, davacının fiili olarak çalışıp çalışmadığına ilişkin beyanlarına başvurulmalı, toplanan tüm kanıtlar birlikte değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre bir karar verilmelidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz ardı edilerek eksik araştırma ve inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Davacı; davalı …’a ait iş yerinde çalışmadığını, işvereni dahi tanımadığını, ancak Kurum tarafından resen tespit yapılarak, davalı …’a ait iş yerinde 01.12.1981-05.12.1981 tarihleri arasında çalıştığına dair sigortalı günlerin hizmet cetveline yansıtıldığını, şu anda çalışmış olduğu Adapazarı Belediyesinin bu durumu göz önüne alarak kendisini resen emekliliğe sevk edeceğini bildirdiğini, emekli olması hâlinde ekonomik olarak zor duruma düşeceğini ileri sürerek 01.12.1981-05.12.1981 tarihleri arasında Kurum tarafından resen tespit edilen üç günlük çalışmasının iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; davacı adına davalıya ait iş yerinden 01.12.1981 tarihinde işe giriş bildirgesinin verildiğini ve 05.12.1981 tarihinde çıkışının yapıldığını söz konusu işe giriş bildirgesinin müfettiş tutanağına istinaden düzenlendiğini ancak davalı 22754.54 sicil numaralı iş yerinin 31.12.1981 tarihinde kanun kapsamından çıkması nedeniyle müfettiş raporu ve tutanağının Kurum kayıtlarında bulunamadığını, davacının 11942057 sicil numarasında kayıtlı olduğunu ve sigortalılığının 01.12.1981 tarihinde başladığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı …; davacının kendi iş yerinde çalışmadığını ve davacıyı tanımadığını beyan etmiştir.
Mahkemece; dava konusu hizmetlerin iptali yönünden işe giriş bildirgesinde doğum yerinin yazılı olmadığı, “işçim işten ayrıldığından doğum yeri, nüfusa kayıtlı olduğu yer, hane cilt sayfa numarası alınmamış olup müfettiş tutanağına göre doldurulmuştur.” şeklinde ibare olduğu, işe giriş bildirgesinin müfettiş raporuna istinaden tanzim edildiği, uyuşmazlık dönemine ilişkin bordronun mevcut olduğu, Kurum tarafından davacının 26.07.1985 tarihli sigorta giriş bildirgesinde mevcut sicil numarasının ipka edilmek suretiyle uyuşmazlık konusu giriş bildirgesindeki sigorta sicil numarasının esas alındığı, sosyal güvenlik haklarının vazgeçilmez ve devredilmez haklardan olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; davalı iş yerinin yaklaşık otuz beş yıl önce sanayi bölgesinde bir ay gibi kısa bir süreyle kahvehane olarak faaliyet gösterdiği, dava konusu iş yerine ait komşu iş yerlerinin tespitine yönelik kolluk tarafından yapılan araştırma sonucunda iş yerinin sanayi sitesi olduğu ve aradan geçen uzun süre nedeniyle iş yeri sahibinin çalışanı ve komşu iş yeri sahibi ile komşu iş yeri çalışanlarının isimlerinin bulunamadığı, Kurum nezdinde davalı iş yerine ait dosyanın imha edilmesi sebebiyle mevcut olmadığı, Kurum içerisindeki yazışmalardan sigortalının nüfus bilgilerine esas eksikliklerin 1982 yılında giderilmesinin istendiği, işe giriş bildirgesi müfettiş raporuna istinaden doldurulmuş olduğundan ve işe giriş bildirgesinin düzenlendiği tarihte sigortalı işten ayrıldığından künye bilgileri belirlenemediği için işe giriş bildirgesine yansıtılamadığı, dönem bordrosunda üç günlük çalışma süresinin davacıya ait olduğu belirtilerek düzenlenmiş olduğu ve davacının 01.12.1981-05.12.1981 tarihleri arasında üç gün süreyle hizmet akdine dayalı olarak çalıştığının sabit olduğu, davacının davalı iş yerinden aldığı sigorta sicil numarasını yaklaşık otuz beş yıl boyunca kullandığı ve emekli olma ihtimali nedeniyle davalı iş yerindeki üç günlük tescilin iptalini istemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından davacının, davalı iş yerinde 01.12.1981-05.12.1981 tarihleri arasında geçen ve Kurum tarafından resen tespit edilerek hizmet cetveline yansıtılan bildirimlerin fiili çalışmadan kaynaklanıp kaynaklanmadığına dair mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren geçici 7. maddesinde, “…bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 506 sayılı, 1479 sayılı, 2925 sayılı, bu Kanun ile mülga 2926 sayılı, 5434 sayılı Kanunlar ile 506 sayılı Kanunun Geçici 20’nci maddesine göre sandıklara tâbi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık sürelerinin tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
Bu durumda, 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
Öncelikle ifade edilmelidir ki, mülga 506 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının “a” bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması, b) İşin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) Çalışanın 506 sayılı Kanun’un 3. maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6. maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.
506 sayılı Kanun’un 2. maddesine göre, bu Kanun anlamında sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde 506 sayılı Kanun anlamında sigortalıktan da söz edilemeyecektir.
İşçi ve sigortalı kavramlarının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de, 4857 sayılı İş Kanunu ile yürürlükten kaldırılan 1475 sayılı İş Kanunu’nda ve 506 sayılı Kanun’da bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımlaması yapılmıştır. Belirtmek gerekirse, 4857 sayılı İş Kanunu’nda “Hizmet akdi” sözcüğü terkedilmiş, yerine “İş sözleşmesi” ifadesi kullanılmıştır.
Hizmet akdi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 313. maddesinin 1. fıkrasında ise, “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı Kanun’da daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un 3/11. maddesinde ise, hizmet akdinin 22.04.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda tanımlanan hizmet akdini ve iş mevzuatında tanımlanan iş sözleşmesini veya hizmet akdini ifade edeceği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, 506 sayılı Kanun döneminde sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları 5510 sayılı Kanun döneminde de farklılık arz etmemektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanunun atıf yaptığı 818 sayılı Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6098 sayılı Kanun’un 393. maddesinin birinci fıkrasına göre, hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” Bu hâliyle 5510 sayılı Kanun’un 3/11. maddesi uyarınca 818 sayılı Borçlar Kanunu’na yapılan atfın artık 6098 sayılı Kanun’un 393/1. maddesine yapıldığının kabulü gerekecektir.
Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun’un 5. maddesine göre iş yeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütülmesi bakımından iş yerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da iş yerinden sayılır.
Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un geçici 7. maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun’un 2 ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun’un 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir.
Ne var ki, eldeki dava, davacının davalı iş yerinde çalıştığına dair Kurum tarafından resen yapılan üç günlük sigorta bildiriminin iptali istemine ilişkin olup, 506 sayılı Kanun’un 79. maddesinin 10. fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Söz konusu maddede düzenlenen hizmet tespiti davalarının amacı çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğunun ortaya çıkarılmasıdır. Yapılan tüm araştırmalar ile ulaşılmak istenen sonuç iddia edilen şekilde iş yerinde geçen çalışmasının gerçek olup olmadığı ya da iş bu davada olduğu gibi iş yerinde çalışmadığı olgusunun belirlenmesidir.
Somut olayda, davalı iş yerinin 31.12.1981 tarihinde kanun kapsamından çıkıp, Kurum tarafından imha edilmesi sebebiyle iş yeri dosyasının olmadığı ve müfettiş raporunun bulunamadığı, davacıya ait olduğu iddia edilen işe giriş bildirgesinin üstünde davacının kimlik bilgilerinin eksik olup ve söz konusu işe giriş bildirgesi üzerinde davacının imzasının bulunmadığı, davalı işverene ait olduğu iddia edilen imzanın yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde işverenin eli ürünü olmadığının belirtildiği, iş yerinin sanayi sitesinde bir ay gibi kısa bir süre faaliyet göstermesi nedeniyle komşu iş yeri tanığının bulunmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, davacı adına bildirim yapılan 1981/4 dönemine ait bordronun 01.06.1999 tarihinde düzenlendiği dikkate alındığında davacının 01.12.1981 ile 05.12.1981 tarihleri arasında davalı iş yerinde çalıştığına dair müfettiş raporuna istinaden Kurum tarafından resen tescil edilen üç günlük bildirimin gerçek çalışmaya dayalı olmadığı anlaşılmaktadır.
Davacının davalı iş yerinde 01.12.1981 ile 05.12.1981 tarihleri arasında çalışmasının bulunmadığı, bu nedenle iş yerinden yapılan üç günlük bildirimin iptal edilmesi gerektiğinden mahkemece verilen direnme kararı yerinde değildir.
Hâl böyle olunca, direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda anlatılan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.10.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.