YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/1306
KARAR NO : 2017/971
KARAR TARİHİ : 24.05.2017
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 2. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.11.2012 gün ve 2011/484 E., 2012/852 K. sayılı kararın incelenmesi davalı şirket vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 07.11.2013 gün ve 2013/10767 E., 2013/18588 K. sayılı kararı ile;
“…1- Davalının manevi tazminat davasına yönelik temyizi yönünden;
6100 sayılı HMK’nun geçici 3.madde 1.fıkrasına göre; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26/9/2004 tarihli 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmi Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” 2.fıkrasına göre; Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/09/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ila 454’üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
Miktar ve değeri temyiz kesinlik sınırını aşmayan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin nihai kararlar HUMK’nun 427/2.maddesi uyarınca temyiz edilemez.
Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir. Temyiz kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu edilen taşınır malın veya alacağın değeri dikkate alınır. Faiz, icra(inkar) tazminatı, vekalet ücreti ve yargılama giderleri hesaba katılmaz.
Birleştirilen davalarda, temyiz sınırı her dava için ayrı ayrı belirlenir.
İhtiyari dava arkadaşlığında, temyiz sınırı her dava arkadaşının davası için ayrı ayrı belirlenir.
Karşılık davada, temyiz sınırı asıl dava ve karşılık dava için ayrı ayrı belirlenir.
Tespit davalarında, temyiz sınırı tespit davasının öncüsü olduğu eda davasının miktar ve değerine göre belirlenir.
Temyiz sınırından fazla bir alacağın tamamının dava edilmiş olması halinde, hükümde asıl istemin kabul edilmeyen bölümü temyiz sınırını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Kısaca temyize konu edilen miktara bakılarak kesinlik belirlenir.
Alacağın bir kısmının dava edilmesi halinde, kısmi davada kesinlik sınırı dava edilen miktara göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 06.06.1975 gün ve 1975/6-8 sayılı içtihadında “5521 sayılı yasada açık düzenleme olmamakla birlikte, bu yasanın 15.maddesindeki düzenleme gereği HUMK’nun 427.maddesindeki kesinlik sınırının iş mahkemelerinde verilen kararlarda da uygulanması gerektiği, grup halinde açılan davaların salt iş mahkemelerine özgü bir dava türü olmadığı, bu nedenle seri olarak açılan davalarda her dosya için kesinlik sınırına bakılması gerektiği” açıkça belirtilmiştir.
2012 yılında mahkemelerce verilen kararların temyiz edilebilmesi için temyize konu dava değerinin 1.690,00 TL’sını geçmesi gerekir.
Somut olayda temyize konu edilen manevi tazminat davasına konu ve hüküm altına alınan alacak miktar 1,000,00 TL olup karar tarihi itibariyle manevi tazminat alacağına ilişkin hüküm kesin nitelik taşıdığından davalının manevi tazminat talebine ilişkin temyiz talebinin REDDİNE,
2- Davalının diğer işçilik alacaklarına yönelik temyizine gelince;
Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
3- Davacı, davalı firma sahibinin küfür, kötü muamele, psikolojik baskı ve ağır hakaretlerde bulunduğunu, davacı ve iş arkadaşlarının bunların ortadan kaldırılması için toplantı talep ettiklerini, toplantıda firma sahibi Muammer Erman’ın hakaret ve baskılara devam ettiğini, “Ben böyleyim isteyen çalışır istemeyen s…tir olur gider” demek suretiyle davacıyı işten çıkarttığını, bunun üzerine davacı ve bir grup çalışanın 08.08.2011 tarihinde davalı şirkete ihtar çektiğini, davalı tarafından önceden işten çıkartılması nedeniyle sonradan davacı tarafından çekilen ihtarnamenin durumu değiştirmeyeceğini, ihbar tazminatına hak kazandığını, son net ücretinin 1,200,00 TL olduğunu ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin, fazla çalışma, hafta tatili, ücret ve manevi tazminat alacaklarının tahsilini istemiştir.
Davalı, davacının iddia ettiği gibi 05/08/2011 günü işten çıkarılmasının söz konusu olmadığını bilakis davacının 05/08/2011 Cuma günü saat 17,00 ye kadar tam gün mesai olmasına rağmen saat 14,30 civarında işyerini işverenin rızası olmadan terk ettiğini, bu nedenle üretimde ve sevkiyatta aksamalar olduğunu, 08.08.2011 tarihli Kaysere 3. Noterliğinin ihtarnamesi ile iş akdini feshettiğinin bildirdiğini, davalının davacının ihtarnamesinin tebliğ edildiği 19/08/2011 tarihine kadar davacının işe dönmesini beklediğini, davacının 05/05/2011 tarihinden itibaren işe devam etmediğini, davacı ihtarnamesinin davalıya ulaştığı 19/08/2011 tarihinde davacının 4857 sayılı İş Kanununun 25/II-g bendi gereğince çıkış işleminin yapıldığını, hakaret iddialarının gerçeği yansıtmadığını, davacının resmi kayıtlardaki ücreti aldığını bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, dosyadaki noter belgesinden davacının kendisinin fesih bildirimi yaptığı, fesheden tarafın ihbar tazminatı hakkı olmayacağı bu nedenle bu talebin reddine, davacı tanık beyanlarından işverenin işçilere küfürlü ve aşağılayıcı sözler söylediği, davacının fesihte haklı olduğu, bu nedenle kıdem tazminatına hak kazanacağı yine tarafların mali ve sosyal durumları, hakaretin gerçekleşme şekli, zamanı, olayın davacı üzerinde bıraktığı etki, toplumdaki algı dikkate alınarak manevi tazminat talebinin miktar bakımından kısmen kabul edildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Taraflar arasında işçiye ödenen aylık ücretin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
4857 sayılı İş Kanununda 32 nci maddenin ilk fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
Ücret kural olarak dönemsel (periyodik) bir ödemedir. Kanunun kabul ettiği sınırlar içinde tarafların sözleşme ile tespit ettiği belirli ve sabit aralıklı zaman dilimlerine, dönemlere uyularak ödenmelidir. Yukarıda değinilen Yasa maddesinde bu süre en çok bir ay olarak belirtilmiştir.
İş sözleşmesinin tarafları, asgarî ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler. İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemiş olması, taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda dahi ücret, Borçlar Kanunun 323 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre tespit olunmalıdır. İş sözleşmesinde ücretin kararlaştırılmadığı hallerde ücretin miktarı, işçinin kişisel özellikleri, işyerindeki ya da meslekteki kıdemi, meslek unvanı, yapılan işin niteliği, iş sözleşmesinin türü, işyerinin özellikleri, emsal işçilere o işyerinde ya da başka işyerlerinde ödenen ücretler, örf ve adetler göz önünde tutularak belirlenir.
4857 sayılı Yasanın 8 inci maddesinde, işçi ile işveren arasında yazılı iş sözleşmesi yapılmayan hallerde en geç iki ay içinde işçiye çalışma koşullarını, temel ücret ve varsa eklerini, ücret ödeme zamanını belirten bir belgenin verilmesi zorunlu tutulmuştur. Aynı yasanın 37 nci maddesinde, işçi ücretlerinin işyerinde ödenmesi ya da banka hesabına yatırılması hallerinde, ücret hesap pusulası türünde bir belgenin işçiye verilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. Usulünce düzenlenmiş olan bu tür belgeler, işçinin ücreti noktasında işverenden sadır olan yazılı delil niteliğindedir. Kişi kendi muvazaasına dayanamayacağından, belgenin muvazaalı biçimde işçinin isteği üzerine verildiği iddiası işverence ileri sürülemez. Ancak böyle bir husus ileri sürülsün ya da sürülmesin, muvazaa olgusu mahkemece resen araştırılmalıdır.
Çalışma belgesinde yer alan bilgilerin gerçek dışı olmasının da yaptırıma bağlanmış olması, belgenin ispat gücünü arttıran bir durumdur. Kural olarak ücretin miktarı ve ekleri gibi konularda ispat yükü işçidedir. Ancak bu noktada, 4857 sayılı Kanunun 8 inci ve 37 nci maddelerinin, bu konuda işveren açısından bazı yükümlülükler getirdiği de göz ardı edilmemelidir. Bahsi geçen kurallar, iş sözleşmesinin taraflarının ispat yükümlülüğüne yardımcı olduğu gibi, çalışma yaşamındaki kayıt dışılığı önlenmesi amacına da hizmet etmektedir. Bu yönde belgenin verilmiş olması ispat açısından işveren lehine olmakla birlikte, belgenin düzenlenerek işçiye verilmemiş oluşu, işçinin ücret, sigorta pirimi, çalışma koşulları ve benzeri konularda yasal güvencelerini zedeleyebilecek durumdadır. Çalışma belgesi ile ücret hesap pusulasının düzenlenerek işçiye verilmesi, iş yargısını ağırlıklı olarak meşgul eden, işe giriş tarihi, ücret, ücretin ekleri ve çalışma koşullarının belirlenmesi bakımından da önemli kolaylıklar sağlayacaktır. Bu bakımdan ücretin ispatı noktasında delillerin değerlendirilmesi sırasında, işverence bu konuda belge düzenlenmiş olup olmamasının da araştırılması gerekir.
Çalışma yaşamında daha az vergi ya da sigorta pirimi ödenmesi amacıyla zaman zaman, iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Bu durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanır. İşçinin kıdemi, meslek unvanı, fiilen yaptığı iş, işyerinin özellikleri ve emsal işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı şüphesi ortaya çıktığında, bu konuda tanık beyanları gözetilmeli ve işçinin meslekte geçirdiği süre, işyerinde çalıştığı tarihler, meslek unvanı ve fiilen yaptığı iş bildirilerek sendikalarla, ilgili işçi ve işveren kuruluşlarından emsal ücretin ne olabileceği araştırılmalı ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir sonuca gidilmelidir.
Davacı son ücretinin net 1,200,00 TL olduğunu ileri sürmüş, davalı ise davacının kayıtlardaki ücreti aldığını savunmuştur. Mahkemece Kayseri Ticaret Odasından emsal ücret sorularak bildirilen ücrete göre davacının asgari ücretin 1,5 katı ücret aldığı kabul edilmiştir. Mahkemece emsal ücret araştırmasının ilgili meslek odalarından yapılması gerekirken sanayi odasından bildirilen ücretin hükme esas alınması hatalıdır.
Kabule göre de davacının hüküm altına alınan alacaklarının brüt mü net mi olduğunun hüküm fıkrasında gösterilmemesi suretiyle infazda tereddüt oluşturulmasıda bozma nedenidir.
4-Davalı vekilinin 01/11/2012 tarihli duruşma için mesleki mazeret dilekçesi sunduğu ve posta pulu eklediği halde davalı vekiline sonraki duruşma günü tebliğ edilmeyerek davalının yokluğunda karar verilmesi suretiyle davalının son diyecekleri sorulmayarak 6100 sayılı HMK’nın 184, 321 ve 322. maddelerine aykırı hareket edilmesi hatalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece iş sözleşmesinin davacı işçi tarafından haklı nedenle feshedildiği gerekçesiyle kıdem tazminatı ile manevi tazminat, yıllık izin, ücret ve fazla çalışma alacağı yönünden davanın kısmen kabulüne, ihbar tazminatı ile hafta tatili yönünden ise davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davalı şirket vekili tarafından temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda belirtilen gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece emsal ücret araştırmasına yönelik bozma nedeni yönünden direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı şirket vekili temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, bozma kararının 3 nolu bendinde “…mahkemece emsal ücret araştırmasının ilgili meslek odalarından yapılması gerekirken sanayi odasından bildirilen ücretin hükme esas alınması hatalıdır.” şeklinde belirtilmiş ise de dosya içerisinden “ticaret odasından” ibaresinin bozma kararında “sanayi odasından” ibaresi şeklinde maddi hataya dayalı olarak yazıldığı anlaşılmıştır.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,
1-Özel Dairenin bozma kararında “ticaret odasından” yazılması gerekirken “sanayi odasından” yazıldığı anlaşıldığından belirtilen ibarenin “ticaret odasından” olarak düzeltilmesine, maddi hatanın bu şekilde giderilmesine,
2-Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 24.05.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.