Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/2927 E. 2019/284 K. 12.03.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/2927
KARAR NO : 2019/284
KARAR TARİHİ : 12.03.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi (Sosyal Güvenlik Davalarına Bakmakla Yetkili)

Taraflar arasındaki “kurum işleminin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Samsun 4. İş Mahkemesince (Sosyal Güvenlik Davalarına Bakmakla Yetkili) davanın reddine dair verilen 15.05.2014 tarihli ve 2014/163 E., 2014/220 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 25.06.2014 tarihli ve 2014/13497 E., 2014/15862 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, hak sahibi konumunda yer alan davacıya bağlanan ölüm aylığının 5510 sayılı Kanun hükümleri gereğince kesilmesiyle yersiz aylık aldığına ilişkin borç bildirimi işleminin iptali, aylığın yeniden bağlanması ve ödenmeyen aylıkların tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hakkında verilen boşanma kararı kesinleşen davacıya, babası üzerinden hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan ölüm aylığının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle davalı Kurumca kesildiği ve 25.10.2008 – 24.01.2014 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden borç tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır.
Dairemizin, 09.09.2013 tarihli, 11771/15646 sayılı onama kararı ile kesinleşen Samsun 1. İş Mahkemesi’nin 2010/774 Esas, 2013/214 Karar Sayılı dosyasında; davacıya vefat eden annesinden dolayı hak sahibi sıfatıyla bağlanan ölüm aylığının kesilmesi ve 01.10.2008-01.06.2010 tarihleri arasında yersiz ödenen aylıklar nedeniyle, Kurumun 22.06.2010 tarih, 8.631,00-TL tutarlı borç bildirimine ilişkin işleminin iptali ile aylığın kesilme tarihi itibarıyla yeniden bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkin olduğu, iş bu dava dosyasında ise, davacıya vefat eden babasından dolayı hak sahibi sıfatıyla 25.10.2008– 24.01.2014 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden borç tahakkuk ettirilmesi üzerine; icranın durdurulması, Kurum işleminin iptali, aylığın yeniden bağlanması, ödenmeyen aylıkların tahsili istemine ilişkin olduğu dolayısıyla, iş bu dava dosyası ile Dairemizin 09.09.2013 tarihli 11771/15646 sayılı onama kararı ile kesinleşen Samsun 1. İş Mahkemesi’nin 2010/774 Esas, 2013/214 Karar sayılı dosyasının, dava konusunun aynı olmadığı anlaşılmakla; Mahkemece, davanın esasına girilerek karar verilmesi gerekirken kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili; 3410541042 tahsis numarası ile ölen babasından ölüm aylığı almakta olan müvekkilinin maaşının davalı Kurumca, davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı gerekçesi ile 07.03.2014 tarihinde gönderilen borç bildirim belgesi ile kesildiğini, müvekkilinin boşandığı tarihten beri eşinden ayrı yaşadığını, Kurumun işleminin usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek davalı kurumun işleminin iptaline ve aylık ödemelerinin devamı ile ödenmeyen aylıkların ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; Kurum işleminde hata bulunmadığını, davacının eşiyle birlikte yaşarken Kurum tarafından yapılan denetim sonrasında MERNİS adresini değiştirdiğini, öncesinde davacıyla boşandığı eşinin MERNİS adreslerinin aynı olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuş; 02.05.2014 tarihli dilekçe ile de davacı hakkında aynı konuda Samsun 1. İş Mahkemesi’nin 2010/774 Esas, 2013/214 Karar sayılı kararıyla davanın reddine karar verildiğini belirterek kesin hüküm itirazında bulunmuştur.
Mahkemece; davacının aynı konuda Samsun 1. İş Mahkemesinin 2010/774 Esas, 2013/214 Karar sayılı dosyasıyla dava açtığı, davanın reddine karar verildiği, kararın kesinleştiği, aynı konuda aynı taraflar arasında kesin hüküm olmamasının dava şartı olduğu gerekçesiyle davanın dava şartı yokluğu sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; Samsun 1. İş Mahkemesinin 2010/774 Esas sayılı dosyasına verilen dava dilekçesinde, davacının hem annesi hem babasından aldığı maaşın Kurum işlemi ile kesildiği ve denetim raporunun doğru olmadığı belirtilerek aylıkların devamına karar verilmesinin talep edildiği, sadece dilekçeye her iki aylığın tahsis numarası olarak anneden aldığı aylığın tahsis numarasının yazıldığı, denetim raporunun davacının babadan aldığı aylığın kesilmesi için yapılan şikâyet üzerine düzenlendiği, bunun dışında ilk verilen kararla davacının boşandığı eşiyle birlikte yaşadığı hususunun kesinleştiği, davacının dava dilekçesine sadece anneden aldığı aylığın tahsis numarasını yazıp bununla ilgili borç bildirim belgesi eklemesinin dava konusunu değiştirmeyeceği, mahkemece verilen kararda bir yanlışlık olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: Samsun 1. İş Mahkemesinin 2010/774 Esas, 2013/214 Karar sayılı kararının işbu dava dosyası bakımından 6100 Sayılı HMK’nın 114/1-i maddesi anlamında kesin hüküm niteliğinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından “dava şartı” ile “kesin hüküm” kavramları üzerinde durmakta yarar bulunmaktadır.
Dava şartları, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) ayrı başlıklar altında yer almamışken; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) ise 114. madde ile “Dava Şartları”, 115. madde ile de “Dava Şartlarının İncelenmesi” başlıkları altında sıralanmıştır.
Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere, dava (yargılama şartları) denir. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi varlığı gerekli olan hâllere olumlu dava şartları denir (meselâ görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartları denir (meselâ, kesin hüküm gibi).
Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi (mesmu olması) şartları da denir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden, mesmu olmadığından) reddetmekle yükümlüdür.

Yukarıdaki açıklamalar, geniş anlamdaki dava şartları içindir. Buna, genel olarak ilk itiraz (iptidai) itiraz hâlleri (md.116) de girer. Bu nedenle ilk itiraz hâllerine yargılama engelleri (mânileri) de denilmektedir. Fakat, yargılama engelleri gerçek anlamda, dava şartı değildir.
Dar ve gerçek anlamda dava şartları, davanın esastan incelenip karara bağlanabilmesi için varlığı veya yokluğu mutlaka gerekli olan hâllerdir. Yani, dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hâkim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hâkim davayı usulden (mesmu olmadığından) reddetmekle yükümlüdür.
Bir hususun dava şartı olup olmadığı, onun niteliğinden anlaşılır: Bir hususun (durumun) varlığı veya yokluğu, mahkemenin davayı esastan inceleyip karara bağlamasına engel oluyor ve hâkim o hususu kendiliğinden gözetmekle yükümlü ise, o husus bir dava şartıdır ( Kuru, B /Arslan, R./ Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuk Ders Kitabı, Ankara, 2011, s: 256 vd.).”
HMK’nın 114/1-i maddesinde aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması dava şartı olarak düzenlenmiştir. Kanun’un dava şartlarının incelenmesi başlıklı 115. maddesi ile de; “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.” amir hükmü getirilmiştir.
Kesin hüküm HMK’nın 303. maddesinde;
“(1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
(2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder.
(3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir.
(4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır.
(5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Kesin hükmün açılacak davalarda göz önünde tutulması, temelini Anayasadan alan vazgeçilmez bir usul hukuku kuralıdır. Bu niteliği gereği de “olumsuz dava şartı” olarak kabul edilmektedir. Zira aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanarak daha önce dava açılmış ve verilen hüküm kesinleşmiş ise, artık o dava konusu hakkında kesin hüküm vardır. Aynı uyuşmazlık, yeni bir dava konusu yapılamaz.
Kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, aralarındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile, sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez. Kesin hüküm, hem kişiler, hem de devlet için hukuksal durumda istikrar sağlar. Hukuksal güvenlik ve yargı erkine güven, kesin hüküm kurumu ile sağlanır.
Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çekişmelerin sonsuza dek devam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıyla da kabul edilmiştir. Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirtilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişmelere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur. Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir. Bu itibarla, tarafları, mevzuu ve sebebi aynı olan Devletin iştiraki, hâkimin tarafsız araştırması ve iradesi ile kurulan, tüm yasal yollardan geçmek suretiyle; diğer bir anlatımla şekil yönüyle de kesinleşen önceki hükmün korunmasında kamunun büyük yararı bulunmaktadır.
Taraflar arasında bilahare çıkan uyuşmazlığın kesin hüküm konusu olduğunun belirlenmesi halinde, çekişme başka hiç bir araştırma yapılmadan kesin hükme göre çözümlenir. Önceki kesinleşmiş karar kamu mallarına ait olsa dahi kesin hükme göre karar verilmelidir.
Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve HMK’ nın 303. maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamaz. Taraflar kesin hüküm itirazından feragat etseler dahi, mahkeme kesin hükme muttali olunca davayı, dava şartı yönünden ret etmelidir.
Kesin hükmün, bir bakıma, davayı etkileyecek nitelikte kesin bir delil teşkil eder. Kesin hükmün asıl özelliği, hüküm olma niteliğinden ileri gelmektedir. Hükümden sonraki bir safhayı ifade etmesi ve verilecek diğer hükümleri de etkileyecek kuvvette kesin bir delildir.
Kesin hüküm varsa uyuşmazlık yeniden dava konusu yapılamaz; yapıldığı takdirde, mahkemenin kesin hükmün varlığını re’sen gözeterek davanın reddine karar vermesi gerekir. Çünkü, kesin hüküm dava şartlarından olup, kamu düzeni ile ilgilidir. Hiç kuşku yoktur ki, taraflar da davanın her safhasında kesin hükmün varlığını bir itiraz olarak ileri sürebilir.
Kesin hüküm bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Kesin hüküm re’sen gözetilir. Bu nedenle kesin hüküm itirazı usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır.
Kesin hüküm şekli ve maddi olarak ikiye ayrılır. Verilen bir hükme karşı kanun yolları kapalı ise veya kanun yolları açık olsa bile süresinde gidilmemişse veya tüm kanun yolları tükenmişse hüküm şeklen kesinlik kazanmıştır.
Maddi anlamda kesin hükümden söz edebilmek için dava sebebinin (maddi vakıaların), taraflarının ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.
Önemle vurgulanmadır ki; maddi anlamda kesinlik, yalnız hüküm fıkrası için söz konusudur. Hüküm fıkrası, davada (veya karşı davada) istenen hususlar (talep sonucu) hakkında mahkemece verilen kararı (hükmü) gösterir. Hükmün gerekçesinin kesin hüküm gücü yoktur. Bununla beraber, gerekçe maddi anlamda kesinlikten tamamen soyutlanmış da değildir.
Maddi anlamda kesinlik, yalnız hüküm fıkrasına ilişkin olduğundan hükümde tarafların talep sonuçları (veya talep sonuçlarının bazı kalemleri) hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemişse, hakkında karar verilmemiş olan hususlar bakımından maddi anlamda kesin hüküm söz konusu olmaz.
İspat bakımından değerlendirmek gerekir ise; kesin hüküm (mahkeme ilamları) HMK’nın 204/1 maddesine göre kesin delil teşkil eder.
Birinci davada verilmiş olan hüküm, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak, aynı konuya ilişkin olarak açılan ikinci bir davada, birinci davada kesin hükme bağlanmış olan husus (m.303/1,2) hakkında kesin delil teşkil eder.
Aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı hukukî ilişki hakkında açılan ikinci davanın konusu, birinci davadakinden farklı olsa bile, iki davanın da temelini oluşturan aynı hukukî ilişkinin mevcut olup olmadığı hakkında (birinci davada) verilmiş olan (kesin) hüküm, ikinci davada kesin delil teşkil eder.
Bir davada verilen kesin hüküm, bu davanın taraflarından biri tarafından başka birine (üçüncü kişiye) karşı açılan (veya üçüncü kişi tarafından birinci davanın taraflarından birine karşı açılan) ve konusu ile dava sebebi (vakıalar) aynı olan ikinci bir davada kesin delil teşkil etmez; çünkü iki davanın tarafları farklıdır. Fakat, birinci davada verilen kesin hüküm, ikinci davada güçlü bir takdiri delil teşkil eder (Kılıç, H: Açıklamalı İçtihatlı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Cilt II, Ankara, 2011, s:2341 vd, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.01.1984 tarihli ve 1984/8-690 E., 1984/4 K., 05.12.1990 tarihli ve 1990/8-384 E., 1990/617 K.; 12.12.1990 tarihli ve 1990/4-429 E., 1990/634 K.; 15.12.2004 tarihli ve 2004/9-727 E., 2004/716 K. sayılı kararları, Kuru/Arslan/ Yılmaz – s:694 vd. ).”
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Samsun 1. İş Mahkemesinin 2010/774 Esas, 2013/214 karar sayılı dava dosyası incelendiğinde; davacının dilekçesinde annesinden ve babasından almakta olduğu ölüm aylığının 22.06.2010 tarihinde gönderilen borç bildirim belgesiyle kesildiğinden bahisle 01.10.2008-01.06.2010 tarihleri arasında yersiz ödenen aylıklar nedeniyle Kurumun 22.06.2010 tarihli, 8.631,00TL tutarlı borç bildirimine ilişkin işleminin iptali ile aylığın kesilme tarihi itibarıyla yeniden bağlanması gerektiğinin tespitini talep ettiği, borç bildirim belgesinin davacının annesi Havva Çetin’den almış olduğu maaş nedeniyle düzenlendiği, mahkemece davacının boşandığı eşiyle Kanunun aradığı anlamda birlikte yaşadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği ve kararın davacı tarafça temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 09.09.2013 tarihli ve 2013/11771 E., 2013/15646 K. sayılı kararı ile onandığı anlaşılmıştır.
İşbu dava dosyasında ise, davacı; vefat eden babasından dolayı hak sahibi sıfatıyla aldığı ve 25.10.2008–24.01.2014 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden borç tahakkuk ettirilmesi üzerine; icranın durdurulması, Kurum işleminin iptali, aylığın yeniden bağlanması, ödenmeyen aylıkların tahsili istemine ilişkin olduğu, Kurum işleminin davacının babasından aldığı maaş nedeniyle düzenlendiği görülmüştür.
Her iki Kurum işlemi 18.11.2009 tarihli ihbar tutanağına istinaden düzenlenen denetmen raporlarına dayanılarak düzenlenmiş ise de, Kurum işlemlerinin sebepleri ve tahakkuk ettirilen borç dönemleri farklıdır. Bu nedenle de Samsun 1. İş Mahkemesinin 2010/774 Esas sayılı dosyasının hüküm kısmı HMK’nın 303. maddesi anlamında kesin hüküm oluşturmaz. Söz konusu dosyada belirlenen ve onama kararı ile kesinleşen maddi vakıalar ise ancak kesin delil olarak kabul edilebilir.
O hâlde mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek kâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.03.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.