Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/3467 E. 2019/610 K. 23.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/3467
KARAR NO : 2019/610
KARAR TARİHİ : 23.05.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul Anadolu 4. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.08.2013 tarihli ve 2008/297 E., 2013/415 K. sayılı kararın davalı … Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı işverenler vekilince temyizi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 28.10.2014 tarihli ve 2014/16795 E., 2014/21622 K. sayılı kararı ile;
“…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2- Dava, davacının davalıların murisi …’e ait işyerinde 28/02/1998-31/12/2003 tarihleri arasında, davalı …’e ait işyerinde 01/01/2005-02/05/2008 tarihleri arasında geçen çalışmalarının tespitini istemiştir.
Mahkemece davanın kısmen kabulü ile, 28/02/1998-27/11/2001 tarihleri arasındaki tespit talebinin hak düşürücü süre nedeni ile reddine, 29/11/2001-31/12/2003 İle 01/01/2005-31/12/2006 tarihleri arasındaki tespit talebinin kanıtlanamadığından reddine, davacının davalı …’e ait işyerinde 01/01/2007 – 07/03/2007, 06/04/2007 – 04/06/2007, 06/09/2007 – 31/12/2007, 01/01/2008 – 15/01/2008 tarihleri arasında hükümde yazılı şekilde çalıştığının tespitine karar verilmiştir.
Uyuşmazlık, somut olayda fiili çalışma olgusunun ispatı konusunda, mahkemece yapılan inceleme ve araştırmanın hükme yeterli bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa’nın 79/10. ve 5510 sayılı Yasa’nın 86/9. maddeleri bu tip hizmet tespiti davaları için özel bir ispat yöntemi öngörmemiş ise de, davanın niteliği kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerektiği Yargıtay’ın ve giderek Dairemizin yerleşmiş içtihadı gereğidir.
Bu tür davalarda öncelikle davacının çalışmasına ilişkin belgelerin işveren tarafından verilip verilmediği yöntemince araştırılmalıdır. Bu koşul oluşmuşsa işyerinin gerçekten var olup olmadığı kanun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı eksiksiz bir şekilde belirlenmeli daha sonra çalışma olgusunun varlığı özel bir duyarlılıkla araştırılmalıdır.
Çalışma olgusu her türlü delille ispat edilebilirse de çalışmanın konusu niteliği başlangıç ve bitiş tarihleri hususlarında tanık sözleri değerlendirilmeli, dinlenen tanıkların davacı ile aynı dönemlerde işyerinde çalışmış ve işverenin resmi kayıtlara geçmiş bordro tanıkları yada komşu işverenlerin aynı nitelikte işi yapan ve bordrolarına resmi kayıtlarına geçmiş çalışanlardan seçilmesine özen gösterilmelidir. Bu tanıkların ifadeleri ile çalışma olgusu hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmelidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.9.1999 gün 1999/21-510-527, 30.6.1999 gün 1999/21-549-555- 3.11.2004 gün 2004/21- 480-579 sayılı kararları da bu doğrultudadır.

Somut olayda, davacının 18/08/2006-31/12/2006 tarihleri arasında dava dışı işyerinde, 08/03/2007-05/04/2007 arasında davalı …’e ait işyerinde, 05/06/2007-06/09/2007 tarihleri arasında 1144811 sicil sayılı işyerinde ve 15/01/2008-02/05/2008 tarihleri arasında davalı …’e ait işyerinde çalışmaları bulunmakta olup,davalı …’e ait işyerinin 02/04/2005 tarihinde 506 sayılı Kanun kapsamına alındığı, dinlenen tanık beyanlarının çelişkili olduğu gibi bordro tanıklarının davacının kesintili şekilde çalıştığını beyan ettikleri, davacının davalı Kurum müfettişine verdiği 07/09/2005 tarihli beyanında kendisine ait işyeri olduğunu beyan ettiği halde bu hususun araştırılmadığı, böylelikle davacının çalışma olgusunun yeterli ve gerekli bir araştırmayla hiç bir kuşku ve duraksamaya yer bırakmayacak sağlıklı bir biçimde belirlenmediği anlaşılmaktadır.
Yapılacak iş; davalıya ait işyerinin uyuşmazlık konusu dönemi kapsayacak şekilde dönem bordrolarını getirtmek, bordro tanıklarını resen tespit edip dinlemek, gerek görüldüğü takdirde Kurumdan sorulmak suretiyle veya zabıta araştırması ile resen tespit edilecek komşu işyerlerinin işverenlerini veya bu işverenlerin resmi kayıtlarına geçmiş çalışanlarının beyanlarına başvurmak, komşu işyeri tanıklarının çalışma süresini tereddütsüz belirlemek amacıyla gerek görüldüğü takdirde hizmet döküm cetvellerini getirtmek, davacının 1479 ve 2926 sayılı Yasalara kapsamında sigortalılığı olup olmadığını davalı Kurumdan sormak, vergi kaydı bulunup bulunmadığını araştırmak, davanın nitelikçe kamu düzenini ilgilendirdiği nazara alınıp araştırma genişletilerek tüm deliller birlikte değerlendirilip çalışmanın kesintisiz olup olmadığı belirlenerek sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin 28.02.1998 tarihinde …’in sahibi olduğu Kebapbus Kilisli Fiko isimli işyerinde çalışmaya başladığını, …’in 28.11.2001 tarihinde vefatından sonra işyerinin mirasçısı … tarafından işletildiğini ve davacının çalışmalarına 31.12.2003 tarihine kadar aralıksız olarak devam ettiğini, 2004 yılında dava dışı işyerinde geçen çalışmalarından sonra 01.01.2005-31.12.2005 tarihleri arasında yeniden …’e ait iş yerinde çalıştığını, sigorta primlerinin yatırılmaması nedeniyle 2005 yılı içerisinde bir kaç defa Kuruma şikâyette bulunduğunu, müvekkilinin içinde bulunuğu nakit sıkışıklığı nedeniyle 4.500,00TL nakit para karşılığında bu şikâyetinden vazgeçtiğini ve işveren tarafından kendisine bir ibraname imzalatıldığını, 2006 yılında yine dava dışı iş yerinde çalıştıktan sonra 01.01.2007-02.05.2008 tarihleri arasında tekrar davalı …’e ait işyerinde çalıştığını ileri sürerek davalı işyerinde geçen çalışma süresinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … Kurumu Başkanlığı vekili, davacının dava dilekçesinin açıklamalar kısmında 28.02.1998-31.12.2003, 01.01.2005-31.12.2006 ve 01.01.2007-02.05.2008 tarihleri arasında davalı iş yerinde çalıştığını bildirmesine rağmen istem sonucu kısmında 1993-2007 yılları arasındaki hizmetinin tespitini istediğini, bu nedenle dava dilekçesinin açıklattırılması gerektiğini, hak düşürücü sürenin değerlendirilmesi gerektiğini, davacının iddialarının Kurum kayıtları ile bağdaşmadığını, salt tanık anlatımlarına dayanılarak karar verilmesinin doğru olmadığını, Kurum kayıtlarının aksinin eş değer yazılı belgeler ile kanıtlanması gerektiğini belirterek davanın reddinin gerektiğini savumuştur.

Davalı işverenler vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, davacının 28.02.1998-28.11.2001 tarihleri arasında …’e ait iş yerinde geçtiğini iddia ettiği çalışmalarına ilişkin talebinin bu döneme ait hiçbir kayıt ve belge olmaması karşısında hak düşürücü süreye uğradığı, 29.11.2001-31.12.2003 tarihleri arasında davalı iş yerinde geçtiğini iddia ettiği çalışmaları bakımından kısmi denetim raporunda incelemeye alınan kayıt ve belgelerde 2002-2003-2004 yılları ile 2005 yılı Ocak-Şubat-Mart aylarında işçi çalıştırılmadığı belirtildiğinden iddianın hiçbir yazılı delil ve belgeyle kanıtlanamadığı, bu döneme ait dönem bordrosunun bulunmadığı gerekçesiyle ve 01.01.2005-31.12.2006 tarihleri arasındaki çalışma iddialarının ise alınan tanık beyanlarına göre kanıtlanamadığı, davacının 2006 yılında başka iş yerlerinde çalışmalarının olduğu, Kurum tarafından yapılan denetimde fiili çalışmalının tespit edilemediğinin bildirildiği gerekçesiyle kanıtlanamadığı, 01.01.2007-02.05.2008 tarihleri arasında iş yerinde geçen çalışmaları yönünden alınan tanık beyanlarına göre fiili çalışmasının tespit edildiği, ancak 15.01.2008 tarihinden sonraki çalışma süresinin sigortalı çalışma olarak bildirildiği, davacının prime esas kazancının tespiti bakımından herhangi bir yazılı delil bulunmadığından asgari ücretle çalıştığının kabul edilmesi gerektiği belirtilerek davanın kısmen kabulü ile davacının davalı …’e ait iş yerinde 01.01.2007-07.03.2007, 06.04.2007-04.06.2007, 06.09.2007-15.01.2008 tarihleri arasında çalıştığının tespitine, 15.01.2008-02.05.2008 tarihleri arasında sigortaya kayıtlı olması nedeni ile hukuki menfaat bulunmadığından bu döneme ilişkin talep hakkında karar verilmesine yer olmadığına, 28.02.1998-27.11.2001 tarihleri arasındaki tespit talebinin hak düşürücü süre nedeni ile reddine, 29.11.2001-31.12.2003 ile 01.01.2005-31.12.2006 tarihleri arasındaki tespit talebinin kanıtlanamadığından reddine karar verilmiştir.
Davalı … Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı işverenler vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, davacının çalışma olgusuna yönelik hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde araştırma yapıldığı, kayıtların incelendiği, dönem bordrolarının getirtildiği, bordro tanıklarının dinlediği, davacının Kurum müfettişine verdiği 07.09.2005 tarihli beyanının kararı temyiz eden tarafa göre sonuca etkili olmadığı, tespitine karar verilen sürenin tarihleri nazara alındığında bozma kararında araştırılması gerektiği belirtilen noktaların esasa etkili bulunmadığı belirtilerek ve önceki gerekçeler de tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı … Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından davacının 01.01.2007-07.03.2007, 06.04.2007-04.06.2007 ve 06.09.2007-15.01.2008 tarihleri arasında davalı …’e ait iş yerinde geçen çalışmalarının tespiti bakımından yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 01.10.2008 günü yürürlüğe giren geçici 7. maddesinde, “…bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 506 sayılı, 1479 sayılı, 2925 sayılı, bu Kanun ile mülga 2926 sayılı, 5434 sayılı Kanunlar ile 506 sayılı Kanunun Geçici 20’nci maddesine göre sandıklara tâbi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık sürelerinin tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
Bu durumda, 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
Öncelikle ifade edilmelidir ki, mülga 506 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının “a” bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması, b) işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) çalışanın 506 sayılı Kanun’un 3. maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6. maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.

506 sayılı Kanun’un 2. maddesine göre, bu Kanun anlamında sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde 506 sayılı Kanun anlamında sigortalıktan da söz edilemeyecektir.
İşçi ve sigortalı kavramlarının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de, 4857 sayılı İş Kanunu ile yürürlükten kaldırılan 1475 sayılı İş Kanunu’nda ve 506 sayılı Kanun’da bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımlaması yapılmıştır. Belirtmek gerekirse, 4857 sayılı İş Kanunu’nda “Hizmet akdi” sözcüğü terkedilmiş, yerine “İş sözleşmesi” ifadesi kullanılmıştır.
Hizmet akdi, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 313. maddesinin birinci fıkrasında ise, “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı Kanun’da daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un 3/11. maddesinde ise, hizmet akdinin 22.04.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda tanımlanan hizmet akdini ve iş mevzuatında tanımlanan iş sözleşmesini veya hizmet akdini ifade edeceği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, 506 sayılı Kanun döneminde sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları 5510 sayılı Kanun döneminde de farklılık arz etmemektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanunun atıf yaptığı 818 sayılı Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6098 sayılı Kanun’un 393. maddesinin birinci fıkrasına göre, hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” Bu hâliyle 5510 sayılı Kanun’un 3/11. maddesi uyarınca 818 sayılı Borçlar Kanunu’na yapılan atfın artık 6098 sayılı Kanun’un 393/1. maddesine yapıldığının kabulü gerekecektir.
Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun’un 5. maddesine göre iş yeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü bakımından iş yerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da iş yerinden sayılır.
Ayrıca 5510 sayılı Kanunun Geçici 7. maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanunun 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanunun 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanunun 6/1. maddesinde yer alan açık hüküm gereğidir.
Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin bir takım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Hizmet tespiti davası 506 sayılı Kanun’un 79/10. maddesinde, 01.10.2008 tarihinden sonraki dönemler yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinde düzenlenmektedir.
Mülga 506 sayılı Kanun’un 79. maddesinde, “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri”; 01.10.2008 tarihinden sonraki dönemler yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinde, “Aylık prim ve hizmet belgesi veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Sigortalı tarafından açılan hizmet tespiti davasında her türlü delille kanıtlanabilen çalışma olgusunun usulünce belirlenmesinden sonra, bu çalışmanın sigortalı çalışma olup olmadığı; ardından da ücret olgusu ve çalışılan zaman üzerinde durulmalıdır.
Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
Sigortalılık başlangıç tarihi ve hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi icabettiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı gereği olduğundan, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı, hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunması olduğundan, tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ile yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği araştırılmalıdır. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir.
Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden, bu davalarda iş yerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde iş yerinin yönetici ve görevlileri, iş yerinde çalışan öteki kişiler ile o iş yerine komşu ve yakın iş yerlerinde, tarafları veya iş yerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar zabıta marifetiyle araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili, mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanları alınarak, tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, iş yeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.
Bu amaçla tanıkların, hizmet tespiti istenen tarihte, iş yeri veya komşu iş yeri sigortalısı ya da işvereni olup olmadıkları araştırılmalı, davalı Kurumdan, bu kişilerin belirtilen tarihte sigortalılık bildirimlerinin hangi iş yerinden yapılmış olduğu da sorularak, elde edilen bilgilerin ifadelerde belirtilen olgularla örtüşüp örtüşmediği de irdelenmeli, iş yerinin kapsam, kapasite ve niteliği ile bu beyanlar kontrol edilmelidir.
Diğer taraftan bu davalarda, işverenin çalışma olgusunu kabulü ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır.
Nitekim açıklanan hususlar Hukuk Genel Kurulunun 07.04.2012 tarihli 2012/21-137 E. 2012/433 K.; 12.06.2013 tarihli 2012/10-635 E. 2013/823 K. ve 25.09.2013 tarihli 2013/21-182 E. 2013/2013/1401 K. sayılı kararlarında da benimsenmiş ve açıkça belirtilmiştir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının 08.03.2007-05.04.2007 tarihleri arasında …’e ait 1127014 sicil numaralı işyerinde, 05.06.2007-06.09.2007 tarihleri arasında 1144811 sicil numaralı iş yerinde, 15.01.2008-02.05.2008 tarihleri arasında …’e ait 1127014 sicil numaralı iş yerinde geçen çalışmalarının Kuruma bildirildiği, …’e ait 1127014 sicil numaralı iş yerinin 02.04.2005 tarihinde kanun kapsamına alındığı, davacının 2005 yılında çeşitli tarihlerde Kuruma yaptığı şikâyeti nedeniyle 07.09.2005 tarihinde Kurum müfettişine verdiği ifadesinde kendisine ait iş yerinin bulunduğunu beyan ettiği, dosya kapsamında ifadelerine başvurulan davacı ve davalı tanıklarının beyanlarının davacının uyuşmazlık konusu dönemde davalı iş yerinde geçen çalışmalarının kanıtlanması bakımından yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Davacının Kurum müfettişine verdiği 07.09.2005 tarihli beyanı dikkate alınarak bu tarihte başlayan ve mahkemece kabul edilen dönemde de devam eden iş yeri kaydı veya vergi kaydı bulunup bulunmadığının araştırılması ve uyuşmazlık konusu dönemi kapsayacak şekilde bordro tanıkları ile komşu iş yeri tanıklarının beyanlarının alınması gerekmektedir.
O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ : Davalı … Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 23.05.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.