Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2015/1565 E. 2018/1946 K. 18.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/1565
KARAR NO : 2018/1946
KARAR TARİHİ : 18.12.2018

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat ile kıdem tazminatı faiz alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 14. İş Mahkemesince, maddi ve manevi tazminat talepleri yönünden davanın kabulüne; kıdem tazminatı faiz alacağı talebi yönünden ise karar verilmesine yer olmadığına dair verilen 22.02.2012 tarihli ve 2008/840 E., 2012/87 K. sayılı karar, davalı Kabel Kablo Elemanları Sanayi ve Ticaret A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 30.01.2013 tarihli ve 2012/8860 E., 2013/1558 K. sayılı kararı ile;
“…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava 28.07.2004 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu % 3,30 oranında sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi ile kıdem tazminatının geç ödenmesi nedeniyle faiz alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin istemin atiye bırakıldığından karar verilmesine yer olmadığına, davacının maddi tazminat isteminin kabulüne, manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulüne karar verilmiş ve bu karar süresinde davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Mahkemenin maddi tazminatın belirlenmesine ilişkin kararı isabetlidir. Ancak manevi tazminatın takdirinde ve faiz alacağına ilişkin davanın atiye bırakılması nedeniyle verilen kararda hataya düşüldüğü anlaşılmaktadır.
Davacının iş kazası sonucu % 3,30 oranında sürekli iş göremezliğe uğradığı olayda davacının % 20 davalı işverenin ise % 80 oranında kusurlu olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
Gerek mülga B.K’nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı T.B.K’nun 56. maddesinde hakimin bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi zarar adı ile ödenmesine karar verebileceği öngörülmüştür. Hakimin olayın özelliklerini göz önünde tutarak manevi zarar adı ile zarar görene verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı davacının sürekli iş göremezlik oranı, işçinin yaşı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, hükmedilecek tutarın manevi tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda olması gerektiği de söz götürmez.
Bu ilkeler gözetildiğinde davacı yararına hüküm altına alınan 40.000,00-TL manevi tazminatın fazla olduğu açıkça belli olmaktadır.
Kıdem tazminatı faiz alacağı istemine gelince: Davacının Kıdem tazminatının geç ödenmesi nedeniyle faiz alacağına ilişkin davasını 02.12.2008 tarihli dilekçe ile atiye bıraktığı 18.02.2009 tarihli duruşmada davalı tarafın atiye terk talebine bir diyeceğinin olmadığını beyan ettiği uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık davanın atiye terki halinde yapılması gereken işlem ile davanın atiye terki halinde avukatlık ücreti tayini gerekip gerekmediği ve avukatlık ücreti verilecek ise bundan kimin sorumlu olacağına ilişkindir. Davacı tarafın kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin olarak açtığı davasını atiye terk ettiğini bildirdiği duruşmada davalı taraf hazır bulunduğu halde davayı kendisinin takip edeceğini beyan etmemiştir. Yasada davanın atiye terkine ilişkin bir düzenleme bulunmayıp yapılan işlem davanın takipsiz bırakıldığının açıklanmasına ilişkindir. Davanın takipsiz bırakılması halinde yapılması gerekenler ise HUMK 409. maddesinde düzenlenmiş olup anılan madde gereğince maddi tazminata ilişkin dava yönünden dosyanın işlemden kaldırılması ve üç ay içerisinde davanın yenilenmemesi halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekir.
Somut olayda ise 22.02.2012 karar tarihinde, kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin davanın takipsiz bırakıldığı 18.02.2009 tarihinden itibaren yasada öngörülen üç aylık yenileme süresinin geçtiği ortadadır. Bu durumda ise, yapılması gereken, kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin dava yönünden, davanın takipsiz bırakıldığı 18.02.2009 tarihinden itibaren üç aylık süre içerisinde davanın yenilenmediği anlaşıldığından, HUMK’nun 409/5 maddesi gereğince kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin dava bakımından davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesinden ibarettir. Davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi halinde ise davalı yararına tarife hükümleri dikkate alınarak avukatlık ücreti takdir olunması gerektiği ortadır.
Kabul açısından da HUMK’nun 425. maddesinde iki taraftan birinin ölümü davanın terki gibi bir sebeple hükme bağlanamayan davalarda, yargılama giderinin tahkikat hakimi tarafından takdir ve hükmolunacağı, davacı davasını terk etmiş ise davalının HUMK’nun 425. madde hükmünden yararlandırılması gerektiğine ilişkin 14.4.1954 gün 4/14 sayılı içtihadı birleştirme kararına aykırı biçimde davalı yararına avukatlık ücreti takdir olunmaması da isabetsiz olmuştur.
Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuksal olgular dikkate alınmadan, yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul olunmalı ve hüküm bozulmalıdır…”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat ile kıdem tazminatı faiz alacağı istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin, davalı şirketin Ankara’da bulunan iş yerinde 16.06.2004 tarihinde montaj operatörü olarak çalışmaya başladığını, davacının çalıştığı iş yerinde yoğunluğun çok fazla olduğunu, bu nedenle de fazla mesainin yapıldığını, müvekkilinin kazanın meydana geldiği 28.07.2004 tarihinde vardiya sistemi nedeniyle 16.00 ile 24.00 saatleri arasında çalıştığını, mesaisinin bitmesine yakın işlerin yoğun olduğu belirtilerek mesaiye kalması gerektiğinin müvekkiline bildirildiğini ve davacının daha önce çalışmış olduğu makinenin gelişmiş modelinde çalıştırılmak üzere görevlendirildiğini, ancak davacının bu yeni makinede çalışmak için gerekli bilgiye sahip olmadığını ve makinedeki arızayı işverene bildirmesine karşın idare etmesi gerektiğinin söylendiğini, davacının bu esnada yaralandığını ve müvekkilinin sol el işaret parmağı ile ilgili olarak tutanak tutulduğunu ve düzenlenen 03.01.2006 tarihli raporda davacının sol el işaret parmağında eklem hareketi olmayacağının tespit edildiğini, davalı işveren şirketin gerekli işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarına uymayarak kazaya sebebiyet verdiğini, müvekkilinin meydana gelen iş kazası nedeniyle uzun bir süre tedavi gördüğünü, bu tedavi süresince de acı çektiğini, yine parmağını tam anlamıyla kullanamamasından kaynaklanan eksikliği devamlı yaşayacağını, bu yönüyle davacının manevi tazminata hak kazandığını, öte yandan meslekte kazanma gücündeki kayıp nedeniyle de maddi tazminat isteme hakkının doğduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 500,00TL maddi tazminat ve 10.000,00TL manevi tazminat ile bu alacaklara kaza tarihi olan 28.07.2004 tarihinden itibaren yasal faiz ve 20,00TL kıdem tazminatı faiz alacağı ile bu alacağa dava tarihi itibariyle en yüksek banka mevduat faizi işletilmek suretiyle davalı şirketten tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili 09.02.2012 harç tarihli ıslah dilekçesi ile ise fazlaya ilişkin dava hakkı saklı kalmak kaydıyla 16.048,69TL maddi tazminat ile 10.000,00TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren değişen oranlarda yasal faizi ile birlikte tahsilini istemiştir.
Davalı işveren vekili; davacı işçinin açmış olduğu davanın zamanaşımına uğradığını, ödenen kıdem tazminatı faiz farkı alacağıyla ilgili olarak aynı iş yeri çalışanlarının açtıkları davaların Yargıtay ilgili dairesi tarafından bozulduğunu ve yerel mahkemeye gönderilen dosyalarda mahkemece red kararı verildiğini, meydana gelen kazada müvekkil işveren şirkete yüklenecek bir kusurun bulunmadığını, kaldı ki davacının meslek lisesi makine bölümü mezunu olduğunu ve yeterli bilgi ve deneyim sahibi bulunduğunu, davacının istediği makinede istihdam edilmemesi üzerine aykırı davranışları ve dikkatsizliği nedeniyle kazaya sebebiyet verdiğini, iddiaların yersiz olduğunu, bu nedenle de davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece; davacı işçi tarafından maddi ve manevi tazminat ile birlikte kıdem tazminatı faizi talebinde de bulunulduğu, ancak yargılamanın devamı sırasında kıdem tazminatı faiz alacağı talebinin atiye terk edildiği, bu durumun da davalı şirket vekili tarafından kabul edildiği; diğer yandan maddi ve manevi tazminat konusunda delillerin toplandığı, soruşturma raporlarının geldiği, kusur oranlarının tespiti amacıyla işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanı bilirkişi heyetinden birbirini teyit eder mahiyette iki rapor alındığı, maddi tazminat yönünden de alınan bilirkişi hesap raporunun dosya kapsamına uygun olduğu gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat talepleri yönünden davanın kabulüne; kıdem tazminatı faiz alacağı talebi yönünden ise karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Davalı şirket vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; ilk bozma nedenine yönelik olarak her ne kadar Özel Daire tarafından manevi tazminat miktarının fahiş olduğu gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuş ise de; bozma nedeninin maddi yanılgıya dayalı olduğu, zira mahkemece %3,30 maluliyet oranı ve %80 davalı şirket kusuru ile birlikte %20 davacı işçi kusur oranı ve paranın satın alma gücü kriterlerinin birlikte değerlendirildiği, sonuçta da davacı işçi yararına 10.000TL manevi tazminata hükmedildiği, ancak bozma kararında bu miktarın 40.000TL olarak yazıldığı, söz konusu bu durumun maddi yanılgıya dayalı olduğunun anlaşıldığı ve mahkemece verilen manevi tazminat miktarının fahiş olmadığı; ikinci bozma nedenine yönelik olarak ise objektif talep birleşmesine dayalı hukuk davalarında taleplerden birisi hakkında davacı tarafça takipten sarfınazar edilmesinin davalı tarafın muvafakatine tabi olduğu, hasmın muvafakat etmesi hâlinde davayı takipten sarfınazar edilmesine ilişkin hükümlerin uygulanmasının gerektiği, somut olayda da bu durumun bulunduğu, dolayısıyla sarfınazar olunan taleple ilgili olarak yargılama sonunda esasla ilgili bir karar verilemeyeceğinden hükmün, “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde kurulacağı, bahsedilen hukuki durumun, davadan feragatten ya da tarafların davayı takip etmeyerek işlemsiz bırakmasından farklı olduğu, tarafların davayı takip etmemeleri nedeniyle davanın açılmamış sayılması hâlinde davalı yararına vekâlet ücretine hükmedilmesinin gerektiği, ancak davayı takipten sarfınazar edilmesinin davalının muvafakati ile hukuki sonuç doğuracağı dikkate alındığında muvafakat eden davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilemeyeceği belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
-Somut olayda meydana gelen iş kazası nedeniyle sol el işaret parmağından yaralanan davacı işçi yararına taktir edilen 10.000,00TL manevi tazminat miktarının fazla olup olmadığı,
-Davacı vekili tarafından ibraz edilen ve kıdem tazminatı faiz alacağına ilişkin davanın atiye bırakılması talebini içeren 02.12.2008 tarihli dilekçe ile davalı şirket vekilinin 18.02.2009 tarihli ve 10.02.2010 tarihli celselerdeki atiye terk talebine bir diyeceklerinin olmadığına yönelik beyanları dikkate alındığında, davacı vekilinin talebinin davayı takip iradesinden vazgeçme niteliğinde mi yoksa davayı geri alma niteliğinde mi olduğu, bu itibarla yerel mahkemece kıdem tazminatı faiz alacağı yönünden karar verilmesine yer olmadığına mı yoksa davanın açılmamış sayılmasına mı karar verilmesi gerektiği, burada varılacak sonuca göre davalı yararına vekâlet ücretine hükmedilip hükmedilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce yerel mahkemece “10.000,00TL manevi tazminat”ın tahsiline karar verilmesine karşın, Özel Daire bozma kararında 10.000TL manevi tazminat yerine “davacı yararına hüküm altına alınan 40.000,00TL manevi tazminatın fazla olduğu”nun yazıldığı dikkate alındığında bu hususun maddi hata niteliğinde bulunup bulunmadığı tartışılmış ve Kurul tarafından bu durumun maddi hataya dayalı olduğu kabul edilerek ilk uyuşmazlığın esasının incelenmesine geçilmiştir.
I-İş kazası nedeniyle sol el işaret parmağından yaralanan davacı işçi yararına takdir edilen 10.000,00TL manevi tazminat miktarının fazla olup olmadığına yönelik ilk uyuşmazlık konusunda yapılan incelemede;
Manevi tazminat isteminin temelinde, davalıların haksız eylemi yatmaktadır. Bilindiği üzere, haksız eylemin unsurları; zarar, fiil ile zarar arasında illiyet bağı, fiilin hukuka aykırı olmasından ibarettir.
Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 47. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 56.) maddesinde düzenlenen manevi tazminatta kusurun gerekmediği, ancak takdirde etkili olabileceği 22.06.1966 tarihli ve 1966/7 E., 1966/7 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıkça vurgulanmıştır. Bu kararın gerekçesinde, takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hâl ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar, her olaya göre değişebileceğinden, hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken, ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.
Yine BK 47 (TBK 56). maddesi hükmüne göre; hâkimin özel hâlleri göz önünde tutarak, manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği tutar adalete uygun olmalıdır. Bu para tutarı, aslında ne tazminat ne de cezadır. Çünkü mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını amaç edinmediği gibi, kusurlu olana yalnız hukukun ihlâlinden dolayı yapılan bir kötülük de değildir. Aksine, zarara uğrayanda bir huzur duygusu uyandırmayı, aynı zamanda ruhi ızdırabın dindirilmesini amaç edindiğinden, tazminata benzer bir fonksiyonu da vardır. O hâlde bu tazminatın sınırı, onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut hâlde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
Manevi tazminat, beden gücü kaybı nedeniyle bozulan ruh huzurunun, duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabın kısmen ve imkân nisbetinde iadesini amaçladığından hâkim, MK’nın 4. maddesi gereğince hak ve nesafete göre takdir hakkını kullanarak, manevi tazminat miktarını tespit etmelidir.
Hâkim belirlemeyi yaparken somut olayın özelliğini, zarar görenin ekonomik ve sosyal durumunu, paranın alım gücünü, maluliyet oranını, beden gücü kaybı nedeniyle duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabı gözetmelidir (Hukuk Genel Kurulunun 28.05.2003 tarihli ve 2003/21-368-355 E-K ve 23.06.2004 tarihli ve 2004/13-291-370 E-K sayılı kararları).
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut değerlendirildiğinde 28.07.2004 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle davacının sol el işaret parmağından yaralandığı, bu yaralanma neticesinde davacının iş göremezlik derecesinin % 3,30 olarak belirlendiği, olayın meydana gelmesinde davacı işçinin % 20, davalı işverenin ise % 80 oranında kusurlu olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durumda tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle iş kazası sonucunda davacı işçinin iş göremezlik derecesi ve tarafların kusur oranları ile olayın meydana geldiği tarihteki paranın alım gücü dikkate alındığında hükmedilen manevi tazminat miktarının fazla olduğu anlaşılmakla, matematiksel olmamak koşuluyla uygun bir indirim yapılmak suretiyle manevi tazminat miktarının yeniden belirlenmesi gerekmektedir.
Hâl böyle olunca, manevi tazminat yönünden Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle ilk uyuşmazlık bakımından direnme kararı bozulmalıdır.
II-Davacı vekilinin talebinin davayı takip iradesinden vazgeçme niteliğinde mi yoksa davayı geri alma niteliğinde mi olduğu, bu itibarla yerel mahkemece kıdem tazminatı faiz alacağı yönünden karar verilmesine yer olmadığına mı yoksa davanın açılmamış sayılmasına mı karar verilmesi gerektiği, buradan varılacak sonuca göre davalı yararına vekâlet ücretine hükmedilip hükmedilemeyeceğine yönelik ikinci uyuşmazlık konusunda yapılan incelemede;
Konunun açıklığa kavuşturulması için öncelikle Kanunlardaki yasal düzenlemeler üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 185. maddesi;
“Kanunu Medenide tayin olunan haller mahfuz kalmak şartiyle dava ikamesi ile aşağıda gösterilen neticeler hasıl olur:
1 – Müddeaaleyhin rızası olmaksızın müddei davasını takipten sarfınazar edemez.
2 – Müddei, Müddeaaleyhin rızası olmaksızın davasını tevsi veya mahiyetin tebdil edemez. Aşağıdaki madde hükmiyle davadan feragat veya ıslah bu hükümden müstesnadır.”
hükmünü içermektedir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 185. maddesinin 1. fıkrasına göre davacı, davalının rızası olmaksızın davasını geri alamaz.
Kanun davanın geri alınması için “davayı takipten sarfınazar etmek” deyimini kullanmaktadır. Bu terimi “davayı takipten vazgeçmek” şeklinde Türkçeleştirmek mümkün ise de, az sonra görüleceği gibi, davayı takipten vazgeçmek, davadan feragat (m. 91) ve davayı takipsiz bırakmak (m. 409) ile karıştırıldığından, kaynak Nöşatel Kanununda olduğu gibi, buna “davayı geri alma” denilmesi daha doğru olur.
Davayı geri almak, davadan feragatten farklıdır. Davayı geri alan davacı, bununla talep sonucundan, yani hakkının özünden feragat etmemekte, sadece davasını geri almakta ve onu ileride tekrar açabilme hakkını saklı tutmaktadır.
Davacının davasını geri alabilmesi için davalının rızası şarttır (m.185/1) (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt II, İstanbul 2001, s.1680).
Davacı, davalının rızası (muvafakatı) ile davayı geri alabilir. Davalının rızasının açık (sarih) olması gerekir; zımnî muvafakat yeterli değildir (Kuru, s.1684).
Dava, davalının yokluğunda devam ediyorsa, davacının davasını geri almasına imkân yoktur: çünkü davalının buna açıkça muvafakat ettiğini (mahkemeye) bildirmesine imkân yoktur (Kuru, s.1685).
Davayı geri alma talebinin ve buna muvafakatın mahkemeye karşı (dilekçe ile veya duruşmada tutanağa yazdırmak suretiyle) yapılması gerekir.
Davalı davacının davayı geri almasına açık bir şekilde muvafakat ederse, mahkeme davanın esası hakkında bir karar vermez (Kuru, s.1686).
Davanın geri alınması durumunda mahkemece “karar verilmesine yer olmadığına” kararı verilir.
Burada davayı geri alan davacı, bununla davasını terk etmiş olmaktadır. Bu nedenle, mahkemenin (o zamana kadar edindiği kanaat gereğince, tarafların haklılık durumuna göre) haksız gördüğü tarafı, yargılama giderlerine (ve bu arada vekâlet ücretine) mahkûm etmesi gerekir (m. 425).
Dava, hüküm verildikten sonra da (hüküm kesinleşinceye kadar, temyiz veya karar düzeltme aşamasında da) geri alınabilir. Bu hâlde, verilmiş (ve fakat henüz kesinleşmemiş) olan hüküm geçersiz (hükümsüz) olur (Kuru, s.1687).
Davalı davacının davayı geri almasına (açıkça) muvafakat etmezse, davaya devam olunur (Kuru, s.1688).
Davanın geri alınması, bu beyanın verildiği anda sonuç doğurur.
Davanın geri alınması durumunda, dava hiç açılmamış sayılır, mahkemece geri alma anına kadar yapılan yargılamadaki oluşan kanaate göre haksız olduğu düşünülen tarafa vekâlet ücreti ve diğer yargılama giderleri yüklenir. Davacı, geri aldığı davasını ileride harçlarını yatırmak suretiyle tekrar açabilir.
Bununla birlikte davayı geri alma ile feragatin birbirine karıştırılmaması gerekir.
1086 sayılı Kanun’un 91. maddesine göre;
“Feragat, iki taraftan birinin neticei talebinden vazgeçmesidir.”
Davadan feragat iki taraftan birinin (davacının) talep sonucundan (neticeî talebinden) vazgeçmesidir (m.91) (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt IV, İstanbul 2001, s.3544).
Davadan feragat, davacının tek taraflı irade beyanı ile gerçekleşir. Dolayısıyla feragatin geçerli olması için mahkemenin ya da davalı tarafın bu beyanı kabul etmesine gerek bulunmamaktadır. Diğer bir anlatımla davadan feragat davalının muvafakatına bağlı değildir.
Feragatte, davacı dava konusu yapmış olduğu haktan feragat etmektedir (vazgeçmektedir). Davacı, feragat etmiş olduğu davayı tekrar açamaz; açarsa, davalının kesin hüküm (m. 95, I; M. 237) itirazı ile karşılaşır ve (tekrar açılan) dava reddedilir (Kuru, s.3547).
Feragat ile dava sona erer ve bu durumda mahkemece feragat nedeniyle davanın reddine karar verilir. Bununla birlikte davalı davayı bir vekil ile temsil etmiş ise davasından feragat eden davacı aleyhine vekâlet ücretine de hükmedilmesi gerekir.
Kanun feragat (m. 91) ve davayı geri alma (davayı takipten sarfınazar etme, m. 185/1) için ayrı terimler kullandığı hâlde, uygulamada her zaman bu terim ayrılığına gereken dikkat gösterilmemekte, bu ise karışıklığa neden olmaktadır.
Mesela feragat yerine “davadan vazgeçme” veya davayı geri almaya “davadan vazgeçme” ve feragata da “haktan vazgeçme” denildiği gibi, “dava hakkından feragat”, “esas haktan feragat” ve “davadan vazgeçme” terimlerinin birlikte kullanıldığına da rastlanmaktadır (Kuru, s.1681).
Öte yandan tam bu noktada HUMK’nın 409. maddesine de değinilmesi gerekmektedir. Bu madde;
“Oturuma çağrılmış olan tarafların hiçbiri gelmediği veya gelip de davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.
Oturum gününün belli edilmesi için tarafların başvurması gereken hâllerde, gün tespit ettirilmemiş ise, son işlem tarihinden başlayarak bir ay geçmekle birinci fıkra hükmü uygulanır.
Yukarıdaki fıkralar hükmü gereğince dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde taraflardan birinin dilekçe ile başvurması üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi, oturum, gün, saat ve yerini bildiren çağırı kâğıdı ile birlikte taraflara tebliğ olunur.
Dava dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak bir ay geçtikten sonra yenilenirse yeniden harç alınır. Bu harç yenileyen tarafından ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde harç verilerek yenilenen dava, yeni bir dava sayılmaz.
İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar açılmamış sayılır ve mahkemece bu hususta kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır.
Birinci ve ikinci fıkralar gereğince işlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilemeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi hâlde beşinci fıkra hükmü uygulanır.”
düzenlemesine yer vermiştir.
Görüldüğü üzere, HUMK’nın 409. maddesinde, dosyanın işlemden kaldırılma nedenleri sayılmıştır. Bu nedenlerden birisinin varlığı durumunda mahkeme, dava yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Mahkemenin karar vermemiş olması durumunda dahi eğer nedenlerden birisi oluşmuş ise dosya işlemden kaldırılmış sayılır.
Dosyanın işlemden kaldırılması kararı ile dava açılmamış sayılmaz. Bilakis dava üç ay süre (m. 409, III, V) ile derdest kalmakta devam eder. Bu nedenle mahkeme, dosyanın işlemden kaldırılması kararında yargılama giderleri (ve bu arada vekâlet ücreti) hakkında bir karar vermez. Yargılama giderleri (ve vekâlet ücreti), üç ay sonra verilecek davanın açılmamış sayılması kararında hüküm altına alınır.
Dosyası işlemden kaldırılan dava üç ay süre ile derdest kalmakta devam ettiğinden, dosyanın işlemden kaldırılması kararı, aslında bir ara karar niteliğindedir (Kuru, s.4089).
Buradan da anlaşılacağı gibi, davayı geri alma, davayı takipsiz (veya müracaata) bırakma (m. 409) ile de karıştırılmamalıdır. Çünkü takipsiz bırakılan dava (üç ay daha) derdest kalmakta devam eder; oysa, davanın geri alınması (ve mahkemenin bu nedenle davanın son bulduğuna karar vermesi ve bu kararın kesinleşmesi) ile dava derdest olmaktan çıkar. Davacının davasını takipsiz bırakması (takip etmemesi) davalının rızasına bağlı olmadığı hâlde, davalının rızası olmaksızın davacı davasını geri alamaz (m. 185) (Kuru, s.1683).
Yine aynı Kanun’un 425. maddesi;
“İki taraftan birinin vefatı, davanın terki gibi bir sebeple hükme iktiran etmiyen davalara mütaallik masarifi muhakeme tahkikat hakimi tarafından takdir ve hükmolunur.”
düzenlemesine yer vermiştir.
Diğer yandan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Davanın geri alınması” başlıklı 123. maddesinde;
“Davacı, hüküm kesinleşinceye kadar, ancak davalının açık rızası ile davasını geri alabilir.”
hükmü bulunmaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı işçi vekili tarafından maddi ve manevi tazminat ile birlikte kıdem tazminatı faiz alacağının da talep edildiği, ancak bu talebi ibraz ettiği 02.12.2008 havale tarihli dilekçe ile atiye bıraktıklarını belirttiği;
Yine 18.02.2009 tarihli celsede davacı işçi vekilinin kıdem tazminatı faiz alacağı talebini atiye terk ettiği yönündeki açıklaması zapta geçirildikten sonra bu talebe ilişkin olarak davalı işveren vekiline söz verildiği, davalı işveren vekilinin ise atiye terk talebine bir diyeceklerinin olmadığını ifade ettiği; bu beyanını da 10.02.2010 tarihli celsede de tekrar ettiği anlaşılmıştır.
Bu durumda davacı tarafın talebinin davayı gelecekte tekrar açabilmek hakkı baki kalmak üzere geri alma iradesi mahiyetinde bulunduğu, davalı tarafın, davacı işçi vekilinin atiye terk talebine karşı bir diyeceklerinin olmadığı yönündeki beyanın ise davayı geri almaya muvafakat niteliğinde olduğu açıktır.
Eldeki davada da HUMK’nın 409. maddesinin değil aynı Kanun’un 185. maddesinin uygulanacağı anlaşılmakla, kıdem tazminatı faiz alacağı bakımından esasa yönelik bir karar verilemeyeceğinden, bu konuda mahkemece verilen “karar verilmesine yer olmadığı” şeklindeki karar doğru olmakla birlikte, geri alınan dava için davalı lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Hâl böyle olunca kıdem tazminatı faiz alacağı yönünden verilen direnme kararı yukarıda belirtilen değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı Kabel Kablo Elemanları Sanayi ve Ticaret A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
(II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı Kabel Kablo Elemanları Sanayi ve Ticaret A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.12.2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.