Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/3244 E. 2019/691 K. 18.06.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/3244
KARAR NO : 2019/691
KARAR TARİHİ : 18.06.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “ödeme emrinin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.11.2013 tarihli ve 2013/368 E., 2013/718 K. sayılı karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 02.04.2015 tarihli ve 2015/1942 E., 2015/6414 K. sayılı kararı ile;
“…1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre sair temyiz itirazlarının REDDİNE;
2-) Dava, ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkindir.
6183 sayılı Kanunun “ödeme emri” başlıklı 55. maddesinin ilk fıkrasında; kamu alacağını vadesinde ödemeyenlere, yedi gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gereğinin bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı; “ödeme emrine itiraz” başlığını taşıyan 58. maddesinin birinci fıkrasında; kendisine ödeme emri tebliğ olunan kişinin, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itirazda bulunabileceği belirtilmiştir. Görüldüğü gibi; “menfi tespit” niteliğindeki ödeme emrine itiraz/ödeme emrinin iptali davasının yedi günlük hak düşürücü süre içerisinde açılması zorunlu olduğu gibi, kendisine ödeme emri gönderilen borçlunun itirazları da üç nedenle sınırlandırılmıştır. Kanun koyucu tarafından, tahsil edilmesi istenen alacak, kamusal nitelikte imtiyazlı olduğundan sürüncemede kalması önlenerek, hızla tahsilinin sağlanması istenmiş, bu nedenle kamu alacağına ilişkin takip kesinleştikten sonra, yeni ve ayrı bir menfi tespit davası açılması yönünde herhangi bir hüküm öngörülmemiştir. Başka bir anlatımla, 6183 sayılı Kanunda, 2004 sayılı Kanunun 72. maddesine koşut bir düzenleme bulunmadığı gibi, 6183 sayılı Kanunda menfi tespit davasına, “Üçüncü şahıslardaki menkul malların, alacak ve hakların haczi” başlıklı, 08.04.2006 günü yürürlüğe giren 5479 sayılı Kanunun 5. maddesi ile değiştirilen 79. maddesinde “… Herhangi bir nedenle itiraz süresinin geçirilmesi halinde üçüncü şahıs, haciz bildirisinin tebliğinden itibaren bir yıl içinde genel mahkemelerde menfi tespit davası açmak ve haciz bildirisinin tebliğ edildiği tarih itibarıyla amme borçlusuna, borçlu olmadığını veya malın elinde bulunmadığını ispat etmek zorundadır. …” düzenlemesi ile yalnız üçüncü kişiler yönünden yer verilmiş, bu hak ve olanak, kamu alacağı borçluları için tanınmamıştır. Buna göre; takibin itiraz edilmeksizin/dava açılmaksızın kesinleşmesi veya itirazın/davanın, hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddine karar verilmesi durumunda kamu alacağı borçlusunun, aynı konuda menfi tespit veya geri alım (istirdat) davası açabilmesi olanaksız olup, ancak, koşulları gerçekleştiği ve kanıtlandığı takdirde 506 sayılı Kanunun
84. maddesine dayalı olarak açılacak dava ile primler Kurumdan geri istenebilecektir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.04.2006 gün ve 2006/21-198 Esas, 2006/249 Karar; 03.10.2007 gün ve 2007/21-623 Esas, 2007/717 Karar, 27.02.2008 gün ve 2008/21-139 Esas, 2008/204 Karar numaralı ilâmlarında da aynı görüş ve yaklaşım benimsenmiştir.
Bu çerçevede, eldeki davada; Dairemizin geri çevirme kararı sonrası gelen takip dosyasındaki evraklardan, davacılardan Mehtap Dinmez adına düzenlenen ödeme emirleri 29.04.2013 tarihinde tebliğ edildiği, davacılardan … adına düzenlenen ödeme emirlerinin tebliğine ilişkin tebligat parçasının ise Kurumdan celbedilen takip dosyasındaki evraklar içerisinde bulunmadığı, sadece dava dilekçesi ekinde bulunduğu, eldeki davanın ise 07.05.2013 tarihinde açıldığı gözetildiğinde; davacı … yönünden ödeme emirlerinin tebliğ tarihi araştırılarak, dava açma süresinin 7 günlük hak düşürücü süre içerisinde olup olmadığı tespit edilmesi ve varılacak sonuca göre karar verilmesi, davacı … Dinmez yönünden ise anılan davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinin tebliğden itibaren dava açma süresi olan 7 günlük hakdüşürücü sürenin geçtiği belirgin olduğundan ret kararı verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, davada yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.…”
gerekçesiyle ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkindir.
Davacılar vekili; müvekkillerinin murisi Çiçek Yaşar’a ait olduğu iddia olunan 2002 yılının 7., 8., 9., 10., 11. ve 12. aylarına ait prim alacağı, İşsizlik Sigortası Primi, Eğitime Katkı Payı ve Özel İşlem Vergisine dair borç tahakkuk ettirildiğini, ilgili borca ilişkin ödeme emirlerinin müvekkilleri Ünsal, Eda ve Meral’e 30.04.2013 tarihinde, müvekkili Mehtap Dinmez’e 04.05.2013 tarihinde tebliğ edildiğini, müvekkili Meltem’in ise kendisine ödeme emri gönderildiğini 06.05.2013 tarihinde öğrendiğini, müvekkillerinin murisi olan anneleri Çiçek Yaşar’ın ev hanımı olduğunu ve ölümünden önce 3 yılını hasta olarak hastanede geçirdiğini, bu nedenle müvekkillerinin bu borcun annelerine ait olmadığını düşündüklerini, ayrıca ödeme emirlerinin zamanaşımına uğradığını ileri sürerek ödeme emirlerinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; ödeme emrine itiraz davasının 7 günlük hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, ayrıca davacıların zamanaşımı iddiasının da hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, Kurum tarafından borçlu Çiçek Yaşar’ın mirasçısı olan davacılara ödeme emri gönderilmesinde hukuka, usul ve yasaya aykırılık bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; dava konusu edilen ödeme emirlerine konu prim borçlarının ait olduğu dönem itibariyle yürürlükte olan kanun uyarınca Kurumun prim alacaklarının 5 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, buna karşın ödeme emirlerinin tebliğ edildiği 30.04.2013 tarihine kadar davacılar yönünden herhangi bir işlem gerçekleştirilmediği ve bu haliyle borcun zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; mahkeme müzekkerelerine ve Kurum vekiline verilen kesin süreye karşın belge sunmayan; temyiz aşamasında hukuka uygunluk denetimi yapan Yargıtay Özel Dairesi tarafından delil toplama faaliyeti kapsamında Kurumdan evrak istenmesi yönünde geri çevirme kararı verilmesine karşın bu aşamada dahi kayıt sunmama konusundaki direncini sürdüren davalı Kurumun; taraflarca oluşturulan ve tasarruf ilkesinin geçerli olduğu davada, dava malzemesini dosyaya sunmayıp bir tür meydan okuma aşamasına varan tavrı karşısında, hâkimin hiçbir hukuki enstrümanı kullanmayıp, ilanihaye kanıt sunulmasını beklemesini öngören bozma ilâmı içeriğindeki öneri, adil yargılanma ilkesi kapsamında dava taraflarının eşitliğini ortadan kaldıracağı gibi; davayı makul sürede, gereksiz zaman ve para kaybına yol açmaksızın sonuçlandırma yükümlülüğü altındaki yargıcın yargılama yetkisini de ortadan kaldırıp; taraflardan birinin kanıt sunmayarak yargıyı işlemez hale getirmesi sonucunu doğuracağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mahkemece dava konusu ödeme emirlerine ilişkin tüm bilgi ve belgelerin dosyaya ibraz edilmesi amacıyla Sosyal Güvenlik Kurumu’na yazılan müzekkerelere, verilen kesin süreye ve Özel Daire Geri Çevirme kararına rağmen Kurum tarafından yeterli cevap verilmediği dikkate alındığında Özel Daire bozma kararı doğrultusunda araştırma yapılmasının adil yargılanma ilkesi kapsamında tarafların eşitliği ilkesinin ve makul sürede yargılanma hakkının ihlaline neden olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, “Türk Sosyal Sigortalar Sistemi” ağırlıklı olarak primli rejime dayanmaktadır. Kurumun sosyal sigorta yardımlarını sağlaması, en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır.
Bu konudaki ilk yasal düzenlemeyi içeren Mülga 506 sayılı Kanun’un 80. maddesinin ilk şeklinde prim alacağının tahsili İcra İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmakta iken, 01.12.1993 tarih ve 3917 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca yapılan değişiklik ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerine tabi kılınmış; 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88. maddesinde de Kurumun prim ve diğer alacaklarını 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun uyarınca takip ve tahsil edeceği düzenlemesine yer verilmiştir.
Prim borçları, bu düzenlemeler ile kamu alacağı derecesine getirilerek, takip ve tahsilinde, icra ve iflas hukukuna göre çabukluk ve sadelik sağlanmak istenmiştir. Gerek mülga 506 sayılı Kanun, gerekse yürürlükte bulunan 5510 sayılı Kanun’da yer alan aynı yöndeki düzenlemeler primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamaya yöneliktir. Takip yetkisinin bizzat Kuruma tanınmış olması da aynı amaca hizmet etmektedir.
Bu doğrultuda 6183 sayılı Kanun’un “Ödeme emrine itiraz” başlıklı 58. maddesi düzenlemesine göre;
“Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz kamisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümleri tatbik olunur.
Borcun bir kısmına itiraz eden borçlunun o kısmın cihet ve miktarını açıkça göstermesi lazımdır, aksi halde itiraz edilmemiş sayılır.
İtiraz komisyonu bu itirazları en geç 7 gün içinde karara bağlamak mecburiyetindedir.
İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki amme alacağı %10 zamla tahsil edilir.
İtiraz komisyonlarının bu konudaki kararları kesindir.
Borcun tamamına bu madde gereğince vakı itirazların tamamen veya kısmen reddi halinde, borçlu ret kararının kendisine tebliği tarihinden itibaren 7 gün içinde mal bildiriminde bulunmak mecburiyetindedir.
Borcun bir kısmına karşı bu madde gereğince vakı itirazlar mal bildiriminde bulunma müddetini uzatamaz.”
Davanın yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesine göre; kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren yedi (7) gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtiraz etmezse borç kesinleşmiş olur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.04.2001 tarihli ve 2002/21-201 E., 2002/297 K. ; 24.03.2004 tarihli ve 2004/10-164 E. , 2004/170 K. sayılı kararlarında da benimsendiği üzere itiraz davası için öngörülen yedi (7) günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır. Hak düşürücü süre, niteliği itibariyle defi değil, bir itiraz olup; sonuçlarını kendiliğinden meydana getirir ve resen gözönünde tutulur.
Kurum alacağı için 6183 sayılı Kanun’un 55. maddesi uyarınca düzenlenip, tebliğ edilen ödeme emrine karşı borçlu, anılan Kanun’un 58. maddesi uyarınca 7 gün içinde iş mahkemesine itiraz davası açabilir.
Anılan madde metninde itirazın “vergi itiraz komisyonuna yapılacağı” hükmü yer almakta ise de, mülga 506 sayılı Kanun’un 80. maddesinin “Kurum alacaklarının tahsilinde 21.07.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, alacaklı Sigorta Müdürlüğünün bulunduğu yer İş Mahkemesi yetkilidir” düzenlemesi ve yürürlükte bulunan 5510 sayılı Kanun’un 88. maddesinin “Kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun uygulamasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde Kurumun alacaklı biriminin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir” hükümleri ile birlikte davalı Kurum bünyesinde 6183 sayılı Kanunun itiraz mercii olarak belirttiği vergi itiraz komisyonunu bulunmaması hususları birlikte değerlendirildiğinde, maddede belirtilen vergi itiraz komisyonuna itiraz yolunun; Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) alacaklarının tahsili yönünden 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıklarda iş mahkemesine dava açılması yolu olarak kabulü zorunludur.
Nitekim bu husus Hukuk Genel Kurulunun 26.04.2006 tarihli ve 2006/21-198 E., 2006/249 K. sayılı kararında da belirtilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için Anayasal “hak arama özgürlüğünün” de değerlendirilmesi gerekmektedir.
2709 sayılı T.C. Anayasası’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi uyarınca; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
Maddeye 03.10.2001 tarihli 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesi ile eklenen 2. fıkra uyarınca “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilerine başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır”.
Bu bağlamda anılan madde hükmüyle hak arama özgürlüğü Anayasal bir kurum olarak, diğer temel haklar gibi düzenlenmiş ve Anayasa güvencesine bağlanmış, Anayasa’da kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
Vatandaşlara hak arama özgürlüğü konusunda anayasal bir hak tanınırken, Devlete de, onların bu haktan yararlanmayı sağlayacak şartları hazırlama görevi yüklenmiştir. Devlet için öngörülen bu zorunluluk ilgilinin Anayasal haklar içinde yer alan hak arama özgürlüğünün yaşama geçirilmesini sağlayacaktır.
Bu anayasal görevin yerine getirilmesi için getirilen yasal düzenlemeler ve kurulan kurumların görevleri de bu bilinçle değerlendirilmelidir.
Bu kapsamda Anayasal teminat altına alınmış hak arama özgürlüğünden bahsedebilmek için Devletin işlemlerinde işleme karşı başvuru yollarını ve süresini açıkça, vatandaşında kuşku ve tereddüt uyandırmayacak şekilde göstermelidir.
Bu görevin yerine getirildiğinin kabulü için alacaklarının tahsiline yönelik işlemlerin tamamında ilgili mevzuatın vergi alacaklarının tahsili ile alacaklarının tahsiline ilişkin olarak uygulanmasındaki farklılıklar da dikkate alınarak ilgiliye, işleme karşı başvurabileceği kanun yolu ve süresinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
Anılan zorunluluk karşısında, Kurum alacaklarının tahsiline ilişkin olarak, 6183 sayılı Kanun’un 55. maddesi uyarınca, Kurumca düzenlenen ödeme emrinin ilgilinin başvurabileceği kanun yolu ve süresini açıkça gösterir ve özellikle mevzuatta açıklık bulunmaması nedeniyle 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesi ile öngörülen itiraz hakkını kullanabilmesi için yedi günlük süre içinde iş mahkemesine dava açabileceği ihtaratını da içerir şekilde düzenlenmelidir.
Diğer taraftan Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa’nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşme’sini (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir.
Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamaların mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilecektir. Mutlak nitelikte olmayan bu hakkın sınırlandırılması hususunda devletlerin takdir hakkı gereği bazı düzenlemeler yapabileceği, bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların hakkın özünü zedeleyecek nitelikte olmaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması gerekmektedir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde, davacılardan … ve Mehtap Dönmez tarafından iş mahkemesine dava açılmış ise de, Kurumun davacıya gönderilen ödeme emrinde itiraz yolu olarak 7 gün içerisinde iş mahkemelerine dava açılabileceği ihtarında bulunulmadığı, Kurumun kanun yollarını açıkça gösterici işlem tesis etmeyip, bir anlamda davacıyı yanıltması karşısında, davacının hak arama özgürlüğünü zedelediğinin, mahkemeye erişim hakkını engellediğinin ve bu doğrultuda 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinde belirtilen (7) günlük hak düşürücü sürenin geçmediğinin kabulü zorunludur.
Şu hâlde yukarıda açıklanan bu değişik gerekçelerle direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin diğer temyiz itirazlarına yönelik temyiz incelemesi yapılmamıştır.
Hâl böyle olunca, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin esasa dair diğer temyiz itirazları ile ilgili inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç: Direnme kararı açıklanan değişik gerekçelerle uygun bulunduğundan davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.06.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.