Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/3046 E. 2019/652 K. 13.06.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/3046
KARAR NO : 2019/652
KARAR TARİHİ : 13.06.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tespit ve iptal” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kocaeli 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 17.04.2014 tarihli ve 2013/666 E., 2014/164 K. sayılı karar davalı … vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 12.02.2015 tarihli ve 2014/13518 E., 2015/1973 K. sayılı kararı ile;
(… 1990 – 1997 döneminde birbiriyle çakışan 506 ve 1479 sayılı Kanunlara tabi zorunlu sigortalılığı bulunan murisin 22.12.1997 tarihinde yaşamını yitirmesi üzerine 1998 yılında hak sahibi konumundaki davacılarca ölüm sigortasından aylık bağlanması için SSK ve Bağ-Kur’a başvurularda bulunulduğu, SSK tarafından Bağ-Kur’a yazılan ve hizmetlerin bildirilmesi istenilen 4 farklı yazının yanıtsız bırakıldığı, sonrasında SSK ve Bağ-Kur tarafından 01.01.1998 günü itibarıyla anılan Kanunlar kapsamında çift ölüm aylığı tahsisi yapıldığı, 2012 yılının Kasım ayında bu durumu belirleyen Kurumca 506 sayılı Kanun hükümlerine göre bağlanan aylık iptal edilip 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi gereğince 21.11.2002 – Kasım/2012 döneminde ödenen aylıklar yönünden borç tahakkuk ettirildiği anlaşılmakta olup istem, aylıklar bakımından söz konusu fıkranın (b) bendi kapsamında uygulama yapılması gerektiğinin ve buna göre kısmi borçlu olunmadığının tespitine ilişkindir.
Davanın yasal dayanaklarından olan 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin 25.02.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6111 sayılı Kanunun 44. maddesiyle değişik 1. fıkrasında, “Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmi dört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmi dört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.” hükmü öngörülmüştür. Anılan Kanunun geçici maddelerinde, yersiz ödemelerin tahsili konusunda önceki hükümlerin uygulanması gereğine işaret eden herhangi bir kural bulunmadığından, sonuç olarak 96. madde düzenlemesinin, Kurumun yersiz ödemeden kaynaklanan alacaklarına ilişkin süregelen uyuşmazlıklara uygulanması zorunlu olduğu gibi, bu konuda sebepsiz zenginleşme durumunda geri verilmesi gereken tutarın belirlenmesinde genel hüküm niteliğindeki 818 sayılı Borçlar Kanununun 61. ve 63., 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 77. ve 79. maddelerinin de gözetilmesi gerekmektedir.
Bu maddelere göre, haksız olarak (nedensiz) bir edinimde bulunan kimse, onun geri alınması zamanında elinden çıkmış olduğunu kanıtladığı tutar oranında ret ve geri vermekle yükümlü değil ise de haksız edinimde bulunan, o şeyi kötü niyetle elden çıkarmış veya onu elden çıkarırken sonradan ret ve geri vermeye zorunlu tutulacağını biliyor ise ret ve geri vermekle yükümlüdür. Bir başka anlatımla, iyi niyetli zenginleşen, sebepsiz zenginleşme konusunun kendisinden istendiği tarihten önce elinden çıktığını iddia ve ispat ettiği miktar oranında ret ve geri vermeyle yükümlü olmayacak, buna karşın, zenginleşen, zenginleşme anında veya sonrasında mal varlığındaki artışın geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığını biliyor veya bilmesi gerekiyor ise kötü niyetli sayılacaktır.
Yukarıdaki yasal düzenleme ve açıklamalar ışığında dava değerlendirildiğinde, hak sahibi davacılara çift ölüm aylığı bağlanamayacağı ve dolayısıyla yersiz aylık ödemesi yapıldığı taraflar arasında uyuşmazlık dışı olup; 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununun yürürlüğünden önce her iki sosyal güvenlik kurumuna başvurarak kendilerine, üstelik çakıştığı için kısmen iptal edilmesi gereken hizmetlere karşın çift ölüm aylığı bağlatan davacıların kusurlu davranışlarının varlığı belirgin olduğu gibi iyi niyetlerinden de söz edilemeyecektir. Bu durumda, yersiz ödenen aylıklar hakkında söz konusu (a) bendi kapsamında uygulama yapan Kurum işleminin yerindeliği açıktır.
Bu maddî ve hukukî olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucu, istemin karar altına alınması, usûl ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Kurum işleminin 5510 sayılı Kanun’un 96/b maddesi gereğince Kurumun hatalı işleminden kaynaklanmış olduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Davacılar vekili; müvekkillerinin murisi …’un 26.11.1990-21.12.1997 tarihleri arasında toplam 2485 gün SSK sigortalılığı ve 20.02.1991-22.12.1997 tarihleri arasında Bağ-Kur sigortalılığı bulunmakta iken 22.12.1997 tarihinde vefat ettiğini, murisin vefatından sonra müvekkillerinin ölüm aylığı bağlanması için öncelikle SSK’ya müracaat ettiklerini, ancak uzun süre geçmesine rağmen SSK tarafından müvekkillerine ölüm aylığı bağlanmadığını, bu nedenle Bağ-Kur’dan ölüm aylığı almak amacıyla murisin Bağ-Kur prim borcunu ödeyerek Bağ-Kur’dan tahsis talebinde bulunduklarını ve Bağ-Kur’dan ölüm aylığı almaya başladıklarını, aradan uzun bir süre geçtikten sonra SSK tarafından da müvekkillerine ölüm aylığı bağlandığını, müvekkillerinin her iki sigortalılıktan dolayı da aylığa hak kazandıkları düşüncesiyle iki aylığı da aldıklarını, Kurumun ise yaklaşık 15 sene sonra müvekkillerin Bağ-Kur’dan ölüm aylığı aldıklarını tespit ederek SSK’dan bağlanan ölüm aylığını iptal ettiğini, davacılara 21.03.2000-20.01.2013 tarihleri arası ödediği aylıkların yasal faizi ile birlikte tahsili yoluna gidildiğini, hem SSK’dan hem de Bağ-Kur’dan ölüm aylığı bağlanmış olması işleminin Kurumun hatalı işleminden kaynaklanmakta olduğunu, müvekkillerinin kasıtlı ve kusurlu davranışlarından doğmadığını, bu nedenle 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin “b” bendinin uygulanması gerektiğini ileri sürerek Kurum işleminin 5510 sayılı Kanun’un 96/b maddesi gereğince Kurumun hatalı işleminden kaynaklanmış olduğunun tespiti ile Kurumun müvekkillerin anapara yönünden hatalı işlemin tespiti tarihinden geriye 5 yıllık süreye karşılık gelen yersiz ödeme miktarlarını faizsiz olarak talep edebileceğinin tespitine ve tüm faizlerin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili; davacıların SSK’ya yaptıkları tahsis talebinin sonucunu beklemeden Bağ-Kur’a ölüm aylığı talebinde bulunduklarını, bu nedenle davacıların iddialarının yersiz olup Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; davacılara hem SSK’dan hem de Bağ-Kur’dan ölüm aylığı bağlanması işleminin Kurumun hatasından kaynaklandığı, başvuru alındığında gerekli araştırma ve incelemenin Kurum tarafından bizzat yapılması gerektiği, Kurumun hatasından dolayı davacılara fazladan ödeme yapıldığı, bu durumda Kurumun sadece 18.02.2013 tarihli tespitten geriye doğru en fazla 5 yıllık süreye ilişkin aylıkları faizsiz olarak geri isteyebileceği, 21.11.2002 tarihinden itibaren ödenen tüm aylıkların faizi ile iadesi talebine ilişkin Kurum işleminin hatalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı … vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; davacı …’un 24.06.1998 tarihinde Sosyal Sigorta Müdürlüğü’ne başvurarak ölüm aylığı bağlanması isteğinde bulunmasının ardından Kurum yetkililerinin 05.08.1998, 30.11.1998 ve 27.01.2000 tarihlerinde 3 kez Bağ-Kur İl Müdürlüğü’ne yazı yazarak …’un hak sahiplerinin ölüm aylığı talebinde bulunduklarını bildirdikleri, Bağ-Kur yetkililerinin davacıların Sosyal Sigortalar Kurumundan aylık talebinde bulunduklarını bu yazılarla öğrenmiş oldukları, dolayısıyla davacıların Kurumu yanıltmak gibi bir durumlarının söz konusu olmadığı, Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından davacılara 22.02.2000 tarihine kadar herhangi bir aylık bağlanmadığı, davacılara Bağ-Kur aylığının bağlandığı 12.10.1999 tarihinde Bağ-Kur yetkililerinin Sosyal Sigorta Müdürlüğü’nün gönderdiği, 05.08.1998, 30.11.1998 ve 10.05.1999 tarihli yazılardan haberdar oldukları ve bu yazılarda açıkça “24.06.1998 tarihinde ölüm sigortasından tahsis talebinde bulunulmuştur” notunun bulunduğu, Kurum yetkililerinin asgari düzeyde özen göstererek çalışmaları hâlinde hak sahiplerinin SSK’dan da talepte bulunduğunu bilecek durumda oldukları, bu nedenle de hak sahiplerinin yetkilileri yanılttığından söz edilemeyeceği; aylık başvurusunun yapıldığı 24.06.1998 tarihinden 1 yıl 8 ay geçtikten sonra aylık bağlayan Sosyal Sigorta Müdürlüğü yetkililerinin aylık bağlama aşamasında Bağ-Kur Müdürlüğü ile yazışma yaptıklarını ve Müdürlüğün 3 kez yazılan yazıya cevap vermemesi üzerine Bağ-Kur sigortalılığı yokmuş gibi aylık bağladıklarını bildikleri halde aylık bağlama işleminin yapıldığı sırada son bir kez Bağ-Kur Müdürlüğü ile bağlantıya geçip kanuna uygun işlem yapmaları gerekirken cevapsız bırakılan yazıları önemsemeksizin işlem yaptıkları, bu işlemlerin yapılması konusunda davacıların Kurumu ne şekilde yanılttığının Kurum yetkilileri tarafından ortaya konulmadığı, ölüm tarihinin üstünden yaklaşık 10 ay geçtikten sonra murislerinin prim borcunu ödeyerek aylık talebinde bulunan davacıların Kurumdan hangi belgeyi ne şekilde sakladıklarının anlaşılamadığı, davacıların sebepsiz zenginleşirken kötü niyetli olduklarını gösterir herhangi bir kanıtın bulunmadığı, son derece karmaşık olan ve yasal değişikliklerin yapıldığı dönemlere göre sigortalılara birden fazla ve birbirinden farklı birçok uygulamanın bulunduğu bir sosyal güvenlik sisteminin egemen olduğu ülkemizde davacıların yasal mevzuata bilinçli bir şekilde hâkim olarak SSK ve Bağ-Kur’dan aylık alamayacaklarını bilmelerinin beklenemeyeceği, elinde her türlü bilgi ve belge bulunan Kurum yetkililerinin özensiz çalışmalarının sorumluluğunun davacılara yüklenemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda yersiz yapılan ödemelerin geri alınmasında 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesinin “a” bendinin mi yoksa “b” bendinin mi uygulanması gerektiği, burada varılacak sonuca göre Kurum işleminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, sosyal güvenlik hakkı temel insan haklarından olup, uluslararası hukuk normları ile Anayasada güvence altına alınmıştır. Bireyleri toplum içinde iktisadi bakımdan desteklemeyi, muhtaçlığa düşmesini önlemeyi, sosyo – ekonomik ve fizyolojik risklerin sonuçlarına karşı korumayı hedef alan bir haktır. (K. Arıcı, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s.95).
Ölüm ise gerçekleşmesi mutlak, ancak ne zaman gerçekleşeceği bilinmeyen tipik bir sosyal güvenlik riskidir (K. Arıcı, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku, Ankara 2015, s.386). Sigortalının ölümü hâlinde geride kalan yakınları, sürekli bir gelir kaybına uğramış olurlar. Bu nedenle, normal geçim olanaklarını kaybeden geride kalan eşe, henüz çalışma yaşına gelmemiş çocuklarına ve sigortalının desteğiyle yaşamlarını sürdüren ana babaya kesilen gelirlerinin yerini alacak bir şekilde yardım yapılması gerekmektedir. İşte ölüm sigortası, sigortalının ölümü hâlinde geride kalanların başka bir deyişle geçimi sigortalı tarafından sağlanan aile bireylerinin geleceklerini güvence altına almayı amaçlar (Tuncay A. C./Ekmekçi Ö.: Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, 19. Baskı, İstanbul 2017, s. 530).
Ancak sosyal güvenlik hakkının kullanımı yasa ile sınırlanmış ve belirli koşulların varlığına bağlanmıştır. Sigortalının ölümü ile birlikte sosyal güvenlik hakları koruma altına alınan hak sahiplerinin de ölüm sigortasından yararlanabilmeleri için kanun koyucu tarafından belirli sınırlamalar getirilmiştir. Aynı döneme rastlayan Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) ve Bağ-Kur kapsamında geçen çifte sigortalılık hâlinde hak sahiplerinin her iki Kurumdan da ölüm aylığı alamayacağı da bu sınırlamalardan biridir.
Bir kimsenin aynı anda, bir yandan iş sözleşmesiyle çalışırken, diğer yandan bağımsız çalışma kapsamına giren bir faaliyette bulunması mümkündür. Bununla birlikte, bir kimsenin aynı anda iki farklı statüde sigortalı olması (çifte sigortalılık) kural olarak mümkün değildir. Bir kişinin aynı zamanda birden fazla kamusal sosyal güvenlik rejimine tabi olamayacağı esasına “sosyal sigortada teklik ilkesi” denir (Tuncay/Ekmekçi: s.340).
Gerçekten de Sosyal Güvenlik Hukukumuzda, “sosyal sigortalarda çokluk”, bir başka anlatımla bireylere olabildiğince sosyal sigorta hakkı tanıma, “yararlanmada ve yükümlülükte teklik” ilkesi egemen olup, buna göre, aynı tarihlerde farklı sosyal güvenlik kuruluşları kapsamında bulunulamaz ve çifte sigortalılık olarak adlandırılan bu statü kanun hükümleriyle engellenmiştir.
Sosyal güvenlik sistemimizde çifte sigortalılığa yer verilmemiş olması nedeniyle “çakışan sigortalılık” olarak da adlandırılan, bir sigortalının aynı anda birden fazla sosyal güvenlik kurumuna tabi olması hâli, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 3/I-(F) ve (K), 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’nun 24/2-c madde hükümleri dikkate alınarak, sadece birine değer verilerek çözüme kavuşturulmaktadır.
506 sayılı Kanun’un 3. maddesinin I/f bendinde “kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların” K bendinde ise “ herhangi bir işverene hizmet akdiyle bağlı olmaksızın kendi nam ve hesabına çalışanların” sigortalı sayılmayacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde 1479 sayılı Kanunun 24’üncü maddesinin I ve II. fıkralarında da bir kimsenin Bağ-Kur kapsamına girebilmesi için kendi adına bağımsız çalışıp kazanç sağlaması yanında, başka bir sosyal güvenlik kurumu kapsamında bulunmaması koşulu da getirilmiştir.
Sonuç itibariyle sosyal güvenlik sistemimizde çifte sigortalılık mümkün bulunmadığından, sigortalının ölümü hâlinde aynı dönemlere rastlayan SSK ve Bağ-Kur sigortalılığına dayanılarak hak sahipleri tarafından her iki Kurumdan da ölüm aylığı alınmasına olanak yoktur.
Öte yandan, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi ile yersiz ödemelerin geri alınmasına ilişkin esaslar düzenlenmiştir. Bu maddeye göre sebepsiz zenginleşmenin sigortalı veya hak sahibinin kasıtlı veya kusurlu davranışı ile Kurumun hatalı işleminden kaynaklanması hâllerine bağlı olarak istirdadı mümkün ödeme miktarlarının belirlenmesi ayrı ayrı esaslara bağlamıştır.
5510 sayılı Kanun’un 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren “Yersiz Ödemelerin Geri Alınması” başlıklı 96. maddesinde;
“…Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.
Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanunî faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır.
Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır.
Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir…”
düzenlemesine yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un 96. maddesiyle getirilen düzenleme, sebepsiz zenginleşmede iade konusuna ilişkin özel bir düzenleme içermektedir. İade borcunun kapsamı hak sahibinin aylığın bağlanmasında iyi niyetli olup olmadığına göre değişmektedir. Davalı, kötü niyetli ise yersiz ödemenin kasıtlı veya kusurlu davranıştan doğduğunun kabulü ile 96. maddesinin birinci fıkrasının “a” bendi uyarınca hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden geri alınacaktır. Davalı kötü niyetli değilse, kasıtlı ve kusurlu bir davranışı bulunmuyor ise, yersiz ödeme Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilecek, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınacaktır.
Bu durumda yersiz ödemelerin yapıldığı tarihlerde veya sonrasında mal varlığındaki artışın geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığı biliniyor veya bilinmesi gerekiyor ise, diğer bir ifadeyle yapılan yersiz ödemelerin hak edilmediğinin bilinmesine veya bilinmesi gerekmesine rağmen her ay düzenli olarak alınmaya devam ediliyor ise kişi kötü niyetli sayılacak ve 5510 sayılı Kanun’un 96/1-a maddesi uygulama alanı bulacaktır.
Yeri gelmişken uyuşmazlığın çözümünde üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise dürüstlük kuralıdır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde;
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
hükmüne yer verilmiştir.
Buna göre; dürüstlük kuralı, herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukuki ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlâklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukuki ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlâk, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlâk kuralları, günün adet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukuki ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Dural, M. / Sarı, S.: Türk Özel Hukuku 6. Baskı İstanbul 2011, s.226-227).
Diğer bir anlatımla dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekâlı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
TMK’nın 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmektedir: Bunlar dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağıdır. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesinin ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Dural/Sarı, s. 225).
TMK’nın 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural/Sarı, s.225).
Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrası herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
Eldeki davada, davacıların murisi …’un 26.11.1990-31.12.1990 tarihleri ile 01.03.1991-21.12.1997 tarihleri arasında SSK sigortalılığı bulunduğu, diğer taraftan 20.02.1991-22.12.1997 tarihleri arasında 6 yıl 10 ay 2 gün Bağ-Kur sigortalılığı olduğu, …’un 22.12.1997 tarihinde vefatı üzerine davacı … tarafından 24.06.1998 tarihinde SSK’dan ölüm aylığı talebinde bulunulduğu, ölüm aylığı talebinin eki mahiyetindeki Sosyal Sigortalar Kurumuna hitaben yazılan … imzalı “sigortalı ve haksahipleri için beyan ve taahhüt belgesi”nde …’un sigortalı bilgileri kısmında sadece SSK hizmetinin bildirildiği, “sigortalının diğer sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi hizmetleri” kısmının ise boş bırakıldığı, ayrıca beyanlarda herhangi bir değişiklik olduğunda Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirimde bulunulacağının da taahhüt edildiği, Sosyal Sigortalar Kurumu İzmit Sigorta Müdürlüğü tarafından Bağ-Kur Kocaeli İl Müdürlüğü’ne yazılan 05.08.1998 tarihli yazıda tahsis işlemine esas olmak üzere …’a ait hizmet cetvelinin gönderilmesinin talep edildiği, Bağ-Kur Kocaeli İl Müdürlüğü tarafından cevap verilmemesi üzerine 30.11.1998, 10.05.1999 ve 27.01.2000 tarihinde üç defa tekit yazısı yazıldığı, ancak Bağ-Kur tarafından herhangi bir cevap verilmediği, daha sonra davacılar tarafından 07.10.1999 tarihinde murisleri …’un Bağ-Kur prim borçlarını ödeyerek Bağ-Kur’dan ölüm aylığı talep edildiği ve 01.01.1998 tarihinden itibaren Bağ-Kur’dan ölüm aylığı almaya başladıkları, diğer taraftan SSK İzmit Sigorta Müdürlüğü tarafından Müdüriyet Makamına yazılan 17.02.2000 tarihli yazı ile …’un hak sahiplerinin ölüm aylığına hak kazandığının tespit edildiği belirtilerek 01.01.1998 tarihinden itibaren SSK’dan da ölüm aylığı bağlandığı, yine davacılardan …’un aylığının kesilmesi üzerine 15.07.2008 tarihinde SSK’dan yeniden ölüm aylığı talebinde bulunulduğu, “tahsis talep beyan ve taahhüt belgesi”nde Sosyal Güvenlik kuruluşlarından aylık alınmadığının belirtildiği, 17.11.2012 tarihinde hak sahiplerinin hem SSK’dan hem de Bağ-Kur’dan ölüm aylığı aldıklarının tespit edilmesi üzerine SSK’dan alınan ölüm aylığı Kurum tarafından kesilerek yersiz alınan ölüm aylıklarının 5510 sayılı Kanun’un 96/1-a maddesi uyarınca tahsili yoluna gidildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sosyal sigortada teklik ilkesi uyarınca aynı dönem gerçekleşen SSK ve Bağ-Kur sigortalılığına dayanılarak her iki Kurumdan da ayrı ayrı ölüm aylığına hak kazanılması mümkün değildir. Bu husus genel bir ilke olup Sosyal Güvenlik mevzuatında açıkça düzenlenmiştir. Bu kadar açık bir kanuni düzenlemenin bilinmemesinin mazeret olarak kabul edilmeyeceği açık olup, davacıların Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırı davranarak her iki Kurumdan da aylık alamayacaklarını bilebilecek durumda olmalarına rağmen 15 yıl boyunca hak etmedikleri hâlde ölüm aylığı almaya devam ettikleri sabittir.
Diğer taraftan davacı … tarafından SSK’ya verilen “sigortalı ve haksahipleri için beyan ve taahhüt belgesi”nde …’un sigortalı bilgileri kısmında sadece SSK hizmetinin bildirildiği, “sigortalının diğer sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi hizmetleri” kısmının ise …’un Bağ-Kur kaydının bulunduğunu bilebilecek durumda olmasına rağmen boş bırakıldığı, ayrıca davacı … tarafından beyanlarda herhangi bir değişiklik olduğunda Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirimde bulunulacağının taahhüt edilmesine rağmen Bağ-Kur aylığı alındığının SSK’ya bildirilmediği görülmektedir.
Bununla birlikte … adına … tarafından doldurulan ve SSK’ya verilen 15.07.2008 tarihli “tahsis talep beyan ve taahhüt belgesi”nde Bağ-Kur’dan ölüm aylığı alınmasına rağmen Sosyal Güvenlik kuruluşlarından aylık alınmadığının bildirildiği anlaşılmaktadır.
Sonuç itibariyle tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde yapılan yersiz ödemelerin 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesin “a” bendi uyarınca davacıların kasıtlı veya kusurlu davranışlarından kaynaklandığının kabulü gerekmektedir.
Her ne kadar Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, ölüm aylığı bağlanmasının Kurum hatasından kaynaklandığı, bu nedenle yerel mahkemenin yersiz ödemelerin 5510 sayılı Kanun’un 96/1-b maddesi uyarınca iadesine yönelik tespitinin yerinde olduğu gerekçesiyle mahkemenin direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 13.06.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Yerel mahkeme ile Özel Daire arasında temel uyuşmazlığa konu olayda, davacıların murisinin 26.11.1990-21.12.1997 tarihleri arasında toplam 2485 gün SSK sigortalılığı ve 20.02.1991-22.12.1997 tarihleri arasında Bağ-Kur sigortalılığı bulunmaktadır. Davacıların murisi 22.12.1997 tarihinde vefat etmiş, bunun üzerine mirasçıları ölüm aylığı bağlanması için 24.06.1998 tarihinde SGK’na başvurmuşlardır. SGK başvuru üzerine, 05.08.1998, 30.11.1998 ve 27.01.2000 tarihinde üç kez ayrıca Bağ-kur sigortalılığı bulunması nedeni ile Bağ-Kur’a yazı yazmıştır. SGK tarafından 22.02.2000 tarihine kadar ölüm aylığı bağlamamıştır. SGK ölüm aylığı bağlanmayınca, davacıların bu kez Bağ-kur’a ölüm aylığı bağlanması için başvurdukları, bunun üzerine Bağ-Kur’un eksik gün nedeni ile borçlanma çıkardığı, davacıların borçlandığı ve bu borçlanmadan sonra 12.10.1999 tarihinde Bağ-kur tarafından ölüm aylığı bağlanmıştır. Kurumlar kendi aralarındaki yazışmaları bildikleri halde, SSK daha sonra davacılara 506 sayılı yasa kapsamında ölüm aylığı bağlamış ve 2013 yılına kadar davacılar hem SSK, hem de Bağ-kur kapsamında aylık almışlardır. Davalı kurum, iki ölüm aylığından birinin yersiz olduğunu belirterek, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 96/a kapsamında yersiz yapılan ödemelerin yasal faizi ile tahsilini davacılardan talep etmiş, davacılar ise bunun kurum hatası olduğunu, bu nedenle 96/b maddesi kapsamında sadece son beş yılın faizsiz talep edilebileceğini belirterek, kurum işleminin iptalini talep etmişlerdir.
Temel uyuşmazlık, somut olayda yersiz yapılan ödemelerin geri alınmasında 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesinin “a” bendinin mi yoksa “b” bendinin mi uygulanması gerektiği, burada varılacak sonuca göre Kurum işleminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Çoğunluk görüşü ile Özel Dairenin “hak sahibi davacılara çift ölüm aylığı bağlanamayacağı ve dolayısıyla yersiz aylık ödemesi yapıldığı taraflar arasında uyuşmazlık dışı olup; 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununun yürürlüğünden önce her iki sosyal güvenlik kurumuna başvurarak kendilerine, üstelik çakıştığı için kısmen iptal edilmesi gereken hizmetlere karşın çift ölüm aylığı bağlatan davacıların kusurlu davranışlarının varlığı belirgin olduğu gibi iyi niyetlerinden de söz edilemeyecektir. Bu durumda, yersiz ödenen aylıklar hakkında söz konusu (a) bendi kapsamında uygulama yapan Kurum işleminin yerindeliği açıktır” bozma ve davacıların talepte bulundukları anda hataları yok ise de bağlandıktan sonra yasaya aykırı olan ikinci aylığı kabul ettikleri ve bu şekilde kasıtlı ve kusurlu davrandıkları gerekçeleri benimsenerek; yerel mahkemenin “davacı …’un 24.06.1998 tarihinde Sosyal Sigorta Müdürlüğü’ne başvurarak ölüm aylığı bağlanması isteğinde bulunmasının ardından Kurum yetkililerinin 05.08.1998, 30.11.1998 ve 27.01.2000 tarihlerinde 3 kez Bağ-Kur İl Müdürlüğü’ne yazı yazarak …’un hak sahiplerinin ölüm aylığı talebinde bulunduklarını bildirdikleri, Bağ-Kur yetkililerinin davacıların Sosyal Sigortalar Kurumundan aylık talebinde bulunduklarını bu yazılarla öğrenmiş oldukları, dolayısıyla davacıların Kurumu yanıltmak gibi bir durumlarının söz konusu olmadığı, Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından davacılara 22.02.2000 tarihine kadar herhangi bir aylık bağlanmadığı, davacılara Bağ-Kur aylığının bağlandığı 12.10.1999 tarihinde Bağ-Kur yetkililerinin Sosyal Sigorta Müdürlüğü’nün gönderdiği, 05.08.1998, 30.11.1998 ve 10.05.1999 tarihli yazılardan haberdar oldukları ve bu yazılarda açıkça “24.06.1998 tarihinde ölüm sigortasından tahsis talebinde bulunulmuştur” notunun bulunduğu, Kurum yetkililerinin asgari düzeyde özen göstererek çalışmaları halinde hak sahiplerinin SSK’dan da talepte bulunduğunu bilecek durumda oldukları, bu nedenle de hak sahiplerinin yetkilileri yanılttığından söz edilemeyeceği; aylık başvurusunun yapıldığı 24.06.1998 tarihinden 1 yıl 8 ay geçtikten sonra aylık bağlayan Sosyal Sigorta Müdürlüğü yetkililerinin aylık bağlama aşamasında Bağ-Kur Müdürlüğü ile yazışma yaptıklarını ve Müdürlüğün 3 kez yazılan yazıya cevap vermemesi üzerine Bağ-Kur sigortalılığı yokmuş gibi aylık bağladıklarını bildikleri halde aylık bağlama işleminin yapıldığı sırada son bir kez Bağ-Kur Müdürlüğü ile bağlantıya geçip kanuna uygun işlem yapmaları gerekirken cevapsız bırakılan yazıları önemsemeksizin işlem yaptıkları, bu işlemlerin yapılması konusunda davacıların Kurumu ne şekilde yanılttığının Kurum yetkilileri tarafından ortaya konulmadığı, ölüm tarihinin üstünden yaklaşık 10 ay geçtikten sonra murislerinin prim borcunu ödeyerek aylık talebinde bulunan davacıların Kurumdan hangi belgeyi ne şekilde sakladıklarının anlaşılamadığı, davacıların sebepsiz zenginleşirken kötü niyetli olduklarını gösterir herhangi bir kanıtın bulunmadığı, son derece karmaşık olan ve yasal değişikliklerin yapıldığı dönemlere göre sigortalılara birden fazla ve birbirinden farklı birçok uygulamanın bulunduğu bir sosyal güvenlik sisteminin egemen olduğu ülkemizde davacıların yasal mevzuata bilinçli bir şekilde hakim olarak SSK ve Bağ-Kur’dan aylık alamayacaklarını bilmelerinin beklenemeyeceği, elinde her türlü bilgi ve belge bulunan Kurum yetkililerinin özensiz çalışmalarının sorumluluğunun davacılara yüklenemeyeceği” gerekçesiyle verdiği direnme kararı bozulmuştur.
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 96. Maddesine göre:
“Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır”.
5510 sayılı Kanununun 96. maddesinde yersiz ödemelerin sebebi ne olursa olsun yahut kimin kusurundan kaynaklanırsa kaynakların geri alınması düzenlenmiştir. Yersiz ödemenin kimin kusurundan kaynaklandığı iadenin kapsamı bakımından önemlidir. Yersiz ödeme ilgililerin kastından yahut kusurundan kaynaklanmış(a bendi, faiz ile) ise geriye doğru 10 yıllık süredeki ve Kurumun kendi hatalı işlemlerinden kaynaklanmış(b bendi faizsiz) ise geriye doğru 5 yıllık süredeki ödemeler geri alınabilecektir. Geri ödemede faiz konusu da yersiz ödemenin kimin kusurundan kaynaklandığına bağlı olarak farklı düzenlenmiştir.
Sosyal Sigortalar Mevzuatında, kanun hükümleri uygulanırken “Sosyal sigortalar hukukundaki sigortalı lehine yorum ilkesi ile istisnaların dar yorumlanması esasından hareket edilmesi” gerekir.
Madde de sigortalının açıkça kasıtlı veya kusurlu davranışının, kurumun ise hatalı işlemlerinin ne olduğu açıklanmamıştır. Bu konuda 96. Maddenin uygulanmasına yönelik Fazla Veya Yersiz Ödemelerin Tahsiline İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik yayımlanmış ve bu yönetmelikte beşinci madde ilgililerin kasıtlı ve kusurlu davranışları, 6. Madde de ise kurumun hatalı davranışları sayılmıştır.
Yönetmeliğin 5′ inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde “Örneği Kurumca hazırlanan belgelerle bildirilmesi taahhüt edilen durum değişikliklerinin bir ay içinde Kuruma bildirilmemesi”,
e) bendinde ise Gelir ve aylıklarının kesilmesi gerektiği halde durumun gizlenmesi ve/veya bildirilmemesi” durumlarının ilgililerin kasıtlı ve kusurlu davranışlarını oluşturacağı belirtilmiştir.
Ancak Fazla veya Yersiz Ödemelerin Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 23/06/2017 tarihli ve 30105 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yapılan değişiklikle anılan Yönetmeliğin 5′ inci maddesinin birinci fıkrasının sonuna, “Ancak, sigortalılıklarının (b) bendinde belirtilen süre içerisinde bildirim yükümlüleri tarafından Kuruma bildirilmesi halinde ya da Kurum tarafından yeni gelir veya aylık bağlanması durumunda ilgililer (b) ve (e) bentleri kapsamında kasıtlı veya kusurlu sayılmaz.” hükmü eklenmiştir.
5510 sayılı kanunun 96/a maddesi incelendiğinde madde de açıkça “Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa”… ibarelerine yer verilmiştir. Sigortalı lehine ve dar yorum ilkeleri uygulandığında, önemli olanın doğmasına neden olan davranışın ilgililerin kusuru ve kastından olmasıdır. Doğduktan sonra iki aylık alındığının bildirilmemesi, kurum hatası ile doğduğu ve ilgili kasıt ve kusurundan doğmadığı için madde kapsamında kusur ve kasıt olarak kabul edilemez. Nitekim maddenin uygulanmasına ilişkin yönetmelikteki değişiklik de kanunun bu şekilde yorumlanmasından kaynaklanmıştır. Değişiklik sigortalı lehine ve dar yorum ilkelerine uygundur.
Somut uyuşmazlıkta da ölen sigortalıların mirasçıları, öncelikle tek aylık bağlanması için SGK’ya başvurmuşlardır. Kurum, sigortalının Bağ-kur sigortalılığı olması nedeni ile Bağ-kur’a üç kez yazı yazmıştır. Sonuç alamayan sigortalı mirasçıları davacılar, Bağ-kur kurumuna aylık bağlanması için başvurmuşlar ve adı geçen kurum bu sigortalılık için prim gün sayısının azlığı nedeni ile borçlanmaları hâlinde mümkün olacağını belirtmiş, sigortalılar da borçlanmışlardır. Daha sonra da Bağ-kur tarafından ölüm aylığı bağlanmıştır. Gerek SGK ve gerekse Bağ-kur iç yazışmalarda sigortalının durumunu bildikleri ve mirasçıların niyetleri tek ölüm aylığı bağlanması olduğu hâlde, SGK daha sonra sigortalıların ilk talebini dikkate alarak ikinci ölüm aylığını bağlamıştır. Burada ölüm aylığının bağlanması tamamen kurum hatasından kaynaklanmıştır. Yerel mahkemenin bu nedenle yersiz ödemelerin 5510 sayılı Kanunun 96/b maddesi kapsamında iadesi gerekir tespiti yerindedir. Kararın onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır.