Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/2857 E. 2019/583 K. 21.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/2857
KARAR NO : 2019/583
KARAR TARİHİ : 21.05.2019

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Yahyalı Asliye Hukuk (İş Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.02.2014 tarihli ve 2013/244 E., 2014/45 K. sayılı karar davacı … vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 11.06.2014 tarihli ve 2014/11412 E., 2014/14551 K. sayılı kararı ile:
“…Dava rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece bozmaya uyularak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dava, 5.2.2009 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelir nedeniyle uğranılan Kurum zararının davalılardan teselsülen tahsili istemine ilişkindir.
Dairemiz bozma ilamı ile işverenin sorumlu olduğu miktarın belirlenmesi bakımından gerçek zarar hesabı yapılması gerektiği belirlenmiştir.
Mahkemece bozma ilamı sonrasında, ölüm nedeniyle oluşan zararın tespitinin teknik bilgiyi gerektirmediğinden bahisle, gerçek zarar hesabı incelemesi yapılmamış, Kurum tarafından bildirilen gelirin peşin değerinin yarısının tahsiline hükmedilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 266. maddesine göre, genel hayat tecrübesi ve kültürünün sonucu olarak herkes gibi hakimin de bildiği ve hakimlik mesleğinin gereği olarak hakimin hukuki bilgisi ile çözümleyebileceği konularda bilirkişi dinlenmesine karar verilemezse de, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren konularda bilirkişi oy ve görüşünün alınması zorunludur.Bilirkişinin mesleği itibarıyla konunun uzmanı olması gerektiği kuşkusuzdur.
İş kazalarında, sigortalının ölümü nedeniyle hak sahiplerinin bakiye destek sürelerine göre mahrum kaldıkları destek tutarlarının belirlenmesi, özel ve teknik bilgiyi gerektirdiğinden, uzman bilirkişiden hesap raporu alınmalıdır.
Öte yandan bozma sonrası yapılan yargılama sonunda, davalılar … ve … yönünden, ocak çavuşu olan davalıların işverenin işçisi olduğu ve bu nedenle 3. kişi konumunda bulunmadıklarından bahisle davanın reddine karar verilmiş ise de, iş kazalarında işverenin 1. Kişi, sigortalı ve hak sahiplerinin 2. kişi, bunun dışında kalanların ise 3. kişi olarak kabul edilmeleri ve kesinleşen kusur raporunda ocak çavuşlarına da bir miktar kusur verilmesi nedeniyle, bu davalıların 5510 sayılı Kanun’un 21/4. maddesi kapsamında sorumlu olduklarının gözetilmemesi isabetsizdir.
Yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular ışığında yapılacak araştırma ve inceleme sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda
mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.
Davacı … (SGK) vekili; davalı işverene ait 64010.38 sicil numaralı iş yerinde sigortalı olarak çalışmakta iken sigortalı Ahmet Bal’ın 05.02.2009 tarihinde iş kazası sonucu vefat ettiğini ve Kurum tarafından sigortalının hak sahiplerine toplam 60.250,07TL peşin sermaye değerli gelir bağlandığını, Kurum tarafından düzenlenen inceleme raporunda işverenin iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin gerekli önlemleri almaması sebebiyle %80 oranında sorumlu olduğunun belirtildiğini, ayrıca diğer davalıların da teknik elemana haber vermeden kendi iradeleri ile karar vermeleri sebebiyle ayrı ayrı %10 oranında kusurlu olduğunun belirtildiğini ileri sürerek fazlaya dair hakkı saklı kalmak kaydıyla 48.200.05TL’nin onay, sarf ve tediye tarihlerinden itibaren davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı Kurum vekili 28.06.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 59.183,77TL olarak ıslah etmiştir.
Davalılar vekili; cevap dilekçesi sunmamıştır.
Mahkemece; 21.02.2011 tarihli kusur bilirkişi raporunda davalı işverenin %80 oranında sorumlu olduğu ayrıca diğer davalıların da ayrı ayrı %10 oranında kusurlu olduğu, vefat eden sigortalının kusuru bulunmadığı ve 09.05.2011 tarihli tazminat bilirkişi raporlarına itibar edildiği gerekçesiyle ”Davanın kabulüne, 47.347,02 TL’nin 12.12.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı Form Madencilik Turz. Nak. İnşt. San. Tic. Ltd Şti’den alınarak davacı kuruma verilmesine, 5.918,38 TL’nin 12.12.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’den alınarak davacı kuruma verilmesine, 5.918,38 TL’nin 12.12.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’den alınarak davacı kuruma verilmesine” karar verilmiştir.
Hükmün taraf vekilleri tarafından temyizi üzerine Özel Dairece 13.09.2013 tarihli kararında ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 21. maddesi kapsamında davaya konu iş kazası nedeniyle vefat eden sigortalının hak sahibinin gerçek zararı bilirkişiye hesaplatılarak, hak sahibine bağlanan ölüm gelirlerinin ilk peşin sermaye değeri ile karşılaştırılıp düşük olan miktar esas alınıp kusur uygulanmak suretiyle Kurumun tahsile hakkı olan miktarın belirlenmesi gerektiği ve davanın kabulüne karar verilmesine rağmen davacı Kurum lehine vekalet ücretine hükmedilmemesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
Mahkemece; Özel Daire bozma kararına uyularak, Kurumun her kazada yaptığı ödemeyi işverene rücu etmesinin adil ve hakkaniyete uygun olmadığı, Kurumun yaptığı ödemeyi rücu edeceğine ilişkin hükmün çok dar yorumlanması gerektiği, somut olayda Kurumun yaptığı ödemeyi işverene rücu etmemesinin gerektiği, ancak genel uygulama nedeniyle Kurumun yaptığı ödemenin yarısını işverene rücu etmesinin gerektiği, Kurumun dava açtığı … ve …’in işverenin işçisi olduğu, işçilerin kusurunun işverenin kusuru olduğu, söz konusu işçilerin 3. kişi olmadığı, Kurumun yaptığı ödemeyi işçilere rücu etmesi mümkün olmadığından işçiler yönünden davanın reddi gerektiği, bozma kararında sigortalının ölümü nedeniyle hak sahiplerinin gerçek zararının bilirkişiye hesaplattırılması gerektiğinin belirtildiği ancak ölüm nedeniyle oluşan zararın teknik bir bilgi gerektirmediği, hâkimin hukuki ve genel bilginin dışında bilgiyi gerektiren konularda bilirkişiye başvurması gerektiği, hâkimin dosyayı bilirkişiler sayesinde anlaması gerektiği, hukuki konuda hukukçu bilirkişiye başvurulmasının yasal olarak mümkün olmadığı gerekçesiyle ”Davacının davasının kısmen kabul kısmen reddi ile 30.125,03TL’nin 12.12.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalı From Madencilik Turizm Nakliyat İnşaat San. Tic. Ltd Şti’nden alınarak davacı kuruma ödenmesine, davalı … ve …’e karşı açtığı davanın reddine” karar verilmiştir.
Davacı … vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Yerel Mahkemece Özel Dairenin ilk bozma kararına uyulduğu hususu göz önüne alındığında, Özel Dairenin bozma kararı üzerine yerel mahkemenin bu karara uyması ile davalılar yararına usuli kazanılmış hak oluşup oluşmadığı ve rücuen tazminat istemine ilişkin davada gerçek zarar tavan hesabının yapılabilmesi için uzman ve teknik bilirkişiden rapor alınmasına gerek olup olmadığı ve işverenin işçilerinin 3. kişi konumunda olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre iş kazasının meydana gelmesinde kusurları bulunan işverenin işçisinin (kusurları oranında) Kurumun rücuya esas tazminat miktarından sorumluğunun gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü yönünden iş bu dosya yönünden kazanılmış hak kavramı üzerinde durmak gereklidir. Yerel mahkemece, Özel Dairenin birinci bozma kararı olan 13.09.2013 tarihli kararına 27.02.2014 tarihli celsede uyulduğu belirtilmesine rağmen, aynı tarihli celsede Özel Dairenin bozma kararında belirtilen hususlar araştırılmadan davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Oysa ki, Özel Dairenin 13.09.2013 tarihli bozma kararında davaya konu iş kazası nedeniyle vefat eden sigortalının hak sahibinin gerçek zararı bilirkişiye hesaplatılarak, hak sahibine bağlanan ölüm gelirlerinin ilk peşin sermaye değeri ile karşılaştırılıp düşük olan miktar esas alınıp kusur uygulanmak suretiyle Kurumun tahsile hakkı olan miktarın belirlenmesi gerektiği belirtilmiş ve mahkemece söz konusu bu karara uyulmasına karar verilmesine rağmen gerçek tavan zarar hesabının araştırılması yapılmamıştır.
Bilindiği üzere bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka usuli kazanılmış hak denilir. Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar.
Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir.
Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hale sokulmuş demektir. Bozma kararına uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre Yargıtay’ın bozma kararına uymuş olan mahkeme bu uyma kararı ile bağlıdır. Daha sonra bu uyma kararından dönerek direnme kararı veremez; bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.
Bir mahkemenin Temyiz Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir, meğer ki bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli müktesep hak yahut usule ait müktesep hak denilmektedir. Usul Kanunumuzda bu şekildeki usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait müktesep hak müessesesi; usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve amme intizamıyla da ilgilidir.
Gerçekten mahkemenin doğru bularak uyduğu veyahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Temyiz Dairesinin ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan istikrarı zedeler ve hatta kararlara karşı umumi güveni dahi sarsar. (09.05.1960 tarih 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) .
Aynı ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2003 tarihli ve 2003/8-83 E., 2003/72 K.; 17.02.2010 tarihli ve 2010/9-71 E., 2010/87 K.; 25.01.2017 tarihli ve 2015/9-463 E., 2017/137 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma kararına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 tarihli ve 2010/4-40 E., 2010/54 K.).
Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6. b İstanbul 2001, s 4738 vd).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde somut olayda, her ne kadar Özel Dairenin 11.06.2014 tarihli ikinci bozma kararında birinci bozma kararının gereğinin yerine getirilmediği ve usuli kazanılmış hak kavramı üzerinde durulmamış ise de, mahkemece birinci bozma kararı olan 13.09.2013 tarihli karara uyulmasına rağmen gereği yerine getirilmediğinden usuli kazanılmış hak oluşmuştur.
Usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak istisnai bir durum da bulunmadığına göre, mahkemece Özel Dairenin bozma kararında bahsedildiği şekilde iş kazalarında, sigortalının ölümü nedeniyle hak sahiplerinin bakiye destek sürelerine göre mahrum kaldıkları destek tutarlarının belirlenmesinin özel ve teknik bilgiyi gerektirdiğinden, uzman bilirkişiden gerçek tavan zararının hesaplandığı rapor alınarak ve iş kazalarında işverenin 1. kişi, sigortalı ve hak sahiplerinin 2. kişi, bunun dışında kalanların ise 3. kişi olarak kabul edilip ve kesinleşen kusur raporunda ocak çavuşlarına da bir miktar kusur verilmesi nedeniyle, bu davalıların 5510 sayılı Kanun’un 21/4. maddesi kapsamında sorumlu oldukları gözetilerek karar verilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, her ne kadar gerekçeli karar başlığında dava tarihi 25.01.2010 yerine 06.08.2014 olarak gösterilmiş ise de bu yanlışlık mahallinde düzenlenebilir bir hata olarak kabul edildiğinden ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
Hâl böyle olunca; yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına, bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan genişletilmiş nedenlerle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 21.05.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.