Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/2940 E. 2018/1367 K. 27.09.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/2940
KARAR NO : 2018/1367
KARAR TARİHİ : 27.09.2018

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.12.2011 tarihli ve 2009/552 E., 2011/945 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 13.11.2012 tarihli ve 2012/4050 E., 2012/25194 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili, davacının 20.06.2005 tarihinden itibaren davalı işyerinde çalıştığını, iş sözleşmesinin 11.06.2009 tarihinde davalı işveren tarafından haklı bir neden olmaksızın feshedildiğini belirterek, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti, ücret ve fazla çalışmaları karşılığı ücret alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davacının üst üste üç gün işe gelmediğinden keşide edilen 16.06.2009 günlü ihtarname ile varsa haklı mazeretini belgelemesi, aksi halde iş sözleşmesinin feshedileceği ihtar edilmesine rağmen davacının herhangi bir bilgi ve evrak ibraz etmemesi nedeniyle iş sözleşmesinin yasaya uygun bir şekilde haklı olarak feshedildiğini, bu nedenle ihbar-kıdem tazminatı talep hakkı olamayacağını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece yapılan yargılama sonunda davalı işverenin hem davacının istifasında bahsedip hem de akabinde devamsızlık tutanağı tutulmuş olması ve bu tutanaklar sonrası işe davet edildiğinin belirtilmesi çelişkili olduğundan iş sözleşmesinin 11.06.2009 tarihinde haksız olarak feshedildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar taraflar avukatlarınca temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğine göre davacının 20.06.2005 tarihinden itibaren davalı işyerinde taban makinesinde çalışmış, iş sözleşmesi 11.06.2009 tarihinde devamsızlık nedeniyle davalı işveren tarafından feshedilmiştir.
Davalı işveren tarafından davacıdan 16.06.2009 tarihli ihtarname ile davacıdan devamsızlık günlerine ilişkin mazeretini belgelendirmesi istenmiş; davacı tarafından davalı işverenliğe gönderdiği 29.06.2009 günlü ihtarname ile iş sözleşmesinin 16.06.2009 günü işveren tarafından işyerinden kovulmak suretiyle feshedildiğini iddia ederek 2009 Haziran ayından 11 günlük ücret alacağının olduğunu iddia etmiştir.
İhtarname ile 2009 Haziran ayından 11 günlük ücret alacağının olduğunu iddia etmiş olmasına göre davacının 11.06.2009 tarihinden itibaren işe devam etmediği anlaşılmaktadır. Davacı işyerine 11.06.2009 gününden sonraki günlere ilişkin yaptığı devamsızlıklara ilişkin mazeret sunmadığı gibi işverene gönderdiği ihtarname ile iş sözleşmesinin 16.06.2009 günü kovulduğunu iddia etmiş ancak 16.06.2009 tarihinden önceki devamsızlıklarına ilişkin mazeret de sunmamıştır.
Açıklanan bu olgulara göre iş sözleşmesinin davacının devamsızlığı nedeniyle işveren tarafından haklı nedenle feshedildiğinin kabulü gerekir. Bu durumda davacının kıdem ihbar tazminatlarına hak kazanmadığı gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
Mahkemece eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir….”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalı işyerinde 20.06.2005-11.06.2009 tarihleri arasında çalıştığını, iş sözleşmesinin haklı sebep olmaksızın feshedildiğini, 2009 yılı Haziran ayına ait on bir günlük ücretinin ödenmediğini belirterek kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, ücret ve fazla çalışma ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacının istifa etmek suretiyle 11.06.2009 tarihinde iş sözleşmesini feshettiğini, davacının kıdem tazminatı ve yıllık izin ücretini talep ettiğini, bu tarihten sonra üç gün işe gelmediğini,16.06.2009 tarihli ihtarname ile davacı işçiye üç gün içinde mazeretinin bildirmesi aksi hâlde iş sözleşmesinin feshedileceğinin bildirildiğini, davacının üç gün içinde mazeretini belgeleyen bir belge sunmadığı için iş sözleşmesinin feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalı işverenin hem davacının istifasından bahsedip hem de devamsızlık tutanağı düzenlemesinin ve sonrasında davacıyı işe davet etmesinin çelişki içerdiği, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından 11.06.2009 tarihinde haksız olarak feshedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, davalı işverenin 11.06.2009 tarihinde davacının iş sözleşmesini feshettikten sonra devamsızlık tutanakları düzenlediği, bu sebeple tutanakların anlam ifade etmediği, davacı tarafından düzenlenen 29.06.2009 tarihli ihtarnamede işverenin kendisini 11.06.2009 tarihinde işyerinden kovduğunu belirttiği hâlde Yargıtay bozma kararında bu tarihin 16.06.2009 olarak yazıldığı, bu durumun maddi hata olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından mı yoksa davacı işçi tarafından mı haklı sebep olmaksızın feshedildiği ve burada varılacak sonuca göre davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce direnme kararını temyiz eden davalı vekilinin, uygulamada “süre tutum” adı verilen dilekçe ile gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra gerekçe içeren temyiz dilekçesi vereceğini belirttiği, gerekçeli kararın tebliğine rağmen temyiz gerekçelerini içeren temyiz dilekçesi ibraz etmediği, bu duruma göre işin esasının incelenmesinin mümkün olup olmadığı hususu ön sorun olarak görüşülmüştür.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, işçilik alacakları davaları, basit yargılama usulüne tabi, temel olarak tasarruf ilkesi ve taraflarca getirilme ilkesinin uygulandığı davalardır. Taraflarca getirilme (hazırlama) ilkesinin uygulandığı davalarda, deliller kural olarak taraflarca gösterilir; hâkim, delillere kendiliğinden başvuramaz (Kuru, B./Arslan, R./ Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2011, 22. Baskı, s.377, 378).
Tasarruf ilkesi, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) ayrı bir madde başlığı altında düzenlenmemiş ise de, medeni usul hukukumuzda geçerli olan temel ilkelerden birisidir. Bununla birlikte, HUMK’un 72’nci maddesinde yer alan “Hakim iki taraftan birinin talebi olmaksızın re’sen bir davayı tetkik ve halledemez.” hükmü ile 79’uncu maddede yer alan “Kanunen sarahat olmadıkça hiç kimse kendi lehine olan davayı ikameye veya hakkını talebe icbar olunamaz.” şeklindeki düzenlemeler tasarruf ilkesinin varlığını ortaya koymaktadır. Yine tasarruf ilkesi gereğince davacı açtığı davadan feragat edebilir (m. 91), davalı davayı kabul edebilir (m. 92) veya sulh yoluyla taraflar dava üzerinde tasarrufta bulunabilir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) Geçici 3’üncü maddesi gereğince iş mahkemeleri kararlarına ilişkin temyiz usul ve işlemlerinde mülga 1086 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmekte ise de, diğer yönlerden 6100 sayılı HMK’nın derhal uygulanması gerekmektedir. Nitekim 6100 sayılı HMK’nın 448’inci maddesi, “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Tasarruf İlkesi” başlıklı 24’üncü maddesi;
“(1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.
(2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.
(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.”
şeklinde düzenlenmiştir.
Diğer taraftan HMK’nın 369/1’inci maddesinde Yargıtay’ın tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebileceği belirtilmiştir.
Öte yandan, 1086 sayılı HUMK’nun 428’inci maddesinde temyiz mahkemesinin hangi sebeplerden dolayı mahkeme kararını bozabileceği, aynı Kanunun 435’inci maddesinde ise temyiz dilekçesinde bulunması gereken hususlar belirtilmiş; maddenin 1’inci fıkrasının 6’ıncı bendinde de temyiz sebeplerinin temyiz dilekçesinde bulunması gerektiği düzenleme altına alınmıştır.
Aynı Kanunun 439/2’inci maddesinde ise, temyiz mahkemesinin iki tarafın iddia ve savunması ile bağlı olmadığı, kanunun sarih maddesine muhalif gördüğü diğer sebeplerden dolayı da temyiz olunan kararı bozabileceği ifade edilmiştir.
Ayrıca 1086 sayılı HUMK’nun 435/2’inci maddesinde temyiz dilekçesi, temyiz edenin kimliği ve imzasıyla, temyiz olunan hükmü yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması hâlinde diğer şartlar bulunmasa bile reddolunmayıp, temyiz incelemesi yapılacağı belirtilmiş ise de; bu temyiz incelemesinin kanunun açık hükmüne aykırı olan ve kamu düzenini ilgilendiren hususlar çerçevesinde yapılacağının kabulü gerekir.
Bu aşamada kanun yoluna başvuruda tasarruf ilkesinin ne şekilde gerçekleşeceğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır. Kanun yoluna başvuruda tasarruf ilkesi, kanun yoluna başvuru ile bağlılık, kanun yoluna başvurunun yürütülmesinde ve sona erdirilmesinde taraf tasarrufu olarak karşımıza çıkmaktadır (Meriç, N.; Medeni Yargılama Hukukunda Tasarruf ve Taleple Bağlılık İlkesinin Kapsamı ve Bazı Güncel Kararların Değerlendirilmesi, S.D.Ü Hukuk Fakültesi Dergisi, Mihbir Özel Sayısı, 2014, s. 50-52).
Kanun yolu talebi ile bağlılık, kamu düzenine ilişkin hususlar ayrık olmak üzere kanun yolu incelemesinde ileri sürülen nedenlerin ve bu nedenlerden kaynaklanan taleplerin kanun yolu incelemesinin kapsamını belirlemesi anlamına gelmektedir (Meriç, s. 50).
Belirtmek gerekir ki, bir davanın tarafları aleyhlerine olan bir hükmün tamamını temyiz edebilecekleri gibi yalnızca bir bölümünü temyiz edip, diğer bölümlerini temyiz etmeyebilirler. Davalıların birden çok olması durumunda temyiz etmeyen davalı taraf yönünden hüküm kesinleşmiş olur. Yukarıda ifade edildiği gibi medeni usul hukukunda kural olarak tasarruf ilkesi geçerli olduğundan, mahkeme birinin talebi olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyip karar veremez (HMK m. 24). Ayrıca tarafların tasarruf yetkisi dava açıldıktan sonra ve kanun yollarına başvuru sırasında da geçerlidir. Bu nedenledir ki kanun yolu incelemesi sadece aleyhine kanun yoluna başvurulan talepler hakkındaki kararlar bakımından yapılır.
Yukarıda açıklanan bu maddi ve hukuki bilgiler ışığında, uyuşmazlık konusu olayda davalı vekilince herhangi bir somut temyiz sebebinin bildirilmediği gözetildiğinde, sadece kanunun açık hükmüne ve kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı hususu ile sınırlı olarak temyiz incelemesinin gerçekleştirilmesi gerektiği açıktır. Bu anlamda olmak üzere, direnme kararının kamu düzenine ve kanunun açık hükmüne aykırı bir hususun da mevcut olmaması sebebiyle bu karara karşı sebepleri bildirilmiş olmayan temyiz itirazı yerinde değildir.
O hâlde, direnme kararının onanması gerekmektedir.
SONUÇ: Davalı vekilinin gerekçesi bulunmayan temyiz talebine ilişkin olarak direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (335,11 TL) harcın temyiz eden davalıdan alınmasına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 27.09.2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.