Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/3892 E. 2018/1554 K. 23.10.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/3892
KARAR NO : 2018/1554
KARAR TARİHİ : 23.10.2018

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Terme 1. Asliye Hukuk (İş Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 10.01.2013 tarihli ve 2012/507 E. 2013/7 K. sayılı karar davacı … Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 18.03.2014 tarihli ve 2013/12374 E. 2014/6201 K. sayılı kararı ile;
“…Dava 17.07.2011 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan aylıkların tahsili istemine ilişkin olup, Mahkemece; davanın yasal dayanağı olan 5510 sayılı Kanunun 39 uncu maddesinde, üçüncü kişinin sorumluluğu için kastının varlığı zorunlu olmasına karşın, sigortalının ölümüne taksirli eylemi ile yol açan davalı hakkında rücu alacağının hüküm altına alınamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
5510 sayılı Kanunun Geçici 4 üncü maddesinde, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 08.02.2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Kanunun 32 nci, 34 üncü ve 37 nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir…
Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır…” hükmüne yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanunun 39 uncu maddesinin birinci fıkrasında; “Üçüncü bir kişinin kastı nedeniyle malûl veya vazife malûlü olan sigortalıya veya ölümü halinde hak sahiplerine, bu Kanun uyarınca bağlanacak aylığın başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı için Kurumca zarara sebep olan üçüncü kişilere rücû edilir.” hükmü öngörülmüştür.
Davaya konu uyuşmazlıkta, hak sahiplerine bağlanan aylığın dayanağı 5434 sayılı Kanun’dan kaynaklanmakta olup, 5510 sayılı Kanun uyarınca bağlanan bir aylık söz konusu olmadığı gözetildiğinde olayda, 5510 sayılı Kanunun 39 uncu Maddesinin uygulama yeri bulunmamaktadır.
İş Mahkemeleri, 5521 sayılı Kanun ile kurulmuş istisnai nitelikte özel mahkemelerdir. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 106 ncı maddesi ile mülga 506 sayılı Kanunda, bu Kanun uygulamasından doğan uyuşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde görüleceği, 5510 sayılı Kanunun 101 inci maddesinde de, aksine hüküm bulunmayan hallerde, 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği düzenlenmiştir.
Trafik kazasında ölen Emekli Sandığı iştirakçisinin hak sahiplerine bağlanan peşin değerli aylığın tahsiline ilişkin davanın yasal dayanağının 5434 sayılı Kanunun 129 uncu Maddesi olması, uyuşmazlığın çözümünde ne 506 sayılı Kanun ne de 5510 sayılı Kanunun uygulama yerinin bulunmaması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2 nci maddesinde, kimler aleyhine idari yargıda dava açılabileceği açıklanmış olup, gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişileri hakkında idari yargı yerinde dava açılamayacağı hususları gözetildiğinde, dava konusu uyuşmazlığın çözümünde genel mahkemelerin görevli olduğu nazara alınmaksızın, yazılı şekilde işin esasına girilerek karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili 17.07.2011 tarihinde davalı …’in sevk ve idaresindeki aracın Kurum sigortalısı Yusuf Özcan’ın kullanmakta olduğu araca arkadan çarparak sigortalının ölümüne neden olduğunu, Kurum sigortalısının ölümü nedeniyle hak sahiplerine 157.540,27TL peşin sermaye değerli gelir bağlandığını, kazanın meydana gelmesinde …’in tam ve asli kusurlu olduğu ileri sürülerek peşin sermaye değerli gelirin şimdilik 10.000,00TL’sinin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı asil … hak sahiplerine maddi ve manevi tazminat olarak 451.000,00TL ödeme yapıldığını, karşılığında hak sahiplerinden başka bir hak talep etmeyeceklerine dair yazı alındığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Davalı … vekili …’in meydana gelen kaza nedeniyle taksirle ölüme neden olmaktan dolayı kesinleşmiş cezasının bulunduğunu, 5510 sayılı Kanun’un 39. maddesi uyarınca Kurumun rücu hakkının üçüncü kişinin sadece kasıtlı fiili için söz konusu olduğundan üçüncü kişinin kasta dayanmayan taksirli eylemlerinden sorumlu tutulamayacağını, bu nedenle …’in kasıtlı bir fiili olmadığından Kurumun 5510 sayılı Kanun’un 39. maddesi uyarınca rücu hakkının da bulunmadığını, kaldı ki hak sahiplerine maddi ve manevi tazminat olarak 486.003,00TL de ödendiğini bildirerek davanın reddedilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Mahkemece 5510 sayılı Kanun’un 39. maddesi uyarınca taksirle meydana gelen eylemler nedeniyle yapılan ödemelerin rücuen tahsilinin mümkün olmadığı, davalı …’in eyleminin de taksirle gerçekleştiğinin kesinleşen ceza mahkemesi kararı ile sabit olduğu, Kurumun bu nedenle rücu hakkının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı … Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece 5434 sayılı Kanunun 129. maddesinin 5510 sayılı Kanun’un 106. maddesi ile ilga edilmiş olduğu, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun ile Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı, Bağ-Kur Genel Müdürlüğü ve T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü kaldırılarak yerine … Başkanlığının kurulduğu, 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesi ile bu Kanun’dan kaynaklanan uyuşmazlıklara iş mahkemelerince bakılacağının hüküm altına alındığı, sigortalı Yusuf Özcan yakınlarına da 5510 sayılı Kanun hükümleri gereğince aylık bağlandığı, bu hâliyle uyuşmazlığın çözümünde iş mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı … Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 5510 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden sonra meydana gelen trafik kazasından ölen Emekli Sandığı iştirakçisinin hak sahiplerine bağlanan peşin değerli gelirin tazminine ilişkin eldeki davada 5434 sayılı Kanun’un 129. maddesinin mi yoksa 5510 sayılı Kanun’un 39. maddesinin mi uygulanması gerektiği, burada varılacak sonuca göre uyuşmazlığın çözümünde genel mahkemelerin mi yoksa iş mahkemelerinin mi görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki başkasına ait bir borç nedeniyle alacaklıyı tatmin eden kişinin, onun haklarını yasada belirtilen durumda ve tatmin ettiği oranda kendiliğinden elde etmesine halefiyet denir. Rücu hakkı ise başkasına ait borcu yerine getiren kişinin mal varlığında vücut bulan kaybı gidermeyi amaçlayan tazminat niteliğinde bir istem hakkıdır.
Halefiyet ve rücu hakkı zarar görenin (alacaklının) tatmin edilmesine yönelik birbiri ile çok yakından ilgili iki hukuksal kurum olarak görülmektedir. Nitekim her ikisinde de başkalarına ait borcu yerine getiren kişinin, asıl borçluya karşı bir alacak elde etmesi ve bu hakka dayanarak borçludan bir istemde bulunması bu sonucu doğrulamaktadır.
Bununla birlikte halef olan kişi rücu hakkı olan kişiye nazaran daha geniş imkanlara sahiptir. Rücu hakkı olan kimse, bu hakkını kullanabilmek için sadece alacaklıya ifada bulunduğunu ispatla yetinmez ayrıca rücua esas teşkil eden sebepsiz zenginleşme, vekaletsiz iş görme veya vekalet akdi gibi hukuki sebeplerden birinin varlığını da ispat etmelidir. Halefiyette ise ödemede bulunan kimse kural olarak sadece ödemeyi ispat etmekle yetinir (Kılıçoğlu A., Özel ve Sosyal Sigortalarda Halefiyet ve Rücu, AÜHFD, Yayın Tarihi: 1974, Sayı: 1, Cilt: 31, s.391).
Halefiyet hâlinde borcu yerine getiren kişi alacaklının yerine geçerek aynen alacaklının konumuna sahip olur. Ancak bir borcu yerine getiren kimsenin alacaklının haklarına halef olabilmesi için halefiyetin kanunda açıkça öngörülmüş bulunması gerekir. Kanunda açıkça öngörülmediği sürece bir halefiyetin doğması mümkün değildir. Halefiyet kanunda belirtilmiş hâllerde doğar. Diğer bir anlatımla halefiyet hâlleri sınırlı sayıda olma (numerusclausus) kuralına bağlıdır.
17.06.1949 tarih ve 5434 sayılı Mülga Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 129. maddesi de kanunda açıkça öngörülmüş bir halefiyet hâlidir. İlgili maddede;
“Vazifeleri içinde veya dışında herhangi sebeple zarar görmüş veya tehlikeye düşmüş ve bundan dolayı adi malul durumuna girmiş iştirakçilerin veya bunlardan ölenlerin, dul ve yetimlerinin; sebep olanlar aleyhine açacakları davaları Sandık dahi kovuşturmaya ve bu davalara üçüncü şahıs olarak girmeye ve dul ve yetimler tarafından dava açılmamış ise bunu doğrudan doğruya açmaya yetkilidir.
Dava sonunda para tazminatı da alınırsa bundan kovuşturma için yapılan masraflarla birlikte emekli, adi malullük, dul ve yetim aylıkları bağlanan hallerde bu aylıkların beş yıllığı; (toptan ödeme) yapılan hallerde de bunların toplamının yarısı Sandıkça alınarak, varsa, geri kalanı ilgililere ödenir.
Sebep olanlar iştirakçi ise ve bunlara bu kanuna göre Sandıklarca her hangi adla olursa olsun ödeme yapılacaksa istihkakları dava sonuna kadar hükmolunacak tazminata karşılık olmak üzere ödenmez” düzenlemesine yer verilmiştir.
5434 sayılı Kanunun 129. maddesi uyarınca Emekli Sandığı iştirakçisinin uğradığı zarar nedeniyle zarar verenlere yöneltilen destekten yoksun kalma tazminatı davasında iştirakçiler veya bunların yetimleri dava açmamış ise Sandığa onların yerine dava açma yetkisi verilmiş ilgili madde ile Emekli Sandığına halefiyet hakkı tanınmıştır.
Diğer taraftan 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un 106/8. maddesi ile 5434 sayılı Kanun’un 129. maddesi yürürlükten kaldırılmış ve aynı Kanun’un 39. maddesi ile uzun vadeli sigorta kolları bakımından üçüncü kişinin sorumluluğu düzenlenmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 39. maddesi;
“Üçüncü bir kişinin kastı nedeniyle malûl veya vazife malûlü olan sigortalıya veya ölümü hâlinde hak sahiplerine, bu Kanun uyarınca bağlanacak aylığın başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı için Kurumca zarara sebep olan üçüncü kişilere rücû edilir.
Malûllük, vazife malûllüğü veya ölüm hâli, kamu görevlilerinin veya er ve erbaşlar ile kamu idareleri tarafından görevlendirilen diğer kişilerin vazifelerinin gereği olarak yaptıkları fiiller sonucu meydana gelmiş ise, bu fiillerden dolayı haklarında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunanlar hariç olmak üzere, sigortalı veya hak sahiplerine yapılan ödemeler veya bağlanan aylıklar için Kurumca, kurumuna veya ilgililere rücû edilmez.” şeklinde düzenlenmiştir.
5510 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile Kanun’un 4/1-c (eski 5434 sayılı Kanun) maddesi kapsamında yer alan sigortalılara uzun vadeli sigorta kollarından yapılan yardımların … tarafından rücuen tazmini imkânı getirilmiştir. Kanun’un 39. maddesi ile Kuruma bağlanacak aylığın başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı için rücu hakkı tanınmış, rücu hakkının kullanılması ise üçüncü kişinin kasıtlı eylemi hâli ile sınırlandırılmıştır. Hâl böyle olunca Kuruma rücu hakkı tanıyan 5510 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile 5434 sayılı Kanun’un 129. maddesi mahiyet ve doğuracakları sonuç yönünden bir birlerinden ayrılmaktadır.
Hâl böyle olunca uyuşmazlığın çözümünde (mülga) 5434 sayılı Kanun döneminde mesleğe başlayan iştirakçilerin 01.10.2008 sonrası üçüncü kişinin eylemi nedeniyle ölümü hâlinde … tarafından üçüncü kişilere yönelik açılacak tazminat davalarında mülga 5434 sayılı Kanun’un 129. maddesinin mi yoksa 5510 sayılı Kanun’un 39. maddesinin mi uygulanması gerektiği belirlenmelidir.
Dava tarihinde yürürlükte olan (mülga) 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1/B maddesi uyarınca “İşçi sigortaları Kurumu ile sigortalılar veya kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara” iş mahkemeleri tarafından bakılacağı belirtilmiştir.
Diğer taraftan 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesinde “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.” düzenlemesi yer almaktadır.
Yine 25.10.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5/1-b maddesinde “İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanunun Geçici 4’üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere … veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara” iş mahkemeleri tarafından bakılacağı hükme bağlanmıştır.
7036 sayılı Kanun’un 5/1-b maddesi ile kapsam dışında bırakılan 5510 sayılı Kanun’un Geçici 4. maddesinde ise 5434 sayılı Kanun’a ilişkin geçiş hükümleri düzenlenmiştir. İlgili madde ile;
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1’inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Kanunun 32’nci, 34’üncü ve 37’nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenlerden tahsis talebinde bulunacaklar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsis talebinde bulunanlardan işlemleri devam edenler hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır…
Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır (Ek cümle: 11/10/2011-KHK-666/5 md.). Bu fıkra kapsamına girenlerden 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 10’uncu maddesi kapsamında bulunanların emekli kesenekleri ile kurum karşılıklarının hesabında, işgal ettikleri kadrolar için ilgili mevzuatında belirlenen unsurlar esas alınır.
Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır…” denilerek geçiş hükümleri getirilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un Geçici 4. maddesi ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi öncesinde 5434 sayılı Kanun uyarınca aylık, tazminat, harp malullüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 08.02.2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlar hakkında 5434 sayılı Kanun’un uygulanacağı belirtilmiş olup 01.10.2008 sonrası üçüncü kişinin kastı nedeniyle malûl veya vazife malûlü olan sigortalıya veya ölümü hâlinde hak sahiplerine tahsis edilecek aylıklar artık 5510 sayılı Kanun uyarınca bağlanacak, Kurum tarafından açılan rücu davalarında ise Kanun’un 39. maddesi uygulama alanı bulacaktır.
Somut olayda 10.06.1998 tarihinde polis memuru olarak atanan Kurum sigortalısı Yusuf Özcan’ın 11.07.2011 tarihinde görev harici olarak geçirmiş olduğu trafik kazası sonucu vefat ettiği, … tarafından sigortalının vefatı nedeniyle hak sahiplerine 5510 sayılı Kanun uyarınca ölüm aylığı bağlandığı, kazanın oluşumuna sebebiyet veren …’in Terme Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davada taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan mahkûm olduğu ve verilen hükmün kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, kazanın 01.10.2008 tarihinden sonra 5510 sayılı Kanun döneminde gerçekleştiği, hak sahiplerine bağlanan ölüm aylığının 5510 sayılı Kanun hükümleri nazara alınarak bağlandığı, bu hâliyle 5510 sayılı Kanun’un Geçici 5. maddesi uyarınca 5434 sayılı Kanun döneminde bağlanan bir aylık söz konusu olmadığından aynı Kanun’un 129. maddesinin eldeki davaya uygulanmasının da mümkün bulunmadığı açıktır. Uyuşmazlık 5510 sayılı Kanun’un 39. maddesi çerçevesinde çözüme kavuşturulmalıdır.
5510 sayılı Kanun’un 101. maddesinde açıkça aksine hüküm bulunmayan hâllerde 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği belirtildiğinden ve Kanun’un 39. maddesinde de aksine bir düzenleme bulunmadığından uyuşmazlığın çözümünde görevli mahkeme iş mahkemeleridir.
Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, bozma nedenine göre işin esası Özel Dairece işin esası incelenmediğinden davacı … Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olup, davacı … Başkanlığı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 23.10.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.