YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/2259
KARAR NO : 2017/713
KARAR TARİHİ : 12.04.2017
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kadıköy 2. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.03.2008 gün ve 2007/1081 E., 2008/142 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekilince istenilmesi ve Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 10.11.2009 gün ve 2008/23231 E., 2009/33880 K. sayılı kararı ile bozulması üzerine yapılan yargılama sonunda Kadıköy 2. İş Mahkemesince bozma kararına uyularak bakiye süre ücret alacağına ilişkin istemin reddine, cezai şartın tahsili isteminin kabulüne dair verilen 29.06.2012 gün ve 2010/164 E., 2012/727 K. sayılı kararın taraf vekillerince temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 09.10.2012 gün, 2012/30045 E., 2012/33637 K, sayılı kararı ile;
“…A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, bakiye süreye ait ücret alacağı ve cezai şart alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, ıslah doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı taraflar temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1. Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının tüm ve davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2. Davacı taraf bozmadan sonra yapılan yargılama sırasında 29.12.2011 tarihinde ıslah dilekçesi vererek taleplerini arttırmış ve mahkemece tahkikatın sona ermediği gerekçesiyle arttırılan miktarlar üzerinden hüküm tesis edilmiştir.
Davacının talebi bakiye süre ücreti ve cezai şart talebine yönelik olup Dairemizin 2008/23230 E. 2009/33879 K. sayılı bozma ilamında da belirtildiği üzere bakiye süre ücretinin ödenmesi mümkün değil ise de, iş sözleşmesinde 1 yıllık hakediş tutarı olarak kararlaştırılmış olan cezai şarttan davalının sorumluluğu vardır.
Yapılacak iş şekli bir hesaplama ve hüküm kurmaktan ibaret olup tahkikat aşamasının sona erdiği açıktır.
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177 (1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 84.) maddesinde belirtildiği üzere ıslah tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir. Mahkemece tahkikat aşamasının tamamlanmasının ve karar verilmesinin ardından verilen bozma kararından sonra ıslah yapılması mümkün değildir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 04.02.1948 gün ve 10/3 sayılı kararında da ifade edildiği üzere Yargıtay bozma kararından sonra ıslah yapılamaz.
Mahkemece yazılı gerekçeyle bozma kararından sonra ıslah yoluyla artırılan miktarların hüküm altına alınması hatalı olduğu…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava bakiye süreye ait ücret ve cezai şart alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkili ile davalılar arasında imzalanan 01.11.2006 başlangıç tarihli ve üç yıl süreli iş sözleşmesinin davalılar tarafından süresinden önce haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 1.000,00-TL cezai şart alacağı ile 1.000,00-TL bakiye süre ücret alacağı olmak üzere toplam 2.000,00-TL’nin 01.04.2007 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faizi ile tahsilini talep etmiştir.
Davalılar vekili taraflar arasında iş sözleşmesinin hiç kurulmadığını, bu nedenle cezai şart alacağının istenemeyeceğini, talep edilen cezai şart alacağı miktarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece taraflar arasında bir iş sözleşmesi yapılmış olsa da fiili olarak hizmet verilmeye başlanmamış olması nedeniyle bakiye süre ücreti ve cezai şart alacaklarının istenemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü davacı vekili temyiz etmiş; Özel Dairece somut olayda iş sözleşmesi kurulduğu halde işçinin işe başlamamak suretiyle sözleşmeyi tek taraflı olarak feshettiği, karşılıklı olarak kararlaştırılan cezai şart kuralı gereği davalıların cezai şarttan sorumlu olduğu bu nedenle mahkemece iş sözleşmesinde bir yıllık hak ediş tutarı olarak kararlaştırılmış olan cezai şarttan Borçlar Kanunun 161/son maddesi uyarınca indirime gidilmek suretiyle bir karar verilmesi gerektiği belirtilerek hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece bozma kararına uyulmuş ve cezai şart alacağının miktarının belirlenebilmesi için bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bunun üzerine davacı vekili de 29.11.2011 günlü dilekçesi ile dava dilekçesinde saklı tutulmuş olan fazlaya dair hak kapsamında, bilirkişi raporundaki hesaplama üzerinden davadaki cezai şarta ilişkin istemini ıslah yoluyla 94.467,28-TL’ye yükselterek bu miktarın davalıdan tahsilini istemiştir.
Yerel Mahkemece bozmaya konu kararın henüz taraf delilleri toplanıp, tahkikat aşaması tamamlanmadan ve davacıya ıslah şansı tanınmadan verildiği, bu kararın da bozma ile ortadan kaldırılması üzerine tahkikat aşamasının halen devam ettiği bu nedenle davacı tarafın ıslahının geçerli olduğu kabul edilerek 94.467,28-TL olarak hesaplanan cezai şart tutarından % 85 oranında indirime gidilerek, 19.440,00-TL isteğin kısmen kabulüne, çalışılmayan süreye ilişkin ücret talebinin ise reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçe genişletmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme hükmünü davalılar vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık ilk kararın bozulmasından sonra istek miktarı yönünden yapılan ıslahın geçerli olup olmadığı; bu ıslah esas alınmak suretiyle hüküm kurulmasına usulen olanak bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın açıklanan bu niteliği karşısında, medeni usul hukukunda ıslah kurumu hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
Islah kurumu 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HUMK) 83. ve ardından gelen maddelerinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 176. vd. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Islah davacı veya davalının, iddianın ve savunmanın değiştirilmesi yasağı kapsamındaki usul işlemlerini, karşı tarafın iznine ve hakimin onayına bağlı olmaksızın belli kurallar çerçevesinde bir defaya mahsus olmak üzere düzeltilmesini sağlayan bir usul hukuku kurumdur.
Islahın yapılması bakımından kanunda bir sınırlama yapılmıştır. HMK’nın 176. maddesinde (HUMK m. 83) davanın her iki tarafının da yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurulabileceği; HMK’nın 177. maddesinde (HUMK m.84, 85) ıslahın tahkikatın bitimine kadar yapılabileceği belirtilmiştir.
Yargıtayın bozması üzerine, davanın yeniden ilk derece mahkemesinde görülmesi aşamasında ıslah yapılıp yapılmayacağı konusunda ise kanunda bir hüküm bulunmamaktadır. Bu konuda 1086 sayılı HUMK zamanında verilmiş olan 04.02.1948 gün ve 1948/3 esas, 1944/10 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı:
“…1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile usul hükümleri beyanına giren ‘ıslah’ müessesesi ile; açılmış olan bir davada usule müteallik olmak üzere yapılan yanlışlıkları, bir defaya mahsus olmak üzere tamamen veya kısmen düzeltmek imkanı sağlanmıştır. …Bir dava açıldıktan sonra… davayı, sebebi olan vakıalar sonradan öğrenilerek düzeltmek ve deliller safhasında yeni deliller ikame etmek lüzum ve zarureti hasıl olabilir ve iyi niyet sahibi olan taraflar bu yanlışlıkları ve unutulmuş şeyleri ‘ıslah’ yoluyla düzeltir veya tamamlayabilirler. Bu fasıl hükmünün sağladığı bu önemli faidelerine mukabil davanın her hangi bir safhasında bu hükümlerin uygulanması davaların sonu alınamayacak suretle uzamasına da yol açabileceğinden bu değerli ve faydalı hükümlerin sadelik ve çabukluk esasını hedef tutan umumi usul prensiplerine uygun bir şekilde hızlandırılması da tatbikatın gösterdiği lüzum ve icaplarından bulunmaktadır. Konunun aydınlanması ve anlaşmazlığın çözümü bakımından olaya temas eden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesi hükmü kanunumuzun mehazı olan Noşatel Usul Kanununun iş bu seksendördüncü maddemize tekabül -eden yetmişsekizinci maddesi hükmü ile birlikte mütalaa edilmek icap eder. Noşatel Usul Kanununun yetmişsekizinci maddesinde ‘ıslah’ın duruşmanın sonuna kadar “Jusqu’a la cloture des debast” ve teşkilatımızı hedef tutan seksendördüncü maddede ‘ıslah; tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye ve tabi olmayanlarda muhakeme hitamına kadar yapılabilir’ denilmekle bahis konusu yetmişsekiz ve seksendördüncü maddelerin açık ibarelerinden ‘ıslah’ın yalnız tahkikat ve yargılama safhalarında yani tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar mümkün olabileceği kastedildiği ve tahkikat ve yargılama devresinden sonra tarafların bu hakkı kullanamayacakları anlaşılmaktadır. Kanunumuzun temyiz faslında ve hususiyle 430. maddede hüküm temyizen bozulduktan sonra da ıslahın cari olabileceğine dair sarih ve zımni bir hüküm mevcut olmamasına ve aksine tahkikat ve hüküm devreleri gösterilmek suretiyle bir devre ve zaman ile takyid edildiğine göre seksendördüncü maddenin mücerret ıtlakına bakılarak bu istisnai yolun hükmün Yargıtay’ca bozulmasından sonraki safhalara da şumulünün kabul edilmesi bozma karariyle kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi tamamen ‘ıslah’ suretiyle davanın değiştirilmesi hallerinde de işin sonuçlanması güçleşir. Ve bu suretle bu müesseseden beklenilen gayeye ve çabukluk esaslarına aykırı düşer.
Netice; Dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen ‘ıslah’ın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtay’ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına… “şeklindedir.
Metni yukarıya alınmış olan İçtihadı Birleştirme Kararının şu iki temel saptamayı içerdiği görülmektedir:
Islah, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksikliklerini tamamlamasına olanak sağlayan bir kurumdur.
Ne var ki, taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 84. maddesinde, ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla 84. madde ile getirilen bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi davanın tamamen ıslah edildiği hallerde işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir. O halde ıslahla ilgili kuralların yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanarak bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.
Bu İçtihadı Birleştirme Kararında bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılırken, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 84. maddesindeki kural yanında her ne kadar bu konuda kanunda açık düzenleme bulunmasa bile davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve yargı kararlarına karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ilkelerinden biri haline gelen “usulü kazanılmış hak” kavramının ihlali endişesinin de etken olduğu görülmektedir. Bir davada verilen hükme yönelik bozma kararı, doğaldır ki bozmanın kapsam ve gerekçelerine bağlı olarak değişebilmekle birlikte genellikle, tarafların hak ve borçlarının hukuksal dayanak, nitelik, miktar ve kapsamları gibi yönlerden, davanın ondan sonraki seyrini belirler; mahkemece bozmaya uyulması halinde, uyma sonrasında hangi işlemlerin ve araştırmaların yapılması gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla mahkemenin bozmaya uyması, davanın artık bozmada gösterilen yön, kapsam ve sınırlar çerçevesinde sonuçlandırılacağı anlamını taşır. O nedenle de uyma kararı, bozma kendisinin yararına olan taraf bakımından usulü kazanılmış hak oluşturur ve mahkeme uyduğu bozma kararının gereklerini yerine getirmekle yükümlü hale gelir. Davanın bu şekilde uyulan bozmanın öngördüğü yön ve içeriğe bürünmesinden sonra taraflardan birinin ıslah yoluna gitmesiyle bozmayla diğer taraf yararına oluşan usuli kazanılmış hakkın ortadan kalkması ya da sınırlanması, zayıflaması sonucuna yol açabilir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2. maddesinde açıklanan “ Türkiye sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır ve belirsizlik ortamına neden olur ve bu durum kabul edilemez.
Nitekim 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 177/1 maddesi tahkikat sonuçlanıncaya kadar ıslahın yapılabileceğini öngördüğü, bu sebeple Yargıtay’ın bozma kararı sonrasında tahkikat safhasına dönüleceğinden bozmadan sonra ıslah yapılabileceği, 6100 sayılı HMK’nın 177. maddesinin yanlış yorumlandığı, 1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının 6100 sayılı HMK karşısında güncelliğini kaybettiğini, bozma kararı sonrasında ıslah yapılıp yapılamayacağına dair Yargıtay Daireleri arasında görüş aykırılığı bulunduğu ileri sürülerek içtihadın birleştirilmesi talep edilmiş ise de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu 06.05.2016 gün ve 2005/1 E., 2006/1 K. sayılı kararında 04.02.1948 gün ve 1948/3 esas, 1944/10 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına benzer gerekçelerle “bozma kararı sonrası ıslah yapılamayacağı ve İçtihadı Birleştirme Kararının değiştirilmesinin gerekmediğine” karar verilmiştir.
Somut olayda, Yerel Mahkemenin 26.03.2008 günlü birinci kararının Özel Dairece bozulmasından sonra; davacı taraf 29.11.2011 günlü ıslah dilekçesi ile davadaki cezai şarta ilişkin istemini 94.467,28-TL’ye yükselterek bu miktarın davalıdan tahsilini istemiştir. Mahkemece bu miktar dikkate alınmak suretiyle istem hüküm altına alınmıştır. İçtihadı Birleştirme Kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçlarıyla bağlayıcı nitelik taşımaları nedeniyle yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararları uyarınca Yargıtay’ın bozma kararı sonrası ıslah yapılamayacağı kabul edilerek bu yönde hüküm kurulması gerekirken direnme kararı verilmesi doğru değildir.
O halde, belirtilen bu maddi ve yasal olgular gözetildiğinde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 12.04.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.