Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/3878 E. 2019/1007 K. 08.10.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/3878
KARAR NO : 2019/1007
KARAR TARİHİ : 08.10.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)

Taraflar arasındaki “tespit” davasının yapılan yargılaması sonucunda; Giresun 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) davanın kabulüne dair verilen 29.06.2015 tarihli 2015/400 E., 2015/557 K. sayılı kararın davalı … vekilince temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki tüm belgeler okundu ve gereği düşünüldü:

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Dava, sigorta başlangıç tarihinin tespiti ve yaşlılık aylığı bağlanması istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin 10.05.1981 tarihinde Almanya’da sigortalı olarak çalışmaya başladığını, ilk defa sigortalı olarak çalışmaya başladığı tarihin Türkiye’de sigorta başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi için Kuruma başvurduğunu, ancak davalı Kurumun 10.05.1981 tarihini sigorta başlangıcı olarak kabul etmeyip, Türkiye’de çalıştığı tarihten itibaren geriye götürerek hesapladığını, 01.11.1965 tarihli Türk Alman Sosyal Güvenlik Sözleşmesi’nin 29. maddesi gereği Almanya’da işe giriş tarihinin Türkiye’de sigorta başlangıcı olarak kabul edilmesi gerektiğini ileri sürerek 10.05.1981 tarihinin sigorta başlangıç tarihi olarak tespiti ile 24.03.2014 (25.03.2014) tarihli tahsis talebine istinaden yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili (SGK); 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanma yapılması durumunda sigorta başlangıç tarihini belirlemek için borçlanılan gün sayısı kadar geriye götürüleceğini, bu nedenle Kurum işleminde hata bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece; Türkiye’nin Almanya ile yapmış olduğu sözleşme gereği ilk defa Almanya’da 22.11.1979 tarihinde çalışmaya başlayan davacının Almanya’da geçen çalışma sürelerinden 18 yaşını doldurduğu 10.05.1981 tarihinin Türkiye’deki sigorta başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği ve davacıya tahsis talep tarihini (25.03.2014) takip eden aybaşı olan 01.04.2014 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmiştir
Davalı Kurum vekilince temyiz edilen karar, Özel Dairece; kısmi yaşlılık aylığına hak kazanma açısından 506 sayılı Kanun’un geçici 81. maddesinin (C) fıkrasının (a) bendinde; 23.05.2002 tarihinde 15 yıllık sigortalılık süresini kadın ise 50, erkek ise 55 yaşını doldurmuş ve 3600 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş bulunanlara istekleri hâlinde yaşlılık aylığı bağlanacağı şeklinde düzenleme bulunduğu, (b) bendinde ise 23.05.2002 tarihinde (a) bendinde öngörülen şartları yerine getiremeyenlere bu şartları belirli tarih aralıklarında yerine getirdiklerinde yaşlılık aylığı bağlanmasına imkânı sağlandığı, davacının 50 yaşını doldurmuş olma şartını 10.05.2013 tarihinde yerine getirdiğinden 506 sayılı Kanun’un geçici 81. maddesinin (C) fıkrasının (b) bendinin (bd) alt bendine göre davacının tahsis talep tarihinde 58 yaşını doldurmuş olması gerektiği, ancak tahsis talep tarihi olan 25.03.2014 tarihinde davacının yaşının 50 yıl 10 ay 15 gün olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; Özel Dairenin bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davacının yaşlılık aylığına hak kazanabilmesi için mevzuat gereği tahsis talep tarihi olan 25.03.2014 tarihinde 58 yaşını doldurmuş olması gerektiği, ancak davacının tahsis talep tarihi itibariyle 58 yaşını doldurmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile sigorta başlangıcı talebinin kabulüne, yaşlılık aylığı talebinin ise reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerince temyiz edilen ikinci karar Özel Dairece; davalı Kurum vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra somut olayda davacının 15 yıl sigortalılık ve 3600 prim gün sayısı şartlarını 23.05.2002 tarihinden önce yerine getirdiği ve tahsis talep tarihinde 50 yaşını tamamladığı için tahsis talep tarihini takip eden aybaşı itibariyle yaşlılık aylığına hak kazandığı, maddi hataya dayanan bozma ilamının usulü kazanılmış hak sağlamayacağı gerekçesiyle tahsis talep tarihinde yaşlılık aylığı koşullarına sahip olan davacıya bu tarihi takip eden aybaşı itibariyle yaşlılık aylığı bağlanması gerektiği belirtilerek bozulmuştur.
Yerel mahkemece; ikinci bozma kararına da uyularak, bu kez davacının yaşlılık aylığına hak kazanabilmesi için gerekli yaş, sigortalılık süresi ve prim gün sayısına ulaştığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı … vekilince temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/6. maddesinde; “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.” hükmü yer aldığından dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna iletilmesi gerektiği gerekçesiyle dava dosyasının Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
I- Bu ön sorunlardan ilki; yerel mahkeme kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.
Öncelikle belirtilmelidir ki; 17.04.2013 tarihli 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.06.1927 tarihli 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra:
“Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” şeklinde düzenlenmiş olup, anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.
Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.
Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.
Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
6100 sayılı Kanun (HMK)’un 294/1 maddesinde mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hakimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları (HMK m. 115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.
Esasa ilişkin kararlar ise hâkimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m. 303) (Kuru, B., Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s. 3005).
Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.02.2015 tarihli ve 2014/8-2485 E., 2015/850 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
Davacının sigorta başlangıç tarihinin 5510 sayılı Kanun’un 4/1-a maddesi kapsamında 10.05.1981 tarihi olduğunun ve 25.03.2014 tarihli tahsis talebine istinaden emekliliğe hak kazandığının tespiti istemine ilişkin davada yerel mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar, Özel Dairece aylığa hak kazanılamadığı gerekçesiyle aylık talebi yönünden bozulmuştur. Yerel mahkemece, birinci bozma kararına uyularak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Taraf vekillerince temyiz edilen ikinci karar Özel Dairece, bu kez de önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yaşlılık aylığı yönünden de davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle yeniden bozulmuştur. Yerel mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
Yukarıda belirtildiği üzere 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile usul yasalarına eklenen fıkralar uyarınca davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede, yukarıda içeriğine yer verilen hukuki olgular karşısında, yerel mahkemece verilen son kararın temyiz inceleme görevinin Özel Daireye değil, Hukuk Genel Kuruluna ait olduğuna oybirliği ile karar verilerek birinci ön sorun aşılmıştır.
II- İkinci ön sorun ise; yerel mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davalı yararına usuli kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı hususudur.
Öncelikle, usuli kazanılmış hak ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.
Mülga 1086 sayılı Kanun’da ve 6100 sayılı Kanun’da “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13-1960/5; 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay tarafından verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.
Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, s. 4738 vd.).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (HGK’nın 20.12.2013 tarihli ve 2013/23-131 E., 2013/1681 K. sayılı kararı).
Öte yandan, kamu düzeni ile ilgili konularda, taraflar yararına usulü kazanılmış hak oluşmamaktadır (HGK’nın 13.03.2013 tarihli ve 2013/5-10 E.,, 2013/348 K. sayılı kararı, Kuru, s. 4771 vd.).
Somut olayda, sosyal güvenlik hukukunun kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle davalı yararına usulü kazanılmış hak doğduğundan söz etmenin mümkün olmadığına oy birliği ile karar verilerek, ikinci ön sorun da böylece aşılmıştır.
III-İşin esasına gelince;
Uyuşmazlığın kaynağını 4447 sayılı Kanun ile eklenen, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ve sonrasında 4759 sayılı Kanun ile bir bölümü değişikliğe uğrayan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun geçici 81. maddesi oluşturmaktadır.
Anılan madde uyarınca yaşlılık aylığı bağlama koşulları 4447 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 08.09.1999 ve 4759 sayılı Kanun’un kabul edildiği 23.05.2002 tarihindeki “sigortalılık süresi”nin “kaç yıl” olduğu dikkate alınarak belirlenmektedir.
Buna göre, maddenin ilk fıkrası uyarınca 08.09.1999 yılında sigortalılık süresi 18 yıl ve daha fazla olan kadınlar ve sigortalılık süresi 23 yıl ve daha fazla olan erkekler hakkında, 4447 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce yürürlükte bulunan hükümler uygulanacaktır.
Geçici 81. maddenin (B) bendi uyarınca; 23.05.2002 tarihinde; sigortalılık süresi 18 yıldan fazla olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 40 yaşını doldurmaları, sigortalılık süresi 23 yıldan fazla olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 44 yaşını doldurmaları ve en az 5000 gün; … sigortalılık süresi 2 yıl 8 ay 15 günden fazla, 3 yıldan az olan kadınlar 20 yıllık sigortalılık süresini ve 56 yaşını doldurmaları ve en az 5975 gün, sigortalılık süresi 2 yıl 8 ay 15 günden fazla, 3 yıl 6 aydan az olan erkekler 25 yıllık sigortalılık süresini ve 58 yaşını doldurmaları ve en az 5975 gün prim sayısına sahip olmaları halinde malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş bulunmaları şartı ile yaşlılık aylığından yararlanabileceklerdir.
Geçici 81. maddenin C/a bendi uyarınca; 23.05.2002 tarihinde 15 yıllık sigortalılık süresini kadın ise 50, erkek ise 55 yaşını doldurmuş ve 3600 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş bulunanlara istekleri halinde yaşlılık aylığı bağlanacaktır.
Geçici 81. maddenin C/b bendi uyarınca ise; 23.05.2002 tarihinde geçici 81. maddenin C/a bendinde belirtilen şartları yerine getiremeyenlerden bu şartları,
ba) 24.05.2002 ile 23.05.2005 tarihleri arasında yerine getirenler kadın 52, erkek ise 56 yaşını doldurmuş olmaları;
bb) 24.05.2005 ile 23.05.2008 tarihleri arasında yerine getirenler kadın ise 54, erkek ise 57 yaşını doldurmuş olmaları;
bc) 24.05.2008 ile 23.05.2011 tarihleri arasında yerine getirenler kadın ise 56, erkek ise 58 yaşını doldurmuş olmaları;
bd) 24.05.2011 tarihinden sonra yerine getiren kadınla 58,…yaşını doldurmuş olmaları şartı ile yaşlılık aylığından yararlanabileceklerdir.
Görüldüğü üzere geçici 81. madde ile yaşlılık aylığı bağlanmasında kademeli bir geçiş düzenlenmiştir. 4447 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 08.09.1999 tarihinden önce yaşlılık aylığına hak kazananlar yönünden ise herhangi bir değişiklik yapılmamış, 4447 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce yürürlükte bulunan hükümlere atıfta bulunulmuştur.
2002 yılından sonra sigortalı olanlar yönünden ise; 4759 sayılı Kanun ile değişik 506 sayılı Kanun’un 60/A maddesinde yaşlılık aylığından yararlanabilmek için, kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olmak ve en az 7000 gün veya kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olmak, 25 yıldan beri sigortalı bulunmak ve en az 4500 gün sigortalılık malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak şartı öngörülmektedir.
Yaşlılık aylığı tahsis koşullarındaki bu kademeli geçiş nedeniyle 1999 ve 2002 yılları itibariyle belirlenecek sigortalılık süresi, yaşlılık aylığına hak kazanabilmek için aranacak yaş şartı yönünden anahtar rol üstlenmektedir.
Konuyla ilgisi bakımından “Sigortalılık süresi” kavramına da değinmekte yarar vardır.
“Sigortalılık süresi”, 506 Sayılı Kanun’un 108. maddesinde uzun vadeli sigorta kolları açısından tanımlanmıştır.
Bu maddeye göre malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanun’lara veya bu Kanun’lara tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir. Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih arasında geçen süredir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında, davacının 15 yıl sigortalılık ve 3600 prim gün sayısı şartlarını 23.05.2002 tarihinden önce yerine getirmesi nedeniyle yaşlılık aylığı koşullarının 506 sayılı Kanun’un geçici 81/C maddesi uyarınca değerlendirilmesi gerekip, ilgili maddeye göre tahsis talep tarihi itibariyle davacının 50 yaşını doldurmuş olma şartı aranmaktadır. Davacı tahsis talep tarihi olan 25.03.2014 itibariyle 50 yaşını doldurduğundan bu tarihi takip eden aybaşı itibariyle yaşlılık aylığına hak kazandığının kabulü gerekir.
Hâl böyle olunca mahkemece, davanın kabulüne dair verdiği karar yerindedir.
Bu durumda, yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya uygun bulunan yerel mahkeme kararı onanmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılmasına,
Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davalı … yararına usuli kazanılmış hak oluşmadığına,
Yukarıda (III) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile yerel mahkeme kararının ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.10.2019 tarihinde oy birliği ile kesin karar verildi.