Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/3900 E. 2019/640 K. 30.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/3900
KARAR NO : 2019/640
KARAR TARİHİ : 30.05.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Samsun 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.01.2015 tarihli ve 2010/639 E., 2015/143 K. sayılı kararın taraf vekillerince temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 09.06.2015 tarihli ve 2015/10021 E., 2015/11436 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hizmet döküm cetvelinde davaya konu süre ile çakışır şekilde 19.04.2004 – 22.04.2004 tarihleri arasında dava dışı 1041491.55 sicil nolu işyerinde geçen 4 günlük sigortalılık süresinin bulunduğu anlaşılan davacının, 01.07.1995 – 19.04.2005 tarihleri arasında davalı işverenler nezdinde hizmet akdine dayalı olarak gerçekleşen ve Kuruma bildirilmeyen çalışma sürelerinin tespitine ilişkin açtığı davada; mahkemece, yapılan yargılamada, davacının askerlikte geçen 21.08.1999 – 21.02.2001 tarihleri arasındaki dönem hariç olmak üzere 01.07.1995 – 19.04.2005 tarihleri arasında 2975 gün süreyle çalıştığının tespitine karar verilerek istem kısmen hüküm altına alınmıştır.
Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasa’nın 79/10. maddesi olup anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin bu tür davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunludur. Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde, kendiliğinden araştırma yapılarak delil toplanabileceği açıktır. Ayrıca, 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesi hükmüne göre; Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespiti istenen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içinde açılması gerekir. Çalışmanın tespiti istemiyle hak arama yönünden kanun ile getirilen süre, doğrudan doğruya hakkın özünü etkileyen hak düşürücü niteliktedir ve dolması ile hakkın özü bir daha canlanmamak üzere ortadan kalkmaktadır. 506 sayılı Kanunun kabul edilip yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla beş yıl olarak öngörülen süre, 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanunun 5. maddesiyle on yıla çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995 sayılı Kanunun 3. maddesiyle yeniden beş yıl olarak belirlenmiştir. Bu yönde, anılan madde hükmünde yer alan hak düşürücü süre; yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalışmaları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar için geçerlidir. Bir başka anlatımla; sigortalıya ilişkin olarak işe giriş bildirgesi, dönem bordrosu gibi yönetmelikte belirtilen belgelerin Kuruma verilmesi yada çalışmaların Kurumca tespit edilmesi hâlinde; Kurumca öğrenilen ve sonrasında kesintisiz biçimde devam eden çalışmalar bakımından hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilemez. Ne var ki; sigortalının Kuruma bildiriminin işe giriş tarihinden sonra yapılması, bir başka ifade ile sigortalının hizmet süresinin başlangıçtaki bir bölümünün Kuruma bildirilmeyerek sonrasının bildirilmesi ve Kuruma bildirimin yapıldığı tarihten önceki çalışmaların, bildirgelerin verildiği tarihide kapsar biçimde kesintisiz devam etmiş olması halinde, Kuruma bildirilmeyen çalışma süresi yönünden hak düşürücü sürenin hesaplanmasında; bildirim dışı tutulan sürenin sonu değil, kesintisiz olarak geçen çalışmaların sona erdiği yılın sonu başlangıç alınmalıdır.
Eldeki dava dosyasına konu olayda; mahkemece, yapılan araştırma ve inceleme, hüküm kurmaya yeterli ve elverişli değildir. Zira, davacının hizmet döküm cetvelindeki dava dışı 1041491.55 sicil nolu işyerinde geçen çalışmaların davacının abisi olan Asım Şahin’e ait olduğu ve anılan işyerinde 19.04.2004 tarihinde çalışmaya başlandığı yönünde Asım Şahin adına düzenlenmiş olan sigortalı işe giriş bildirgesindeki imzanın da davacıya ait olmadığı yönündeki davacı vekilinin iddialarına rağmen, bahse konu giriş bildirgesindeki imzanın davacıya aidiyeti hususunda imza incelemesi yaptırılmadığı, ayrıca uyuşmazlık konusu tarihleri içerir dönemsel sigorta primleri bordroları ile aylık prim ve hizmet belgelerinin Kurumdan getirtilerek anılan bordrolarda ve belgelerde bildirimleri yapılan sigortalıların tanık sıfatıyla dinlenmedikleri anlaşılmaktadır.
Mahkemece, öncelikle, dava dışı 1041491.55 sicil nolu işyerinde 19.04.2004 tarihinde çalışmaya başlandığı yönünde düzenlenmiş olan sigortalı işe giriş bildirgesindeki imzanın davacıya aidiyeti hususunda imza incelemesi yaptırılmalı, şayet bahse konu işe giriş bildirgesindeki imzanın davacıya ait olduğu saptanırsa ve bu işyeri ile davalı işverenler arasında organik bir bağın da bulunmadığı sonucuna varılırsa, 19.04.2004 tarihi öncesine ilişkin istemin hak düşürücü süreye uğradığı gözetilmeli, davacının çalışmasının süresinin ve niteliğinin belirlenmesi için, tarafların gösterdiği tanıklarla yetinilmeyip, re’sen araştırma yapılarak, uyuşmazlık konusu tarihleri içerir dönemsel sigorta primleri bordroları ile aylık prim ve hizmet belgelerinin Kurumdan getirtilerek anılan bordrolarda ve belgelerde bildirimleri yapılan sigortalıların beyanlarına başvurulmalı, davacının kayıtlarda görünmeyen çalışmalarının hangi nedenlerle kayıtlara geçmediği, ya da bildirim dışı kaldığı hususu, çalışmanın varlığı ve kesintili olup olmadığı yöntemince araştırılmalı, toplanan tüm kanıtlar birlikte değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre bir karar verilmelidir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalı işveren …’a ait 1006304 sicil numaralı iş yerinde 01.07.1995 tarihinde oto elektrik işçisi olarak çalışmaya başladığını, ancak işverenin işe giriş bildirgesini 20.04.2005 tarihinde Kuruma verdiğini, iş yerinin daha sonra nevi değiştirerek diğer davalı şirket iş yerine dönüştüğünü ve …’ın bu şirketin ortağı olduğunu, müvekkilinin hizmet döküm cetvelinde mevcut 11041491 sicil numaralı işyerinde herhangi bir çalışmasının bulunmadığını ileri sürerek davalılara ait iş yerinde 01.07.1995-19.04.2005 tarihleri arasında asgari ücretle sürekli olarak çalıştığının tespitine ve bir kısım işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili, davacının talep ettiği hizmet süreleri yönünden hak düşürücü sürenin geçtiğini, kamu düzenine ilişkin olan hizmet tespiti davalarında fiili çalışma olgusunun hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde kanıtlanması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı işverenler vekili, davacının dava dilekçesinde belirttiği gibi haklı nedenle işten ayrılmasının söz konusu olmadığını, sorumluluklarını yerine getirmekten uzak ve disiplin anlayışı olmayan bir çalışan olduğunu, kimseye haber vermeden işe gelmemeye başladığını, bu hususta tutanaklar düzenlendiğini ve işveren tarafından davacıya ihtarname gönderildiğini, davacının izin alacağı ve fazla çalışma ücreti alacağının bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, 27.02.2013 tarihli celsede işçilik alacaklarına ilişkin talebin hizmet tespiti davasından tefrikine ve davalı işveren …’a ait gerçek kişi iş yerinin 23.06.2006 tarihinde davalı şirket adına kanun kapsamına alındığı, davacının 21.08.1999-21.02.2001 tarihleri arasında askerlik yaptığı, tanıklar …, Turgay Durmuş, … ve …’un dava konusu dönemde komşu iş yerinde sigortalı çalışan oldukları, yine tanık …’un da 1992-2004 tarihleri arasında komşu iş yerinde sigortalı çalışmasının bulunduğu gerekçesiyle davacı …’in 01.07.1995-19.04.2005 tarihleri arasında 21.08.1999-28.02.2001 tarihleri hariç 2975 gün süreyle …’a ait Dörtgöz Elektrik Servis Taş. Taah. Ltd. Şti.’de asgari ücretle çalıştığının tespitine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, Asım Şahin adına düzenlenmiş işe giriş bildirgesindeki imzanın davacıya ait olduğuna ilişkin bir iddia bulunmadığı ve bu durumun dosya kapsamında sabit olduğu, söz konusu işe giriş bildirgenin davacı …’e değil de davacının kardeşi Asım Şahin’e ait olduğu anlaşıldığından imza incelemesine yönelik bir araştırmaya gidilmediği, işe giriş bildirgesinin Kurum tarafından sehven hizmet cetveline işlendiğinin de belirtildiği, mahkemece bordro tanıklarının beyanlarının alındığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı işverenler vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda dava dışı 1041491.55 sicil numaralı iş yerinde 19.04.2004 tarihinde çalışmaya başlandığı yönünde düzenlenmiş olan sigortalı işe giriş bildirgesindeki imzanın davacıya ait olup olmadığı hususunda imza incelemesi yaptırılmasının ve davacının çalışmasına dair sürenin niteliğinin belirlenmesi bakımından uyuşmazlık konusu dönemde davalı iş yerinde çalışan bordro tanıklarının beyanlarının alınmasının gerekli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 01.10.2008 günü yürürlüğe giren geçici 7. maddesinde, “…bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 506 sayılı, 1479 sayılı, 2925 sayılı, bu Kanun ile mülga 2926 sayılı, 5434 sayılı Kanunlar ile 506 sayılı Kanunun Geçici 20’nci maddesine göre sandıklara tâbi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık sürelerinin tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
Bu durumda, 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
Öncelikle ifade edilmelidir ki, mülga 506 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının “a” bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması, b) işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) çalışanın 506 sayılı Kanun’un 3. maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6. maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.
506 sayılı Kanun’un 2. maddesine göre, bu Kanun anlamında sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde 506 sayılı Kanun anlamında sigortalıktan da söz edilemeyecektir.
İşçi ve sigortalı kavramlarının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de, 4857 sayılı İş Kanunu ile yürürlükten kaldırılan 1475 sayılı İş Kanunu’nda ve 506 sayılı Kanun’da bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımlaması yapılmıştır. Belirtmek gerekirse, 4857 sayılı İş Kanunu’nda “Hizmet akdi” sözcüğü terkedilmiş, yerine “İş sözleşmesi” ifadesi kullanılmıştır.
Hizmet akdi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 313. maddesinin 1. fıkrasında ise, “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı Kanun’da daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un 3/11. maddesinde ise, hizmet akdinin 22.04.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda tanımlanan hizmet akdini ve iş mevzuatında tanımlanan iş sözleşmesini veya hizmet akdini ifade edeceği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, 506 sayılı Kanun döneminde sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları 5510 sayılı Kanun döneminde de farklılık arz etmemektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanunun atıf yaptığı 818 sayılı Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6098 sayılı Kanun’un 393. maddesinin birinci fıkrasına göre, hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” Bu hâliyle 5510 sayılı Kanun’un 3/11. maddesi uyarınca 818 sayılı Borçlar Kanunu’na yapılan atfın artık 6098 sayılı Kanun’un 393/1. maddesine yapıldığının kabulü gerekecektir.
Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun’un 5. maddesine göre iş yeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü bakımından iş yerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da iş yerinden sayılır.
Ayrıca 5510 sayılı Kanun’un Geçici 7. maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun’un 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun’un 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun’un 6/1. maddesinde yer alan açık hüküm gereğidir.
Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin bir takım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Hizmet tespiti davası 506 sayılı Kanun’un 79/10. maddesinde, 01.10.2008 tarihinden sonraki dönemler yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinde düzenlenmektedir.
Mülga 506 sayılı Kanun’un 79. maddesinde, “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri”; 01.10.2008 tarihinden sonraki dönemler yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinde, “Aylık prim ve hizmet belgesi veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Sigortalı tarafından açılan hizmet tespiti davasında her türlü delille kanıtlanabilen çalışma olgusunun usulünce belirlenmesinden sonra, bu çalışmanın sigortalı çalışma olup olmadığı; ardından da ücret olgusu ve çalışılan zaman üzerinde durulmalıdır.
Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
Sigortalılık başlangıç tarihi ve hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi icabettiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı gereği olduğundan, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı, hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunması olduğundan, tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ile yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği araştırılmalıdır. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir.
Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden, bu davalarda iş yerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde iş yerinin yönetici ve görevlileri, iş yerinde çalışan öteki kişiler ile o iş yerine komşu ve yakın iş yerlerinde, tarafları veya iş yerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar zabıta marifetiyle araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili, mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanları alınarak, tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, iş yeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.
Bu amaçla tanıkların, hizmet tespiti istenen tarihte, iş yeri veya komşu iş yeri sigortalısı ya da işvereni olup olmadıkları araştırılmalı, davalı Kurumdan, bu kişilerin belirtilen tarihte sigortalılık bildirimlerinin hangi iş yerinden yapılmış olduğu da sorularak, elde edilen bilgilerin ifadelerde belirtilen olgularla örtüşüp örtüşmediği de irdelenmeli, iş yerinin kapsam, kapasite ve niteliği ile bu beyanlar kontrol edilmelidir.
Diğer taraftan bu davalarda, işverenin çalışma olgusunu kabulü ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır.
Nitekim açıklanan hususlar Hukuk Genel Kurulunun 07.04.2012 tarihli 2012/21-137 E. 2012/433 K.; 12.06.2013 tarihli 2012/10-635 E. 2013/823 K. ve 25.09.2013 tarihli 2013/21-182 E. 2013/2013/1401 K. sayılı kararlarında da benimsenmiş ve açıkça belirtilmiştir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacıya ait hizmet döküm cetvelinde 19.04.2004-22.04.2004 tarihleri arasında dava dışı Ömer Karakaş’a ait ‘Özel Bina İnşaatı’ iş yerinden yapılan hizmet bildirimlerinin bulunduğu, bu bildirimlere ilişkin olarak Kuruma verilen işe giriş bildirgesinin davacı …’in kardeşi Asım Şahin adına düzenlendiği, ancak bildirgede bulunan sigorta sicil numarası ile doğum tarihi ve sıra no gibi kimlik bilgilerinin davacıya ait olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, söz konusu işe giriş bildirgesinde bulunan imzanın davacıya ait olup olmadığının belirlenmesi bakımından imza incelemesi yaptırılması, imzanın davacıya ait olduğunun ve dava dışı Ömer Karakaş’a ait ‘Özel Bina İnşaatı’ iş yeri ile davalılara ait iş yeri arasında organik bir bağın bulunmadığının anlaşılması hâlinde 19.04.2004 tarihi öncesine ilişkin sürenin hak düşürücü süre kapsamında kaldığının göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Ayrıca, dosya kapsamında davacı ve davalı tanıklarının beyanlarının alındığı, dinlenen tanıkların bir kısmının komşu iş yeri çalışanı olduğu belirtilmiş ise de dosyaya getirtilen hizmet cetvellerinden bu tanıkların hangi iş yerinde çalıştıklarının ve bu iş yerlerinin davalı iş yerinin komşusu durumunda olup olmadıklarının tespitinin yapılamadığı, dinlenen tanıklardan sadece …’ın davalı iş yerinde çalışmalarının bulunduğu ancak bu tanığın iş yerinde geçen hizmetlerinin de uyuşmazlık konusu dönemin tamamını kapsamadığı, davalı iş yerinin dava konusu süreyi kapsayan dönem bordrolarının dosyaya getirtilmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacının çalışmalarının belirlenmesi bakımından araştırma genişletilmeli, dava konusu süreye ilişkin dönem bordroları Kurumdan getirtilerek bordrolarda adı geçen tarafsız tanıklar belirlenmeli ve beyanlarına başvurulmalıdır.
Özel Dairenin bozma kararında yer alan bu gerekçelere ilave olarak, davalı … Oto Elektrik Servis Taşımacılık Tavukçuluk Taahhüt Ticaret Sanayi Pazarlama Limited Şirketinin ticaret sicil kayıtlarının getirtilerek adı geçen şirketin ne zaman kurulduğu belirlenmeli ve davacının dava konusu dönemdeki çalışmalarının bu şirket iş yerinde mi yoksa davalı …’a ait iş yerinde mi geçtiği tespit edilerek sonucuna göre hüküm kurulmalıdır.
Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
Diğer taraftan, davalı şirketin unvanı Dörtgöz Oto Elektrik Servis Taşımacılık Tavukçuluk Taahhüt Ticaret Sanayi Pazarlama Limited Şirketi olmasına rağmen karar başlığında Dörtgöz Elektrik Servis Taş. Taah. Tic. Ltd. Şti. olarak yazılmış ise de mahallinde düzeltilebilecek maddi hata olarak değerlendirilmekle bozma nedeni yapılmamıştır.
SONUÇ : Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı işverenler vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu ilave gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının … ve Dörtgöz Elektrik Servis Taş.Taah.Tic.Ltd.Şti’ne iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 30.05.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.